Bugün ve bu yıl pek çok tatsız olaylar yaşadık. Tüm bu tatsız olaylar arasında  1 Kasım tarihinde içimiz buruk olsa da 1 Kasım 1922 Tarihinde Saltanat kaldırıldı ve 6 yılın ardından  aynı güne denk gelen 1928 yılında Harf Devrimi gerçekleşti. Bu iki büyük devrim ile yeni Türk devletinin egemenlik haklarının ulusa ait olduğu tescillendi ve yeni Türkçe harfler ile öze dönüş ve özgürleşme mücadelesi başarıya ulaştı.

Yüz yıllarca reaya olarak görülen bir halkın Vatandaş olarak görüldüğünün günüdür bugün. Elbette kendi öz kültürünü daha iyi ifade etmek ve çağdaş ülkeler seviyesine çıkmak için okuma/yazma seferberliğinin temelinin atılabilmesi için de dil yapımıza uygun bir alfabenin de kabul edildiği gündür.

Bu iki olayı asında 6 yıl, o günlerden bugüne  yıllar  geçmiş olmasına rağmen, zaman geçtikçe ülkemiz ve gelecek nesiller için nekadar önemli olduğunu anlamak zor olmasa gerek!

1 Kasım 1922-Saltanatın Kaldırılması

Fazla söze gerek var mıdır bilemeyiz?  Fakat Nutuk II, sayfa 691 ‘de Mustafa Kemal ATATÜRK’ün belirttiği şu sözler olayı gayet net özetlemektedir.

* “Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milleti’nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. (1922)

 

*Saltanatın kaldırılmasını tartışan Meclis komisyonunda yaptığı konuşma

1 Kasım 1928-Harf Devrimi

“Efendiler! Türk harflerinin kabulüyle hepimize, bu ülkenin vatanını seven bütün yetişkin evlatlarına, önemli bir görev düşüyor. Bu görev, milletimizin tüm bireyleriyle gösterdiği istek ve coşkuya, doğrudan hizmet ve yardım etmektir. Bu milletin yüzyıllardan beri çözümlenmemiş olan ihtiyacını, birkaç yıl içinde tümüyle sağlamak, gözlerimizi kamaştıran bir başarı güneşidir. Kazanılan hiçbir zaferle kıyaslanamayacak bu başarının, heyecanı içindeyiz. Yurttaşlarımızı cehaletten kurtaracak, sade bir öğretmenliğin vicdani kıvancı, ruh varlığımızı doyurmuştur. Aziz arkadaşlarım; yüksek ve sonsuz armağanınızla, Büyük Türk Milleti, yeni bir aydınlık dünyaya girecektir.”

Not: “Bir gece de cahil bırakıldık” demeden önce; Harf devriminin nedenini niçinini bilmek için okumak gerekir eğer araştırmaya üşeniyorsanız buyurun size hazır okuma.  https://www.altayli.net/osmanlida-alfabe-tartismalari.html

Cumhuriyeti kuran ve bize ulaştıranlara sevgi, saygı ve minnetle.

 

Şırnak’ta fırın işleten üç kardeş işten kalan zamanlarda kitap okuyor.

Aydınlıkevler Mahallesi’nde fırın işleten Hasan, Mehmet ve Hüseyin Barkın, tüm gün ekmek hazırlıyorlar, müşterilerin ise lahmacun ve pide siparişlerini hazırlıyor.

Barkın kardeşler işlerini bitirdiklerinde hazırladıkları çayı içerken hem dinleniyor hem de kitap okuyarak zamanlarını değerlendiriyor.

Kalan vakitlerini kitapla değerlendirerek farkındalık oluşturan kardeşler esnafa da örnek oldu.

Fırında kürek ustası olarak çalışan Hüseyin Barkın muhabire, hamur açıp fırında ekmek pişirdiğini belirterek işlerini bitirince kitaplarını okumaya başladıklarını söyledi.

“Bazen komşularımız ve müşterilerimiz de bize katılıyor.” diyen Barkın, kitap okumanın çok faydalı olduğunu dile getirdi.

Mehmet Barkın da hem fırında çalıştığını hem de lisede okuduğunu anlattı.

Önceleri fırında tek başına kitap okuduğunu, zamanla ağabeylerinin de bu alışkanlığı edindiğini söyleyen Barkın, “Daha sonra ağabeyim kitap okuma etkinliği başlattı. Fırında çalışan herkes kitap okumaya başladı. Kitap okuduğumuzu gören komşularımız da bize eşlik etmeye başladı. Zamanımızı sosyal medyada geçireceğimize burada kitap okuyarak değerlendiriyoruz.” diye konuştu

Erzurum merkez Yakutiye ilçesi Gül Ahmet Caddesi üzerinde Derviş Ağa Camii karşısında Yeğen Ağa Mahallesi’nde bulunan Karanlık Kümbette devam eden restorasyon tamamlandı.

Erzurum Müze Müdürlüğü bünyesinde bulunan Karanlık Kümbet Emir Sadrettin tarafından 1308 yılında yapıldı. 712 yıldır ayakta durmaya çalışan kümbet yapılan restorasyon çalışmalarından sonra yeniden açıldı. Konik kubbeli çatısında deforme olan taşların yerine 500 yıla yakın ömrü olan taş döşendi.

Erzurum Kültür ve Turizm İl Müdürü Cemal Almaz, Karanlık Kümbette tamamlanan restorasyon çalışmaları hakkında, “Erzurum’un nadide ve güzide yerlerinden biri olan Karanlık Kümbet de bulunuyoruz. Diğer adıyla Sadrettin Baba Kümbeti de denilir. Erzurum’un her tarafı adeta açık hava müzesi durumundadır. Kümbetler tarihimizde bilindiği gibi anıt mezar olarak kullanılan bir yapı tarzıdır. İlmi kişiler ve gönül adamlarına böyle kümbet(anıt) mezarlar yaptırılarak hatıraları yad ediliyor. Erzurum kümbet anlamında çok zengin bir il durumundadır. Erzurum’da bulunan kümbet sayısı 20’dir. Karanlık Kümbet isminin neden Karanlık Kümbet denildiği bilinmeyen, halk arasında Sadrettin Baba Kümbeti diye bilinir. Erzurum Yakutiye ilçesi Gül Ahmet Caddesi Yeğen Ağa Mahallesi Derviş Ağa Camisi ile karşı karşıya bulunan bir kümbettir. Erzurum’da bulunan ilk kümbetlerden birisi durumundadır. Osmanlı ve Selçuklu döneminden kalma bir eserdir. Yalnızca 1950 yıllarında küçük çaplı bir onarım görmüştür. Bugün itibariyle elimizde yadigar olarak kalan kümbeti baştan aşağıya ciddi bir revizyona tabi tutuldu. orijinalini koruyarak yapılan Kubbesini bile yeniledik. Kırmızı bileziği görünmeyecek durumdaydı onu silerek görünür hale getirdik. Kümbetin iç boyasını yaptık, iki katlı kümbette üst kat mescit alt katta iki mezar bulunmaktadır. 700 yılı aşkın zamandır ayakta duran eser, 700 yılın sonunda Kümbeti kapsamlı bir Restorasyon yaptık. Erzurum halkı ve Erzurum’a gelen misafirlerimizi bu eserleri gezmeleri konusunda davet ediyoruz.” diye konuştu.

Resim ve Heykel Müzeleri Derneği ile Akbank Sanat’ın iş birliğinde 38’incisi “Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi” sanatseverle buluştu.

Çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri ve genç sanatçıları desteklemek amacıyla gerçekleştirilen yarışmaya yapılan binlerce başvuru, Melih Görgün, Ayşe Erkmen ve Dejan Kaludjerovic’den oluşan jüri ekibi tarafından değerlendirildi.

Bu yıl “Gündelik Yaşama Dair” temasıyla yapılan yarışmada, 17 eser finale kaldı. Finale kalan sanatçılardan ise Rana Kelleci, Hamza Kırbaş, Engin Konuklu, Diren Demir ve Yunus Tilen’nin eserleri ödüle layık görüldü.

Akbank 38. Günümüz Sanatçıları Ödülü Yarışmasında kazananlar, Akbank Sanat Instagram sayfasında canlı yayında açıklandı. Finale kalan eserlerden oluşan, küratörlüğünü Melih Görgün’ün üstlendiği sergi de Akbank Sanat Beyoğlu’nda sanatseverlerin ziyaretine açıldı.

Sergiye ilişkin açıklamalar yapan küratör Melih Görgün, çok çeşitli türlerde sanatın gerçekliğinin tanımlanabildiği yapıtların yer aldığını belirterek, “Buradaki konseptimiz gündelik yaşama dair. Eserler ise gündelik yaşamda karşımıza çıkan ve farkında olmadığımız durumlara dikkat çekiyor. Yaşamış olduğumuz özel dönem, sanatseverleri yeniden düşündürdü. Buradaki eserler de sanatçının tekrar düşününce ortaya koyabileceklerini gösteriyor.” dedi.

Etkinliğin, sanatseverlerin cevaplarını almaya değil, daha çok sorgulamaya davet eden bir sergi olduğuna dikkati çeken Görgün, gündelik yaşamın içinde sanatın kurtarıcı ve cesaretlendirici bir yanı olduğunu anlamak için serginin ziyaret edilmesi gerektiğini dile getirdi.

Sergi, 21 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek

Sergide, ödül alan isimlerin yanı sıra Abdulvahap Uzunbay, Beril Or, Davut Yücel, Delal Eken, Elif Özen, Furkan Depeli, İmelda Kuyumcu, Kemal Kahveci, Kemal Yıldız, Kübra Gürleşen ve Mert Acar’ın eserleri yer alıyor.

Resim, heykel, enstalasyon, fotoğraf ve video gibi çeşitli alanlardaki üretimlerin bulunduğu Akbank 38. Günümüz Sanatçıları Sergisi, 21 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek.

Tunceli’nin Mazgirt ilçesinde yaşayan Halil Bozkurt, çocukluk yıllarında öğrendiği çömlekçilik işini ilerleyen yaşına rağmen sevgiyle sürdürüyor.

Tunceli’nin Mazgirt ilçesinde yaşayan Halil Bozkurt (75), çocukluk yıllarında öğrendiği çömlekçilik mesleğini ilerleyen yaşına rağmen sevgiyle sürdürüyor.

Küçük yaşlarda mesleği öğrenen Bozkurt, usta olduktan sonra yaklaşık 50 senedir ömrünü geçirdiği tezgahında el emeği ürünler yaparak mesleğini yaşatmaya çalışıyor.

Erken saatlerde uyanıp atölyesine yol alan Bozkurt, tezgahının başına geçmeden önce çömlek yapımında kullanacağı toprağı çekiç yardımıyla ufaladıktan sonra elekten geçiriyor. iri tanelerinden ayıkladığı toprağı suyla yoğuran Bozkurt, daha sonra çömlekçi çarkının başına geçip bir yandan ayağıyla tornayı çevirirken diğer yandan da elleriyle çamuru şekillendiriyor. Yaptığı çanak, çömlek, yayık ve testiyi bir süre kurumaya bıraktıktan sonra iyice sağlamlaşması için fırında pişiriyor.

Mesleğine olan sevgisi,saygısıyla ve gösterdiği azmiyle takdir toplayan Bozkurt, ürünlerini Elazığ başta olmak üzere çevre il ve ilçelere satıp geçimini sağlıyor.

Akpazar beldesinde geçmişte yapılan çömleklere yoğun talep olduğunu ifade eden Bozkurt, “Mehmet ustanın yanında çocukken işe başlayıp bu mesleği öğrendim. Ben ustamın yanında işe başladıktan itibaren 7 yıl boyunca sadece su taşıdım ve dükkanı süpürdüm.” dedi.

Bozkurt, teknolojinin gelişmesiyle çömlekçiliğin bitmeye başladığını belirterek, “Geçmiş yıllarda yaptığımız ürünleri Erzincan, Tunceli ve Elazığ’da satıyorduk. Akpazar beldesinde 16 çömlek ustasıydık ama onların arasından bir tek ben kaldım.” ifadelerini kullandı.

Çömlekçilikte her toprağın ateşe dayanıklı olmadığını aktaran Bozkurt, bunları söyledi:

“Benim kullandığım toprak, bin senedir işlenen bir topraktır. Bu toprağın demiri fazla. Ben bu toprağı boş vaktimde gidip çıkarıyorum ve atölyeye getiriyorum. Burada suyunu verip ve çamur yapıyorum. Çamuru yaptıktan sonra tezgahta işlemeye hazır hale getiriyorum. Yaptığım çömlekleri, testileri bir süre atölyede kuruttuktan sonra güneşe koyuyorum ve en son fırında pişiriyorum.”

Bozkurt, günün erken saatlerinde uyanarak atölyesine gelip günde 25-30 çömlek ürettiğini ve bu ürünleri Elazığ Kapalı Çarşı’daki müşterilerine sattığını sözlerine ekledi.

William Shakespeare’in İlk Folyo’sunun birinci kopyası açık artırmada 10 milyon dolara satıldı.

İngiliz yazar William Shakespearein vefatından yedi yıl sonra, 1623’te basılan, oyunlarının ilk toplu basımı Birinci Folyo, New York da Christie’s Müzayede Evi’nde açık artırmaya çıkarıldı.

Shakespeare’in yazdığı ve dünyada altı kopyası bulunan bir kitap açık artırmaya çıktığı ABD’inde  9,97 milyon dolara alıcı buldu.

İlk kopya olma özelliği taşıyan kitap, klasik edebiyat evreninde en yüksek fiyata satılan eser oldu.

Uzmanların eserin değerinin 4 ile 6 milyon dolar olduğu tahmin ediliyordu.

İngiliz dili ve edebiyatının en önemli eseri olarak kabul edilen ve 1623’te basılan kitap Shakespeare’in 36 piyesini bir araya getiriyor.

Ahşap yakma sanatçısı İhsan Gürdal (88), 47 yıldır sürdüğü çalışmalarıyla, ahşabı yakarak sanat eserine dönüştürüyor.

Ordulu İhsan Gürdal, terzilikle başladığı el sanatları işine, 1973 yılından bu güne ahşap yakarak devam ediyor.Yaklaşık 20 metrekarelik bir odanın içerisinde ahşap yakma sanatıyla uğraşan Gürdal, bugüne kadar binden fazla esere imza attı. Gürdal, yaşına rağmen sanattan kopmak istemiyor. Sanatın yaşı olmadığını ortaya koyan Gürdal, gençlere ise internetten ve telefondan uzak durup, el sanatlarıyla uğraşmaları tavsiyesinde bulunuyor.

Konfeksiyon ürünlerinin çıktıktan sonra ahşap yakma sanatına yöneldiğini ifade eden Gürdal, “Ben ilk olarak terzilik yapıyordum. Ancak konfeksiyon ürünleri çıkınca bu mesleğime devam edemedim. Sanata karşı çocukluğumdan beri bir hevesim vardı. Kalbimdeki kıvılcım zamanla aleve dönüştü. 1973 senesinden sonra resim sanatına yöneldim. Ağaç yakma diye anılan bir resim sanatına yöneldim. Osmanlı ve Selçuklu döneminde bu sanatla uğraşan insanlar varmış ancak şu anda Türkiye’de az biliniyor” dedi.’Yaptığım eserlerin bir mesajı var.’ Yaptığı eserlerin bir mesajının olmasına önem gösterdiğini belirten Gürdal, “Yaptığım eserler bir resim değilde bir anlam taşıyacak şekilde, mesajı olan, öğretici, eğitici sanata yöneldim. Mesela insanlar ve insanların tavırları üzerinde durdum. İnanın, insan olarak tavırlar sergilemediğine tanık oldum. Onlara ithaf bazı tablolar yaptım. Gençler el becerilerini ortaya koymalı.” diye konuştu.Gençlere nasihatlerde bulunan Gürdal, “Bu yaşa kadar gelişimde edindiğim tecrübeler şudur ki; insan üretecektir. Güzellikte içerisinde olacaktır. Üretmeyen insanın, tüketmeye de hakkı yoktur. Alın teriyle beraber çalışıp çoluk çocuğunu geçindiren insan, benim için en şerefli insandır. Gelecek nesillere örnek olmaya çalıştım. Çalışmalarımla, tavırlarımla, hareketlerimle, konuşmamla ve yaptığım eserlerle birlikte gelecek kuşaklara örnek olmaya çalıştım. Ölürken bu bildiklerimi mezara götürmeyeyim istedim. Gelecek kuşaklara bunları bırakmayı, öğretmeyi düşündüm. Gelecek nesile tavsiyem; boşuna internetle boşuna vakit geçirmesinler. Sağlıklarını bozuyorlar, beyinlerini meşgul ediyorlar. Başka işlerle meşgul olup üretsinler. Güzellikler yapsınlar. Bir şeyler ortaya koysunlar. Aile bütçelerine katkıları olacak şekilde kadınımız olsun, erkeğimiz olsun çalışıp el becerilerini ortaya koysunlar. İnsan oluşunun esas ana temeli de budur.” dedi.

Diyarbakır’da gençlerden oluşun halk müziği grubu ilk konserini seyirciye sunmak için hazırlıyor.

Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı Engelli Şube Müdürlüğü, engelsiz bir hayatın önünü açmak için engelli bireylere yönelik birçok proje üretiyor.

Mesleki edindirme kursların yanında hayata renk katan çalışmalara da imza atan Müdürlük, görme engellileri notalarla aydınlatmak için müzik topluluğu oluşturdu.

Grup kurulurken müzik alt yapısına sahip fiziksel engelli gençlerde destek verdi.

Ritim, nota ve ses eğitimi verilen grup üyeleri yetenekleri doğrultusunda grupta görev aldı.

Yeni tip Corona virüs (Covid-19) salgını sürecinde gerekli tedbirleri alınarak Sümer Park’taki merkezde eğitimlerine devam eden grup üyeleri, ilk konser için gözünü 3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ne çevirdi.

Diyarbakır’da Büyükşehir Belediyesi bünyesinde görme ve fiziksel engelli gençlerden oluşturulan halk müziği grubu, 3 Kasım Dünya Engelliler Gününde verecekleri konserle kulakların pasını silmek için prova yapıyor. ( Bestami Bodruk – Anadolu Ajansı )

Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Hayrullah Akyıldız yaptığı açıklamada görme, işitme, ortopedik ve farklı engeli bulunan kişilere ulaşarak kendilerine uygun kurslar açtıklarını ve bünyelerinde 22 kurs bulunduğunu söyledi.

Akyıldız görme ve fiziksel engelli gençlerden oluşan müzik grubunun 12 kişiden oluştuğunu, ilk konsere çıkmak için gün saydıklarını ifade etti.

Müzik eğitmeni ve koro şefi Halil Gümüş, Türk halk müziği dalında koro oluşturduklarını, ekip olarak güzel bir çalışma içerisinde olduklarını belirtti.

Yeteneği ve müziğe yatkınlığı olan gençleri seçerek grubu oluşturduklarını dile getiren Gümüş, “Yolun başındayız. İnşallah güzel projelerimiz var. Projelerimizi sırayla hayata geçiriyoruz. İlk olarak ilimizde ve ilçelerimizde konserler vereceğiz. Sonra da Türkiye turnesi yapmayı düşünüyoruz. İnşallah bunu da gerçekleştireceğiz.” dedi.

Grupta solist olan Serap Demirkabu da müziğin ruhunun gıdası olduğunu ifade ederek, 6 yaşından bu yana müzikle uğraştığını söyledi.

Haftanın 5 günü müzik çalışmalarını sürdürdüklerini dile getiren Demirkabu, “Saz ve şan eğitimi alıyoruz. Çalışmalarımız iyi gidiyor. İlk konserimizi 3 Aralık’ta vereceğiz bunun için heyecanlıyız.” diye konuştu.

Saz ekibinde yer alan Dicle Üniversitesi (DÜ) Türkçe öğretmenliği bölümü 2. sınıf öğrencisi Kadir Tek de çocuk yaşlardan beri müziği çok sevdiğini, 14 yaşında bağlama çalmaya başladığını aktardı.

Müzik eğitmeni Halil Gümüş ile tanışmasının hayatının dönüm noktası olduğu anlatan Tek, “İlk konserimizi 3 Aralık’ta vereceğiz. 12 kişilik ekibimiz var. Büyük umudumuz var.” dedi.

Trabzon Devlet Tiyatrosu, “Kuyucaklı Yusuf” oyununu sanatseverlerin beğenisine sunuyor.

Sabahattin Ali’nin yazdığı, Erkan Akçelik’in uyarladığı oyunu Ayşe Berna Konur yönetiyor.

TDT Müdürü Elvan Saliha Karahasan’ın yönetmen yardımcılığını üstlendiği oyunda, Yavuz Topçuoğlu, Efecan Baştürk, Elvan Tibukoğlu, Rümeysa Sağlam, Ogün Kılıç, Mahir Elvan, Durulcan Yaman, Hazar Altıntaş, Göknur Paslı, Sıla Ömeroğlu, Songül Nadir, Aykut Güner ve Aybüke Yılmaz yer alıyor

Dekor tasarımını Cenk Oral, kostüm tasarımını Fulden Korkmaz, ışık tasarımını Nihat Bahar, müziğini Fatih Veli Ölmez ‘in, koreografisini Berkan Görgün’ün yaptığı oyunun konusu şöyle:

“Yatağın kenarından başlayıp odanın ortasına kadar yayılan pıhtılaşan kan odada küçük bir gölcük oluşturdu. Sedirin köşesinde diz çökmüş oturuyordu. Sabit bir şekilde gözlerini ayırmadan onları izliyordu. Soruldu; sen kimsin? ‘Ben Yusuf’ dedi. Yusuf bu manasız ve yabancı hayatta bir tek şeye hakikaten sarılmış, hakikaten inanır gibi olmuştu. Hayatında asıl aradığı şeyin Muazzez olmadığını biliyordu, fakat Muazzez olmadan bunu aramaya gücü olamayacağını sanıyordu. Kuyucaklı Yusuf taşra hayatının, eşraf çekişmelerinin arasındaki sevgi serüveni ve yenilmeye rağmen baş eğmeyişin hikayesidir.”

Oyun, 15 Ekim, 17 Ekim Cumartesi ve 20 Ekim Salı günü saat 20.00’de Haluk Ongan Sahnesi’nde yer alıcak.

Mayıs ayında yayın hayatına başlayan söyleşi kanalı İstanbulberlin, Frankfurt Kitap Fuarı kapsamında düzenlenen Uluslararası Kültür Festivali BOOKFEST‘e yedi söyleşi ile katılacak

Canlı söyleşi kanalı istanbulberlin, Frankfurt Kitap Fuarı‘nın Uluslararası Kültür Festivali BOOKFEST‘e yedi tepeli şehirden yedi söyleşi ile katılacak. Margaret Atwood, Slavoj Žižek gibi isimlerin yer aldığı etkinlikte Türkiye’den Ayfer Tunç, Irmak Zileli, Kaya Genç gibi isimler bütün dünyaya edebiyatın ve sanatın cazibe merkezi İstanbul’u anlatacak.

 

İstanbul ve Berlin’den ilham alan Elizabeth Gilbert ve Jamie Oliver gibi dünyanın saygın isimlerinin yer aldığı etkinlikte, İstanbul’dan programda Burhan Sönmez, Jörg Karrenbauer, Şebnem İşigüzel, Ulrich Gutmair ile Sedef İlgiç’in yaptığı istanbulberlin söyleşileri yayınlanacak.

İstanbulberlin’in kurucusu Sedef İlginç söyleşilerde yazar Kaya Genç 1930-1940’larda Alman entelektüellerin Nazizm’den kaçıp sığındıkları şehir olan İstanbul’u anlatacak. Genç, Alman dilbilimci Erich  Auerbach’ın da İstanbul’da yaşadığı dönemi, göçmen krizi sırasındaki günümüz İstanbul’da ele alacak. ‘İstanbul: Görünen ve Yeraltı’ başlıklı söyleşide yazar Burhan Sönmez, romanlarında çok farklı şekillerde anlattığı istanbul’un görünen ve görünmeyen yüzü üzerine yapacağı konuşmada kurmaca İstanbul’dan bugüne gelecek. ‘Kadın Yazarların İzinde’ söyleşisinde Şebnem İşigüzel sistemin en çok ezdiği toplumlarda kadın yazar olmak üzerine konuşacak. Yazar Irmak Zileli de ‘Şehirde Yürüyen Kadınlar’ başlığı altında sokakların kadınlar için güvenli olup olmadığını sorgulayacak. Söyleşide ayrıca bir süre İstanbul’da oyun sahneleyen Alman tiyatro topluluğu Rimini Protokoll’den Jörg Karrenbauer de İstanbul tecrübesini paylaşacak, Berlin’den İstanbul’a bir proje için gelen gazeteci ve yazar Ulrich Gutmair’in Cem Karaca’nın Almanca albümü Die Kanaken’den Nekropsi’ye müziğin izini sürdüğü deneyimini aktaracak. BOOKFEST’te yer alacak istanbulberlin programı Frankfurt Kitap Fuarı Youtube sayfasında, buchmesse.de ve istanbulberlin Facebook sayfalarında eş zamanlı olarak 17 Ekim’de Türkiye saatiyle tam gece yarısında canlı yayınlanacak.

 

Söyleşide, ‘Osman’ romanını geçen ay okuyucuyla buluşturan Ayfer Tunç ile de keyifli bir sohbet yer alıyor. istanbulberlin’in kurucusu İlginç’in Tunç ile Kuzguncuk’taki Nail Kitabevi’nde gerçekleştirdiği söyleşide, yazar dinleyicileri yeni romanının baş karakteri Osman ile tanıştıracak. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne mahalle kültürünün değişimi üzerine devam eden sohbette Berlin’deki izleyici İstanbul’un mahalle kültürü hakkında fikir sahibi olacak.

 

Antalya’nın Kaş ilçesindeki Patara Antik Kenti’nin restorasyonu tamamlanan tiyatrosunda “Kanlı Nigar” oyunu sahnelendi. Kaş Belediye Başkanı Mutlu Ulutaş, tarihi mekanda 1500 yıl sonra bir tiyatro oyununun sahnelenmesinin kendisini heyecanlandırdığını söyledi.

2020’nin “Patara Yılı” ilan edilmesi ve antik kentte  yapılan restorasyonun ardından ilk tiyatro gösterisi gerçekleştirildi. Gösterime sanatseverler ilgi gösterdi.

Yeni tip corona virüs (Covid-19) tedbirleri kapsamında ateş ölçümü yapılarak ve maske takma zorunluluğuyla salona alınan davetliler, Yeşilköy Halk Tiyatrosunun çeşitli meslek grubundan oyuncularının, Kaş Belediyesinin desteğiyle sahnelediği “Kanlı Nigar”ı izledi.Sadık Şendil’in yazdığı ve sinema sanatçısı Müfit Kayacan ile Ahmet Gülhan’ın yönettiği 2 perdelik oyun, 1 saat sürdü.

Kaş Kaymakamı Şaban Arda Yazıcı, yaptığı konuşmada, Yeşilköy Halk Tiyatrosu oyuncularının, Likya’nın başkenti Patara’da, dünyanın ilk demokratik meclisinin bulunduğu alanda başarılı bir oyun sahnelediğini söyledi.Kaş Belediye Başkanı Mutlu Ulutaş ise 1500 yıl sonra tarihi mekanda tiyatro oyununun sahnelenmesinin kendisini heyecanlandırdığını ifade etti.

Biliyoruz tatsız bir yazı başlığı fakat bazen gerçekleri yumuşatmak sadece olayı küçümsemektir ve bazı gerçekleri anlata bilmek için net söylemler gerekir.

Bir süre önce Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, Müzik-Sen’in verilerine göre pandemi sürecinde 100’e yakın müzisyenin intihar ettiğini söyledi. Peki bu söylem yeterince ilgi çekti mi? Elbette Hayır!

Taşçıer’in söyledikleri kısaca şunlar; “Müzik-Sen’in verilerine göre pandemi başladığından bu yana intihar eden müzisyenlerin sayısı yüze yaklaşmış. Müzik aletlerini satarak eve ekmek götürmeye çalışan müzisyenler var. Bu insanların sigortaları yapılmadığı için hiçbir güvenceleri de yok” dedi.

Hani her şeye rağmen sizleri eğlendiren, mutlu olmanızı sağlayan, yeri geldi mi hüzünlendiren müzikleri yapan kişilerden bahsediyoruz. Hatırladınız mı? Ve sizlere/çocuklarınıza müzik eğitimi veren kişiler var ya onlardan bahsediyoruz. Hatırladınız mı? Zannetmeyin ki sadece müzisyenlerde durum bu? Tüm sanat dallarında durum aynı. (“Sanat/Müzik/müzisyen” derken milyonlar alıp kimsenin izlemediği ve sonrada aglak açıklamalar yapan şahsiyetlerden bahsetmiyoruz)

Resim, heykel, sahne sanatları v.b. tüm sanat dallarından bahsediyorum. Konunun temelinde ilk an sadece müzisyenler gibi görünmekle beraber konu aynı zamanda sanat eğitmenlerini de kapsıyor. 10 Binlerce kişi sanat eğitimi alıyor bunların pek çoğu sosyal güvenlikten yoksun tüm bunları geçtik sosyal güvenlikleri olsa ne olacak 1600-1100 tl arasında kısa çalışma ödeneği alarak kiralarını mı ödeyecek yoksa geçimlerini mi sağlayacaklar. Kaldı ki kaçak kursların durumu orada!

Bunu da geçtik Müzik ve pek çok sanat dalında eğitim veren yerlerin/Kursların tüm desteklerden mahrum kalmaları sanat kurslarının arasında birlik olmaması ve Yöneticilere ulaşamamaları zaten başlı başına bir sorun. Binlerle ifade edilen kurs olmasına rağmen hükumetler nezdinde girişimlerde bulunacak bir birlik dahi yok.

Birlik kurulması için Nar Sanat olarak pek çok defa girişimde bulunmamıza rağmen diğer kurumların duyarsızlığı bizleri bugüne getirdi.

Devletin sadece ceza ve denetim için Kursların varlığını kabul etmesi ve bunun dışında kursları yok saymaları, görmezden gelmeleri ve özel yasal düzenlemelerde özel sanat kurslarının fikrinin alınmaması zaten büyük sorunlar oluşturmakta. Bir motorlu taşıt kursu veya Üniversiteye hazırlık kursu ile aynı mantık ve statüde görülen sanat kurslarının yığılmış dağ gibi sorunları bulunmakta. Yasa ve yönetmelik çıkartırken Hürmetler bizleri görmezlikten gelmekte oysa anayasanın

64. Maddesinde şöyle der.:  XII. Sanatın ve Sanatçının Korunması
Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.

MADDE 73. — Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.

Der demesine ama neredeyse yok sayılır sanatçılar ve kurslar. Çünkü sanatçı denildiğinde anlaşılan sadece bir avuç icracı, sanat kurumu denilince de organizasyon ve menajerlik firması akla gelir oysa onlar zaten işin kaymak kısmını yemekte diğerleri de alçak sürünmeye devam!

Adı bilindik sanatçılar (!) dışında diğerlerinin ve özellikle sanat eğitimcilerinin durumu nedir diye ne devlet ne hükümet nede halk sormamakta. Nüfus 80 milyondan fazla 100 tanesini kaybetmişiz n’olur mantığı ile bakmak bizleri bitirmez belki ama  üzüntümüzü artırır. Bizlerde bu ülkenin vatandaşı vergi veren yaşayan ülkenin kültür ve sanatını ayakta tutan insanlarız hadi devleti hükümetleri hadi bir yerde haklıda geçtik ya siz sanat yapanlar, sanat eğitimi verenler sizlerde mi ölü toprağı serdiniz üzerinize?

Israrla söylüyoruz sanatçı demek sadece müzisyenler demek değil, tüm sanat dalları için durum benzer vaziyette. Biz hakkımızı savunmazsak kimse savunamaz bunun yolu da BİRLİK OLMAK.
Bu kadar dertten sonra haberimize geçelim.

Tüm bu olaylar yaşanırken BBCTÜRKÇE de Burak Abatay tarafından yapılan habere

Bir göz atalım.

Not: Haber elbette yine bir kesim sanatçıları ilgilendiriyor fakat “hiç yoktan iyidir” mantığıyla bakınca belki birilerinin dikkatini çeker.

“Koronavirüs Türkiye’de müzik sektörünü nasıl etkiledi, sorunlar nasıl çözülür?
Albüm satışları ya da dijital platformlardan elde edilen teliflerden kazançlar olsa da sektörün asıl geçim kaynağı konserler.

Orkestrasından sesçisine, ışıkçısından rodisine, menajerinden ulaşım görevlisine, mekân çalışanlarından mekân etrafındaki seyyar satıcılara kadar müzik sektörü pastasının pek çok dilimi var.

 

DEVAMI İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ.