Yazılar

BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali ödülleri sahiplerini buldu…

BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali ödülleri dünyanın uzak coğrafyalarından gelen filmlerin oldu. Festivalde Fethi Kayaalp Büyük Ödülü’nü yarışmaya Şili’den katılan, acı çekmek, yaşlanmak ve zamanın kendisi üzerine keskin bir gözlem yapan ‘Surire’ filmi kazandı.

bidef_a3_1

Bu yıl ikincisi düzenlenen ve daimi konusunun ‘çevre’ olan BIFED Bozcaada Uluslararası Ekolojik Belgesel Festivali ödülleri dünyanın uzak coğrafyalarından gelen filmlerin oldu.

Bozcaada Belediye Başkanı ve Festival Başkanı Dr. Hakan Can Yılmaz yaptığı kapanış konuşmasında “Barışa, doğaya, kültüre ve geleceğe sahip çıktıklarını”, “Baskı ve sansür tehdidine rağmen BİFED’in tamamen bağımsız ve özgür bir etkinlik” olduğunun altını bir kez daha çizerek “Biz artık ölümleri değil barışı konuşmak istiyoruz. Biz var oldukça bir tek başak tanesi susuz, bir tek zeytin dalı yalnız kalmayacak, söz veriyoruz” dedi

BİRİNCİLİK ÖDÜLÜ ŞİLİ’YE…
13 ülkeden, 16 filmin yarıştığı festivalde 7.000 lira değerindeki Fethi Kayaalp Büyük Ödülünü, Şili’den katılan, yönetmenliğini Bettina Perut ve Iván Osnovikoff’un gerçekleştirdiği, acı çekmek, yaşlanmak ve zamanın kendisi üzerine keskin bir gözlem yapan “Surire” filmi aldı.
İkincilik ödülü; “Kadınların, çocukların, doğanın katline karşı çıkmak için hangi coğrafyada olursak olalım muhakkak bir fırsatımız vardır” diyen, Fransa’dan Anna Roussillon’ın filmi “I am The People / Ben Halkım” alırken, üçüncülük ödülünü cesaretli ve umut dolu, gençliğin gücüne ve direnişe övgü olduğu için İtalya’dan Paolo Pissanelli’nin filmi “Good Morning Taranto / Günaydın Taranto”ya layık görüldü.
Yapımcı ve senarist Funda Alp, ABD ’li belgesel yönetmeni ve insan hakları aktivisti Liz Miller, Yunanlı sinema yazarı Maria Chalkou, belgesel yönetmeni Manou Khalil, gazeteci Banu Güven, yönetmen Özcan Alper, belgesel yapımcısı Gaye Günay’dan oluşan jüri, verilen üç ödülün yanı sıra “duygusal ve çağrışımlarla dolu ve gelecek sinema macerasında çok iyi olacağını” düşündükleri Ardahan Üniversitesi Öğretim Görevlisi Turgay Kural’ın yönetmenliğini yaptığı filmi “Cibik” i de desteklediklerini belirttiler.

ÖĞRENCİ FİLMLERİNE DESTEK İÇİN GAİA ÖDÜLÜ
BIFED bu yıl öğrenci filmlerine destek ve farklı bir yarışma alanı sağlamak için GAIA Ödülü’nü verdi. Festivaleİngiltere ’den katılan, yönetmenliğini Benjamin Huget’in yaptığı “Takımada” GAIA Ödülü’nü alırken, Mansiyon ödülünü ise da Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Murat Haksever “Çoban” filmi ile kazandı.
www.bifed.org

Tarihte Bugün Ne Oldu 10 Mayıs

tarihte-bugun-ne-oldu410 Mayıs, Gregoryen Takvimi’ne göre yılın 130. (artık yıllarda 131.) günüdür. Yıl sonuna kadar kalan 235 gün vardır.

Olaylar

  • 1497 – Amerigo Vespucci, Yeni Dünya’ya doğru yapacağı ilk yolculuk için İspanya’nın Cádiz kentinden ayrıldı.
  • 1503 – Kristof Kolomb, Cayman Adaları’na geldi ve burada gördüğü sayısız deniz kaplumbağasından dolayı buraya Las Tortugas adını verdi.
  • 1556 – Marmara denizi depremi meydana geldi.
  • 1799 – Cezzar Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Akka’da Napolyon Bonapart’ın komutasındaki Fransız ordusunu yenilgiye uğrattı.
  • 1824 – Londra’nın Trafalgar Meydanı’nda bulunan ünlü müzesi The National Gallery halkın ziyaretine açıldı.
  • 1868 – Bugünkü adı Danıştay, olan Şura-yı Devlet kuruldu.
  • 1872 – Victoria Woodhull, ABD Başkanlığı’na aday olan ilk kadın oldu.
  • 1876 – Osmanlı devletinde basına sansür uygulaması başlatıldı.
  • 1907 – Anneler Günü, ilk kez ABD’nin Philadelphia kentinde kutlandı.
  • 1908 – Anneler Günü, ABD’de ilk kez olarak West Virginia Eyaleti’nin Grafton kentinde kutlandı.
  • 1919 – İtilaf Devletleri temsilcileri, Paris’te, Yunanların İzmir’i işgali konusunda karar aldı.
  • 1920 – ABD Komünist Partisi kuruldu.
  • 1920 – New York’ta mültimilyarder iş adamı Nelson Rockefeller, sahibi olduğu binanın ön cephesine Meksikalı ressam Diego Rivera’nın yaptığı duvar panosunda Lenin resmi olduğu için ressamı kovdu, panoyu parçaladı.
  • 1921 – Mustafa Kemal Paşa, TBMM’de Müdafaayı Hukuk Grubu’nu kurdu.
  • 1933 – Naziler Almanya’da Heinrich Mann, Upton Sinclair, Erich Maria Remarque gibi yazarların kitaplarını yakmaya başladı.
  • 1940 – 2. Dünya Savaşı: Winston Churchill, İngiltere Başbakanı olarak görevlendirildi.
  • 1941 – 2. Dünya Savaşı: Rudolf Hess, İngiltere ve Almanya arasında gerçekleşebilecek bir barış antlaşmasını başlatabilmek umuduyla İskoçya topraklarına gizlice paraşütle indi.
  • 1941 – 550 Alman uçağı Londra’yı bombaladı, yaklaşık 1.400 sivil öldü.
  • 1960 – ABD’ye ait USS Triton nükleer denizaltısı Dünya çevresini su altından dolaştığı ilk seferini tamamladı.
  • 1961 – TBMM, nispi temsil seçim sistemini kabul etti.
  • 1971 – Sıkıyönetim yasasında değişiklik yapıldı. Gözaltı süresi 30 güne çıkarıldı.
  • 1978 – İstanbul, Beyoğlu’ndaki tarihi Çiçek Pasajı çöktü. Enkaz altında kalan 12 kişi öldü, 16 kişi yaralandı.
  • 1981 – François Mitterrand, üçüncü kez katıldığı seçimlerde Fransa Cumhurbaşkanı oldu.
  • 1993 – Tayland’da Kader Oyuncak Fabrikası’nda çıkan bir yangın çoğu çocuk denecek yaşta genç kadınlardan oluşan 188 işçinin ölümüne yol açtı.
  • 1994 – Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk siyah devlet başkanı Nelson Mandela göreve başladı.
  • 1996 – DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in başbakanlıktan ayrılmadan 22 gün önce örtülü ödenekten 500 milyar lira çektiği açıklandı.
  • 2001 – Gana’da bir futbol maçında çıkan kargaşa ve panik sonucunda 120 seyirci yaşamını yitirdi.
  • 2002 – Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, Paris’te bir tren garının zemininde gerçekleştirdiği fotoğraf eylemini sona erdirdi.
  • 2010 – Deniz Baykal CHP Genel Başkanlığı’ndan istifa ettiğini açikladı.

Doğumlar

  • 1890 – Clarence Brown, ABD’li sinema yönetmeni (ö. 1987)
  • 1895 – Christina Montt, Şilili oyuncu (ö. 1969)
  • 1899 – Fred Astaire, ABD’li sinema oyuncusu, dansçı ve şarkıcı (ö. 1987)
  • 1923 – Haydar Aliyev, Azeri devlet adamı, Azerbaycan cumhurbaşkanı (ö. 2003)
  • 1950 – Andrzej Szarmach, Polonyalı futbolcu
  • 1957 – Sid Vicious, Sex Pistols basçısı
  • 1960 – Merlene Ottey, Jamaikalı atlet
  • 1960 – Bono, U2 solisti
  • 1966 – Mustafa Yıldızdoğan, Türk şair
  • 1969 – Dennis Bergkamp, Hollandalı futbolcu
  • 1973 – Mahmud Qurbanov, Azeri futbolcu
  • 1973 – Rüştü Reçber, Türk futbolcu
  • 1974 – Sylvain Wiltord, Fransız futbolcu
  • 1975 – Merih Ermakastar, Türk şarkıcı ve sinema oyuncusu
  • 1977 – Nick Heidfeld, Formula 1 pilotu
  • 1982 – Farid Mansurov, Azeri güreşçi

Ölümler

  • 1696 – Jean de La Bruyere, Fransız yazar (d. 1645)
  • 1774 – XV. Louis, Fransa kralı (d. 1710)
  • 1829 – Thomas Young, İngiliz bilimadamı, dilbilimci (d. 1773)
  • 1850 – Joseph Louis Gay-Lussac, Fransız kimyager ve fizikçi (d. 1778)
  • 1863 – Stonewall Jackson, Amerika Konfedere Devletleri generali (d. 1824)
  • 1889 – Mihail Yevgrafoviç Saltıkov-Şçedrin, Rus hiciv ustası, romancı (d. 1826)
  • 1974 – Hal Mohr, ABD’li görüntü yönetmeni(d. 1894)
  • 1975 – Necdet Tosun, sinema sanatçısı (d. 1926 )
  • 1977 – Joan Crawford, ABD’li aktris (d. 1905)
  • 2002 – Yves Robert, Fransız aktör, yönetmen ve senarist (d. 1920)
  • 2005 – Ahmet Tufan Şentürk, Şair
  • 2008 – Leyla Gencer, Türk Opera Sanatçısı (d. 1928)

Tatiller ve Özel Günler

Dünya Psikologlar Günü

Kadıköy’de ‘Beklenmedik’ İşler: 1. Don Kişot Sanat Festivali

Kadıköy Yeldeğirmeni’nde bulunan Don Kişot İşgal Evi, 4-19 Nisan tarihleri arasında ilki düzenlenecek bağımsız bir sanat festivaline ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

donkişot

Don Kişot Sanat Festivali İnisiyatifi’nin festival çağrısı şu şekilde:

“Beklenmedik herşey !!!
Beklenmedik sanat, beklenmedik sanatçı, beklenmedik mekan, beklenmedik sokak…
Beklenmedik bir festival yapıyoruz ama siz bekleniyorsunuz…
Don Kişot Sosyal Merkezi, sanata ve sanatçıya uygulanan baskılara, sansüre, galerilerin ve sahnelerin ticaret merkezi haline gelmesine karşı çıkıyor.
Sosyal medya üzerinden yaptığı açık çağrılarla aynı fikirleri ve hisleri paylaşan sanatçılarla bir araya gelmeyi başardı Don Kişot.
Şimdi ise izleyicilerle buluşup sanatçı izleyici arasındaki mesafeyi kaldırmayı hedefliyor.
Don Kişotun hedeflerine, hayallerine ortak olun.
Festivalde, öncesinde, sonrasında hepimizin evinde görüşmek, güzel karşılaşmaları gerçekleştirmek dileklerimizle…”

Don Kişot Sanat Festivali İnisiyatifi

Detaylı bilgi için tıklayınız

Kaynak :onedio.com

Okunması Gereken 50 Roman

romanEdebiyat, yaratıcılığa dayanan bütün sanat dallarında olduğu gibi, özneldir. Belirli ve herkes için geçerli ölçütlerle değerlendirilemez bu alanda verilen eserler. Yine de edebiyat eserlerini, çağdaşları ve toplum üstündeki etkilerinden yola çıkarak bir değerlendirmeye tutabiliriz. Özellikle söz konusu olan tür romansa, onların kendinden sonraki eserleri nasıl etkilediği, öbür yazın türleri üstündeki etkisinin ne olduğu ve okurların gözünde nasıl bir yer edindikleri önemlidir. Bunun içindir ki onlarca yıl önce yazılmış bir roman hâlâ okunur, edebiyat dünyasını ve bireyleri bugün de etkilemeye devam eder.

Aşağıda, 20. yüzyılda yazılan ve mutlaka okunması, anlaşılması gereken 50 roman listesi yer alıyor. Kitapların sıralaması yazıldıkları yıllara göre yapılmıştır.

1. Şikago Mezbahaları (1906) – Upton Sinclair

İşçi sömürüsünü ve Amerika’daki yetersiz gıda güvenliğini sergileyen roman, Başkan Roosevelt’in 1906′da sağlıkla ilgili iki yasayı geçirmesine neden oldu.

2. Dönüşüm (1915) – Franz Kafka

Dönüşüm, varoluşçuluğu temele alan mükemmel romanlardan biridir. Kafka’nın karakteri Gregor Samsa, bir sabah uyandığında kendini bir böcek olarak bulur. Bu böcek metaforu ise bütün toplumsal rahatsızlıklara cesaret kırıcı bir bakış açısı sunar.

3. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi (1916) – James Joyce

Bu yarı otobiyografik roman, cinselliğe, sürgüne, sömürgeciliğe ve estetiğe bir yolculuk yapar. Kitap, Joyce’un kendisiyle mücadelesine ayna tutmaktadır.

4. Siddhartha (1922) – Hermann Hesse

Roman, yalnızca Siddhartha Gautama’nın hikâyesini anlatmaz, Siddhartha’yı yüce Buda olarak tanımlar, çünkü ana karakter ona benzer bir aydınlanma yolu izler. Yolculuğu boyunca karşılaştığı herkes ve yaşadığı her olay, Siddhartha’ya değerli bir katkıda bulunur.

5. Muhteşem Gatsby (1925) – F. Scott Fitzgerald

Caz çağının alegorisi olma özelliği taşıyan ünlü roman, “Amerikan Rüyası”nın çöküşünü, lüks bir hayat süren bir adamın hüzünlü hikâyesi yoluyla anlatır.

6. Döşeğimde Ölürken (1930) – William Faulkner

Bilinçakışı yöntemiyle yazılan romanda, on beş farklı anlatıcının ağzından karışık bir düzende aile bireylerinden birisinin gömülme arzusu yerine getirme çabası anlatılır.

7. Mübarek Toprak (1931) – Pearl S. Buck

Dünya Savaşı’ndan sonra, bir çiftçi ve karısının yaşam savaşının betimlemesi özelliği taşıyan roman, çiftçinin ve ailesinin, yaşamlarını kontrol etme hikâyesini zaman ve yer kavramlarını aşarak anlatır.

8. Dalgalar (1931) – Virginia Woolf

Sansür döneminde kadınların arzularını ve eşcinselliğini oldukça keskin hatlarla ve açıksaçıklıkla araştıran Woolf, bu kavramların “edepli toplum” değerlerinden öte bir yerde düşünülmesi için okurlarına meydan okur. Arkadaşları karşılıklı bir trajedide hemfikir olurken birçok fikir ve felsefe nihai feminist hareketin belirginleştiğini ima eder.

9. Fareler ve İnsanlar (1937) – John Steinbeck

Büyük bunalım boyunca fakirlik ve eziyetle mücadele eden iki göçmen işçinin trajik ve tozlu hikâyesi, Steinbeck’in en meşhur eserlerindendir. Kahramanlarının birbirleriyle olan ilişkisini ve etraflarındaki umutsuzluğu inceleyen bir eserdir.

10. Tanrıya Bakıyorlardı (1937) – Zora Neale Hurston

Antropolog Hurston, Karaib ve ya Afrika soyundan gelen Amerikalıların kişisel deneyimerine ışık tutmak için Amerika’nın güneyi ve Karayipler ile ilgili araştırmasına dikkat çeker.

11. Sessiz Gezegenin Dışında (1938) – C.S. Lewis

Lewis, Narnia gibi canlı ve hayal gücü kuvvetli bir dünyada, insan içgörüsüne bazı fantastik yaratıklarla uzaylı manzaraları yerleştirerek bilimkurguyu çözmeye çalışır.

12. Hoşça Kal Berlin (1939) – Christopher Isherwood

Bir hiciv geçidi, eksantrik ve grotesk figürlü, ilginç hikâyeler dizisi, Berlin’deki Nazi saldırısının öncesinde ana karakter Isherwood’un başına gelen olaylardan esinlenerek ortaya çıkmıştır.

13. Altın Gözde Yansımalar (1941) – Carson McCullers

Carson McCullers, ABD’nin güneydoğu eyaletlerinden birinde, barış zamanı bir ordugâhta geçen bu romanında, beş kişinin yalnızlıkları, düşleri, saplantıları, başarısızlıkları ve zaaflarından bir “insani cehennem” örüyor.

14. Yabancı (1942) – Albert Camus

Varoluşçu bir roman olarak etiketlenmesine rağmen, Camus, politika, felsefe, edebiyat ve din gibi çok geniş bir açıdan alır sorunları. Romanda bir katilin hayatında gittikçe artan absürt ve ruhsuz olayları anlamlandırma çabası yer alır.

15. Başka Sesler Başka Odalar (1948) – Truman Capote

Old South, etrafında bir viraneye dönüşürken genç bir çocuk tanımadığı akrabalarıyla yaşamak için gönderilir ve kendisini insanlığın anlamını, onun güzel ve karmaşık yapılarını sorgularken bulur.

16. 1984 (1949) – George Orwell

1984, şimdiye kadar yazılmış en etkili politik ve distopik romanlardan biridir. Bu tartışmasız klasik, bireyin toplumla olan ilişkisini dikkatli bir biçimde irdeler. Sadık bir sosyalist olan Orwell, komünizm, faşizm ve totalitarizmin mantıksal aşırılıklarını ortaya çıkarmak niyetindedir ve bunu büyüleyici ve korkunç anlatımı ve diliyle yazmıştır.

1951 yılında yayımlanmasına rağmen, Salinger’in ikonik, isyankâr antikahramanı Holden Caulfield hâlâ yaşamaktadır ve Amerikan toplumunun iki yüzlülüğünü ve sahtekârlığını dile getiren güvenilmez bir ses olarak da okunmaktadır.

18. Görülmeyen Adam (1953) – Ralph Ellison

Çok az roman insan hakları hareketinden önce Afroamerikan toplumunun duygularını Görülmeyen Adam kadar iyi yakalamıştır. Ellison, marjinalleşme, hayal kırıklığı ve çağdaşlarını değersizleştirme gibi kavramları politik bir bireşime dönüştürmektedir.

19. Sineklerin Tanrısı (1954) – William Golding

Makro konuya mikro bir bakış getiren roman, bir uçak kazasından sonra adaya sıkışan, orada uygarlık çatışmalarına ve farklı gruplaşma yolları arayan ve bunu, gücü güvence altına almak için yapan İngiliz okul çocuklarının hikâyesini anlatır.

20. Lolita (1955) – Vladimir Nabokov

Birçok okur romanın merkezindeki tartışma yaratan pedofili ilişkiyi görüp, romanın özünü atlamıştır. Lolita, kurbanla kurban eden arasındaki çizginin bulanıklaşmasını özenle inceler.

21. Şafak Tapınağı (1956) – Yukio Mişima

İnsan zihninin gizli kalmış yerlerini usta bir anlayışla anlatan Mişima, tapınaktaki evi tarafından büyülenen genç Budist’in deliliklerini ve eziyetlerini incelemektedir.

22. Zen Kaçıkları (1958) – Jack Kerouac

Beat neslinin temel taşı olarak bilinen Kerouac, özgür Zen Kaçıkları’nda konformist Atom Çağı’nda, toplumun gittikçe sertleşen anlam arayışını net bir biçimde gösterir.

23. Gece (1958) – Elie Wiesel

Çok az roman, soykırımın onur kırıcı ve iç burkan korkularını toplama kampında geçen, yarı otobiyografik, didaktik ve trajik bu roman kadar iyi anlatabilir.

24. Parçalanma (1958) – Chinua Achebe

Igbo lideri Okonkwo, kabilesinin hem içerde hem de İngiliz kolonisi gibi dış kaynaklarla parçalanmasını izlemektedir. Bu roman postkolonyel edebiyat tarzında şimdiye kadar yazılmış en aydınlatıcı ve provokatif eserlerden biridir.

25. Bülbülü Öldürmek (1960) – Harper Lee

Lee’nin bu uzun eseri, zorlukların içinde dürüstlüğü devam ettirme ve toplumsal ahlakı sürdürebilme mesajlarını taşıyan, içerik bakımdan zengin bir romandır.

26. Madde 22 (1961) – Joseph Heller

Heller, bu kara mizah ögeleri barındıran romanında, absürt hükümet bürokrasisi yoluyla savaşa ve şiddete ciddi eleştiriler gönderir.

27. Otomatik Portakal (1962) – Anthony Burgess

Özgür iradenin sınırlarını ve doğasını sorgulayan bu provokatif ve distopik roman, sokak çetelerinin acımasızlığıyla hükümetin yaptığı tuhaf deneyleri konu edinir.

28. Guguk Kuşu (1962) – Ken Kesey

Zihinsel sağlık enstitüsü ve MKULTRA’da edindiği tecrübelerle ortaya çıkan Kesey’nin tartışmalı romanı, toplumun yanlış anlaşılan, aşağılanan ve gözden kaçanlarına bir ışık tutmaktadır.

29. Kedi Beşiği (1963) – Kurt Vonnegut

Kedi Beşiği’nde teknoloji, din, bilim ve soğuk savaş, nüktedan ve kırıcı bir mizaha kurban gitmektedir ki bu eser aynı zamanda ana ilkeleri de ayrıntılı biçimde inceler.

30. Herzog (1964) – Saul Bellow

Mektup tarzında düzenlenen bu roman, orta yaş bunalımına yenik düşen ana karakter Moses Herzog’un zihnine bir gedik açar.

31. Paris Bir Şenliktir (1964) – Ernest Hemingway

Bu yaratıcı romanda Hemingway, 1920′li yıllarda Paris’te bir göçmen olarak edindiği tecrübeyi ve sayısız önemli yazar ve sanatçıyla olan iletişimini dile getirir.

32. Kişisel Bir Sorun (1964) – Kenzaburo Oe

Ailevi sorumluluk ve gerçeklerden kaçış bu romanın merkezini oluşturur. Bir babanın, yeni doğan zihinsel engelli oğlundan uzaklaşmak gibi yüz kızartıcı kararı ve bu karardan kendini alkole ve kadınlara vererek vazgeçmesi anlatılır.

33. Maus Hayatta Kalanın Öyküsü (1972) – Art Spiegelman

Spiegelman’in babasıyla olan hasarlı ilişkisini düzeltme çabalarını anlatan ilginç bir hikâyeyle çerçevelenen iki ciltlik bu roman, soykırım edebiyatı ve grafik roman tarzına önemli bir örnektir.

34. Gravity’s Rainbow (1973) – Thomas Pynchon

II. Dünya Savaşı’nın tuhaf ve postmodern bir yorumu olan bu roman, birbirinden farklı gerçek konu ve fikirleri araştırırken 73 bölümde 400′ü aşkın karakteri uzun uzun anlatır.

35. Suttree (1979) – Cormac McCarthy

Ortada hiçbir neden yokken varlıklı bir adam, lüks hayatını terk edip Tennessee nehrindeki tekne evine kendini hapseder. Orada birçok kötü insanla karşılaşır, kendisi ve çevresi hakkında çok şey öğrenir.

36. Alıklar Birliği (1980) – John Kennedy Toole

Şimdiye kadar Pulitzer kazanmış ve aynı zamanda sevimli bir absürt tarzı olan romanlardandır. Toole, trajik ve gülünç olan New Orleans’ın bir portesini çizer.

37. The Color Purple (1982) – Alice Walker

Walker, 1930′ların Georgia’sında geçen bu romanında, o zamanlar görmezden gelinen bir grup olan Afroamerikan kadınların var olma mücadelesini ele alıyor.

38. Beyaz Gürültü (1985) – Don DeLillo

Postmodern bir ana karakter olan Jack Gladney ve ailesi, yerel bir felaketin ardından kendi varoluşlarını incelemeye başlar.

39. Watchmen (1986) – Alan Moore

Watchmen, soğuk savaş, Thatcherizm ve Reaganizm hakkında yorum yapan, geleneksel süper kahraman mitoslarını tahlil eden, yarı gafik tarzında yazılmış bir romandır.

40. Mutfak (1988) – Banana Yoshimoto

Tokyo’da kederin, yenilginin, aşkın ve yemeğin merkeze alındığı bir kitap olan Mutfak, Yoshimoto’nun ilk romanıdır ve toplum tarafından askıya alınan hayatın sınırlarına dikkatle bakan bir romandır.

41. Biz (1988) – Yevgeny Zamyatin

1920-1921 yılları arasında yazılan fakat 1988′e kadar basılmayan bu Zamyatin romanı, iki farklı Rus devriminden edinilen deneyimlerle ortaya çıkan totaliter, kötücül ve distopik bir geleceği anlatır.

42. A Good Scent from a Strange Mountain (1992) – Robert Olen Butler

Vietnam savaşından kısa bir süre sonra Louisina’da kendi yalnız hayatlarını dokumaya başlayan göçmenler, gaziler, fahişeler ve öbür yabancılaştırılmış insanları konu alan bir kitaptır.

43. Snow Crash (1992) – Neal Stephenson

Cyberpunk hareketinin temel taşlarından biri olan ve oldukça titizlikle yazılan bu roman, Second Life gibi metaverselerin, Google Earth gibi evrensel servislerin ve internet kültüründeki dil temelli fikirlerin nihai doğuşunu doğru bir biçimde öngörmüştür.

44. Art & Lies (1994) – Jeanette Winterson

Benlik, cinsellik, yaratıcılık hakkında sorular soran, Picasso’nun, Sappho’nun hayatını içeren büyülü gerçekliğin postmodern bir eseridir.

45. Life After God (1994) – Douglas Coupland

Coupland, hayatlarında din olmadan yetişen bireyler ile maneviyatı ve anlamı bulmada sayısız yolları deneyen insanları karşılaştırır.

46. Fight Club (1996) – Chuck Palahniuk

Palahniuk, bu ilk romanında Amerikan toplumunun yalnızca yapay şeyler üretmek için insan doğasını kısıtlamasına ve baskı altına almasına derin ve keskin bir ayna tutar.

47. The Lives of Animals (1999) – J.M. Coetzee

Coetzee, insanoğlunun hayvanlara gösterdiği farklı davranışlarla veganizmden esinlenerek yazdığı bu romanda, bu iki bakış açısını dengeleyerek eserine yansıtmaktadır

48. Saksı Olmanın Faydaları (1999) – Stephen Chbosky

Anlatıcı Charlie, aslında parçası olmak istediği dünyadan ayrılma ve tecrit hissi ile büyüyen yeni nesil için, yeni çağın Çavdar Tarlasında Çocuklar’daki Holden Caulfield’i gibi davranır.

49. Places Left Unfinished at the Time of Creation (1999) – John Phillip Santos

Santos, ailesinin mirasını anmak ve araştırmak için gelecek, geçmiş ve günümüz arasında bir köprü kurar. Bunu yaparken Meksika geleneğinin parçalarıyla süslenmiş hikâyelere ve arkeolojik duyarlılığı olan bir tarih bilincine yer verir.

50. Sputnik Sweetheart (1999) – Haruki Murakami

Çok az yazar Murakami’nin anlattığı gibi karşılıksız aşkı ve kaybı anlatabilir. Yazarın şiirsel ve çağrışımsal tarzıyla bezenmiş roman, bireylerin kendilerini bir bütün olarak toplumdan uzaklaştırmasını ve bunun yarattığı yalnızlığı yansıtır.

Temaya, milliyetlere, toplumların kökenine, geçen yıllara ya da kabul gören başarı düzeyine aldırmadan, bu elli kitabın yazarı, okurlara yeni fikir ve bakış açısı kazandırmayı başarmıştır. Bazıları toplum tarafından göz ardı edilen grupların ya da bireylerin sözlerini yansıtmıştır, bazıları dışta olanı açıklamak için içsel bir bakış sergilemiş, bazıları da insanlık için olası kaderleri doğru varsaymıştır. Her durumda tümü de uygarlığın nerede başladığını ve şimdi nerede olduğunu anlatan, okunmayı hak eden romanlardır.

47. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Ödülleri, Sahiplerini Buldu

47siyad-odulleriBerkin Elvan’ın anılmasıyla başlayan SİYAD Ödülleri sahiplerini buldu. En iyi film Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği Kış Uykusu 6 dalda ödül alarak geceye damga vurdu.

47. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Ödülleri, dün gece Cemal Reşit Rey’de gerçekleşen törenle sahiplerini buldu. Özge Özberk’in sunduğu törende bu yılın ödüllerine Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiyeli filmi ‘Kış Uykusu’ damga vurdu. ‘Kış Uykusu’ geceden En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu (Melisa Sözen) ve En İyi Erkek Oyuncu’nun (Haluk Bilginer) da aralarında olduğu altı ödül kazandı. Nuri Bilge Ceylan, ödülünü alırken “Sinema üzerine çok fazla yazı yazılan bir sanat dalı. Fotoğrafçılık yaptığım günlerden hatırlıyorum çok büyük bir sessizlik vardı. Özellikle yazılar için sinema yazarlarına teşekkür etmek isterim. İster olumlu ister olumsuz olsun hepsinden çok şey öğreniyorum,” diye konuştu.

Açılış konuşmasını yapan SİYAD Yönetim Kurulu Başkanı Melis Behlil, birinci ölüm yıldönümünde Berkin Elvan’ı andığı konuşmasında sansür ve ifade özgürlüğünden bahsederek derneğin sansürün her türüne karşı olduğunun altını çizdi.

100 YILIN EN İYİ 10 FİLMİ SEÇİLDİ

Sinema Yazarları Derneği, Türkiye Sineması’nın 100. Yılı kutlamaları vesilesiyle bu yıl özel bir seçim daha gerçekleştirdi. SİYAD üyelerinin oylarıyla belirlenen ‘Yüzyılın 100 Filmi’ listesinin zirvesinde bulunun on film de törende ilan edildi. Sinema Yazarlarının seçimiyle Yılmaz Güney‘in filmi ‘Umut’ birinci sıraya yerleşti. ‘Umut’u sırasıyla şu filmler takip etti: Yol, Sevmek Zamanı, Anayurt Oteli, Vesikalı Yârim, Muhsin Bey, Sürü, Selvi Boylum Al Yazmalım, Masumiyet, Bir Zamanlar Anadolu ’da.

47. SİYAD ÖDÜLLERİ ŞÖYLE

En iyi film
Kış Uykusu – Zeyno Film, Memento Films, Bredok Films

En iyi yönetim
Nuri Bilge Ceylan – Kış Uykusu

Mahmut Tali Öngören En iyi senaryo
Deniz Akçay – Köksüz

Cahide Sonku En iyi kadın oyuncu performansı
Melisa Sözen – Kış Uykusu

En iyi erkek oyuncu performansı
Haluk Bilginer – Kış Uykusu

En iyi yardımcı kadın oyuncu performansı
Lale Başar – Köksüz

En iyi yardımcı erkek oyuncu performansı
Ayberk Pekcan – Kış Uykusu

En iyi müzik

Kenan Doğulu – Unutursam Fısılda
En iyi görüntü yönetimi
Gökhan Tiryaki – Kış Uykusu

En iyi kurgu
Yorgos Mavropsaridis – Sivas

En iyi sanat yönetimi
Soydan Kuş – Unutursam Fısılda

En iyi belgesel film adayları
Tepecik Hayal Okulu, Güliz Sağlam

En iyi kısa film adayları
Müjdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına!, Melik Saraçoğlu & Hakkı Kurtuluş

Müzisyenlere En Çok Baskı Yapılan Üçüncü Ülke: Türkiye

Müzisyenlere yönelik saldırı, sansür, gözaltı, hapis ve tehdit olaylarını değerlendiren Danimarka merkezli sivil toplum kuruluşu Freemuse, Müzik Özgürlüğü 2015 raporunu yayınladı.

freemuse-muzik

Rapora göre, Türkiye müzisyenlerin en fazla hak ihlaline uğradığı 3’üncü ülke.

Freemuse’un verilerine göre 2014 yılında 90 müzisyen saldırıya uğradı ve müziksel ifade özgürlüğü ihlal edildi.

Buna göre, geçtiğimiz yıl bir müzisyen öldürüldü, 17 müzisyen hapis cezasına çarptırıldı, dokuz müzisyen saldırıya uğradı ve 14 müzisyen hakkında hukuki soruşturma başlatıldı.

Müzisyenlere yönelik hak ihlalleri yapan ülkelerin ilk sırasında Rusya var. Rusya’yı Çin ve Türkiye takip ediyor.

Müzik Özgürlüğü raporuna göre, 2014 yılında 9 Türkiyeli müzisyen hakkında hukuki süreç başlatıldı.

İnsan hakları ve demokrasinin erozyona uğradığının kanıtı

Raporda, Rusya ve Türkiye’de müzisyenlerin maruz kaldıkları muamelelerin bu ülkelerde insan hakları ve demokrasinin erozyona uğradığının bir kanıtı olduğu belirtiliyor.

Freemuse Genel Direktörü Ole Reitov da, müzisyenleri şiddet ve tehditle susturma çabası toplumun da müzik aracılığıyla eleştirilerini dile getirme hakkının elinden alındığı görüşünde.

Reitov, “Hükümetlerin, uluslararası insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerine uymaları çok önemli” ifadelerini kullandı.

Kaynak: Onedio

Türk Sinemasının Tarihi Tablolarda

neşe-aksoySinema sanatçısı Neşe Aksoy, Türk sinemasının tarihini tablolara yansıttı. 33. uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ile eşzamanlı açılan sergide, 11 tablo yer alıyor.

TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde açılan sergide, Aksoy’un 11 tablosu sanatseverlerle buluşuyor. Sanatçının resimleri, bu yılki teması “Sinemamızın 100 Yılı” olarak belirlenen fuarın “Türk Sineması” için ayrılan bölümünde sergileniyor. Türk sinemasının yüzüncü yıl kutlamaları çerçevesinde, Türk sinemasındaki önemli olayları ve filmleri tuvale aktaran sanatçının eserleri arasında, Sultan II. Abdülhamid için Yıldız Sarayı’ndaki ilk film gösterimi, ilk sinema salonu Pathe’nin açılışı, ilk renkli Türk filmi “Halıcı Kız” ve uluslararası ödül alan ilk film olan “Susuz Yaz”ın işlendiği tablolar yer alıyor.

Aksoy, sergiyi Türk sinemasının yüzüncü yılı etkinlikleri için hazırladığını belirterek, “Oyunculuğumun yanı sıra tablolarımla da sinemaya bir katkım olsun istedim. Sinema ve resim sanatını bir arada sunacağım sergi için 3 yıl önce çalışmalara başladım. Çok yorucu ve uzun bir süreçti. Çok araştırma yaptım ve tablolarıma aktaracağım konuları titizlikle seçtim” ifadelerini kullandı.

Araştırmaları sırasında Türk sinema tarihinin ilkleri ile ilginç olaylarla da karşılaştığını kaydeden Aksoy, Türk sinema tarihinin başlangıcının 1914’te çekilen “Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı” olarak kabul edildiğini hatırlatarak, şunları kaydetti:

Manaki kardeşlerin çektiği filmlerden ‘Büyükanne Despina’nın tablosunu yaptım. Bu filmi bazı sinemacı ve tarihçilerimiz Türk sinemasının başlangıcı olarak görüyorlar. Diğer bir tablo ise Yıldız Sarayı’nda II. Abdülhamid için yapılan film gösterimi. Bunu tabloma aktarmak için Yıldız Sarayı Tiyatro Salonu’na girip salonun ayrıntıları fotoğrafladım. Yaptığım araştırmalarda Sedat Simavi’nin 20 yaşında, ‘Pençe ve Casus’ filmlerinin senaryolarını yapıp, filmleri yönettiğini öğrendim. Çekimine Weinberg’in başladığı fakat 1. Dünya Savaşı nedeniyle yarım kalan ve sonrasında Fuat Uzkınay tarafından tamamlanan ‘Himmet Ağa’nın İzdivacı’ filmini resmettim. ‘Mürebbiye’ ile ilk sansürü, ‘Halıcı Kız’ ile ilk renkli filmi ve ‘Susuz Yaz’ ile ilk uluslararası ödülü tablolarıma taşıdım. 11 tablo böyle oluştu. Benim için önemli olan tablolarım ile ailem olan Türk sinemasına bir selam göndermektir.’

Sergideki tabloların satışından elde edilecek gelir, Filmsan Vakfı tarafından Türk sinemasına emeği geçen sanatçılar için kullanılacak. Sergi, 16 Kasım’a kadar fuar alanında ziyaret edilebilecek.

Kaynak: Al Jazeera

Ankara’nın en önemli iki tiyatro sahnesi, Satılmış!

akun-ve-sinasi-sahneleri-devam-etmeliMülkiyeti Emek İnşaat A.Ş’de bulunan, Ankara’nın en önemli iki tiyatro sahnesi, Akün ve Şinasi sahnelerinin 10 gün önce, gizli şekilde, Karadenizli bir şirkete satıldığı öğrenildi. Her iki sahnenin satışının 23 milyon TL’ye gerçekleştiği belirtilirken, satış talimatının bizzat Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik tarafından verildiği dile getirildi. Devlet Tiyatroları’nın (DT) bünyesinde faaliyet gösteren her iki tiyatro sahnesi için daha önce 5 kez ihaleye çıkılmış ancak satış “muammen bedelin altında kaldığı” gerekçesiyle gerçekleşmemişti.

“Sansür” ve sanat kurumlarını yok etmeyi amaçlayan Türkiye Sanat Kurulu (TÜSAK) Yasa Tasarısı taslağı gölgesindeki tartışmalara maruz kalan DT’ye bir şok da Emek İnşaat’tan geldi. Mülkiyeti Emek İnşaat’a bağlı olan ve Ankara’nın merkezi yerinde bulunan, en fazla tiyatro oyunlarının sahnelendiği iki sahne, Akün ve Şinasi sahnelerinin gizli bir şekilde satıldığı öğrenildi. Emek İnşaat yetkilileri sahnelerin yeni sahibini sır gibi saklarken, sahneleri alan şirketin sahibinin Karadenizli olduğu ve İstanbul Ticaret Odası’na kayıtlı bulunduğu bilgisi edinildi.

Daha önce de 5 kez satışı gündeme gelen ve “muammen bedelenin altında kaldığı”, sivil toplum kuruluşlarının tepkisi nedeniyle ihalesi geri çekilen iki sahnenin 23 milyon TL’ye bu kez Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in talimatıyla satıldığı kaydedildi.

İhale şartnamesi duyurulmadı

Akün ve Şinasi sahnelerinin satışının 10 gün önce yapıldığı ve sivil toplum kuruluşları ve sanatçıların tepkileri nedeniyle ihalenin Kamu İhale Yasası kapsamı dışında tutularak, gizli ihale ile gerçekleştirildiği de dile getirildi. Satışı gerçekleştirilen her iki sahne için DT’ye 2014-15 sanat sezonu sonuna kadar kullanma hakkı tanındığı da belirtiliyor. Ancak her iki sahnenin sezon sonundan sonra ne şekilde kullanılacağı bilinmiyor. Emek İnşaat yetkileri ise satışa ilişkin Cumhuriyet’e bilgi vermekten kaçındı.

Sinemadan tiyatro olmuştu

Ankara’nın en işlek yerlerinden Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan Akün Sahnesi, 1975 yılından 2002 yılına dek Akün Sineması olarak hizmet vermişti. Daha sonra bu salon 2002 yılında DT Genel Müdürlüğü’nce, dönemin genel müdürü Lemi Bilgin tarafından tiyatro sahnesine çevrilmişti ve o tarihten bu yana da tiyatro sahnesi olarak kullanılıyordu.

Akün Sahnesi’nin hemen arkasında yer alan ve Tunus Caddesi’ne bakan Şinasi Sahnesi de Ankara’nın en eski tiyatro sahnelerinden biri olma özelliğine sahip. Sahne, 13 Mart 1988’de Yüksel Pazarkaya’nın “Meliha” adlı oyunuyla açılmıştı.

Her iki sahne de bugün “kentin en önemli sanat merkezlerinden” biri kabul ediliyor.

Kaynak: Onedio

Devlet Tiyatroları’nda istifalar sürüyor

Güneş Batarken Bile Büyük oyunuyla ile ilgili başlayan sansür tartışmaları nedeniyle görevinden istifa eden Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt’un ardından İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğünü yürüten Şakir Gürzumar da görevinden istifa etti.

sakir-gurzumar

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Güneş Batarken Bile Büyük” oyununda geçen sözleri sansürlemek istemesinin ardından Mustafa Kurt’un Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nden istifa etmesi sonrasında söz konusu göreve Nejat Birecik’in atanmasıyla kurum içinde başlayan huzursuzluk DT’den gelen istifalarla giderek artıyor.

Bir istifa haberi de bugün geldi. 2009’dan bu yana İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğünü yürüten Şakir Gürzumar bu sabah Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne istifasını sundu. Son istifayla birlikte istifa sayısı 7’ye yükselmiş oldu.

Şakir Gürzumar, konservatuardan mezun olduğu 1979 yılından beri Devlet Tiyatrosu’nda çeşitli görevlerde çalışmış, DT bünyesinde Sanat Yönetmenliği ve müdürlükler yapmıştı. 8 Temmuz 2009’dan bu yana İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü ve Sanat Yönetmenliği görevini sürdüyordu.

Yönettiği oyunlarla iki defa Kültür Bakanlığının verdiği ‘En İyi Reji’ ödülünü alan sanatçı ayrıca 1997 Avni Dilligil ‘En İyi Yapım Ödülü’nü ve 2005 Afife Tiyatro ‘Yılın En Başarılı Yönetmeni’ ödülünü kazanmıştı.

‘Oyun sahnelemeyeceğim’

Mustafa Kurt’un istifasından sonra DT Genel Müdür vekili olarak dizi oyuncusu Nejat Birecik atandı. Devlete bağlı sanat kurumlarının özelleştirilmesini öngören TÜSAK’a yakınlığı ile bilinen Birecik’in atanması tepki çekmiş, Ankara DT Müdürü Şekip Taşpınar ve Müdür Yardımcısı Serdar Kayaokay ile Başrejisör Ali Hürol da istifa ettiklerini açıklamışlardı. Yönetmen Yücel Erten’de kişisel sosyal medya hesaplarından yayınladığı bir açıklama ile, Biricik’in atanmasına tepki gösterek, bu dönemde DT’nda oyun sahnelemeyeceğini açıkladı.

Kaynak :[-]

Siz yayımlamayınca zaten ‘Venüs’ün Doğuşu’ tablosu hiç var olmuyor!

Ünlü İtalyan ressam Botticelli’nin iki tablosuna TV8 rejisinin uyguladığı sansür TV8’de gündüz kuşağında program yapan Oylum Talu’yu isyan ettirdi. 

Sandro Botticelli'nin "Venüsün Doğuşu" tablosu

Sandro Botticelli’nin “Venüsün Doğuşu” tablosu

Tv 8’de yaşanan sansür skandalını Milliyet Tv yazarı Sina Koloğlu bugünkü köşesine taşıdı.

Sina Koloğlu’nun yazısının ilgili bölümü şöyle:

TV8’de gündüz kuşağında program yapıyor Oylum Talu. Geçen gün konu Botticelli’nin, ‘Venüs’ün Doğuşu’ ve ‘Primaverra’ adlı iki tablosuna geldi.

Rejideki arkadaşlarından yayına alınmasını istedi bu eserlerin. Ara anonsunda “Arkadaşlar yayına hazırlıyorlar” diye ekledi.

Aradan zaman geçti. Oylum Talu, “Venüs’ün Doğuşu’nu yayınlayamıyoruz. Bizim ekibimiz sanat eserini sansürlemeye karar verdi. Dünyanın gelmiş geçmiş  en önemli eserini sansürleyerek yayınlayacakmışız. ‘Venüs’ün Doğuşu’ sansürleniyorsa,  atalım kendimizi camdan” diye son noktayı koydu.

Bu tabloyu yayınlasa ne olurdu TV8?

RTÜK’e şikayet yağardı, “Çıplak kadın gösteriyorlar” diye. RTÜK de “Gençlerin ve çocukların ayakta olduğu saat diliminde böyle resim gösterilir mi?’ diye oy çokluğuyla ceza kararı alırdı. Büyük olasılıkla Acun Ilıcalı’ya da ‘muhafazakâr’ çevrelerden tepkiler gelirdi. Oylum Talu’nun da işine son verilebilirdi mesela.
Botticelli 1482’de bu resmi yapmış.
Geç bunları geç. O tablo Botticelli’nin, kısaca çizdiğim de bizim tablomuz.

Kaynak :[-]

Sandro Botticelli Kimdir?

Sandro Botticelli.

Sandro Botticelli.

Asıl adı Alessandro di Mariano di Vanni Filipepi olan, ama daha çok Sandro Botticelli ya da Il Botticello (“Küçük Fıçı”) lakabıyla bilinen İtalyan ressamı (1 Mart 1445 – 17 Mayıs 1510). (“Küçük Fıçı”) lakabı aslında kuyumcu ağabeyi Antonio Filipepi’ye aittir. Ancak resim eğitiminden önce ağabeyinin yanında çıraklık yaptığı süreçte Alessandro da aynı lakap ile anılmaya başlanmıştır. Kuyumcu çıraklığını bırakarak genç yaşta Fra Filippo Lippi’nin atölyesinde resim, desen ve geometri öğrenmiştir. İlk yapıtlarından olan Yudit Öyküleri’nde (1472, Floransa, Uffizi Galerisi) Lippi’nin ve Lippi’den sonra yanlarında çalıştığı Antonio del Pollaiolo ve Verrocchio’nun etkileri görülür.

1470 yılında, henüz ilk tablolarıyla büyük ün kazanmıştır. Özellikle Müneccim Kralların Tapınması (1475-1476, Uffizi Galerisi) ve Madonna (Louvre Müzesi) bunlar arasında sayılabilir.

1481’de Papa IV. Sixtus tarafından Roma’ya davet edilmiş; Rosselli, Ghirlandaio ve Perugino ile birlikte Sistina Şapeli’nin süslemesinde çalışmıştır. Burada Musa’nın yaşamını canlandıran 3 fresk ile Şeytanın İsa’yı Ayartma Çabaları’nı yapmıştır. Bu eserlerinde zengin ayrıntılar görülür.

1480-1490 yıllarında, olgunluk döneminde Floransa’da Lorenzo de’ Medici’nin korumasında sanat çalışmalarını sürdürmüştür. Bu dönemde, Primavera (İlkbahar) (1482, Uffizi), Venüs ile Mars (1483, Ulusal Galeri, Londra), Pallas Athena ile Kentaur (1485, Uffizi) gibi konusunu mitolojiden alan başyapıtlar gerçekleştirmiştir. Bu arada, kiliseler, dinsel dernekler için tablo siparişleri almıştır. Meryem’in Taç Giymesi (1488, Uffizi) bunlardan biridir.

Daha sonra zarif ve özgun kompozisyonlar içeren bir dizi Madonna resmi gerçekleştirmiştir. Bunlar arasında Şamdanlı Madonna (Berlin), Magnificat Madonna’sı (1485, Uffizi) ve Narlı Madonna (1487, Uffizi) sayılabilir. Resimlerinde pastel tonlar kullanır.

1491 yılında tanıştığı Savonarola’dan ve vaazlarından çok etkilenmiştir. Son yapıtlarında bu vaazların yarattığı çelişkilerin etkileri görülür. Pieta (1498, Münih Pinakothek’i), Çarmıha Geriliş (Cambridge, ABD), İsa’nın Doğumu (1500, Londra) bu eserler arasında sayılabilir. Ayrıca yoğun anlatım gücü ve güçlü desenlerle, Dante’nin İlahi Komedya’sını resimlemiştir.

Botticelli, Rönesans resim sanatının gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Kendisini deliliğin sınırına sürükleyen kaygısı, sanatına yön vermiştir. Uçucu ve coşkulu figürler çizmiştir. Ayrıca hastalık derecesine varan zerafet duygusu eserlerine kendine özgü, şiirsel bir hava verir. Yapıtlarında hareket ve duruşun inceliği, ince uzun bedenli, uzun boyunlu ve ciddi ifadeli kadının zarifliği zengin bir doku oluşturur. Botticelli dini konu alan tablolar yapmış olsa da, dinsel bir ressam değil, güzelliğe tutkun bir ressam olmuştur.

Venüs’ün Doğuşu Tablosu hakkında

Venüs’ün Doğuşu, İtalyan ressam Sandro Botticelli’nin 1482–1486 yılları arasında tuval üzerine tempera ile çizdiği tablodur. Tabloda, Venüs’ün ergen bir kadın olarak denizden doğarak kıyıya çıkışı betimlenir. Dünyanın en bilinen resimlerinden biri olan tablo, Floransa’daki Uffizi’de sergilenmektedir.

Tablonun Tarihi : 

Girolamo Savonarola

Girolamo Savonarola

Bu büyük resim muhtemelen, tıpkı İlkbahar gibi, Lorenzo di Pierfrancesco de’ Medici’ye ait Villa di Castello için 1482’de ya da belki daha önce çizildi. Ancak bazı araştırmacılara göre, Lorenzo için çizilen ve Giorgio Vasari’nin de sözünü ettiği Venüs tablosu, artık mevcut olmayan başka bir resimdir. Kimi kaynaklarda resmi Muhteşem Lorenzo’nun sipariş ettiği belirtilir. Bazı uzmanlara göre bu tablo, Giuliano di Piero de’ Medici’nin Simonetta Vespucci’ye olan aşkının anısına çizilmiştir. Vespucci, deniz kenarında yer alan ve o bölgedeki inanışa göre Venüs’ün doğduğu yer olan Portovenere adındaki bir kasabada yaşıyordu. Botticelli de aslında eskiden, de’ Medici’nin metresi olan Vespucci’ye aşıktı. Hatta genel inanışa göre Vespucci, bu resim ve İlkbahar da dahil olmak üzere, ressamın birçok resmindeki kadın figürleri için modellik yapmıştı.

Roma Katolik geleneğine uygun sanat eserlerinni üretildiği bir zamanda ve yerde çizilmiş olan tablonun teması açıkça pagan etkileri gösteriyordu. Ressamın pagan etkisine sahip birçok başka eserinin Girolamo Savonarola tarafından yaktırılmış olmasına rağmen bu resim ortadan kaldırılmadı. Bunda Botticelli’nin Lorenzo de’ Medici ile olan yakın dostluğu sebebiyle kilisenin bu eseri sapkın ilan etmemesi rol oynadı.

Tablonun İçeriği : 

Yunan mitolojisinde Kronus, babası Uranüs’ü hadım edip cinsel organını denize atar. Sonuçta deniz döllenmiş olur ve Venüs denizden doğar. Venüs bu tabloda, bir denizkabuğu üzerinde denizden yükselip, sol taraftaki iki rüzgar tarafından kıyıya doğru sürüklenmiş şekilde betimlenir. Tabloya ilham veren antik dönem eserlerinde denizkabuğu, vulvayı simgeler. Çıplak olarak betimlenen Venüs’ün yanında, mevsim tanrıçaları olan Horae’den biri bulunur ve elindeki çiçekli pelerin ile tanrıçanın üzerini örtmeye çalışır. Ayrıca rüzgarlar Venüs’ün üzerine, ortası altın renginde güller dökmektedir.

Venüs’ün anatomisi ve çeşitli ikincil detaylar, o dönemde Leonardo ya da Rafael’in eserlerinde görülen katı klasik gerçekçiliği yansıtmaz. Bunun en belirgin örnekleri, tanrıçanın imkânsız uzunluktaki boynu ve sol omzundaki anatomik olarak mümkün olmayan açıdır. Kimilerine göre bu eser, maniyerizmi öncelemektedir.

Klasik Dönem Etkisi : 

Tabloda Ovid’in Metamorfozlar ve Fasti eserlerinin etkisi görülür. Ayrıca bu tablo Botticelli’nin, Büyük Plinius, Tarentumlu Leonidas, Sidonlu Antipater, Archias ve 2. yüzyıl tarihçisi Lukianos’un, uzun süre önce ortadan kaybolmuş Antik Yunan şaheserlerini tarif ettikleri eserlerinden yola çıkarak çizdiği bir resim serisinin parçasıdır. Örneğin bu yazarlar Apelles’in Venus Anadyomene isimli eserinden bahsederler. Anadyomene, “denizden yükselen” anlamına gelir ve 19. yüzyılda Venüs’ün Doğuşu ismi kullanılmaya başlaya kadar Botticelli’nin tablosu da bu adla anılmıştır.

Tabloda Venüs’ün duruşu, Praxiteles’in Knidos Venüsü heykelinin yanı sıra, Praxiteles ekolünü takip eden biri tarafından yapılan bir başka bronz Venüs heykelinin M.Ö. 1. yüzyıldan kalma mermer kopyası olan Medici Venüsü’nü de andırır.

Kaynaklar :[], []

“Yollar yürümekle aşınmaz” ise; “Nymphomaniac” sansürlenerek engellenemez!

ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi ve İstanbul Üniversitesi öğrenci kulüpleri Türkiye’de yasaklanan Nymhomaniac filmi için gösterimler düzenleyecek.

nymphomaniac

“Birtakım olaylar oluyor, birtakım hareketler var. Bunlar oluyor diye asabınız bozulmasın, sokaklar eskimez. Mühim olan mesele bu hareketin saldırı halini almamasıdır. Ama olursa, devlet, saldırı nereden gelirse gelsin önleyecek güçtedir”.

Başbakan Süleyman Demirel’in 8 kasım 1968’de adalet partisi Ankara il kongresinde, sık sık düzenlenen gösteri yürüyüşlerinden şikayetçi olan bir delegenin bunlara “mani” olunmasını istemesi üzerine söylediği bu sözler, “Yürümekle yollar eskimez” ya da “Yürümekle yollar aşınmaz” biçiminde yinelenerek yıllarca eleştirildi. eleştirenler, bu sözleri Demirel’in demokratik yöntemlerle ifade edilen toplumsal taleplere karşı kayıtsızlığının bir ifadesi olarak değerlendirirken, Demirel, söylediklerinin “Türk demokrasisinin kilometre taşı” olduğu inancındaydı. Bu sözleriyle, “toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasından tedirgin olarak bu haktan vazgeçilemeyeceği, şayet vazgeçilmeye kalkışılırsa birçok haklardan vazgeçilmesi lazım geleceğini, böylece sağlanacak huzur ve sükunun milleti susturmak olacağını” vurguladığını söyleyen Demirel, Adalet Partisi gençlik kollarında yaptığı bir konuşmada kendisini şöyle savunuyordu: “kimse beni yanlış çıkarmak için, bakalım yollar yürümekle eskir mi diyerek daha fazla yürümemiştir”.  S.DEMİREL

 

Bu sözden yola çıkarak durum saptaması yaptık. Kim nasıl anlar bilemiyoruz ama yasaklarla, aslında yasağı yasaklamak lazım galiba. Yasalar karşısında her türlü ceza ve yetkiye sahip reşit bireylerin akıl baliğ değilmişcesine bir filimden korunmaya çalışılması biraz değil haylice garip. Durum böyle olunca da “Yasak varsa etrafından dolanmakta var.” durumunu kullanma hakkını tanımamakta mümkün değil.

Gelelim habere;

Türkiye’de sinemalarda gösterimi yasaklanan ve yalnızca İstanbul Film Festivali’nde izlenebilecek Nymhomaniac filmi “sansürü sıfırladık” diyen üniversitelilerce dört üniversitede perdeye taşınıyor.

Lars von Trier’in Türkiye’de sinemalarda gösterimi yasaklanan filmi “Nymphomaniac” “sansürü sıfırladık” diyen üniversitelilerce perdeye taşınıyor.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sinema Topluluğu (ODTÜ SİTop) ,Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü (bü(s)k), İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Taşkışla Sinema Topluluğuİstanbul Üniversitesi (İÜ) Diş Sinema’nın düzenlediği gösterimler bugünden itibaren üç gün kampüslerde gerçekleşecek.

Dört üniversiteden dört öğrenci kulübünün açıklamasında şu ifadeler yer alıyor.

“Bir demokrasi trolü olan ‘uzun adam’ın her söylemini eyleme dönüştüren devlet bürokrasisiyle karşı karşıyayız.”BÜ(S)K, ODTÜ SiTop, İTÜ Taşkışla Sinema ve İstanbul Üniversitesi Diş Sinema olarak yasaklara ve antidemokratik uygulamalara karşı, gösterimi yasaklanan NYMPHOMANIAC filmini eşzamanlı perdeye taşıyarak ‘sansürü sıfırlıyoruz.

“Sokakta katil, evinde hırsız hükümet; sinema öldürüp avm yapıyor, fonlarımızı çalıp muhafazakar sanat üretimini dayatıyor.

“Tüm antidemokratik, baskıcı, otoriter uygulamalar karşısında filmsever herkesi sinemalarına, üretimlerine, özgürlüklerine, söz söyleme haklarına; hayatlarına sahip çıkmaya çağırıyoruz.”

Nasıl yasaklandı?

14 Mart Cuma günü vizyona girmesi beklenen “Nymphomaniac” filminin Türkiye çapında sinemalarda gösterilmesi 3 Mart’ta yasaklandı.

Vizyona girecek filmleri değerlendiren Değerlendirme Sınıflandırma Alt Kurulu, filmi izledikten sonra herhangi bir değerlendirmede bulunmadan kararı Değerlendirme Sınıflandırma Üst Kurulu’na bıraktı.

Üst Kurul iki üyenin itirazlarına karşın filmin sinemalarda gösterilmemesine karar verdi.

!f İstanbul Film Festivali’nde Lars von Trier tarafından sansürlenmiş versiyonuyla gösterilen film İstanbul Film Festivali bünyesinde izleyiciyle buluşuyor.

“Nymphomaniac”, 50’li yaşlarının başındaki bir kadının çocukluğundan itibaren ilişkilerini anlatıyor. Charlotte Gainsbourg, Stellan Skarsgård, Stacy Martin, Shia LaBeouf, Christian Slater, Jamie Bell, Uma Thurman, Willem Dafoe gibi oyuncuların rol aldığı film, geçen ay Berlin Film Festivali’nde sansürsüz olarak gösterilmiş ve eleştirmenlerden övgüler almıştı. (BK)

Gösterimler:

ODTÜ, 7-8 Nisan, 19:00, Fizik U-3 Amfisi

Boğaziçi Üniversitesi, 8 Nisan 17:30, İbrahim Bodur Salonu

İTÜ, 8 Nisan 19:00, Taşkışla Salon 213

İÜ, 9 Nisan 16:30, Prof. Dr. Altan Gülhan Salonu 

10 yılda 321 kütüphane kapatılmış

Her yıl mart ayının son haftasında kutlanan “Kütüphaneler Haftası”, bu yıl yerel seçimler nedeniyle 31 Mart-6 Nisan tarihleri arasına alınırken, resmi kutlamalar ise yüzlerce kütüphanenin kapatıldığı, kitapların ve yayınların sansüre uğradığı baskı ortamında yapılıyor.

ktph

 Kültür Sanat Sen’in, rakamlarına göre 321 kütüphane önce yerel yönetimlere devredildi ardından kapatıldı. Yine 2004 yılında halk kütüphaneleri sayısı 1367 iken, 2012 yılında bu sayı 1112’ye düştü. TÜİK verilerine göre de halk kütüphanelerinin kullanıcı sayısı 2005 yılında en yüksek seviyesine ulaşarak yaklaşık 20 milyon 706 bin olurken, 2012 yılında bu sayı yaklaşık 19 milyon 545 bine düştü.

 ÖDENEK AYRILMIYOR

kutuphaneKütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğünün yeterli ödenek ayırmadığı kaydedilen açıklamada, uzman personellerinin mali sosyal ve özlük haklarında iyileştirme yapamamışken nitelikli bir hizmet beklentisinin de anlamsız olduğu ifade edildi. Ülkenin birçok ilçesinde kütüphaneci bulunmadığı belirtilen açıklamada, bilgi-belge yöneticileri ve uzmanlarının gerek istihdam edilmelerindeki yaşanan sıkıntılar gerekse bilgi merkezlerindeki alt yapı sorunlarının çözülmemiş olmasının kültür politikalarını da olumsuz etkilediği kaydedildi.

 KEÇİÖREN’DE BERKİN ELVAN KÜTÜPHANESİ KURULDU

Türk Kütüphaneciler Derneği de dün 81 ilde okuma etkinlikleri düzenledi. Dernek, etkinlikle halkın kitaba ve kütüphaneye olan ilgisinin arttırılmasının amaçlandığını ifade etti.

Hacettepe Üniversitesi öğrencileri ise akademisyenlerle birlikte Berkin Elvan adına Keçiören’in Ovacık Mahallesi’nde kütüphane kurdular. Öğrenciler adına konuşan İmran Kurt, çocukların ölmek yerine kitap okuması gerektiğini söyledi. Ülkede tıpkı Ovacık gibi binlerce işçi emekçi mahallesi olduğunu ve buradaki çocukların okumak için fırsatlarının olmadığını dile getiren Kurt, Berkin’in okuyamadığı kitapları Ovacıklı çocukların okuyacağını söyledi.

Açılışta konuşan Ovacık-Der Başkanı Yakup Yağmur, Ovacık’ta çocuklarının okumaları için yeterli olanaklarının olmadığını belirterek, böyle bir kütüphanenin çok önemli olduğunu söyledi.

Kaynak :[-]