Şunun için etiket arşivi: Mimar Sinan

Deutsche Welle’nin Bonn’daki merkezinde yapılan sempozyumda Türkiye’de genç bestecilerin çalışma koşullarından kültür sanat yayıncılığına kadar birçok noktaya temas edildi.

Beethoven Festivali’nin Türkiye’den gelen konukları “Beethoven ile Buluşma” başlığıyla Deutsche Welle’nin Bonn’daki merkezinde düzenlenen sempozyumda Türkiye’deki kültür gündemini Almanya’ya taşıdı. Sempozyumun ilk oturumunda Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası Şefi Cem Mansur ve genç Türk besteci Mehmet Erhan Tanman yer aldı.

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Piyano ve Kompozisyon bölümleri mezunu olan Erhan Tanman “The Traffic” adlı eserinin festival kapsamında Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası tarafından seslendirmesinden büyük onur duyduğunu ifade etti.

Tanman, Türkiye’deki genç kompozitörlerin içinde bulunduğu duruma da dikkat çekti: “Büyük orkestra ile çalışmayı çok seviyorum. Büyük orkestra ile pek çok şey yapabiliyorsunuz. Ben genç bir kompozitör olarak kendimi çok şanslı hissediyorum. Çünkü Cem Mansur ile tanışma şansı buldum ve Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası eserimi seslendirdi. Ancak Türkiye’de genç kompozitörler yaptıkları eserleri orkestralarda duyma şansı yakalayamıyor. Orkestralar genç bestecilerin eserleriyle, yeni müziklerle ilgilenmiyor.”

Kültür-sanat haberciliği bloglara kayıyor

Sempozyumun üçüncü oturumunda DW Türkçe Yayınlar Yöneticisi Baha Güngör ve Türkiye’den gazeteci Reyhan Baysan yer aldı. Gazeteci Reyhan Baysan, Türkiye’deki kültür sanat gazeteciliği konusundaki görüş ve izlenimlerini katılımcılarla paylaşırken şu noktalara dikkat çekti:

“Türkiye’de gazetelerde kültür sanat haberleri çok az yer buluyor. Bu haberler gazetelerde çoğu zaman sponsorluklardan dolayı reklam mantığıyla işleniyor. Bunun yanında kültür sanat haberciliğinde magazinleşme de bir problem olarak ortaya çıkıyor. Tüm bu durum Türkiye’de kültür sanat bloglarının gelişmesi için önemli bir zemin yaratıyor.”

Türkiye ile Almanya arasında kültürel temasların kurulduğu Beethoven Festivali çerçevesinde DW Türkçe Yayınlar Yöneticisi Baha Güngör, Türkçe Servisi ile DW Kültür Servisi’nin ortaklaşa hazırladığı Buluşma Noktası – Treffpunklt projesine de dikkat çekti. Güngör, projenin multimedyal özelliklerden yararlanarak iki ülke arasındaki kültürel bağlara vurgu yaptığını ifade etti.

© Deutsche Welle Türkçe

Haber: Selçuk Oktay
Editör: Nihat Halıcı

Türkiye’de bulunan üniversitelerin hangilerinde Konservatuvar vardır sorusuyla sık sık karşılaşmaktayız. Bundan dolayı devlet üniversitelerinde bulunan konservatuvarların linklerini aşağıda bulabilirsiniz.

01Ankara Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAnkara
02Gaziantep Üniversitesi Türk Müziği KonservatuvarıGaziantep
03Hacettepe Üniversitesi KonservatuvarıAnkara
04İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarıİstanbul
05Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarıİstanbul
06Selçuk Üniversitesi Devlet KonservatuvarıKonya
07Mustafa Kemal Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAntakya (Hatay)
08Uludağ Üniversitesi Devlet KonservatuvarıBursa
09Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları FakültesiAnkara
10Sakarya Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAdapazarı (Sakarya)
11İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarıİstanbul
12Afyon Kocatepe Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAfyon
13Anadolu Üniversitesi Devlet KonservatuvarıEskişehir
14Ege Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarıİzmir
15Çukurova Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAdana
16Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarıİzmir
17Dicle Üniversitesi Devlet KonservatuvarıDiyarbakır
18Mersin Üniversitesi Devlet KonservatuvarıMersin
19Akdeniz Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAntalya
20Trakya Üniversitesi Devlet KonservatuvarıEdirne
21Fırat Üniversitesi Devlet KonservatuvarıElazığ
22Karaelmas Üniversitesi Devlet KonservatuvarıZonguldak
23Kafkas Üniversitesi Devlet KonservatuvarıKars
24Ondokuz Mayıs Üniversitesi Devlet KonservatuvarıSamsun
25Gazi Üniversitesi Türk Müziği Devlet KonservatuvarıAnkara
26Ordu Üniversitesi Devlet KonservatuvarıOrdu
27KTÜ Devlet KonservatuvarıTrabzon
28Onsekiz Mart Üniversitesi Devlet KonservatuvarıÇanakkale
29Giresun Üniversitesi Devlet KonservatuvarıGiresun
30Gazi Osman Paşa Üniversitesi Devlet KonservatuvarıTokat
31Haliç Üniversitesi Konservatuvarıİstanbul
32Kocaeli Üniversitesi Devlet KonservatuvarıKocaeli
33Adıyaman Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAdıyaman
34Başkent Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAnkara
35İnönü Üniversitesi Devlet KonservatuvarıMalatya
36Başkent Üniversitesi Devlet KonservatuvarıAnkara
37Artuklu Üniversitesi Devlet KonservatuvarıMardin

Neşet Günal’ın erken dönem başyapıtlarından 1956 tarihli ‘Bağbozumu’ tablosu, Ankara’da birbirine çok yakın iki müze; Ankara Resim Heykel ve Hacettepe Müzesi’nde sergilendiği ortaya çıktı. Her iki müzenin yetkilileri de tablolarının orijinalliğinden kuşku duymuyor

adikal gazetesinden Erkan Aktuğ’un haberine göre; Ankara ’da aralarında 1 km. bile mesafe olmayan iki müze… Ulus’taki Ankara Resim Heykel Müzesi ve Sıhhiye’deki Hacettepe Sanat Müzesi. Başkentin iki saygın müzesi olmalarının yanında bir ortak özellikleri daha var: Aynı anda Neşet Günal’ın ‘Bağbozumu’ adlı dev boyuttaki başyapıtına ev sahipliği yapıyorlar. Evet, yanlış okumadınız 2002’de hayata veda eden Günal’ın 1956 tarihli tablosu, şu sıralar hem Hacettepe Sanat Müzesi’nde hem de AnkaraResim Heykel’de sergileniyor. Yan yana koyup ‘aralarındaki 7 farkı bulun’ mantığıyla bakmazsanız iki resim de aynı. Üstelik boyutları da birebir tutuyor: 137×250 cm. Ama iki resim detaylı incelendiğinde figürler aynı olmakla birlikte bulutların şekillerinde, arkadaki peribacalarında, ağaçtan asılan çocuğun giysisinde, ağaç yapraklarında küçük farklar var.

Elbette ilk akla gelen şey, ‘Hangisi sahte?’ sorusu. Ama bu kararı vermek o kadar kolay değil. Çünkü çok sık rastlanan bir durum olmasa da bazı ressamların aynı resmi birden fazla ürettiği biliniyor. Edward Munch’ün dört adet olan ünlü ‘Çığlık’ tabloları. Türkiye ’de toplumsal gerçekçi resmin büyük ismi Neşet Günal da resimlerinde benzer kompozisyonları tekrarlayan bir ressam. Ama ‘Bağbozumu’ tablosundan iki adet olduğu bilinen bir durum değil. En azından taradığımız kaynaklarda böyle bir bilgiye rastlayamadık.

Gelelim ikiz ‘Bağbozumu’nun hikâyesine… Birbirine çok yakın iki müzede sergilenen iki resim arasındaki benzerliği fark eden kişi, Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı Mustafa Salim Aktuğ. Ankara Resim Heykel’i ziyareti sırasında ‘Bağbozumu’nu gören Aktuğ, ‘Bu resmin aynısı bizim müzede de var’ diye içinden geçirip önce şaşırıyor, sonra da her iki resmi yakından inceliyor.

BİRDEN ÇOK KEZ ÇALIŞTI

İKİ ‘BAĞBOZUMU’ ARASINDAKİ 7 FARK 

1) Hacettepe’deki resimde imza sol üstte ‘NeşetGünal56’ diye, AnkaraResim Heykel’deki tabloda imza sağ altta ‘N.Günal56’ diye.
2) Üstte çocuğun kazağında düğme yok, altta var.
3) Üstte adamın kafasına bitişik bir yaprak var, altta yok.
4) Üstteki bulutla alttaki bulutun şekli farklı.
5) Üstte peribacasına bitişik bulut yok, alttaki resimde var.
6) Üstte kadının omzuna bitişik iki peribacası kovuğu yok, alttakinde iki adet var.
7) Üstte üç pencere var, altta beş pencere görülüyor.


“Neşet Günal’ın aynı kompozisyonu birden çok kez çalıştığı bilinen bir şey ama boyutlarının da aynı olması bana enteresan geldi” diyen Aktuğ, şöyle devam ediyor: “İki resmi de yakından inceledim, kataloglara ve kitaplara baktım. Ben iki resmin de orijinal olduğu kanaatindeyim. Resim Heykel’deki resim Günal’ın sağlığında yayımlanan katalog ve kitaplarda geçiyor. Hacettepe Müzesi’ndeki resimle ilgili de Neşet Günal’la annesini o resmin önünde gösteren fotoğraf var. Resim Heykel’deki daha ustaca boyanmış, daha sadeleştirilerek resmedilmiş, renkleri daha parlak. Hacettepe’deki resim daha soluk. Sanıyorum uzun süre Tıp Fakültesi Hastanesi’nin girişinde sergilendiği için zaman içinde hırpalanmış olabilir. İkisi de şaheser. Neşet Günal’ın toplumsal gerçekçi üslübunun oturduğu dönemin ilk şaheserleri bunlar. Ama sonuçta ben Neşet Günal uzmanı değilim. Onun uzmanı kişilerin değerlendirmesi daha doğru olur.”

Geçmiş dönemlerde sık sık sahte tablolarla gündeme gelen Ankara Resim Heykel Müzesi’nin müdürvekili Ali İhsan Gürsoy, müzelerindeki ‘Bağbozumu’nun orijinalliğiyle ilgili hiçbir kuşkusunun olmadığını vurguluyor: “Üniversitelerden uzman ekipler eşliğinde 2010-2011 yıllarında yapılan sayım ve incelemelerde Hacettepe’den profesörler de gördü bu resmi. O yüzden orijinalliğiyle ilgili en ufak bir kuşkum yok. Bu resmin en az 20 yılını biliyorum müzemizde. 90’lardaki sayımlarda da vardı, çeşitli sergilere de gönderildi. Ancak müze yenilendikten sonra yeni teşhir edilmeye başladı bu tablo. Daha önce müzenin deposunda bekliyordu. Bildiğim kadarıyla Devlet Resim Heykel Yarışmaları’ndan gelen tablolardan biri. Orijinalliği konusunda en ufak bir kuşkum yok.”

Müzelerindeki tablonun orijinalliği konusunda, Hacettepe Sanat Müzesi’nin müdür yardımcısı sanat tarihçi Dilek Şener’in de içi çok rahat: “Neşet Günal sağlığında bu resmi Hacettepe Çocuk Hastanesi’ne bağışladığını söylemişti. 2000’lerin başında Galeri Selvin’de açılan Ankara ’daki son sergisi sırasında da hastaneye gelip bu resmi görmüştü. Ayrıca resmin Hacettepe’de sergilendiğine dair 1957 tarihli fotoğraflar var elimizde. O dönem tıp fakültesinde öğrenci olan Prof. Talat Göğüş verdi bu fotoğrafları. Yine bizde sergilenen tablonun önünde Neşet Günal’ın annesiyle birlikte çektirdiği fotoğraf var. 2005 yılında hastaneden müze koleksiyonuna dahil edildi. Orijinalliği konusunda hiçbir terettüdüm yok. Ankara Resim Heykel’deki tabloyu biliyorum ama incelemedim. Devlet Resim Heykel Müzeleri deyince soru işareti uyanıyor ne yazık ki. 2012 itibariyle durum ortada. Ben 88’de öğrenci olarak Ankara ’ya geldiğimde bu müze bize klavuzluk etmişti. Ama günümüzde çağdaş Türk resmi konusunda sanat öğrencilerine kılavuzluk edebilir mi, kuşkuluyum.”

İKİSİNİ DE GÖRMEK GEREK

Daha önce Neşet Günal kitabı hazırlayan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Prof. Kemal İskender, Günal’ın resimlerinde benzer kompozisyonları tekrarladığını ancak ‘Bağbozumu’ tablosundan iki adet olduğunu bilmediğini söyledi. İskender, “ Ankara Resim Heykel Müzesi açılırken 300’den fazla tablo bizim müzeden ( İstanbul Resim Heykel Müzesi) gitti. Eğer bizden gidenlerden biriyse kuşku duymamak gerekir. Kesin orijinaldir. Sizin gönderdiğiniz belgelere baktım, Hacettepe’nin de sağlam kanıtları var. İkisi de orijinal gibi görünüyor. Neşet bey 60’lardan sonra benzer konular çalıştı ama böyle ikiz resimler yapmadı.” diye konuştu.
İstanbul Modern’in şef küratörü Levent Çalıkoğlu’na da iki resim arasındaki benzerliği nasıl yorumladığını sorduk. Günal’ın anıtsal koleksiyonlarında çözüme kavuşturduğu figürlerini farklı resimlerinde tekrarladığını ve erken döneminde üslubunu sağlamlaştırmak için aynısını yeniden yapmış olabileceğini belirten Çalıkoğlu, “Fernand Leger etkili erken tarihli sözkonusu her iki resim, küçük farklılıklarla neredeyse birbirinin aynısı. Hangi gerekçeyle iki resim tamamlamış olacağına ilişkin bir yorumda bulunmam mümkün değil” dedi.
Orijinalliğini, sahteliğini işin uzmanlarına bırakalım. Ankara ’da birbirine çok yakın iki müzede Neşet Günal’ın erken dönem iki şaheseri sergileniyor, görmek gerek.

 Kaynak : [-]

Umberto Eco’yu okumak, şifalı bir nehrin şelalesinde yıkanmak gibidir. Can yayınları’nca yayımlanan son kitabı günlük yaşamdan sanata adlı denemeleri de, Eco’nun günümüzün karmaşık sanat ve üretim-tüketim ilişkilerini çözümlediği 16 yazısından oluşuyor.

ERDİNÇ AKKOYUNLU

Edebiyat bilen büyük usta İtalyan bilim adamı Umberto Eco, ülkesinin Bolongna kenti üniversitesinin profesör kadrosunda yer alıyor ve Ortaçağ konusunda dünyanın sayılı en iyileri listesinde ilk sırada bulunuyor. Dünyaca ünlü olmasını sağlayan 1986 yılındaki Gülün Adlı adlı Ortaçağ manastırında geçen polisiye romanından sonra Türk okurunun da radarına yakalanan Eco, edebiyatı damarlarına kadar bilen ve bunu en mütevazı şekilde sunan isimlerinden sayılıyor. Bu özelliğindendir ki, ele aldığı edebi metin ister roman olsun ister deneme, konu-üslup mimarlığını Mimar Sinan dehası ve estetiğinde oluşturuyor. Böylece bilim dünyasının en zor anlaşılır konularından göstergebilim ile ilgili yazılarını da okutmakla kalmayıp, Süleymaniye güzelliğinde kültürel miras olan Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti gibi anıt niteliğinde denemelere imza atıyor.

Eco’nun Günlük Yaşamdan Sanata adlı denemelerini aslında yine Can Yayınları’nca 1996’da okurla buluşturulan Ortaçağı Düşlemek ile beraber okumanacak/değerlendirecek bir eser. Çünkü Eco’nun o önemli denemelerinde ele alınan ana tema yeni kitabında da işleniyor. Fakat Günlük Yaşamdan Sanata aldı yapıtın ilk 30 sayfası Ortaçağı Düşlemek’in temel niteliklerini barındıran bir özet anlamı da taşıyor.

KARANLIĞA BİZİ NE GÖTÜRÜR

Ortaçağı Düşlemek’te öz olarak, günümüz dünyasının Ortaçağ dünyası ile tıpkı özellikler gösterdiğini anlatıyor Umberto Eco. Dünyanın en zengin iş adamlarının mimari harikası gökdelenlerinin, Ortaçağ soylularının şato-kalelerinin mantık itibariyle yeni inşa malzemeleriyle yapılmış ve teknolojiyle donatılmış hali olduğunu düşünen Eco, Ortaçağ’ın en değerli ulaşım aracı atların yerini bugün önünde at simgesi bulunan spor arabaların aldığını, Ortaçağ’da yaşanan kişinin can güvenliğinden yoksun oluşu halinin bugün de daha gelişmiş saldırı silahları nedeniyle artarak sürdüğünü ifade ediyor. Bu düşüncelerini; sanatın günümüzdeki yorumlanışı ve üretim-tüketim ilişkisi içinde Günlük Yaşamdan Sanata adlı denemelerinde derinleştiren Eco, günümüz dünyasını teknolojik aletlerle donatılmış, kapitalizmin dünyaya egemen olduğu bir Ortaçağ olarak değerlendiriyor. Günümüz dünyasının teknolojiden örülü yaşam ağında teknolojinin çöküşünün insanlığı Ortaçağ’a götürecek unsur olduğunu dile getiren tezden söz eden Eco, New York’ta birbirini tetikleyen hava, deniz ve kara ulaşım sorunları ve bir de buna eklenen genel grev anında yaşanan büyük bir kar fırtınası, ardından elektriğin blackout adı verilen şekilde tüm şehirde tamamen kesilmesiyle birlikte başlayacak tüm mal ve hizmetlerin alımındaki sıkıntılar ile yaşanacak kargaşa ortamının birkaç hafta içinde şehri Ortaçağ’ın elektriksiz, salgın hastalıklı ve güvenliksiz dünyasına çevirebileceğini anlatıyor.
Örnekler hayattan ve sanattan

Ve ekliyor, aslında günümüz dünyasını Ortaçağ’a döndürebilecek bir dizi bu gibi felaket değil, kültürün ve sanatın yorumlanışı ile pek tabii ki yaşam tarzımızın tümü bizi Ortaçağ’a götürebilecek nitelik taşıyor. Eco, tezini açıklarken de, doğal olanın yerine yapayın konuluşunu ve bunun doğaldan daha fazla değer buluşuna dikkat çekiyor. Örnek olarak da Amerika’daki yapay Afrika olan San Diego Hayvanat Bahçesi’nin dünyadaki ününü ve doğal olanın yerine geçişini veriyor.

Dünyanın Ortaçağ’ı yeniden açacağını ya da yaşanan dönemin Ortaçağ olduğunu örneklerken, beşyıl içinde yaşanan teknolojik gelişmelerin o beş yılı yaşamamış insan tarafından bile nasıl şokla karşılanacağına atıfta bulunarak, bu teknolojik gelişmenin insanoğlundaki zihinsel karşılığının bulunmadığını; dolayısıyla da tüm teknolojik üretim- tüketim ilişkilerinin yarar ve faydadan çok, tüketiciyi şaşırtma üzerine kurulu bir sistem olduğunu anlatıyor. Ortaçağ örneklerini yinelerken, bugün pek çok kişinin koşulsuz katılacağı bir düşünceyi de dile getiriyor Eco. Ortaçağ’da nereden geleceği belli olmayan bir ok yahut kılıç ile ölme korkusu yaşayan insan tedirginliğinin günümüzde New York’un ve Paris’in metro istasyonlarında ya da şehir merkezindeki bazı semtlerinde her gün artarak yaşandığına dikkat çekiyor usta yazar.

TÜKETİCİ OLMAK YETMEZ…

Hayatın üzerine kurulduğu teknolojinin doğanın öfkesi ya da insanların küçük hataları ile çökmesi durumunda yaşanacak karanlığın bizi Ortaçağ’a götürebileceği düşüncesinin entelektüel genel çevrece kabul gördüğüne vurgu yapan Eco, sanatı himaye ediş biçimi ve üretim – tüketim ilişkilerine bile bakıldığında teknolojinin çökmesine dahi gerek olmadan aslında ve belki de teknoloji gözleri kör ettiğinden bu tür bir Ortaçağ’a gidişin görülemediğini anlatıyor. Sanat tüketicisi olmanın, kendine sunulan her şeyi satın alabilmek ve söz gelimi Picasso tablosuna milyon dolarlar vermekle mümkün olmadığını, sorgulamanın; dayatılan üretim-tüketim sistemini irdelemenin önemli olduğuna işaret eden Eco, yaklaşık 40 yıl öncesi denemeleriyle günümüz dünyasını nasıl o günden hatasız görebildiğini göstererek, entelektüel birikimin önemine de kalın çizgilerle vurgu yapıyor.

Kaynak : [-]

 

Michelangelo ve Raphael ilk kez Türkiye’ye geliyor!

The Great Masters İnteraktif sergisi

16. yüzyıl İtalya’sının en ünlü üç ustasının bilim ve sanatta nasıl izler bıraktıklarını anlatan The Great Masters Sergisi dünyada ilk kez Türkiye’de sergilenecek.

İnteraktif sergi, 1 Haziran – 31 Temmuz’da Arter Tasarım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile Tophane-i Amire Büyük Salon’da gerçekleşecek. İsveçli sergi tasarım şirketi Excellent Exhibitions AB tarafından tasarlanan “The Great Masters” sergisi dünyaca ünlüİtalyan küratörler Alessandro Vezzosi ve Francesco Buranelli tarafından hayata geçirildi. “The Great Masters”, 2010 yılında Göteborg, İsveç’te açılan ve 130 bin kişi tarafından ziyaret edilen “:And There Was Light” sergisinin geliştirilmiş bir versiyonu.

Sergide ziyaretçiler dokunmatik ekranlar vasıtasıyla Raphael’in yapmış olduğu resimler ve eskiRoma kalıntılarını ölçme ve düzenleme çalışmalarını görebilir, Leonardo’nun icatlarının mekanik özelliklerini deneyimleyebilir, Sistine Şapeli’nin tavanını boyamanın zorluğunu anlayabilirler. Sergi, 3 ünlü usta üzerinden yola çıkarak, keşifler çağı olarak bilinen 16. YY. İtalya’sını ve Rönesans’ı anlatıyor.

Serginin Giriş bölümünde yer alan medya odasında sunulacak 3 dakikalık bir film gösterimi, Rönesans döneminin yaratıcı 3 ustası hakkında genel bir bilgilendirme yapacak ve ziyaretçileri sergiye hazırlayacak. Bir başka bölüm olan Adli İnceleme’de “Mona Lisa” başta olmak üzere ünlü eserler detaylı olarak incelenecek. Ardından dünyanın en ünlü resimlerinden olan “Son Yemek” gerçek ölçüsünde ziyaretçi ile buluşacak. Ziyaretçilerin Leonardo da Vinci’nin kullandığı tekniklerle tanışacağı bu bölümde perspektif, renk, postür ve oranın uyumu konu edilecek. Sergi mimariye de yer veriyor ve Raphael ile Michalengelo tarafından yapılan St. Peters Bazilikası’nın yanı sıra dönemin yapıları için kaç kişinin çalıştığı, ne kadar zamanda inşa edildiği anlatılacak. Dokunmatik ekranlar sayesinde Sistine Şapeli’ni ziyaretçiler detaylı bir şekilde inceleyebilecek.
Serginin biletleri sergi mekanında bulunan My Bilet gişesinden ve My Bilet web sitesinden temin edilebilecek. Sergi hakkında detaylı bilgi serginin web sitesinde ve My Bilet’te.

 

Kaynak : [-]


İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB), yarın başlayacak ve 12 Mayıs’a kadar sürecek “Opera Haftası” süresince birbirinden özel konserle sanatseverlere perdesini açacak.

opera

İDOB’tan yapılan açıklamaya göre, “Opera Haftası” etkinlikleri kapsamında 8-9 Mayıs tarihlerinde Süreyya Operası’nda “Fransız Esintileri” başlıklı konser gerçekleştirilecek.
Birbirinden güzel opera aryalarını Gürçil Çeliktaş’ın rejisiyle bir sahne performansına dönüştüren konserde yer alan İDOB sanatçıları, eserlerini dekor ve kostüm ile icra edecek. Operalardan sahnelerin birbirine muhteşem bir kolajla bağlandığı konserin, koreografisini Çiğdem Ünal üstlendi. Konserde sanatçılar Caner Akgün, Eda Erdaş, Zafer Erdaş, Onur Ertür, Alper Göçeri, Bülent Külekçi, Hande Soner, Elif Tuğba Tekışık, Tülay Uyar ve Beril Yürekli solist olarak yer alacak.

Opera Haftası’nın ikinci etkinliği ise 2008 yılında hayatını kaybeden dünyaca ünlü soprano Leyla Gencer’i anma konseri olacak. İDOB Sanat Yönetmeni Suat Arıkan konserde, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı öğrencilerinin sahneye adım atmalarına imkan tanıyarak, genç sanatçıların Leyla Gencer’in aydınlık yolundan gitmelerini sağlayacak.

Konser, Süreyya Operası’nda 10 Mayıs’ta gerçekleşecek.

Orkestra şefi Emre Aracı’nın anlatımıyla gerçekleşecek “Osmanlı Dönemi’nde İtalyan Operası” konseri de aynı mekanda 11 Mayıs’ta izlenebilecek. Konserin solistleri Ayten Telek, Ahmet Baykara, Alp Köksal, Besnik Ademoğlu, Utku Bayburt’a kemancı Ceren Gürkan ve piyanist Simten Şenpolat eşlik edecek.

İstanbullu sanatseverler, Gabriel Faure’nin “Faure Requiem” ve Battista Pergolesi’nin “Pergolesi Stabat Mater” adlı konserleri de 12 Mayıs’ta izleyebilecek.

 

Kaynak: [-]

Dünyanın en seçkin kuklalarını İstanbul’da buluşturan Uluslararası İstanbul Kukla Festivali (www.istanbulkuklafestivali.com) bu yıl 15’inci yılını 15 farklı ülkeden seçkin grupları ağırlayarak kutluyor. 3 – 13 Mayıs arasında pek çok farklı mekanda düzenlenecek festival kapsamında iki sergi , konferans ve workshop ta yer alıyor.

15.istanbul kukla festivali

İstanbul’u yıllardır rengarenk bir kukla şölenine çeviren Uluslararası İstanbul Kukla Festivali bu yıl 15’inci yılını kutluyor.Cengiz Özek’in Sanat Yönetmenliğinde 3 – 13 Mayıs arasında gerçekleştirilecek festival, masa kuklasından ipli kuklaya, gölge oyunundan video performanslarına, gelenekselden moderne, zengin içeriğiyle seyirciyle buluşmaya hazırlanıyor.
15’inci Uluslararası Kukla Festivali bu yıl, yaptığı araştırmalarla ‘Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun genç kuşaklara kalmasını sağlayan ve ‘Karagöz’ adlı kitabıyla Karagöz geleneğini ölümsüzleştiren ünlü edebiyatçı Cevdet Kudret anısına düzenleniyor. Ayrıca festivalin Onur Ödülü günümüzün en iyi tasvir yapımcıları arasında yer alan ve kukla sanatını yeni kuşaklara sevdiren Ali Kıyak’a verilecek.

Festival bu yıl 13 Ülkeyi Konuk Ediyor

Endonezya gölge kuklası - Java'nın Sülieti

Kukla Festivali 15’inci Yılında 13 ülkeden seçkin gruplarla Mayıs ayında Fransız Kültür Merkezi, İtalyan Kültür Merkezi, Kukla İstanbul, Kozzy Kültür Merkezi, AFL Kültür Merkezi-Göztepe,Caddebostan Kültür Merkezi, Kenter Tiyatrosu, Pera Müzesi, Oyuncular Sahnesi, Maya Sahnesi, İstanbul Metrosu – Taksim girişi, Halkalı Kültür ve Sanat Merkezi, Sefaköy Kültür ve Sanat Merkezi Forum İstanbul, Başakşehir Kültür ve Sanat Merkezi, Marmara Forum ve İstanbul sokaklarında şehri renklendiriyor.
Festival, İtalyan Kültür Merkezinde İtalya’nın en beğenilen kukla gruplarından Walter Broggine’nin ölmek isteyip, bir türlü ölemeyen kuklanın başına gelen komik olayların  sahnelediği Solo adlı performansla açılışını yapıyor.
Bu yıl birbirinden çok özel grupları ağırlayan festivalde ABD’den Company Scoot Land modern varyete şovu, Kolombiya’dan El Bau de la Fantasia masa kuklası tekniği,Peru’dan Jose Navorro yerel özelliklerini içinde barındıran ipli kukla tarzındaki A la Carte adlı varyete, kuklanın başkenti sayılan Çek Cumhuriyeti Prag’tan Karromtogrubunun ipli kukla tekniğindeki inanılmaz görsellikteki sirki, Hollanda Lichtbende adlı grubun dev ekranda şiirsel gölge oyunu, Singapur’dan Mascots and Puppets Specialists grubun pırıltı ve ışıltılarla dolu varyete tekniğindeki gösterisi, Fransa’dan insan ve kukla ilişkisini mükemmel bir görsellikle seyirciyle paylaşan Rue  Barreegrubu, Romanya’nın köklü kukla tiyatrolarından Tandarica’nın Voltaire’in Candite adlı eserinden hareketle hazırladıkları, büyüklere yönelik, zaman zaman cinsellik kokan, eğlenceli oyununu, Şili’den Teatrapo grubunun tango yapan şuh ve cilveli kuklası, İspanya’nın Titeres Cachirulo grubundan masa kuklası tekniğinde enerjik kuklaları Ole Ole yer alıyor.

Festival Çin Yılı’nda Pekin Gölge Tiyatrosunu Konuk Ediyor


Ayrıca bu yıl ülkemizde Çin yılı olması nedeniyle Pekin Gölge Tiyatrosu, festivale çok özel bir gölge oyunuyla konuk oluyor. Türkiye’den ise Tiyatro TemAlem Buysa Kral Übü ve Lahana SarmaAhşap Çerçeve, Dona Rosita’nın Dokunaklı Güldürüsü, Hamlet, Semaver Kumpanya’dan uzun yıllardır sahnelerde kalan Hoca Nasrettin, Bülent Aksu’dan modern bir Karagöz uyarlaması, Kültür AŞ. Gösteri Sanatları merkezinin sahnelediği Leyle ile Mecnun adlı halk hikayesini , Trup adlı grubun son oyunu Küçük Bir Kukla Süiti, Tiyatro Yeniden’den Küçük Prens ve Çiçek’i, Cengiz Özek gölge tiyatrosundan dünyada bir çok ödüle layık görülen, Büyülü Ağaç ve Çöp Canavarı adlı modern yaklaşımlı Karagöz gösterileri yer alıyor.

İki Sergi İki Konferans
Festival kapsamında, Cengiz Özek’in özel koleksiyonundan seçkiyle Endonezya gölge tiyatrosunun seçkin örneklerinden oluşturulan ‘Java’nın Sülieti’ Forum İstanbul’da ilgilileriyle buluşuyor. Dünyanın en tanınmış kuklacılarının fotoğraflarını çekerek büyük ve önemli bir fotoğraf arşivi oluşturan Mario Foli, Ülkemizden de Hayali Torun Çelebi ve Cengiz Özek’in fotoğraflarını arşivine eklemişti…İşte bu büyük Fotoğraf sanatçısının çalışmalarını merak edenler için Mario Foli-Kukla ve Kuklacı başlıklı segisini İstanbul Taksim metrosunda yürüyen yol katında görebilecekler..
Konferans kapsamında ise festivalin konuğu  Romanya’dan Mrs. Carmen Stanciu . ‘Dünya Kuklası’ üzerine vereceği Konferans Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Dekorları ve Kostümü bölümünde gerçekleşerek festivali renklendirecek.

Festival bu yıl festival, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı desteği ve İtalyan Kültür Merkezi,  Cervantes Kültür Merkezi, Fransız Kültür Merkezi, ABD İstanbul Başkonsolosluğu, Hollanda İstanbul Başkonsolosluğu, Çek Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu, Romanya İstanbul Başkonsolosluğu, Şehir Hatları, Forum İstanbul, Marmara Forum, Medya Takip, Ulaşım A.Ş Kadıköy, Beşiktaş, Beyoğlu, Küçükçekmece, Başakşehir Belediyeleri işbirliğiyle gerçekleşecek.

Bu yıl Tam 25 TL. Öğrenci 15 TL. den satışa çıkan festival biletleri, www.mybilet.com  adresinden ya da oyunlardan bir saat önce, oyunun oynanacağı salon girişinden alınabilecek.
Geniş bilgi için, www.istanbulkuklafestivali.com adresi yada 0212 234 16 02 –0212 nolu telefonlar aranabilir.

 

Kaynak : 1- [-]  

                   2-[-]

 

Mimarlar Odası, Mimar Sinan’ın 424. ölüm yıldönümü nedeniyle, tüm birimleriyle birlikte gelenekselleşmiş anma etkinlikleri kapsamında 9 Nisan 2012 (bugün) bir basın bildirisi yayınladı.

Bildiride Türkiye’de kentleşme politikaları ve uygulamaları nedeniyle Koca Sinan’ı anıldığı bugünlerde topluma “uygarlığın esenlikli geleceği” adına güzel şeylerden söz edilemediği belirtildi.

Mimar Sinan’a Saygı
 

mimar sinan

Anadolu’dan Balkanlar’a uzanan geniş bir coğrafyada dünya mirasına çok sayıda anıtsal eser kazandıran Koca Sinan’ı ölümünün 424. yılında saygıyla anıyoruz.

Mimarlar Odası olarak, Sinan’ın kendi çağından günümüze dek yapıtlarıyla sunduğu mesajı doğru anlayarak bundan dersler çıkarmanın, O’na, toplumumuza ve mimarlığa olan borcumuzun bir gereği olduğu inancıyla meslekî çalışmalarımızı sürdürme çabası içerisindeyiz.

Bu kapsamda öncelikle Koca Sinan’ın tarihsel süreçte ve günümüzün mimarlık ve şehircilik ortamı içerisinde ifade ettiği değerleri bir kez daha anımsıyoruz: “Duru, yalın, dolgun kitleler üzerinde dengelenen ana kubbe ve kubbecikler dizgesini kuran, mühendislik yeteneği ile mimarlık zarafetini bütünleştiren büyük ustanın eserleri, bulunduğu kentlere silüet, estetik, sanat ve kimlik değerleri katmıştır. Yarattığı eserleri çevresiyle, doğayla ve insanla barışık bir yapılaşmanın görkemli anıtsal örnekleri olarak mimarlığın evrensel değerleriyle buluşmuştur. Günümüzde dahi bu yapıtlar, bulundukları kentleri biçimlendirmekte, yaşamımızı etkilemekte ve mimari nitelikleri nedeniyle bilimsel araştırmaların ilgi odağında yer almaktadırlar.”

Büyük Usta’nın bu nitelikleriyle birlikte özgün yaratıcılığının da kamu yönetimleri tarafından gözardı edilerek “içi boş, hamasi nutuklarla”, mimarlık ve şehircilik açısından “çılgın” kararların alındığı bir ortamda anılması, tarih boyunca bu topraklarda yaratılan birikim ve değerlerle bağdaşmamakta ve O’na saygısızlık anlamına gelmektedir.

Öyle ki, tarihî yapıtların “kötü kopyaları”nın ve batıdan alınan demode “postmodern” uygulamaların kamu tarafından kentlere “mimarlık” olarak pazarlandığı koşullarda, mimarlık, kültür ve doğa değerleri yok edilmekte, hatalı yatırım kararları ve niteliksiz uygulamalar ile şehirlerimiz “betonarme çöplüğüne” dönüştürülmektedir.

Aynı anlayış doğrultusunda “Cumhuriyet” dönemi yapıtlarına karşı başlatılan yıkım süreçlerinin sistemli bir şekilde işletilmesi, “uygarlık karşıtı” bu davranışların “ideolojik” niteliğini de açıkça ortaya koymaktadır. Bu kapsamda, özellikle kültür mekânları ile Cumhuriyetin simgesi olan yapı ve meydanların hedef alınması çok anlamlıdır.

Mimar Sinan ve Kemreleri

Yönetimlerin, kent kimliklerini ve silüet görüntülerini yok eden, estetikten yoksun, sosyal, ekonomik ve kamusal kayıplara neden olan, “kent suçları” niteliğindeki uygulamaları karşısında, mimarlığımızın ve kentlerimizin planlı ve sağlıklı gelişmesini sağlamak amacıyla yürütülen hukukî süreçler ve çabalar zayıflatılmak istenmektedir. Buna bağlı olarak, koruma kurulları, bilirkişilik düzeni, üniversiteler ve yargı iktidara bağımlı hale getirilerek, kurumsal güvenceler “bertaraf” edilmekte; Meslek Odalarına yönelik “çağdaş hukuk normları”na yakışmayan “işlevsizleştirme” operasyonları sürdürülmektedir.
Son olarak, tarihî kent merkezlerinde mimarlık değerlerinin, kent dokusunun ve kültür varlıklarının yok edilmesine neden olan 5366 sayılı Yasa ile dayatılan “yenileme” adı altındaki çalışmalardan sonra nihayet bütün ülke topraklarında, TOKİ ve Başbakanlığı “tek imar otoritesi” haline getiren “Dönüşüm Yasası” ile bütün tarihî ve doğal varlıklar ile kentlerimizin sağlıklı geleceğinin “idam fermanı” verilmiştir!

Bu kentleşme politikaları ve uygulamaları nedeniyle Koca Sinan’ı andığımız bugünlerde ne yazık ki toplumumuza “uygarlığımızın esenlikli geleceği” adına güzel şeylerden söz edemiyoruz.

Mimarlar Odası olarak, Koca Sinan’ı ölüm yıldönümü nedeniyle saygıyla anarken, “Sinan’a saygısızlık” olarak nitelediğimiz tüm bu mimarlık ve kentleşme çılgınlıklarından bir an önce vazgeçilmesi için çabalarımızı sürdürmeye kararlı olduğumuzu değerli kamuoyumuza sunarız. Bu çerçevede ülke yöneticilerini, yerel yönetimleri, yatırımcıları ve ilgili tüm kesimleri kentlerimize, Koca Sinan’a ve yarattığı eşsiz değerlere bir kez daha sahip çıkmaya çağırıyoruz.

www.mimarlarodasi.org.tr