Yunus Emre Enstitüsü’nün Roma’da düzenlenen Türk Filmleri Haftası etkinliği Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filminin gösterimiyle başladı.
Etkinliğin Casa del Cinema’daki açılışına, Ceylan’ın yanı sıra YEE Başkanı Prof. Şeref Ateş, Türkiye’nin Roma Büyükelçisi Murat Salim Esenli, Türk ve İtalyan sinemaseverler katıldı.
Gösterim öncesi konuşan YEE Başkanı Prof. Ateş, böyle bir etkinliğe Roma’da ev sahipliği yapıyor olmaktan onur duyduklarını belirterek, YEE’nin dünyanın 70 ülkesinde Türkiye’yi ve Türk kültürünü tanıtan, gittiği ülkelerde kültür köprüleri kuran ve yılda binden fazla kültür faaliyeti icra eden bir kurum olduğunu aktardı.
Etkinliklerine katılımından ötürü Ceylan’a teşekkür eden Ateş, “Türk sineması son yıllarda dünyanın her tarafında ilgi çeken Türk dizi sektörüyle beraber en önemli kültürel alanlarımızdan biridir. 2019 yılında da Türk sinemasını tanıtmak için 30 ülkede Türk sinema akşamları gibi farklı etkinlikler düzenledik. Bu etkinlikler vasıtasıyla da bu akşam olduğu gibi 100 binden fazla insanla birebir iletişim kurma fırsatı bulduk” ifadelerini kullandı.
İtalyan sanat hareketi Arte Povera akımının öncülerinden 30’u aşkın igloyu bir araya getiren ‘Igloos’ sergisii Pirelli’nin Milano’da yer alan modern sanat mekânı HangarBicocca alanında sanatseverlerle buluşmayı planlıyor.
Londra’nın ve dünyanın ünlü müzelerinden biri olan Tate Modern’in eski yöneticisi Vicente Todolí’nin küratörlüğünü yaptığı sergi, Fondazione Merz işbirliği ile 25 Ekim 2018 – 24 Şubat 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Igloos sergisi, 2003 yılında hayatını kaybeden Mario Merz’in 1968’den yaşamının sonuna kadar ürettiği en ikonik eserlerden bazılarını bir araya getiriyor. Sergi, Pirelli HangarBicocca’nın 5 bin 500 metrekarelik Navate ve Cubo isimli mekanlarında düzenlenecek. Ziyaretçileri iglo şeklinde yerleştirilen 30’dan fazla büyük ölçekli eser karşılayacak.
İlk ve son fırsat olabilir kaçırmayın
Pirelli HangarBicocca Sanat Yönetmeni Vicente Todolí, sergiyle “Igloos sergisi için başlangıç noktası olarak Mario Merz’in 1985 yılında Zürih’teki Kunsthaus’ta Harald Szeemann’ın küratörlüğüyle düzenlenen kişisel sergisini aldık. O sergide sanatçının o güne kadar ürettiği her türlü iglo, büyük sergi salonunda Szeemann’ın deyişiyle ‘bir köy, kasaba, gerçeküstü bir şehir’ olarak düzenlenmişti.
Pirelli HangarBicocca’daki sergimiz, savaş sonrası kuşağın en önemli sanatçılarından birinin yarattığı deneyimi (bu kez sayısı 17’den 30’un üzerine çıkmış olarak) yeniden yaşamak için hayatta bir defa yakalanacak bir fırsat olacak” dedi.
Ferzan Öztepek İtalya’nın en önemli kültür sanat etkinliklerinden biri olan Cordile di Francesco ‘nun onur konuğu olacak.
İtalya’nın en önemli kültür ve sanat etkinliklerinden biri olan Cortile di Francesco’nun 40’ıncı yılındaki ‘Onur Konuğu’ Ferzan Özpetek. Cortile di Francesco, ‘Farklılıklar’ olarak belirlenen 2018 yılı temasıyla etkinlik, tiyatro ve sinema, mimarlık ve tasarım, ekonomi, gazetecilik ve güncel olaylar olmak üzere 6 bölümden oluşuyor.
İtalya’nın başarılı, söz sahibi ve öncü olan isimleri 21 – 22 Eylül’de Perugia yakınlarındaki Assisi’de etkinlik kapsamında farklı sektörlerle ve katılımcılarla buluşacak.
İtalya’da gerçekleştirildiği tarihlerde gündem oluşturan ve uzun süre konuşulan etkinliklerden biri olan Cortile di Francesco’, da Ferzan Özpetek, ‘Açık yürekli Ferzan Özpetek Sineması’ başlığıyla yer alacak.
İtalya’daki Cressoni Tiyarosu’nda Roma İmparatorluğu dönemine ait kalıntılar bulundu. Kültür Bakanı Bonisoli , bu arkeolojik keşif için ‘İstisnai bir durumun da ötesinde çığı açan tarihi bir an’ sözlerinde bulundu.
İtalya Kültür Bakanı Alberto Bonisoli, ülkenin kuzeyinde Como’daki Cressoni Tiyatrosu’nda Roma İmparatorluğu dönemi ait paralar bulunmasının ardından konuşma yapmak üzere basın toplantısı düzenledi.
Bonisoli, “Benim için bu olay istisnai bir durumun da ötesinde, çığır açan tarihi bir an.” dedi. Görevli arkeologlar bulunan testinin içinde sadece altının olmadığını 3 farklı obje daha çıktığını belirtti.
Yetkililerden biri yaptığı açıklamada, “Bir anlığına kesinlikle bir altın külçe gördük ve iki obje daha ama şu an için sadece 4’er gramlık 27 altın parayı çıkardık. Altınlar, Honorius, 3. Valentinianus, 1. Leo ve Libius Severus dönemlerinde basılmış.” diye konuştu.
Geçen hafta ülkenin Como’daki Cressoni Tiyatrosu’nda yürütülen arkeolojik kazı sırasında Roma İmparatorluğu dönemine ait yüzlerce altın para bulunmuştu. Köpüktaşından yapılmış bir testide bulunan altınlar, daha sonra Kültür Bakanlığının restorasyon laboratuvarına gönderilmişti. Arkeologlar ile restorasyon ve para uzmanları bulgular üzerinde inceleme yapmıştı.
Piyano, yedi oktavdan fazla ses alanıyla bütün müzik enstrümanlarının ses rejistrlerini bünyesinde toplayan temel enstrümandır. Solo dışında oda müziği, koro ve orkestrada da işlevi olan tek çalgıdır. Klavye vasıtasıyla çalınan bu sazda aynı anda 12 sesli akor veya cluster denilen ses yığınları elde edilir. Üç pedalı ile sesleri kısmaya, yalnız bas sesi uzatmaya veya bütün sesleri uzatmaya elverişlidir. Konsol adı verilen duvar tipleri ve kuyruklu tiplerin en küçüğü 130 cm. olan, boyu üç metreye kadar uzayan konser piyanoları vardır.
Piyano başlıca batı dillerinde şu terimlerle söylenir: Piano ( Fr. ), Piano (İng.), Pianoforte (İt.), Klavier (Alm.)
GENEL YAPISI
Piyano ya da nadir olarak kullanılan italyanca ismiyle pianoforte tuşlu bir çalgıdır. Piyanoda ses, teller vasıtasıyla elde edilir. Piyanonun tuşlarına basıldığında içindeki tahta çekiç tellere vurarak sesin meydana gelmesine sebep olur. Tahta çekicin tellere vurmasından dolayı piyano vurmalı müzik aleti olarak adlandırılır.
Herhangi bir akustik piyano genellikle ses tahtasını ve metal telleri çevreleyen aynı zamanda koruyan ahşap kasadan oluşmakla birlikte 88 tuşa (52 beyaz tuş, 36 siyah tuş) sahiptir. Piyano, tuşlarına basıldığında içerisindeki teller aracılığıyla ses çıkarır çekildiğinde ise teller damper (titreşim azaltan parça) yoluyla susturulur. Fakat pedallar yardımıyla tuşlardan parmaklar kaldırmasına rağmen sesi uzatmak mümkündür.
Piyanoda herhangi bir tuşa bastığımızda keçe ile kaplanmış çekiç o tuşa ait tellere vurur ardından geri gelir ve çekiç eski konumuna gelmesine rağmen teller titreşmeye devam eder bu titreşme bridge (köprü) yoluyla ses tahtasına iletilir ve ses tahtası sesi yükselttikten sonra havaya yayar. Parmak tuştan çekildiğinde damper ( titreşim azaltan parça ) tellerin titreşmesini durdurur ve sesi keser. Enstrüman sınıflandırma sistemine göre piyano chordophone ( telleri ve onu ileten gövdeleri olan enstrümanlar ) olarak sınıflandırılmıştır. Teknolojik gelişmelerle birlikte chordophone bir enstrüman olan piyano akustik olmasının yanı sıra elektrikli, elektronik ve dijital olacak şekillerde de geliştirilmiştir.
Atası, klavsenden en önemli farkı, tuşa basarken uygulanan kuvvete göre çıkan sesin şiddetinin de aynı yönde değişken olmasıdır. Duvar piyanosu: Telleri ve armoni tablosu düşey olan piyanodur. Elektro piyano: Rezonansı çalgının mekanizmasına dahil olan ya da dışarıdan bağlanan yükselteçlerin sağladığı piyanodur. Hazırlanmış piyano: Tellerinin arasına Çalgının tınısını değiştirecek nesnelerin (çivi, tahta, maden ya da kauçuk parçaları) yerleştirildiği piyanodur. Kuyruklu piyano: Telleri ve armoni tablosu yatay olan piyanodur. Mekanik piyano: 1880’e doğru Amerika’da icat edilen otomatik piyano (üzerinde dişler bulunan tahta bir silindir, bir zemberekle döndürülür ve çekiçleri hareket ettirir.) Pnömatik piyano: Pirinç ve cetvelin (PanFlür Denir) delikleri ile uyuşan karton bir rulonun deliklerinden çalgının içine hızla giren havanın basıncıyla çekiçlerin hareket ettiği otomatik piyano.
Bir piyano 7 bini geçen parçadan oluşur. Piyanoyu oluşturan parçalar ise preslenmiş yün, çelik, bakır ve tahta parçalarından oluşur. Piyanonun değerli olmasının sebepleri arasında neredeyse tamamen elde yapılması başı çekiyor.
Piyano imalatında 3 materyal kullanılır. Ahşap, metal ve çuha/keçe… Ahşap malzeme hem Armoni (ses) tablası (sound board) olarak, hem iç mekanizma parçalarında hem de dış bölüm de mobilya olarak kullanılır. Çalgının yapımında kullanılan armoni (Ses) Tablası Piyanonun en önemli temel malzemelerindendir. Piyanonun arka bölümünde montajlıdır. Çok kaliteli sedir cinsi özel kurutulmaya tabi tutulmuş çok özel ağaçlardan imal edilir. Piyanonun en nazik malzemelerindendir.
Piyanoda üç pedal (ayaklık) vardır. Sağdaki pedal “Yastık Pedalı” dır. Bu pedala basılırsa bütün yastıklar kalkar ve teller serbestçe titreşebilir. Pedal bırakılınca ise yastıklar yeniden tellere değer. Soldaki pedal; “Yumuşak pedal” da denilen tek tel pedalıdır. Bu pedala basılınca bütün mekanizma olduğu gibi bir parça kayar ve böylece çekiçler her ses için gerilmiş bütün tellere değil yanlızca bir veya iki tele vurabilir. Böylece ses şiddeti azalır. Ortadaki pedal “Uzatma Pedalı” dır. Bu pedal yastık pedalı gibi bütün sesleri değil yanlızca pedala basıldığı sırada çalınmakta olan sesleri uzatır.
Piyanonun bir diğer temel malzemesi de kumaş cinsi çuha ve keçedir. Tokmaklar ve susturucular bu malzemeler kullanılarak elde edilir. Güve ve haşarat için giysilerde kullandığımız naftalin veya bu işi görebilen böceksavar kullanmak gerekir.
Piyanoların ömrü genellikle 30 ile 80 yıl arasındadır. Alman malzeme ile üretilen kaliteli piyanolar tonlarını yıllarca bozulmadan korurlar. İyi bir piyanonun tuş ağırlığı 50-55 gr arasında olmalıdır.
ÇEKİÇLERDEKİ SIR
Çekiçler keçeyle kaplanmıştır. Çekiçler çok sert yada çok yumuşak olmamalıdır. Yumuşak çekiçler donuk, cansız bir ses oluşturur. Sert çekiçler ise çınlayan, acı bir ses oluşturur. Tuşa basılınca ve çekiç harekete geçince tele değmekte olan bir keçe yastık telin üzerinden kalkar. Tam çekicin tele vurmasından önce, bir kaldıraç çekici tuştan ayırır. Zaten hızlı hızlı hareket etmekte olan çekiç tele doğru hareketine serbestçe devam eder. (Eğer tuşa yavaş yavaş basılırsa çekiç hızlanmaz ve tele vuramaz. Dolayısıyla bir ses oluşmaz.) Tele vurup geri dönen çekiç, geri engeli tarafından (yakalayıcı) yakalanır ve tutulur. Tuş kalkınca, yastık keçe (susturucu keçesi) yeniden telin üzerine inerek susturulur.
GÜNÜMÜZDE
Günümüzde ses alanı 7,5 oktav ve 88 tuştan oluşan standart piyanolar yapılmaktadır. 218 gerili telin çelik çapraza verdiği güç üç ton civarındadır. En kalın seslerde tek tel, daha sonra iki tel, orta ve ince oktavlarda üç tel kullanılır. Konser salonlarında tercih edilen dünyanın en iyi markaları başta Steinway and Sons, Bösendorfer, Blüthner veya Yamaha’ dır.
KAYNAKLAR
Lale Feridunoğlu – Müziğe Giden Yol ( İnkılap Kitabevi Yayıncılık / 2. Baskı )
Erişim Tarihi: 12.03.16 / 19.30
Ahmet Say – Müzik Tarihi ( Müzik Ansiklopedisi Yayınları / 8. Basım)
ANTDOB’un bu sezon son kez sahnelediği “İtalya’da Bir Türk” operası yoğun ilgi gördü. Antalya Devlet Opera ve Balesi (ANTDOB) ünlü İtalyan besteci Gioacchino Rossini’nin 2 perdelik eseri “İtalya’da Bir Türk” operasını son kez sahneledi.
Haşim İşcan Kültür Merkezi’nde, sanatseverlerin yoğun ilgi gösterdiği operada Napoli yakınlarındaki bir sahil kasabasında geçen aşk hikayesi anlatılıyor.
Rejisör Mehmet Ergüven tarafından sahneye konulan operanın orkestra şefliğini Gaetano Soliman ve Ömer Yöndem, koro şefliğini ise Mahir Seyrek üstlendi. Eserin dekoru Gürcan Kubilay, kostümü Gülay Korkut, ışığı ise Müfit Özbek imzasını taşıyor.
ANTDOB sanatçılarının yanı sıra Ankara, İstanbul ve İzmir Devlet Opera ve Bale Müdürlüğünden konuk sanatçıların da sahne aldığı yaklaşık 2 saat süren opera, izleyenlerin beğenisini kazandı.
Hergeçen gün büyüyen ve genişleyen İstanbul’da elbetteki çok eskilere dayanan semtler de var. Kimi zaman “ya! bu isim nereden geliyor acaba?” dediğimiz muhakak olmuştur buyurun bazı semtlerin adlarının nereden geldiğini okuyalım.
Acıbadem:
Eskiden geniş çayırların, bağların, bahçelerin ve koruların arasında Osmanlı saray mensuplarının, sultanların, şehzadelerin, paşaların köşklerinin bulunduğu Acıbadem, bugün yoğun yerleşme alanıdır. Bu yoğun yerleşme arasında, geçmişin izlerini taşıyan yapılar ve mekânlar vardır. Semtin Nişantaşı olarak bilinen kesimine II. Mahmud döneminde bir nişan taşı dikilmiştir. Padişahın, bugün yerinde bulunmayan kasrından bin adım uzaktaki bir yumurtayı vurduğu, bu nişan taşının da buraya dikildiği söylenir.
Acıbadem semtinin önemli tarihsel yapıları arasında, Abdülaziz Av Köşkü, İbrahim Ağa Camii, Ethem kaptan Camii, Faik Paşa Camii olarak da bilinen kare planlı ve tek minareli Acıbadem Camii, Acıbadem Çeşmesi, Ayrılık Çeşmesi sayılabilir.
Ahırkapı:
Marmara Denizi’nin kıyısında yer alan yedi ahır kapısından birisi olan bu semte, padişah atlarının bulunduğu has ahırın yanında yer aldığı için Ahırkapı ismi verildi.
Aksaray: Fatih’in sadrazamı Ishak Paşa, Iç Anadolu Bölgesi’ndeki Aksaray’ı ele geçirdikten sonra orada yaşayan bölge insanlarını bugünkü Aksaray semtinin
bulunduğu yere gönderir. Aksaraylılar da semte adlarını verirler.
Arnavutköy:
Arnavutköy semti, sahil yolunda Kuruçeşme ve Bebek arasında kalmaktadır. Karşısında Kandilli ve Vaniköy bulunmaktadır. Arnavutköy’ün en eski adı Hestai’dir. Bizans döneminde Promotu ve Anaplus olarak da bilinirdi. Fatih Sultan Mehmet’in Arnavutluk ve Epir’e egemen olduktan sonra, 1486 yılında getirilen Arnavutların buraya yerleştirilmesinden dolayı bölge Arnavutköy adını almıştır.
Aşiyan:
Kuş yuvası. Günümüzdeki ismini şair Tevfik Fikret’in burada bulunan, Farsçada kuş yuvası anlamına gelen ‘Aşiyan’ isimli evinden alıyor.
Ayrılık Çeşmesi:
İstanbul’un Kadıköy ilçesi Rasimpaşa mahallesi sınırları içinde kalan tarihî bir yapı ve aynı zamanda bölgenin adıdır. İlk inşa tarihine ilişkin kesin bir bilgi olmamakla birlikte 17. yüzyılın başında Kızlarağası Gazanfer Ağa tarafından bir namazgâh ile birlikte yaptırıldığı sanılmaktadır. Çeşme üzerindeki kitabelere bakıldığında, daha sonraları çeşmenin 1741 yılında Kızlarağası Ahmet Ağa ve 1921-1922 yıllarında 5. Mehmet’in torunu Düriye Sultan tarafından olmak üzere iki kez tamir ettirildiği öğrenilmektedir. Kimi kaynaklar çeşmenin geçmişini Bizans dönemine kadar dayandırmaktadır
Çeşmenin adının kökeni konusunda kesin kabul görmüş yazılı kaynak yoktur. Fatih Sultan Mehmet döneminden sonra doğu yönüne sefer düzenleyen Osmanlı padişahlarının son sefer hazırlıklarının tamamlandığı ve yola koyulmak için toplandığı yerin çeşmenin de içinde bulunduğu eski İbrahimağa Çayırı olduğu bilinmektedir. Ayrıca Mekke’ye gitmek üzere yola çıkan Hacı kafileleri ve Surre Alayları’nın da burada toplaşıp uğurlandığı bilinmektedir. Rivayete göre şehirden ayrılan kafileler son olarak buradan uğurlandığı için çeşmenin adı Ayrılık Çeşmesi olarak halk diline yerleşmiştir.
Bağdat Caddesi:
Ayrılık Çeşmesi bölgesinden sefere uğurlanan padişahlar içinde 4. Murat da vardır. Bağdat seferine giderken izlediği yola da halk Bağdat Yolu adını vermiş ve bugün hâlâ Bağdat Caddesi adı kullanılmaktadır.
Bağlarbaşı:
Semt, en ünlü bağ ve bahçelerin bir dönem burada yer almasından dolayı bu adla anılıyor.
Bakırköy:
Bizanslıların ‘Makri Hori’ dedikleri semt, 14. yüzyılda Osmanlıların eline geçince ‘Makriköy’ adını aldı. 1925’te ulusal sınırlar içindeki yabancı kökenli adların değiştirilmesi sırasında Atatürk’ün isteğiyle semt Bakırköy adını aldı.
Bebek:
Rumeli Hisarı’nın yapımı ve İstanbul’un kuşatması sırasında Fatih, bu bölgenin kontrol edilme görevini Bebek takma adıyla anılan bölükbaşına vermiş. İsim oradan geliyor.
Beyazıt:
Sultan II. Beyazıt’ın buraya kendi ismiyle anılacak bir külliye yaptırmasından sonra semt, Beyazıt olarak anılmaya başladı.
Bostancı:
Semt, adını eskiden her türlü meyve ve sebzenin yetiştirildiği bostanlardan biri olmasından alıyor.
Çatladıkapı:
Bizans zamanında yapılan surların Sidera adı bir verilen kapısı, 1532 tarihinde meydana gelen depremde çatlayınca, hem semt hem de kapı
Çatladıkapı olarak anılmaya başladı.
Çemberlitaş:
Bizans’ın en önemli meydanlarından Constantinus Forumu’nun bulunduğu yerdeki büyük sütunlardan birisi olan Çemberlitaş, semte adını verdi.
Çengelköy:
Eskiden gemi çapaları bu köyde yapıldığı için isminin buradan geldiği tahmin ediliyor.
Çıksalın:
Güzel manzaralı, geniş bir çevreye hâkim olan bölgeye, halk arasında “çık, salın” denilmeye başlanmıştır.
Eminönü:
Osmanlı döneminde çarşıdaki esnafı denetleme yetkisi ‘Emin’lere aitti. Semt, adını burada bulunan ‘Gümrük Eminliği’nden alıyor.
Feriköy:
Çok değil, yüzyıl öncesine kadar, yerinde Aya Dimitri köyünün bulunduğu ve çoğunluğunu Rumların oluşturduğu bu küçük İstanbul yerleşiminin ormanlık bir araziye açılması, İstanbul’un namlı avcılarının gelip avlandığı avlak bir alana dönüşmesine neden olmuştur. Bu avcılardan biri de, İzmir ve İstanbul’un soylu lavantenlerinden, ticaretle uğraşan Fransız mösyö Ferry’dir. Galata’da ikamet eden Ferry, tatil günlerinde tüfeğini alıp Aya Dimitri’ye gider ve oradaki arazide sık sık avlanır ve sonunda bu güzel, küçük şirin köyde yalı-köşk yaptırmaya karar verir. Ferry’ler zaman zaman gelip kalırlar bu köşkte ve geçen zaman içinde o zamanın kimi gazete ve haberlerinde de yazılmış olduğu gibi Aya Dimitri adı, Mösyö Ferry’nin köyü diye anılmaya başlar. Feriköy’de, geçmişten günümüze kalmış tarihi mekanlar arasında Sokullu Mehmet Paşa’nın sadrazamlığı döneminde yapılmış 1570 tarihli Darüsaade Ağası Behram Çavuş Camisi, 1868 tarihli, 12 havariye adanan Dekema Apostoli Rum Kilisesi, 1861 tarihli Sırpots Vartanans Ermeni Kilisesi, Latin ve Protestan mezarlıkları bulunmaktadır. Protestan mezarlığı’nda yatan ünlü kişilerden biri de, kaleme aldığı İstanbul yazıları ve yayımladığı rehber kitaplarıyla tanınan eğitmen, arkeolog ve tercüman rehber Ernest Mamboury’dir. Yazın hayatı döneminde İstanbul’u kaleme almış bir başka İstanbul sevdalısı Salah Birsel de Feriköy’deki İslam Mezarlığı’nda yatmaktadır. Bir zamanlar Mösyö Ferry’nin küçük köyündeki 500 kişilik nüfus bugünün Feriköy’ünde 50 bine ulaşmış durumdadır.
Galata:
Gala, Rumca da “süt” anlamına geliyor. Bir rivayete göre Galata’nın adı semtteki süthanelere gönderme yapılarak türetildi. Başka bir görüşe göre ise
Italyanca ‘denize inen yol’ anlamına gelen ‘galata’ kelimesi düşünülerek bu isim verildi.
Göztepe:
İstanbul, Anadolu Yakasında, Kadıköy İlçesi sınırları içinde bulunan bir mahalledir. İsmini Merdivenköy, Şahkulu Dergahının şeyhi olan Gözcü Baba’nın gözetleme yaptığı bölgeden almıştır.
Peki Gözcü baba nereyi gözetliyordu?
Şuan dergahın binası olan yapının olduğu bölgede Bizans döneminde Bizans imparatoru Andronikos’un av köşkü vardı. Orhan Gazi’nin İzmit’i fethinde barış antlaşması bu köşkte imzalanmıştır. Barış şartları arasında, “köşk”ün ahi tekkesi olarak kullanılması da vardı. Köşk, Türk egemenliği altında olduğu dönemlerde uzun yıllar Bektaşi kültürünün yaşatılması amacıyla Bektaşiler tarafından kullanılmıştır. Çelebi Sultan Mehmet zamanında tekkenin ahi baba şeyhlerine Bizans’ı gözetleme görevi verilmiştir. O dönemden sonra ahi baba şeyhlerine gözcü baba denmeye başlanmıştır. Yakın zamana kadar buradaki taş binada tekkenin şeyhleri oturmuştur. Son sahibi Hasan Tahsin baba’dır. Şu anda Şahkulu Sultan Dergahı olarak Alevi Cemaati ve Kültürü’nün yaşatıldığı merkezlerden biridir.
Horhor:
Fatih’te bulunan semt, adını Horhor çeşmesinden alıyor. Rivayete göre Fatih Sultan Mehmet bölge civarında yürürken yerin altından su sesleri duyar ve yanındakilere, “Buraya bir çeşme yapın baksanıza ‘hor hor’ su sesleri geliyor” der ve buraya bir çeşme yapılır. Çeşme de semt de Horhor ismiyle anılmaya başlar.
Okmeydanı: Fetih Ordusu kuşatmanın bir kısmını burada kurulan karargâhta geçirmiş. Semtin ismi de böylelikle Okmeydanı olarak kalmış.
Kadıköy:
Futbolun mabedi olan ilçe Zamanın musiki üstadı Sine Kemani Nuri Bey’in anlatışına bakılırsa, futbola meraklı ilk Türk gençleri bir kulüp kurmağa, daha bir derli toplu birleşmeye karar vermişler. Çok geçmeden arzularını yerine getirmiş, elbiseyi de seçmişler; gömleğin göksü, yakası, kol kapakları beyaz, öbür tarafları kırmızı, pantolon keza beyaz. Kuşdili Papazın çayırlarında kendi aralarında maçlara girişmişler. Moda’daki İngilizlerden, Rumlardan mürekkep (oluşan) takımın derecesine erişmek, onları yenmek baş emelleri(en büyük arzuları). Eski cimnastikçi ve idmancılardan Sine Kemani Bay Nuri’nin rivayetine göre, ilk oynayanları sayalım: Kendisi(Nuri Bey), Emced Bey, Mehmet Ali ve kardeşi Neşet Beyler, Reşat Danyal Bey, Hafız Mustafa, Topçu zabiti Cevdet Bey, Eşref Bey, Hüsnü Paşa zade Bahriyeli Fuat Bey, Mekteb-i Sultani’li Daniş, Tahsin (Şair Tahsin Nahit) Bey, Sarı Şevki.
Karagümrük:
Bizans surlarının girişlerinden biri olan Edirnekapı’nın hemen altında olan Karagümrük semtinin adı, Osmanlı zamanında burada bulunan gümrükten gelmektedir.
Kurtuluş:
Kanuni Sultan Süleyman döneminde Sakız Adası’ndan getirilen göçmenlerin yerleştirilmesi ile yerleşim bölgesi haline gelmeye başlamıştır. Kurtuluş semti, eskiden “Tatavla” ismiyle anılırmış. Tatavla; Rumca “ahır” anlamına gelen, “Ta Tavla”dan türeyerek konulmuş. O dönemlerde sarayın ahırlarının ve otlaklarının bu bölgede bulunması bu ismi almasına sebep olmuş. 1929 yılında çıkan büyük yangından sonra semt, bugünkü “Kurtuluş” adını almış
Koşuyolu:
Acıbadem’in komşu semti Koşuyolu, Osmanlı saray mensuplarının at bindikleri, 1900-1920 yıllarında ise at yarışlarının düzenlendiği semttir.
Okmeydanı:
Fetih Ordusu, kuşatmanın bir kısmını burada kurulan karargâhta geçirmiş. Semtin ismi de böylelikle Okmeydanı olarak kalmış.
Şişli:
Şiş yapımıyla uğraşan ve Şişçiler diye anılan bir ailenin burada bir konağı olduğu ve ‘Şişçilerin Konağı’nın zamanla değişikliğe uğrayarak ‘Şişlilerin
Konağı’ hâline gelmesiyle semtin adının Şişli olarak kaldığı anlatılıyor.
Şaşkınbakkal:
Henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde yaz günleri denizden yararlanmak için bölgeye gelenlere bir bakkal dükkânı açıldığını görenler, burada iş yapılmayacağını düşünerek bakkala “şaşkın bakkal” yakıştırması yaptılar. Bundan sonra da semt Şaşkınbakkal olarak anılmaya başlandı.
Sütlüce:
Bugün Sütlüce semtinin olduğu yerde Süt Menbat isimli bir Rum köyü vardı. Köyün bir köşesindeki bakır bir kadın heykelinin memelerinden su akar; bu suyun, kadınların sütünü çoğalttığına inanılırdı. Bundan dolayı semt, Sütlüce olarak anılır oldu.
Tahtakale:
Sözlük anlamı ‘kale altı’ olan Taht-el-kale’nin bozulmasıyla Tahtakale’ye dönüşen semtin, Mercan ya da Beyazıt dolaylarındaki eski sur benzeri yapının aşağı kotunda yer aldığı için bu ismi aldığı tahmin ediliyor.
Taksim:
Osmanlı zamanında su kemerleriyle civar yerleşimlerdeki sular buraya getirilir ve buradan İstanbul’un semtlerine taksim edilirdi(dağıtılırdı). Osmanlı’dan önce Bizans’ın da aynı bölgeyi taksim noktası olarak kullanmış olma ihtimali yüksektir.
Teşvikiye:
Sultan Abdülmecit’in bir mahalle kurulması için teşvikte bulunduğu semtin adı Teşvikiye olarak kaldı. Bu durumu, Harbiye Karakolu ile Rumeli ve
Valikonağı Caddelerinin kesiştiği kavşakta bulunan iki taş belgeliyor.
Unkapanı:
Bazı satış yerlerinde Arapça’da ‘Kabban’ adını taşıyan büyük teraziler bulunduğundan, buraları Kapan adını taşırdı. Sahiline buğday ve arpa yüklü gemiler demirlediğinden, semt bu adı aldı.
Üsküdar:
Bizans devrinde, Skutari denilen asker kışlaları, şehrin bu yakasında yer aldığı için semt Skutarion diye anılıyordu. Bu isim zamanla Üsküdar’a dönüştü.
Veliefendi:
Hipodrom bir zamanlar Şeyhülislam Veli Efendi’nin sahibi olduğu topraklar üzerinde kurulduğundan semtin adı Veli Efendi’yle anılıyor.
Zincirlikuyu:
1870 yılında Sultan Aziz’in oğlu Veliaht Yusuf İzzettin Efendi için yaptırılan yazlık saray ile kurulan ve gelişmeye açılan semt. Veliahtın, adı geçen köşkte 1917 de bileklerini keserek intihar etmesi ya da öldürülmesiyle adı uğursuz semte çıkan yer konut alanı olarak fazla gelişmemiş ve bu sebepten dolayı mezarlık Yusuf İzzettin Efendi’nin av köşkünün bahçesine kurulmuştur. Av köşkü ise halen yapı meslek lisesi olarak kullanılmaktadır. Semtin adı köşkün hemen aşağısında bulunan ve bugün izi bile kalmayan kuyudan gelir.
William Shakespeare’in ölümsüz aşk öyküsü ‘Romeo ve Juliet’, 21 Şubat’ta İstanbul’da sahnelenecek. Gösteri için 13 tır dolusu dekor, kostüm ve teknik donanım İstanbul’a getirilecek.
Gösteri ve sahne sanatları örneklerinin sınırlarını zorlayan bir proje olarak gösterilen ‘Romeo ve Juliet’ Şubat ayında İstanbul’a geliyor. 45 oyuncunun rol aldığı ve büyük bir teknik ekiple İstanbul’da sahne almaya hazırlanan ‘Romeo ve Juliet’ ekibi oyuncuların yanı sıra 40 teknisyen, 6 kişilik iletişim ekibi, 15 kişilik yapım sorumlusundan oluşuyor.
Bugüne dek sayısız kez bale, film, müzikal ve opera olarak sahnelenen William Shakespeare’in ölümsüz eseri, 3 boyutlu dijital sahne tasarımıyla ve orijinal dilinde sahnelenecek. Temsil sırasında 23 sahne değişimi ve 270’ten fazla kostümün kullanıldığı oyun için 13 tır dolusu dekor, kostüm ve teknik donanım İstanbul’a getiriliyor. Yönetmenliğini Giuliano Peparini’nin üstlendiği, besteleri Gerard Presgurvic, şarkı sözleri ise Vincenzo Incenzo’e ait oyun, 1 Mart’a kadar Zorlu PSM’de izlenebilecek.
Etkinlik Hakkında
Shakespeare’in 420 yıl önceki hayali,
bugünün hayal gücüyle İstanbul’da…
Sonsuz aşkın müzikle dansı
Romeo & Giulietta
Cesur bir prodüktör, çılgın bir yönetmen ve 45 eşsiz oyuncu, dansçı ve akrobat; Shakespeare’in o günlerde hayal bile edemeyeceği 3 boyutlu dijital bir sahnede bu unutulmaz hikayeye yeniden hayat veriyor.
İtalya’da 8 ay gibi kısa bir sürede 400.000 kişiyi büyüleyen Romeo e Giulietta, Ama e Cambia il Mondo 270’ten fazla benzersiz kostüm, 23 sahne değişimi ve üstün teknolojik alt yapısıyla İstanbullu sanatseverlere bugüne kadar yaşamadıkları bir deneyim yaşatmak için geliyor.
İtalya’da gelmiş geçmiş en görkemli gösteri olarak adlandırılan bu muhteşem show 21 Şubat’ta Zorlu Center PSM’de perdelerini açıyor.
Aşkla değişir dünya
Verona’nın iki soylu ailesi, Montegue ve Capuleti’lerin ölümcül nefretleri iki gencin ilk görüşte başlayan ve kaderlerini mühürleyecek olan aşkına engel olamaz. Aşıkların trajik intiharıyla ölüm aşkı ebediyete yüceltirken, düşman aileleri vicdan azabıyla tüketir.
Shakespeare’in eserinde aşk, insani bir tecrübeden tüm evreni içine alacak evrensel bir boyuta taşınıyor. Shakespeare karanlığın ve ışığın üzerinde duruyor.
Romeo e Giulietta, Ama e Cambia il Mondo’da müzik, hikayeyi yeniden yaratıyor. Her özgün yorumunda olduğu gibi klasik eserin özüne hem saygı duyuyor hem ihanet ediyor.
Çatışmaları aydınlatan, tutkuları gizleyen ışık bu özgün yorumda bize müzikle dönüyor ve kötülüğün renklerini güçle doldururken, iyiliğin çerçevesini yumuşak tonlarla çiziyor.
Müzikler ve ritim kimi zaman deliliği, kimi zaman ahlakın terk edilişini simgeliyor. Aşk resmedilirken ise bunun aksine iki aşığın tutkusunun, sonsuz bekleyişinin ve çektikleri işkencenin altını çiziyor.
Vincenzo Incenzo
Yazar William Shakespeare, Yapımcı David Zard, Müzik Gérard Presgurvic, Italyanca Uyarlama Vincenzo Incenzo, Yönetmen Giuliano Peparini
Tango severler, 4-8 Temmuz tarihleri arasında düzenlenecek 9. Uluslararası İstanbul Tango Festivali’nde bir araya gelecek
2004 yılından beri her yıl düzenlenmekte olan festivale bu yıl da dünyaca ünlü bir çok sanatçı katılıyor.
Gündüz milongaları ve normal milongalarda günde toplam 13 saat dans etme imkanı olacak festivalde gündüz milongaları saat 13:30 – 18:30; gece milongaları ise 22:00 – 04:00 veya 05:00 arasında yapılacak.
Tüm danslar klasik tango seçimleri eşliğinde olacak ve elektronik tango müziği kullanılmayacak.
FESTİVAL DERSLERİ
Festivalde 4 usta sanatçı çiftten toplam 32 atölye çalışması sunulacak. Atölyeler konuları arasındaki uyuma göre gruplar (blok) altında toplanmış. Her blokta 4 ders var ve her ders ayrı sanatçı tarafından öğretilecek.
Derslere eşsiz veya eşli katılabilirsiniz. Eşli katılanlar diledikleri dersleri seçebilirler. Eşsiz katılanların bloklardan seçim yapmaları gerekiyor.
FESTİVALE KATILACAK SANATÇILAR
Sebastian Arce & Mariana Montes
Ruben Veliz & Sabrina Veliz
Bruno Tombari & Mariangeles Camaano
Mariano Otero & Alejandra Heredia
Orquesta Solo Tango
Giuseppe Clemente (Italya) – DJ 4 Tem Milonga
Marcelo Rojas (Bs.As.) – DJ 5-6-7 Tem Milonga
Armando Geday (Lübnan) – DJ 8 Tem Milonga
Olga Agapova (Rusya) – DJ 5 Tem Tango-Cafe
Mara Uzun (Romanya)- DJ 6 Tem Tango-Cafe
Olga Agapova (Rusya) – DJ 5 Tem Tango-Cafe
Mara Uzun (Romanya)- DJ 6 Tem Tango-Cafe
Ali Işıklı (Türkiye) – DJ 7 Tem Tango-Cafe
Olga Agapova (Rusya) – DJ 5 Tem Tango-Cafe
Mara Uzun (Romanya)- DJ 6 Tem Tango-Cafe
Ali Işıklı (Türkiye) – DJ 7 Tem Tango-Cafe
Ramo & GoGo – DJ 8 Tem Tango-Cafe
Michelangelo ve Raphael ilk kez Türkiye’ye geliyor!
16. yüzyıl İtalya’sının en ünlü üç ustasının bilim ve sanatta nasıl izler bıraktıklarını anlatan The Great Masters Sergisi dünyada ilk kez Türkiye’de sergilenecek.
İnteraktif sergi, 1 Haziran – 31 Temmuz’da Arter Tasarım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile Tophane-i Amire Büyük Salon’da gerçekleşecek. İsveçli sergi tasarım şirketi Excellent Exhibitions AB tarafından tasarlanan “The Great Masters” sergisi dünyaca ünlüİtalyan küratörler Alessandro Vezzosi ve Francesco Buranelli tarafından hayata geçirildi. “The Great Masters”, 2010 yılında Göteborg, İsveç’te açılan ve 130 bin kişi tarafından ziyaret edilen “:And There Was Light” sergisinin geliştirilmiş bir versiyonu.
Sergide ziyaretçiler dokunmatik ekranlar vasıtasıyla Raphael’in yapmış olduğu resimler ve eskiRoma kalıntılarını ölçme ve düzenleme çalışmalarını görebilir, Leonardo’nun icatlarının mekanik özelliklerini deneyimleyebilir, Sistine Şapeli’nin tavanını boyamanın zorluğunu anlayabilirler. Sergi, 3 ünlü usta üzerinden yola çıkarak, keşifler çağı olarak bilinen 16. YY. İtalya’sını ve Rönesans’ı anlatıyor.
Serginin Giriş bölümünde yer alan medya odasında sunulacak 3 dakikalık bir film gösterimi, Rönesans döneminin yaratıcı 3 ustası hakkında genel bir bilgilendirme yapacak ve ziyaretçileri sergiye hazırlayacak. Bir başka bölüm olan Adli İnceleme’de “Mona Lisa” başta olmak üzere ünlü eserler detaylı olarak incelenecek. Ardından dünyanın en ünlü resimlerinden olan “Son Yemek” gerçek ölçüsünde ziyaretçi ile buluşacak. Ziyaretçilerin Leonardo da Vinci’nin kullandığı tekniklerle tanışacağı bu bölümde perspektif, renk, postür ve oranın uyumu konu edilecek. Sergi mimariye de yer veriyor ve Raphael ile Michalengelo tarafından yapılan St. Peters Bazilikası’nın yanı sıra dönemin yapıları için kaç kişinin çalıştığı, ne kadar zamanda inşa edildiği anlatılacak. Dokunmatik ekranlar sayesinde Sistine Şapeli’ni ziyaretçiler detaylı bir şekilde inceleyebilecek.
Serginin biletleri sergi mekanında bulunan My Bilet gişesinden ve My Bilet web sitesinden temin edilebilecek. Sergi hakkında detaylı bilgi serginin web sitesinde ve My Bilet’te.
20 ülkeden 110 film, 40 seans, 11 söyleşi ve atölye çalışması,sinemadünyasından 21 konuğun yer aldığı festival, 19-29 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
Festivale 557 film başvurdu Akbank 8. Kısa Film Festivali, 19-29 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Akbank Sanat’tan yapılan açıklamaya göre, 20 ülkeden 110 film, 40 seans, 11 söyleşi ve atölye çalışması, sinema dünyasından 21 konuğun yer aldığı Akbank 8. Kısa Film Festivali, 10 gün boyunca ücretsiz takip edilebilecek.
Festivalin “Uluslararası Bölüm”ünde bu yıl, Türkiye, Almanya, ABD, İspanya, Fransa, Belçika,Brezilya, Polonya, Finlandiya, Küba, Polonya, Kolombiya, Arjantin, Avustralya, Norveç, Macaristan, İtalya, İsrail, Güney Kore ve Kanada’dan gelen kısa filmlerin yanı sıra, Cannes, Clermont-Ferrand, Rotterdam, Milano, Berlin, Sydney gibi dünyanın saygın film festivallerinde gösterilen ve ödül alan kısa filmler de sinemaseverlerle buluşacak.
Festivalin “Kısadan Uzuna” bölümü, bu yıl yönetmen Ümit Ünal’ı konuk edecek. Uzun metraj filmlerinden sonra kısa filmler çeken ve kısa filme olan ilgisi ile tanınan Ümit Ünal’ın baştan sona dijital olarak çekilen ilk Türk filmi olan “9” ve kısa filmleri festival kapsamında seyircilerle buluşacak. Ünal Ayrıca “Kısadan Uzuna” başlıklı söyleşide sinema serüvenini kısa filmcilerle paylaşacak.
Can Dündar’a ayrılan “Belgesel Sinema” bölümünde, yönetmen Dündar’ın “Yılmaz Güney”, “Aşk Bu mu” ve “Tan Baskını” isimli belgeselleri gösterilecek. Ayrıca Can Dündar, “Belgesel Sinema” başlıklı söyleşide deneyimlerini paylaşmak üzere festival izleyicileriyle bir araya gelecek.
“Deneyimler” bölümünün konuğu olan Almanyalı görüntü yönetmeni Sebastian Wiegartner, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaptığı “Shooting with HD-DSLR” atölyesi ile festivale derinlik katacak. Sebastian Wiegartner, festivaldeki söyleşisinde, HD-DSLR kameralarla çekim yapmanın inceliklerini ve dijital sinemada görüntü estetiği konularını anlatacak.
“Canlandırma Kısalar” bölümünde, Türkiye’den ve dünyadan 19 canlandırma kısa film örneğine yer verilecek.
Bu yıl belgesellerden oluşan “Özel Gösterim” bölümünde ise Rüya Arzu Köksal’ın “Bir Avuç Cesur İnsan”,Aysim Türkmen’in “Galata Kulesi Sokak No:23”, Mehmet Özgür Candan’ın “Geçmiş Mazi Olmadı” ve Selim Evci’nin “Kırmızıyı Arayan Adam” adlı filmleri izleyicilerle paylaşılacak.
Söyleşiler
Festival, söyleşileri ile de sinema dünyasının ünlü isimlerini sanatseverlerle bir araya getirecek. Yönetmen Aysim Türkmen, Erol Mintaş, Umut ral ve Emre Akay “Kısa Filmde Söz Yönetmenlerin”, Cahit Berkay, Selim Demirdelen ve Murat Ertel “Sinemada Müzik”, avukat Erdem Türkekul, BİROY Başkanı Atilla Engin ve SENDER Başkanı Nilgün Öneş “Telif Hakları”, Laçin Ceylan, Akasya Asıltürkmen, Türkü Turan ve Melih Selçuk “Oyuncu Gözüyle Kısa Film” başlıklı söyleşide sinemaseverlerle buluşacak.
Festival boyunca Akbank Sanat’ta “Işıl Özgentürk ile Senaryo”, “Derya Alabora ile Oyunculuk”, “Bora Gökşingöl ile Kurgu”, “Mehmet Aksın ile Görüntü Yönetmenliği” ve “Sebastian Wiegartner ile Shooting with HD-DSLR” atölye çalışmaları gerçekleştirilecek.
Akbank 8. Kısa Film Festivali jürisi, her yıl olduğu gibi bu yılda üç farklı kategoriden oluştu. Festivalin, 372 filmin başvurduğu yarışmalı bölümü “Festival Kısaları”nı oluşturan ön eleme jüri kurulunda, belgesel yönetmeni Emel Çelebi, kurgucu Bora Gökşingöl ve yönetmen Selim Evci yer aldı.
Festivalin “En İyi Kurmaca Film”ini belirleyecek kurmaca kategorisi jüri kurulu, yapımcı Zeynep Özbatur, oyuncu Uğur Polat, sinema yazarı Cüneyt Cebenoyan, yönetmen Seren Yüce ve Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı’dan oluştu.
“En İyi Belgesel Film”i belirleyecek belgesel kategorisi jüri kurulunda ise yazar Yekta Kopan, belgesel yönetmeni Ethem Özgüven ve Aysim Türkmen, gazeteci ve sinema yazarı Burçak Evren, Akbank Sanat Müdürü Derya Bigalı yer aldı.
“En İyi Kurmaca Film” ve “En İyi Belgesel Film” yönetmenleri Akbank Sanat tarafından 8 bin lira ile ödüllendirilecek.
” Nar Sanat Haber ” olarak biraz olsun merakınızı gidermek için arada bir zaman zaman aklımıza takılan veya merak edilen konuları sizlerin yerine araştırıp sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Eğer sizlerde ilginç olduğunu düşündüğünüz bilgilere sahipseniz lütfen bize mail atınız adınızla beraber paylaşalım. Bilgi için : [email protected]
Keman benzeri enstrümanların kökeni Orta Asya göçebe atlı kültürlerine dayanmaktadır. Eğer bir örnek verecek olursak Kazak Kopuzu iyi bir örnek olabilir. Benzeri enstrümanların pek çoğunda atların kuyruk kılı kullanılmaktadır. Orta Asya bozkırlarından ipek yolu aracılığıyla Çin, Hindistan ve Orta Doğu’ya yayılmıştır. Hatta arkeolojik kazılarda Semerlere ait Lir örnekleri de bulunmuştur.
Bizans’ta bundan esinlenerek Lir adı altında ilkel bir keman geliştirilmiştir. Günümüz kemanına en yakın olan keman ise 14. Y.Y.da Kuzey İtalya’da ortaya çıkmış ve oradan Avrupa’ya yayılmıştır. keman yapımcılarının Rebec, Rönesans de Fer tarafından Ortaçağ’da İtalya’da Lira da Braci, Fransa’da Viel adlarıyla kullanılan yaylı çalgılar Keman’ın atası sayılır. Lavignac, Keman’ın Türklerin Kemençesi guz ‘dan (Oğuz Kemençesinden) alındığını yazar. Bazı kaynaklarda ise Arapların Rebab’ından geliştirildiği öne sürülmüştür. 16.ve 17. yüzyıldaki Keman yapım ustaları Nicolo Amati, Paolo Maggini, Giuseppe Guarneru, Antonio Stradivarius Keman’a son şeklini vermişlerdir. Keman asıl biçimi korumakla birlikte 19. yüzyılda , bazı değişikliklere uğradı. Çağdaş kemanda gövde ve sap daha uzun, köprü daha yüksektir.
Yukarıda okuduğunuz gibi aslında çokta yabancı değiliz Kemana…
Keman dersleri alabileceğiniz Bakırköy’de elbette pek çok yer var! Ve ne yazık ki bunların pek çoğu yasadışı ve kaçak eğitim vermektedir. Buna bir anlamda “ Merdiven altı eğitim “diyebiliriz. Ama biliyorsunuz ki; yanlış alınmış bir enstrüman eğitimini düzeltmek yeni bir enstrüman öğrenmekten çok daha zordur. Bundan dolayı Bakırköy ve çevre ilçelerde bulunan yasadışı ve kaçak eğitime prim vermeyin. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı, sertifika vermeye yetkili yerlerde siz ve çocuklarınıza keman eğitimi aldırın. M.E.B. Yönetmelik ve denetimlerini yerine getiren yasal yerlerin içersinde elbette Nar Sanat ’dan da tüm Milli Eğitime Bağlı yerlerde olduğu gibi her eğitim dönemi sonunda M.E.B. Onaylı sertifikanızı bir sınav ardından alabileceksiniz.
Nar Sanat ’a gelin ve Gülen Yüzümüz ve misafir perverliğimize tanık olun. Kahvemizi, çayımızı için kendinizi evinizde gibi güvende ve huzurlu hissedeceğiniz M.E.B. Özel Nar Sanat Eğitim Kursu Sanata gönül vermiş insanların Kurduğu Nar Sanat Eğitim Ve Kültür Sanat Derneği Kuruluşudur.