haber1

Pera Müzesi’nin ziyaretçileri tablolara dönüşüyor

haber1

Pera Müzesi, interaktif dijital platform Blippar işbirliği kapsamında ziyaretçilerine ilginç bir deneyim yaşatmayı hedefliyor.

Pera Müzesi, interaktif dijital platform Blippar işbirliğiyle “Artırılmış Gerçeklik ve Görsel Arama” uygulamasını hayata geçirdi.

Pera Müzesi Dijital ve Sosyal Medya sorumlusu Irmak Wöber, yaptığı açıklamada, müzenin oryantalist resim koleksiyonunda bulunan dört farklı tablonun uygulamada kullanıldığını söyledi.

Wöber, Blippar uygulamasıyla ortak bir proje başlattıklarını dile getirerek, şunları aktardı:

“Dünya Şaka Günü’ne özel, bu 4 eseri uygulama ile tanıyabilir hale getirdik. Ziyaretçiler, cep telefonundan bu uygulamayla tabloları taradıkları zaman, eserler hakkında detaylı bilgi alabiliyorlar veya selfie yapabiliyor ve eserleri kendi suratlarıyla çekebiliyorlar. Tabloların içinde kendilerini görmüş oluyorlar.” dedi.

Müzelerin eğlenceli bir yer olduğuna da dikkat çekmek istediklerini vurgulayan Wöber, “Onun için ziyaretçilerimizin tablolarla birebir iletişime geçebileceği eğlenceli bir proje gerçekleştirmek istedik.” diye konuştu.

Wolfgang resim yaparken

Resim sahteciliği ile en iyi uzmanları kandırıp 46 milyon Dolar kazanmak !

Müthiş yetenekli bir ressam düşünün. Dünyanın en iyi ressamlarını kolaylıkla taklit edebiliyor. O kadar başarılı ki yaptığı taklit tablolar inanılmaz fiyatlara satılıyor. Ve bu düzeni 40 yıl boyunca devam ettirebiliyor. Bu kişiyle sizi tanıştıralım:Wolfgang Beltracchi.

Wolfgang resim yaparken
Wolfgang resim yaparken

 

Wolfgang sıradışı bir sahtekarlık yöntemiyle sanat dünyasını birbirine katmayı başarmış. Sahtekarlığı şu: Ünlü ressamların çizdiği tabloların taklitlerini yapmıyor; o kişilerin tekniğini o kadar iyi hazmetmiş ki, onların elinden çıkmış gibi yeni tablolar resmediyor.

Elbette bu tabloların orijinal olup olmadığı uzmanlarca kontrol ediliyor. Peki Wolfgang bunu nasıl aşıyor? İki şekilde: Birincisi tekniği asıl ressamdan ayırtedilemeyecek kadar iyi. İkincisi karısı Helena’nın başrol oynadığı bir hikaye uyduruyorlar. Karı koca kurguladıkları öykü şu: Helena dedesinin önemli bir resim koleksiyonu olduğunu, bunu Naziler iktidara gelince sakladığını, ölünce de kendisine geçtiğini söylüyor. Burada çok disiplinli bir çalışma yapıyorlar. Söz gelimi antikacılardan eski tuval ve diğer malzemeleri bulup bunları kullanarak resim yapıyorlar. Resimleri titizlikle eskitiyorlar. Hatta Helena’yı makyaj ve dönem kıyafetleriyle ninesi kılığına sokup antika bir kamerayla fotoğrafını bile çekiyorlar.

Karısı Helena'yı ninesine benzeterek çektikleri fotoğraf
Karısı Helena’yı ninesine benzeterek çektikleri fotoğraf

Bu sahte koleksiyonda yer alan tabloları uzun yıllar – 40 yıl – milyonlarca Dolar’a satarak inanılmaz bir hayat yaşıyorlar.

Ve sonra aptalca bir hatayla kendilerini hapiste buluyorlar. Bir tabloya ilişkin testlerde kullandıkları boyalarda titanyum bulunuyor. Halbuki o dönem boyalarda bu element kullanılmıyor. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor. Wolfgang altı, karısı dört yıl hapis yatıyor.

Wolfgang ve Helena beraberken
Wolfgang ve Helena beraberken

Peki sahtekarlığın boyutu ne? Dedektifler 36 tablodan 46 milyon Dolar (100 milyon TL!) kazandığını tespit etmişler. Wolfgang “300 tane sattım” diyor, hesabı siz yapın .

Ancak bu arada Wolfgang sanat çevrelerinde inanılmaz ünleniyor. Cezasını tamamlayıp hapisten çıkınca bu ününün sayesinde artık kendi imzasıyla resim yapmaya başlıyor.

Kaynak :azsekerli.com

Palais Royale (Paris Salonu

Dünyadaki ilk “Sanat Sergisi” nezaman ve nerede açıldığını biliyor musunuz?

Dünyanın ilk sanat sergisi, 9-23 Nisan 1667 tarihleri arasında, Paris Resim ve Heykel Akademisi (Fransız Güzel Sanatlar Akademisi) tarafından, Paris’te Palais Royale (Paris Salonu) ismiyle açıldı.

ilk sergi

Bu şehirdeki kamuya açık tek sanat sergisiydi. Sonraları, iki yılda bir yinelenen bu sergi, 1671 yılında Louvre Müzesi ‘ndeki “Grand Galerie“de süreklilik kazandı.

Her sene düzenlenen sergiye katılacak eserleri, sanat konusunda muhafazakâr akademisyenlerin oluşturduğu bir jüri heyeti seçiyordu. Heyet, özellikle genç ve modern ressamların tablolarını reddetmesi ile ünlenmişti. 1863 yılında, yaklaşık 5000 başvurunun 3000 tanesi reddedildi. Eserleri sergiye kabul edilmeyen ressamlar durumu protesto ettiler.

Palais Royale (Paris Salonu
Palais Royale (Paris Salonu

Édouard Manet, Reddedilenler Salonu’nda skandal yarattığında sadece 31 yaşındaydı.

Şikayetler üzerine, Fransa imparatoru III. Napolyon, tabloların başarısına halkın karar vermesi gerektiğini söyleyerek bir Reddedilenler Salonu (Salon des Refusés) açılmasını emretti. Paris Salonu ‘na kabul edilmeyen Manet de Kırda Öğle Yemeği ‘nin de aralarında bulunduğu çalışmalarını bu salonda sergiledi. O sene, Reddedilenler Salonu ‘nda Manet haricinde Camille Pissarro, Paul Cézanne, James Abbott McNeill Whistler gibi ressamların eserleri de yer aldı. Kırda Öğle Yemeği, sergiyi gezen halkı, eleştirmenleri ve hatta imparatoru dehşete düşürdü ve büyük bir skandal yarattı.

Kaynak :dunyaninilkleri.com

2014’ün en pahalı ya satılan sanat eserleri hangileridir

Milyonlarca dolara satılan sanat eserleri… Sahip olma tutkusu mu yoksa herhangi bir yatırım aracına para koyup daha fazla getirmesini bekleme hesabı mı? Buna kesin bir cevap vermek kolay olmasa da, gerçeklik değişmiyor. 2014 yılında el değiştiren sanat eserlerinden bazıları dolar cinsinden 7, hatta 8 sıfırlı rakamlara ulaştı. Huffington Post bunlardan en üst sırayı işgal eden on tanesini bir liste halinde yayımladı. Biz de aşağıda bunlara yer veriyoruz.

1- Triple Elvis (Üç Elvis), Andy Warhol (1963): 81.9 milyon dolar.

Fall Art Auctions

Rock müziğinin efsanelerinden Elvis Presly’yi kovboy olarak sunan pop kültürünün efsanelerinden Andy Warhol’un 2 metreden fazla yüksekliği olan bu tablosu Eylül ayında 80 milyon dolardan fazla bir paraya Christie’s müzayede salonunda el değiştirdi.

2- Four Marlons (Dört Marlon), Andy Warhol (1966): 69.6 milyon dolar.

Britain Auction

Dört Marlon Brando’nun dört Elvis’ten az para getirmesini dert etmezseniz, 1970’lerde bir Alman kumarhanesi tarafından ikisi beraber iki yüz bin dolara alınan bu tabloların bugün toplamda 150 milyona satılmasının karlı bir alışverişe işaret ettiğini düşünebilirsiniz.

3- Three Studies for a Portrait of John Edward (John Edwards’ın Portresi için Üç Eskiz), Francis Bacon (1984): 80.8 milyon dolar.

FRANCIS-BACON-JOHN-EDWARD

Londralı okuma yazma bilmeyen bir bar yöneticisi olan Edwards’ın ünlü İngiliz sanatçı Bacon’la tanışıp arkadaş olması hayatını epey değiştirmiş olmalı. Ressamın mirasçısı da olan Edward’ın payına ne düştüğünü bilmiyoruz ama yer aldığı resimlerin bu kadar büyük paralara satılacağını tahmin etmiş olması ufak bir ihtimal olarak duruyor.

4- Untitled (İsimsiz), Cy Twombly (1970): 69.6 milyon dolar.

TWOMBLY-BLACKBOARD-UNTITLED

Gri kanvas üzerine mumlu kalemle yapılan bir dizi çizimden oluşan tablo, şaşırtıcı biçimde en yüksek değere satılan eserler arasında yer alıyor.

5- Mark Rothko’ya ait iki İsimsiz tablo: 76 milyon dolar.

US-ART-AUCTION-CONTEMPORARY

Satış öncesindeki tahminlerin iki katı fiyata satılarak herkesi şaşırtan bu tablolar, müzayede salonları arasındaki rekabette Sotheby’ın Christie’s’in gerisinde kalmamasını sağlamanın ötesinde eski sahiplerine büyük bir kar getirmişe de benziyor.

6- Le Printemps (İlkbahar), Edouard Manet (1881), 65.1 milyon dolar.

Jeanne Demarsy

Genelde modern sanat eserlerinden oluşan listeye giren saha eski dönemlerden bir tablo. Empresyonist ustalardan Manet’nin hala özel ellerde kalan bu son tablosu J. Paul Getty Müzesi tarafından satın alınmış.

7- Jimson Weed (Boru Çiçeği), Georgia O’Keeffe (1932): 44.4 milyon dolar.

Georgia O’Keeffe Auction

Dünyada bir kadın tarafından yaratılan sanat eserleri arasında en pahalıya satılan olma rekorunu ele geçiren bu tabloyu alan kişinin kimliği (çoğu zaman olduğu gibi) açıklanmamış.

8- Chariot (At Arabası), Alberto Gİacometti (1950), 101 milyon dolar.

Sotheby's Prepare  For Frieze Art Fair

Listedeki en pahalı eser bronz bir kadını resmeden bu Giacometti heykeli. Satın alan kişi ise yatırım fonları milyarderi Steven A. Cohen.

9- Black Fire (Siyah Ateş), Barnett Newman (1961), 84.2 milyon dolar.

US-ART-AUCTION-CHRISTIES

“Siyahı renge dönüştürmeyi” sanatının amacı olarak açıklayan Newman’ın bu tablosunu satın alan kişinin de adı belli değil.

10- Portrait of George Dyer Talking (Konuşan George Dyer’ın Portresi), Francis Bacon (1966), 70 milyon dolar.

BRITAIN-ART-AUCTION-FILES

Hırsızlık için girdiği Bacon’un evinde kaderi değişen George Dyer’ın bu tablosu daha sonra sevgilisi olan ressamın ona bir saygı sunuşu olarak da değerlendiriliyor.

Kaynak : notosoloji.com

fotograf-teknigine-rehber-oldu-listelist-2

“Rembrandt siyahı” ve ressamı hakkında pek bilinmeyen farklı gerçekler

Yazar : Şengül DURUCU

Resim yapmaya çocuk denecek yaşlarda başladı. Varlıklı bir ailenin oğluydu. 19 yaşında kendi stüdyosunu kurdu. Tabloları en başından beri çok beğenildi. Hollanda Prensi Frederik Hendrik en büyük hayranlarından ve en iyi alıcılarından biriydi. 25 yaşında çırakları da olan ünlü bir ressamdı. Gösterişten, yapmacıklıktan uzak gerçekçi üslubu öyle etkileyiciydi ve özgündü ki, taklit edilemedi. Tablolarında kullandığı “siyah”ın tonu hiçbir ressam tarafından tutturulamadı. Hatta “Rembrandt siyahı” olarak adlandırılan bu renk bugün bilgisayarla dahi tutturulamıyor.

İşte ressamların ressamı, “ışığın ve gölgenin ustası” Rembrandt’a ve üslubuna dair pek de bilinmeyen bilgiler…

Resim yapmaya çocuk denecek yaşlarda başladı. Varlıklı bir ailenin oğluydu. 19 yaşında kendi stüdyosunu kurdu. Tabloları en başından beri çok beğenildi. Hollanda Prensi Frederik Hendrik en büyük hayranlarından ve en iyi alıcılarından biriydi. 25 yaşında çırakları da olan ünlü bir ressamdı. Gösterişten, yapmacıklıktan uzak gerçekçi üslubu öyle etkileyiciydi ve özgündü ki, taklit edilemedi. Tablolarında kullandığı “siyah”ın tonu hiçbir ressam tarafından tutturulamadı. Hatta “Rembrandt siyahı” olarak adlandırılan bu renk bugün bilgisayarla dahi tutturulamıyor.

İşte ressamların ressamı, “ışığın ve gölgenin ustası” Rembrandt’a ve üslubuna dair pek de bilinmeyen 16 bilgi…

Gerçeğin izinde bir hayat

gercegin-izinde-bir-hayat-listelist (1)

Eserlerinde yapmacıklıktan, güzellikten ve incelikten hoşlanmazdı. Bunlar onu sıkıyordu. Para kazanmak için soyluların ve burjuvaların tablolarını yapsa da, sıradan insanlar hep daha çok ilgisini çekti. Sıradan insanların günlük yaşantısını gerçekçi bir üslupla aktardı. Bu özelliği, çağının en iyi ressamları arasında yer almasını sağladı.

Gravürün babası

gravurun-babasi-listelist

14 yaşında okulu bıraktı, Leyda’lı ressam Jacob Isaacksz Van Swanenburgh’un atölyesinde ilk çizimlerini yapmaya başladı. Bir süre sonra Amsterdam’a gitti; ilk ustası gibi İtalyan resim sanatına hayran olan Pieter Lastmann’ın yanında çalıştı. 1625′te Leyda’ya döndü. Özellikle gravürle uğraştı. Gravür sanatı, gerçek değerini ve resim dünyasındaki yerini Rembrandt’a borçludur.

Fotoğraf tekniğine rehber oldu

fotograf-teknigine-rehber-oldu-listelist-2

1630’larda oldukça popülerdi; “ışığın ressamı” deniliyordu ona. Soylular ve burjuvalar resmini yapması için adeta sıraya girmişti. Tablolarındaki ışık ve gölge oyunları öyle başarılıdır ki bugün dahi üniversitelerin fotoğraf bölümlerinde “Rembrandt Aydınlatması” konu olarak işlenmektedir.

Merak edenler için Rembrandt Aydınlatması: Nokta ışık veren ışık kaynaklarıyla gerçekleştirilen bir aydınlatmadır. Konunun dikkat çekilmek istenen yerleri aydınlatılırken, diğer yerler ya yarı aydınlık ya da tamamen karanlık olarak bırakılır. Işıklı alanlardan gölgeli alanlara geçiş çok yumuşaktır. Böylece görüntü, etkileyici bir derinlik kazanır.

Tarihteki ilk reklam çalışması

tarihteki-ilk-reklam-calismasi-listelist

Ressamın 1631’de yaptığı “Nicolaes Ruts’un Portresi” eseri, dünyadaki belki de ilk reklam çalışmalarından biridir. Rembrandt, dönemin zengin kürk tüccarı Ruts’un portresini, kendi sattığı kürklerden birinin içinde resmederek ürününün reklamını da yapmıştı. Tarihteki ilk reklam çalışması olarak kabul edilen bu portre, Rembrandt’ın sanat yaşamındaki en estetik, en yumuşak resimlerinden biriydi.

İnsanları değil adeta ruhlarını resmediyordu

insanlari-degil-adeta-ruhlarini-resmediyordu-listelist1,

Rembrandt gösteriş meraklısı zengin müşterilerini yalnızca istedikleri gibi resmetmekle kalmıyor, âdeta ruhlarını okuyor ve gördüğü şeyi tüm çıplaklığıyla tuvaline yansıtıyordu. Bir papazı resmettiği “Johannes Wtenbogaert’in Portresi (1633)” adlı eserinde yaşlı adamı; donuk gözleri, melankolik ve biraz şaşkın havasıyla hiç kimse tuvaline ondan daha iyi aktaramazdı.

Sanatçıydı ve gereğini yaptı; insanları rahatsız etti

sanatciydi-ve-geregini-yapti-insanlari-rahatsiz-etti-listelist

Rembrandt’ın gerçekliğe sadakati bazı resimlerinde rahatsız edici boyutlara varıyordu. Acımasız bir psikolog gibiydi. İnsanların tüm korkularını, acılarını ve çaresizliklerini tuvaline fütursuzca yansıtıyordu. Bu, dönemin insanlarının alışageldiğinin dışında bir şeydi. Bir insan resmini güzel görünmek için yaptırırdı; böylesi çıplak gerçeklik çok rahatsız ediciydi. Ressamın istediği de buydu zaten; onları rahatsız etmek. Zaten gerçek sanatçının görevi de bu değil miydi?

Yalnızca bir ressam değil, simyacıydı

yalnizca-bir-ressam-degil-simyaciydi-listelist

O dönemde hazır boya diye bir şey yoktu. Tüm ressamlar boyasını, tıpkı bir simyacı gibi kendisi yapardı. Öd, kan, sidik, safra, çimen, toprak; akla gelebilecek her türlü doğal maddeden kalıcılığı kusursuz boyalar yapılırdı. Ressamlık kolay değildi; bilgi ve sabır gerektiriyordu. Rembrandt’ınboya üretmede özel teknikleri vardı. Boyalarını yapıp kötü kokulu keten yağının içinde bekletirdi. Gerçek bir yağlıboya ustasıydı. Çağdaşları onun boya ve çizim tekniğini asla keşfedemedi. Ondan başka hiç kimse kalın ve durağan çizgilerle, ince ve akıcı çizgileri böylesine başarılı bir şekilde harmanlayamadı.

Karısı onun yaşam kaynağıydı

karisi-onun-yasam-kaynagiydi-listelist

Ressamlığının yanı sıra aynı zamanda iyi bir işadamıydı. Ortağıyla birlikte orijinal resimler alıp satıyor, kopyalar yapıyordu. Valinin kızı olan karısı Saskie Uylenburgh sayesinde sosyeteye girmiş, daha çok sipariş almaya, dolayısıyla daha çok kazanmaya başlamıştı. Karısını çok seviyordu. Çiçeklerle betimlemeyi sevdiği karısı onun adeta yaşam kaynağıydı. Saskie öldükten sonra resimleri çok daha karamsar bir havaya büründü.

Koleksiyoner bir ressam

koleksiyoner-bir-ressam-listelist

İyi bir koleksiyonerdi. Sanat adına yaptığını söylese de, bu işten iyi gelir elde ettiği kesindi. Aldığı şeylerde sınır yoktu. Büyük ustaların tablolarından Japon miğferlerine, Endonezya mızraklarından Roma büstlerine her şeyi satın alıyordu.

Ve sanat tarihine yön veren bir tablo: “Gece Devriyesi”

ve-sanat-tarihine-yon-veren-bir-tablo-gece-devriyesi-listelist

Portreleri sadece yeni zenginlerin değil, köklü ailelerin de duvarlarını süslüyordu. Ancak lüks yaşamını sürdürmek için daha çok paraya ihtiyacı vardı. Sadece portre yapmak geçinmek için yeterli değildi. Kendisinden o dönemde popüler olmaya başlayan şekilde, “hiyerarşik düzen içerisinde” grup resimleri yapması istendi. Elbette Rembrandt bu düzeni önemsemedi ve grup resmini gerçek bir olaya, toplumsal bir drama dönüştürdü. Ve ortaya “Gece Devriyesi” tablosu çıktı. Tablo 1642 yılında yalnızca sanat camiasında değil, ticaret ve para dünyasında da olay yarattı.

İlk üç boyutlu resim de “Gece Devriyesi”

ilk-uc-boyutlu-resim-gece-devriyesi-listelist

Gece Devriyesi’nin özelliği bununla bitmedi… Rembrandt, dönemi için oldukça sıradışı ve yenilikçi bir ressamdı. Eserlerinde hareket vardı. Tablolarındaki insan figürleri, tablonun içinden çıkacak ve karşısındaki ile konuşmaya başlayacak gibi duruyordu. İşte bu derinlik “Gece Devriyesi”nin resim tarihinin ilk üç boyutlu çalışması olarak kabul görmesini sağladı.

Altın Çocuk’un düşüşü

altin-cocukun-dususu-listelist

“Gece Devriyesi” ona âdeta uğursuz geldi. Bu tablodan sonra hayatında ve sanat yaşamında olumsuz yönde önemli değişiklikler oldu. Önce karısını kaybetti. Bu ölüm onun sanat üslubuna yansıdı. Resimlerindeki görkemli çizgiler yerini tatlı bir sevecenliğe bıraktı. Ve “Hollanda’nın altın çocuğu” ilan edilmiş olan Rembrandt ilk kez, müşterisi, yaptığı portreyi beğenmediği içinparasını alamadı. Bu olay kulaktan kulağa yayıldı. Sanat tarihinin bu en kendini beğenmiş, en küstah ressamı bunu kendine yediremedi ve Hakem Heyeti’nin toplanmasını istedi. Heyet de aynı fikirdeydi.

İçe kapanış ve yeniden doğuş

ice-kapanis-ve-yeniden-dogus-listelist

Tüm bu olanlar üzerine Rembrandt daha da içine kapandı. Zengin ve güçlü insanlar yerine sıradan insanların portrelerini yapmaya başladı. Onların saflık, yoksunluk ve sevecenliğini başarılı bir şekilde tablolarına yansıttı. Bu dönem, bir kabuğuna çekilme, kendini arama ve yeniden yaratma dönemiydi.

Yeni dönem, yeni üsluplar

yeni-donem-yeni-usluplar-listelist

Özellikle Seksen Yıl Savaşı’ndan sonra beğeniler ve sanat anlayışı da değişmeye başladı. Doğallık ve sadelik gibi erdemlerin yerini yapaylık ve karmaşıklık; bir zamanların sade giyimli insanlarının yerini, görkemli şapkaları ve giysileriyle âdeta tavus kuşunu andıran bir kuşak almıştı. Kirli kahverengisi ve sarısının yanı sıra Rembrandt’ın mütevazı giysiler içindeki erkekleri ve şişman kadınları da tarihe karışıyordu.

“Kendini aşamamış bir zavallı”

kendini-asamamis-bir-zavalli-listelist

Artık kimse ondan resim istemiyordu. Sanat eleştirmenleri ünlü ressamı çılgın bir yenilikçi değil, “kendini aşamamış bir zavallı” olarak görmeye başladı. 1650’li yıllarda yaptığı resimlerde incelikten eser yoktu. Öyle ki, neredeyse bitmemiş gibiydiler. Aslında çağın akademisyenlerini ölesiye korkutan yeni bir yola girmişti. Özellikle son dönem çalışmalarında, taslakla resim arasındaki farkı yok etmeye başlamıştı.

Gerçeği, yalnızca gerçeği çizen ressam

gercegi-yalnizca-gercegi-cizen-ressam-listelist

1656 yılında iflas etti; evi, tabloları ve tüm koleksiyonları açık artırmayla satıldı. Ancak elde edilen para yine de borçlarını karşılamaya yetmedi. Bu tarihten sonra bambaşka bir Rembrandt olarak geri döndü. Yenilenen belediye binası için şans eseri, aniden ölen bir ressamın yerine yapmak üzere yeni bir sipariş aldı. Tablo Hollanda’nın kuruluşu ile ilgiliydi. Tabloyu kendisinden istenen şekilde yapabilir, buradan elde edeceği gelirle tüm maddi sorunlarını giderebilirdi. Ancak o yine yapması gerekeni yaptı ve gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Tabii bu durum Hollandalıları pek memnun etmedi; tablo geri çevrildi. Ülkenin “Altın Çocuğu” reddedilmiş, aşağılanmış ve kovulmuştu. Dev boyutlardaki tabloyu, belki yaşadığı küçük eve sığdıramayacağından, belki de sinirinden parçaladı; daha sonra bu tablonun çok az bir kısmı bulunabildi.

Kaynak :[-]

Türk Sinemasının Tarihi Tablolarda

neşe-aksoySinema sanatçısı Neşe Aksoy, Türk sinemasının tarihini tablolara yansıttı. 33. uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ile eşzamanlı açılan sergide, 11 tablo yer alıyor.

TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde açılan sergide, Aksoy’un 11 tablosu sanatseverlerle buluşuyor. Sanatçının resimleri, bu yılki teması “Sinemamızın 100 Yılı” olarak belirlenen fuarın “Türk Sineması” için ayrılan bölümünde sergileniyor. Türk sinemasının yüzüncü yıl kutlamaları çerçevesinde, Türk sinemasındaki önemli olayları ve filmleri tuvale aktaran sanatçının eserleri arasında, Sultan II. Abdülhamid için Yıldız Sarayı’ndaki ilk film gösterimi, ilk sinema salonu Pathe’nin açılışı, ilk renkli Türk filmi “Halıcı Kız” ve uluslararası ödül alan ilk film olan “Susuz Yaz”ın işlendiği tablolar yer alıyor.

Aksoy, sergiyi Türk sinemasının yüzüncü yılı etkinlikleri için hazırladığını belirterek, “Oyunculuğumun yanı sıra tablolarımla da sinemaya bir katkım olsun istedim. Sinema ve resim sanatını bir arada sunacağım sergi için 3 yıl önce çalışmalara başladım. Çok yorucu ve uzun bir süreçti. Çok araştırma yaptım ve tablolarıma aktaracağım konuları titizlikle seçtim” ifadelerini kullandı.

Araştırmaları sırasında Türk sinema tarihinin ilkleri ile ilginç olaylarla da karşılaştığını kaydeden Aksoy, Türk sinema tarihinin başlangıcının 1914’te çekilen “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” olarak kabul edildiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:

Manaki kardeşlerin çektiği filmlerden ‘Büyükanne Despina’nın tablosunu yaptım. Bu filmi bazı sinemacı ve tarihçilerimiz Türk sinemasının başlangıcı olarak görüyorlar. Diğer bir tablo ise Yıldız Sarayı’nda II. Abdülhamid için yapılan film gösterimi. Bunu tabloma aktarmak için Yıldız Sarayı Tiyatro Salonu’na girip salonun ayrıntıları fotoğrafladım. Yaptığım araştırmalarda Sedat Simavi’nin 20 yaşında, ‘Pençe ve Casus’ filmlerinin senaryolarını yapıp, filmleri yönettiğini öğrendim. Çekimine Weinberg’in başladığı fakat 1. Dünya Savaşı nedeniyle yarım kalan ve sonrasında Fuat Uzkınay tarafından tamamlanan ‘Himmet Ağa’nın İzdivacı’ filmini resmettim. ‘Mürebbiye’ ile ilk sansürü, ‘Halıcı Kız’ ile ilk renkli filmi ve ‘Susuz Yaz’ ile ilk uluslararası ödülü tablolarıma taşıdım. 11 tablo böyle oluştu. Benim için önemli olan tablolarım ile ailem olan Türk sinemasına bir selam göndermektir.’

Sergideki tabloların satışından elde edilecek gelir, Filmsan Vakfı tarafından Türk sinemasına emeği geçen sanatçılar için kullanılacak. Sergi, 16 Kasım’a kadar fuar alanında ziyaret edilebilecek.

Kaynak: Al Jazeera

Türk resminin duayenlerinden Şevket Dağ’ın 40 parça resmi satışa sunulacak

sirri eldem
Ressam ve Müzisyen Sırrı Eldem

İlk kez görülecek bu özel koleksiyonun yanı sıra Şevket Dağ’a ait palet,fırça ve boyalardan oluşan bir set de satılacak . Müzayedenin sürprizi ise, Sırrı Eldem tarafından yazılmış, ancak parasızlık nedeniyle bastırılamayan Şevket Dağ kitabı olacak.Bu kitap yayın hakkıyla birlikte alıcı bulacak..

Ressam Sırrı Eldem’in 40 parçalık Şevket Dağ koleksiyonu, Artı Mezat tarafından 1 Mart’ta düzenlenecek müzayede ile satışa sunulacak. Son Osmanlı halifesi 2. Abdülmecid’in en yakın dostu ve meslektaşı olan, yurt dışında “Türk Ressam” lakabıyla bilinen Şevket Dağ’ın yağlıboya interiör, natürmort, peyzaj konulu eserleri ve yine yağlıboya desen çalışmaları Teşvikiye’deki Artı Mezat Sanat Galerisi’nde düzenlenecek müzayede ile sanatseverlerin beğenisine sunulacak.

Ressam Şevket DAĞ
Ressam Şevket DAĞ

Şevket Dağ’a ait böylesi bir koleksiyonun ilk kez görücüye çıkacağı ve yine ilk kez bu kadar çok Şevket Dağ eserinin bir arada olmasının çok önemli olduğunu belirten Artı Mezat Sanat Galerisi sahibi Jale Tantekin, “Geçmişte birçok alım rekorları kıran Şevket Dağ’ın bu özel çalışmalarının büyük ilgi görmesini bekliyoruz. Türk resminin önemli isimlerinden biri olan Şevket Dağ, 50 yılı aşan sanat hayatında cami tabloları ile ünlendi” dedi.

Abdülmecid Efendi’nin şehzadeliğinde ve veliahtlığında, en iyi dostu ve meslektaşı olan Şevket Dağ’ın, O’nun himayesini sağlayarak Türk Ressamlar Cemiyeti’ni Hikmet Onat ve İbrahim Çallı ile birlikte kuran ressam olduğunun altını da çizen Tantekin, “Ressamlığının yanında çok güçlü bir resim öğretmeniydi. Ayasofya’da sekiz sene çalıştıktan sonra Mahmudiye Rüştiyesi, Vefa, Galata, Nişantaşı ve Galatasaray Liseleri’nde resim öğretmenliği yaptı. Ünlü ressam Fikret Mualla’nın da hocasıdır” dedi.

Özel eşyaları

1 Mart Cumartesi günü saat 15.00’de Jale Tantekin yönetiminde gerçekleştirilecek müzayedede Şevket Dağ’ın resimlerinin yanında özel eşyaları da satışa sunulacak. Sırrı Eldem’in Şevket Dağ hakkında 1945 yılında yazdığı, ancak maddi yetersizliklerden dolayı yayınlanamamış, hayatını anlatan bir kitabı da orijinal haliyle ve yayın hakkıyla satılacak. Şevket Dağ’ın resim çalışmaları sırasında kullandığı palet, fırça ve boyalarından oluşan şahsi gereçlerinin de müzayedede büyük ilgi görmesi bekleniyor.

Şevket Dağ

Sanay-i Nefise Mektebi’ni 1897 yılında birincilikle bitiren Şevket Dağ, Türk resim sanatında asker ressamlar kuşağının yetiştirdiği ilk sivil ressamlarımız arasındadır. Sanatçı, yetişme ve sanat ortamının yetersizliğine rağmen kendine özgü bir resim üslubu oluşturmayı başaran Türk resim sanatının duayenlerindendir. “Türk Ressamı” olarak pek çok ülkenin de takdirini alan ressamın en ünlü resimlerinden biri, Japon Büyükelçisi tarafından satın alınarak Tokyo Müzesi’ne gönderilmiştir. Ayrıca ressam, 1909’da Münih Sergisi’nde altın madalya kazanmış ve Paris’te “Salon des Artistes Français”de üç tablosu sergilenmiştir. Şevket Dağ’ın “Ayasofya” isimli bir çalışması, 2 milyon 150 bin liralık rekor bir fiyata alıcı bulmuştu.

Gaspare Fossati eserleri

Müzayedede, yine bir özel koleksiyonda bulunan Gaspare Fossati’ye ait Ayasofya konulu sulubaya 7 adet eser satışa sunulacak. Ayrıca, “saray ressamı” Fausto Zonaro, Brindesi, Thomas Allom gibi ünlü oryantalist ressamlardan belge niteliğinde İstanbul peyzajları, Türk resiminin duayenlerinden İbrahim Çallı’dan peyzaj ve natürmort konulu yağlıboya eseri ve Hikmet Onat’ın çok nadir olarak resmettiği 40 x 60 cm. ölçülerindeki yağlıboya “natürmort”’u da müzayedede yer alacak eserler arasında olacak. Eserler müzayede öncesi Teşvikiye’de Artı Mezat Sanat Galerisi’nde ve www.artimezat.com.tr adresinde görülebilir.

” Oryantalizmin 1001 Yüzü ” Sabancı Müzesinde

Sabancı Müzesi’nde açılan ‘Oryantalizmin 1001 Yüzü’, resimden mimariye, dekorasyondan modaya oryantalizmi her yönüyle ele alan hayli etkileyici bir sergi.

sabancı müzesiSakıp Sabancı Müzesi, yeni sergisi ‘Oryantalizmin 1001 Yüzü’yle bugüne dek olmadığı kadar geniş bir çerçeveden oryantalizmi masaya yatırıyor. Nazan Ölçer’in basın toplantısında söylediği gibi pek çok alanı kapsayan çetin ceviz bir sergi. Bir yandan adıyla sanattan mimariye birçok alan üstünde etkileyici olan ‘1001 Gece Masalları’na gönderme yaparken bir yandan da oryantalizmin içindeki çelişkileri gözler önüne seriyor.

Orient, Latincede yükselen anlamına gelen ve güneşin doğduğu yönü işaret eden ‘oriens’ kelimesinden dönüşmüş bir sözcük. Ortaçağ boyunca yalnızca Ortadoğu’yu ‘Orient’ olarak adlandıran Avrupa, ticari, siyasi, sömürge ilişkileri ve seyahatlerin artmasıyla daha doğudaki, Hindistan, Çin, Japonya’ya kadar uzanan bir bölgeyi de bu isme dahil eder. ‘Orient’, kendisini merkez olarak gören Osmanlı için Avrupalıların bakış açısını yansıtır. ‘Şarkiyat’ sözcüğü ise Batı’da bir bilim dalı olan ‘Oriental Studies’in 20. yüzyılda Türkçeye çevrilmesiyle kullanılmaya başlanır.

‘Oryantalizmin 1001 Yüzü’ sergisi, oryantalizmin geçmişi çok daha eskilere dayansa da Batı’nın Doğu’yla ilişkilerinin başladığı 19. yüzyıla odaklanıyor. Sergi, Napoléon Bonaparte’ın 1798’de kalabalık bir ‘akademik’ heyetle gerçekleştirdiği Mısır Seferi sonrasında Batı’nın bilinçli bir uzmanlaşmayla askeri alanda olduğu kadar şarkiyat konusunda da üstünlük elde ettiği dönemle başlıyor.

Mısır Seferi sonrası gelen bilgiler büyük ilgi topluyor. Üniversitelerde Doğu’yu araştıran bölümleri kuruluyor, Arapça, Farsça, Osmanlıca okutuluyor. Bu yüzden de sergide akademik ve bilimsel bir harekete dönüşen Mısır Seferi’nin ardından gelişen bilimsel oryantalizm alanında, geç Osmanlı bağlamı içindeki bazı yapıtlar da dahil olmak üzere, yer alan örnekler dönemi kavramak için çok önemli.

oryantalizmEdward Said’in oryantalizmi
Oryantalizme çok yönlü bir bakış açısıyla yaklaşan ‘Oryantalizmin 1001 Yüzü’ sergisi, Batı ile Doğu arasındaki etkileşimleri ve Edward Said’in 1978’de yayımladığı ‘Oryantalizm’ kitabı ile başlayan yoğun tartışmaları da dikkate alıyor. Akademik bir kadro ile konularının önde gelen uzmanlarının oluşturduğu bilimsel danışma komitesinin desteğiyle hazırlanan sergi ‘oryantalizm’ kavramını, sadece Batılı merkez tarafından kontrol edilen tek taraflı bir söylem olmaktan çıkarıp, farklı alanlara yansımaları ile geniş bir yelpazede sunuyor. Serginin danışma kurulunda Ahmet Ersoy, Edhem Eldem, Zeynep Çelik, Baha Tanman, Zeynep İnankur, Semra Germaner, Turgut Saner, Emine Naskali, Filiz Ali, Bahattin Öztuncay, Engin Özendes, Gökhan Akçura, Zeynep Kızıltan gibi birbirinden değerli bilim insanları var. Serginin ana sponsorluğunu da Çiftçi Towers üstlenmiş, sergi alanının çok özel tasarımı ise Metin Deniz’e ait.

Sergide 19. yüzyıl başında gerçekleşen arkeolojik kazılar, değerli kitaplar, Avrupa’daki oryantalist mimarinin Osmanlı’daki uygulamaları, oryantalist tarzda iç mekân tasarımları, sahne dekoru, kıyafetler, stüdyo fotoğrafları ve 19. yüzyılda başlayan Doğu’ya seyahatin değişik aşamaları, obje ve örnekleriyle sunuluyor. Tabii ki oryantalizmle her zaman eş anlamlı kullanılan oryantalist heykel ve tablolar da unutulmamış. Doğu’nun kalıplaşmış imajının oluşmasına katkıda bulunan edebi oryantalizm alanında ilk tercümesi Fransızcaya Galland tarafından çevrilmiş, 19. ve 20. yüzyıldan ‘1001 Gece Masalları’nın farklı dillerdeki resimli nüshaları da sergilenen belgeler arasında.

Sergi bize çok net bir biçimde Batı’nın imgeleriyle yaratılan Doğu imgesini Doğu’nun nasıl yeniden üreterek sahiplendiğini ve zaman içinde var olan önyargılarda nasıl bir payı da olduğunu gözler önüne seriyor.

1800’lerin ikinci yarısında Doğu yaşantısı, oryantalist ressamların tablolarından esinlenerek yaratılan Almanya’nın Dresden kentindeki Yenice Tütün Fabrikası, Avusturya’daki Böcek Fabrikası gibi Osmanlı, Arap, İran hatta Hindistan mimarisi karışımı hayali mimari örnekleri binalar daha sonra bize yeni bir tarz olarak Batı’dan gelerek Osmanlı başkentini etkisi altına alıyor. Çırağan Sarayı, Topçu Kışlası, İstanbul Üniversitesi’nin giriş kapısı, Sirkeci Garı gibi eklektik unsurlar taşıyan bu yapılar böyle bir ikinci oryantalizm ürünü.

Oryantalizm bitti mi, bugün ne durumda? Sergi süresince bu soruya konferanslar dizisiyle cevap aranacak. Oryantalizmi daha iyi anlamak istiyorsanız konularının uzmanlarının vereceği bu konferansları kaçırmayın derim.

Oryantalizm ve Mimari

Oryantalist mimarlıkta Osmanlı ve Türk motiflerinin de belirli bir payı vardı. Çadır, hamam ve cami gibi yapılar Batı’nın hafızasında Türk mekânlarıyla özdeşti. Ancak, adında ‘Türk’ sözcüğü geçen birçok yapı Elhamra’nın dantelsi dekorasyonu ve Hint-İslam mimarlığının gösterişli kubbeleri, minareleri ve kuleleriyle tasarlanıyordu. 19. yüzyıldan Oryantalist özellikler sergileyen Avrupalı ve Osmanlı mimari eserler, ‘Oryantalizm ve Mimari’ adı altındaki bölümde inceleniyor.

Atölyede oryantalizm

Bu bölüm, Batılı sanatçılar tarafından üretilmiş oryantalist tablo ve fotoğraflardan oluşuyor. Avrupalı oryantalist ressamlar genel olarak savaş ve av konularını, harem ve hamam sahnelerini, gündelik hayattan alıntıları, etnik kıyafet ve tipleri, portreleri, çöl, vaha ve bedevilerin hayatlarını tablolarına konu ediniyor. Doğu’yu temsil eden fonlar önüne yerleştirilmiş divan gibi detaylarla yapay ve hayali bir Doğu yaratmanın amaçlandığı, gerçek Osmanlı yaşamı yerine, Batılının kafasındaki Osmanlı imajının nasıl yansıtıldığı tüm açıklığıyla görülüyor.

Modada oryantalizm

Doğu’nun lüks malları arasında ipekli kumaşlar, değerli taşlar ve mücevherat öteden beri revaçtadır. 17. yüzyılda, Türk kıyafetleri moda haline gelir, Versailles Sarayı’nda Türk kaftanlarına özenilerek tasarlanmış ceketler giyilmeye başlanır. Ancak Napoléon’un Mısır Seferi bu modayı farklı bir boyuta taşır. ‘Modada Oryantalizm’ bölümünde 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Léon Bakst, Erté ve Paul Poiret gibi dönemin ünlü moda ve sahne tasarımcıları tarafından tasarlanan oryantalist kıyafetler sergileniyor.

Oryantalizmi küçümsemiyoruz

Nazan Hanım, gerçekten de yaşadığımız dönemin tartışmalarına cevap verecek bir sergi hazırladınız, çıkış noktanız ne oldu?
Nazan Ölçer: Uzun süredir yanlış bir algılamayı düzeltmek ihtiyacındaydım. Oryantalizmin tanımının içinde hep bir yargılama, küçümseme vardı. Tanımları yerli yerine koyamama tartışamama gibi bir sorunumuz var. Biz bu sergide sadece Batı’nın Edward Said’in söylediği ‘küçümseyici bakış açısını’ yansıtmıyoruz. Çünkü bazen Doğu da kendini Batı’nın gözüyle görmüş. Batı, Doğu zannederek imgelerle bir sürü şey üretmiş. Doğu da Batılıların imgeleriyle yaratılmış bu Doğu’ya sahiplenmiş hatta yeniden üretmiş. Hiçbir şey siyah-beyaz zıtlığında değil. Napolyon’un Mısır Seferi olumsuzlukları kadar bilim sanat alanında olumlu kapılara da yol açtı. Biz ve öteki diye bir bakış açısı var ve bunu her yönüyle tartışılmasının önemli olduğunu düşündüğüm için bu sergiyi yaptık.

Kaynak : [-]  Yazar : Müge  AKGÜN

 

 

Türkiye’de birçok alanda “ilk”leri gerçekleştiren 19 kadının hikâyesi belgesel oldu.

Türkiye’de ‘ilk’lere imza atan 19 kadın! Türkiye’de birçok alanda “ilk”leri gerçekleştiren 19 kadının hikâyesi belgesel oldu.

OSMANLICA’da “kadınlar” anlamına gelen “Nisvan” adıyla hazırlanan belgeselde 19 kadın kahraman ölümsüzleşti. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile ortak yürütülen projede Türkiye’de “ilk”leri yapan 19 kadının hikayesi yoluyla anlatılacak. 17 bölümden oluşacak belgesel iki yıl boyunca TRT’nin tüm kanallarında yayınlanacak.

Belgeselin drama bölümlerinde Türkiye’nin ilk kadın sinema oyuncusu Bedia Muvahhid’den, ilk kadın savaş fotoğrafçısı Semiha Es’e, Türkiye’nin ilk kadın öğretmeni Refet Angın’dan, ilk FİFA kokartlı kadın hakem Lale Orta’ya kadar 19 kadını, Türkiye’nin önemli kadın sanatçıları canlandıracak. Bu isimler arasında Hülya Koçyiğit, Hale Soygazi sanatçılar da yer alıyor. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin tümüyle ele alındığı “Nisvan”da tarihte unutulan kadın kahramanların tamamı tekrar gün yüzüne çıkıyor. Belgeselde, 500’ün üzerinde sinema ve tiyatro oyuncusu ile 150’nin üzerinde söyleşi yer alıyor.

TABLOLAR ÜNLÜ RESSAMLARDAN
Türk ve Osmanlı tarihinin ilklerini gerçekleştiren 19 kadın kahramanın ayrıca Türkiye’nin 19 ünlü ressamı tarafından yağlı boya portreleri de yapıldı. Ünlü ressamların yaptığı portreler Aile Bakanlığının kadınlarla ilgili projelerinde “simge” olarak kullanılacak. Bakanlığa “demirbaş” olarak kaydedilecek. Tabloları yapan ressamlar şöyle: Nihat Şirin, Hasan Nazım Balaban, Ahmet Özol, Gültekin Serbest, Adil Ocak, Sabir Mehtiev, Remzi İren, Belgin Atalay, Kamer Batıoğlu, Rüzgar Fidan, Gülay Yüksel, Özcan Tunç, Bahattin Odabaşı, Yaşar Çallı, Teymur Ağaoğlu, Ahmet Türe, Ceylan Mutlu, Basri Erdem, Müjde Ayan, Sait İsmailli.

GALA BUGÜN İSTANBUL’DA 
“Nisvan” belgeselinin galası ve resim sergisinin açılışı, bugün İstanbul Kongre Merkezinde gerçekleştirilecek. Galaya Aile Bakanı Fatma Şahin ile birlikte çok sayıda tanınmış sanatçı da katılacak. Projede tamamı kadınlardan oluşan bir orkestra ile Zerrin Özer sahne alacak.

ÇİLLER VE GÖKÇEN LİSTE DIŞI 

NİSVAN belgeselinde dikkat çeken bir ayrıntı da Türkiye’nin yakından tanıdığı ilkleri gerçekleştiren kadınların yer almaması. Örneğin, ilk kadın Başbakan Tansu Çiller, dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen, ilk kadın dünya güzeli Keriman Halis, ilk kadın vali Lale Aytaman, ilk kadın opera sanatçısı Semiha Berksoy belgesel dışında kalan isimler oldu.

Kaynak :[-]

Ivan Ayvazovski

İstanbul tablolarına Londra’da rekor fiyat

Ünlü Rus ressam Ivan Ayvazovsky’nin İstanbul’u resmettiği üç tablosumüzayede salonu Sotheby’s’ün düzenlediği açık artırmada satışa çıktı. Tabloların ikisi toplam 2 milyon 654 bin TL’ye alıcı buldu.

İngiltere’nin başkenti Londra’daki ünlü müzayede salonu Sotheby’s’in düzenlediği “Önemli Rus Sanatı” müzayedesinde satışa çıkarılan Ayvazovzky’nin İstanbul’u resmettiği 3 tablosundan ikisi 922 bin 500 Sterlin (2 milyon 654 bin TL)’e satıldı.

Müzayedede, Ayvazovsky’nin 1845 yılında tamamladığı  “Ay Işığında Galata Kulesi”,  825 bin 250 Sterlin, (yaklaşık 2 milyon 374 bin TL), 1900 yılına ait  “Boğaziçi’nde Gemiler, Konstantinopolis”  tablosu 97 bin 250 Sterlin (yaklaşık 280 bin TL) satıldı. Başlangıç fiyatı 700 bin sterlin olan 1886 yılına ait “Haliç’te Ay Doğuşu” tablosu ise alıcı bulamadı. Tabloya verilen son fiyat 680 bin Sterlin oldu.

29 tablonun satışa çıktığı açık artırmaya telefondan ve internet üzerinden çok sayıda kişi katıldı. Tabloların alıcıları ise açıklanmadı.

Hayatı boyunca bir çok kez ziyaret ettiği İstanbul’u  resimlerine sık sık konu eden Rus ressam’ın sanatsal yetenegi 1874 senesinde Dolmabahçe Sarayı’nı süslemesi için İstanbul’un farklı manzaralarını resmetmesini isteyen Sultan Abdülaziz  tarafından da tanındı.

Ressamın ‘”Haliç’te Ay Doğuşu” adlı eseri  Eyüp’ten bakıldığında İstanbul’un en bilinen abide ve camilerini resmediyor.

Uzun seneler çok saygın bir özel koleksiyonda bulunduktan sonra ilk defa müzayedeye çıkan resim, Ayvazovsky’nin Türkiye resimleri  açısından da bilgiler veriyor.
Ayvazovsky’nin en son resimlerinden biri olan ‘Boğaziçi’nde Gemiler, Konstantinopolis’ ise tarihi Arnavutköy’ü resmediyor.

Boğaziçi tablosu rekor fiyata satılmıştı

Sotheby’s, sanatçının tablolarını geçen Nisan ayında tanıtmış ve 1856 yılı tarihini taşıyan, “Konstantinopolis ve Boğaziçi Manzarası”nı 3 milyon 233 bin 250 Sterlin’e satarak sanatçının Türkiye manzaraları arasında bir rekor elde etmişti.

Kaynak :[-]

Monet'nin Nar Ağacı

Ünlü ressam Monet eserleri İstanbul ’da

Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi kuruluşunun onuncu yılını Monet sergisiyle kutluyor.

6 Ocak 2013’e dek izlenebilecek ‘Monet’nin Bahçesi’ sergisi, izlenimciliğin isim babası Monet’nin olgunluk döneminde Giverny’deki evinin bahçesinde ürettiği doğa ve çiçek tablolarına ağırlık veriyor.

Bu sene 10’uncu yılını kutlayan Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) düzenlediği ‘Monet’nin Bahçesi’ sergisi bugün ziyarete açıldı. Fransa’daki Marmottan Monet Müzesi’nin koleksiyonundan yapılan 39  tabloluk seçkiyi sunan sergi, Monet’nin ağırlıklı olarak çiçek ve doğa temalı tablolarına yer veriyor. Çünkü, sergideki tablolar “Belki de ressam olmayı çiçeklere borçluyum” diyen Monet’nin olgunluk dönemindeki sanatsal üretiminin ana temasını oluşturan Giverny Bahçesi’ne odaklı. Monet’nin 1883 yılında ikinci eşi ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı Giverny’deki ev, sanatçının sanatsal üretiminin de kaynağı haline gelmişti. Evin dekorasyonu, eski meyve bahçesinin bir çiçek bahçesine dönüştürülmesi ve daha sonra buraya bir su bahçesinin eklenmesi, Monet’nin tam 15 yılını aldı. Sonrasında Giverny Bahçesi’nde çiçeklerle sarılı bir hayat süren Monet, tablolarında da hep onları resmetti. Öyle ki, bahçedeki renkleri paletine göre oluşturuyor; bahçeyi de bir sanat eseri gibi hayranlık yaratacak şekilde tasarlıyordu.

Paleti ve piposu da sergileniyor

SSM’de açılan ‘Monet’nin Bahçesi’ sergisi; empresyonizm, namı diğer izlenimcilik akımına adını veren Monet’nin Giverny Bahçesi’ndeki evi, geç dönem bahçe manzaraları, nilüferler ve ünlü Japon köprüsü tablolarına yer veriyor.
Bunların yanı sıra, Monet’nin yakın arkadaşı ressam Auguste Renoir imzalı Monet ve eşi Camille’in portreleri ve fotoğraflarıyla, Monet’nin paleti, çalışma gözlüğü ve piposu gibi kişisel eşyasını da sergide görmek mümkün.

Sanatçının bahçe tutkusunu ve büyük önem verdiği aile yaşamını yansıtan ‘Monet’nin Bahçesi’nde

Monet’nin Nar Ağacı

ressam, sanat yaşamında sergilediği yenilikçi yaklaşımlar ve 1940 ile 50’lerin geleneklere karşı gelen genç sanatçılarına ilham veren kimliğiyle izleyiciye tanıtılıyor. Marmottan Monet Müzesi Küratörü Marianne Mathieu tarafından hazırlanan sergiyi, 6 Ocak 2013’e dek görmek mümkün.

 

Kaynak :[-]

 

 

 

 

monalisa

Mona Lisa ve ikiz resimi !

Leonardo da Vinci, Mona Lisa’dan önce Isleworth Mona Lisasını yapmış.

Rönesans döneminin efsanevi ismi Leonardo da Vinci‘nin, ünlü tablosu “Mona Lisa“dan önce “Isleworth Mona Lisası” olarak bilinen eserini yaptığı iddia edildi.

Merkezi Zürih’te bulunan Mona Lisa Vakfı, 35 yıl süren araştırmalar sonucu usta ressamın “Isleworth Mona Lisası” adlı eserini başyapıtından yaklaşık 11 yıl önce tamamladığını ileri sürdü.

Regresyon testleri ile matematiksel hesaplamalar yaparak tabloları karşılaştıran ve arşivleri tarayan uzmanlar, elde ettikleri sonuçları “Mona Lisa: Leonardo’s Earlier Version” adlı kitapta topladı.

Kitabın yazarı ve sanat tarihçisi Stanley Feldman, oturur halde resmedilen kadının bedeninin tüm unsurlarının her iki tabloda tamamen ayrı konumda bulunduğunu keşfettiklerini söyledi.  Feldman, “Kadının duruşu, ellerini tutuşu, yüz ifadesi, saçı, örtüsü ve giysisi her iki tabloda bire bir aynı. Öyle ki bu tablolardan birini, ancak diğerini de boyayan kişi yapabilir.

Tablolardaki tek fark, arka plandaki manzara” dedi. Gizemli gülüşüyle genç bir kadını tasvir eden “Isleworth Mona Lisası”, Paris’teki Louvre Müzesi’nde sergilenen başyapıttan biraz daha büyük ve daha canlı renklere sahip. CENEVRE

 Kaynak :[-]