Şunun için etiket arşivi: kaynak

Türkiye turuna devam eden ”23. Efes Pilsen Blues Festivali”, 30 Kasım-1 Aralık tarihlerinde Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda İstanbul’da müzikseverlerle buluşacak.

Bu yıl 23. kezyola çıkan, Türkiye’nin ilk ve tek blues festivali, Türkiye turuna İstanbul’da düzenlenecek konserlerledevam ediyor.

Blues’un Grammy ve Emmy ödüllü isimlerinibuluşturan festival kapsamında, armonika blues üstadı Billy Branchve grubu The Sons of BluesBilly Branch‘ın özel konuğu Mississippili blues sanatçısı Zora Young, blues gitaristi Smokin Joe Kubek & Bnois King ve festivale özel gitar performansı ile dünyanın en iyi davulcularından Cedric Burnside, 30 Kasım ve 1 Aralık’ta Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda İstanbullu müzikseverlerin karşısında olacak.
Kaynak :[-]

Ünlü Rus ressam Ivan Ayvazovsky’nin İstanbul’u resmettiği üç tablosumüzayede salonu Sotheby’s’ün düzenlediği açık artırmada satışa çıktı. Tabloların ikisi toplam 2 milyon 654 bin TL’ye alıcı buldu.

İngiltere’nin başkenti Londra’daki ünlü müzayede salonu Sotheby’s’in düzenlediği “Önemli Rus Sanatı” müzayedesinde satışa çıkarılan Ayvazovzky’nin İstanbul’u resmettiği 3 tablosundan ikisi 922 bin 500 Sterlin (2 milyon 654 bin TL)’e satıldı.

Müzayedede, Ayvazovsky’nin 1845 yılında tamamladığı  “Ay Işığında Galata Kulesi”,  825 bin 250 Sterlin, (yaklaşık 2 milyon 374 bin TL), 1900 yılına ait  “Boğaziçi’nde Gemiler, Konstantinopolis”  tablosu 97 bin 250 Sterlin (yaklaşık 280 bin TL) satıldı. Başlangıç fiyatı 700 bin sterlin olan 1886 yılına ait “Haliç’te Ay Doğuşu” tablosu ise alıcı bulamadı. Tabloya verilen son fiyat 680 bin Sterlin oldu.

29 tablonun satışa çıktığı açık artırmaya telefondan ve internet üzerinden çok sayıda kişi katıldı. Tabloların alıcıları ise açıklanmadı.

Hayatı boyunca bir çok kez ziyaret ettiği İstanbul’u  resimlerine sık sık konu eden Rus ressam’ın sanatsal yetenegi 1874 senesinde Dolmabahçe Sarayı’nı süslemesi için İstanbul’un farklı manzaralarını resmetmesini isteyen Sultan Abdülaziz  tarafından da tanındı.

Ressamın ‘”Haliç’te Ay Doğuşu” adlı eseri  Eyüp’ten bakıldığında İstanbul’un en bilinen abide ve camilerini resmediyor.

Uzun seneler çok saygın bir özel koleksiyonda bulunduktan sonra ilk defa müzayedeye çıkan resim, Ayvazovsky’nin Türkiye resimleri  açısından da bilgiler veriyor.
Ayvazovsky’nin en son resimlerinden biri olan ‘Boğaziçi’nde Gemiler, Konstantinopolis’ ise tarihi Arnavutköy’ü resmediyor.

Boğaziçi tablosu rekor fiyata satılmıştı

Sotheby’s, sanatçının tablolarını geçen Nisan ayında tanıtmış ve 1856 yılı tarihini taşıyan, “Konstantinopolis ve Boğaziçi Manzarası”nı 3 milyon 233 bin 250 Sterlin’e satarak sanatçının Türkiye manzaraları arasında bir rekor elde etmişti.

Kaynak :[-]

Dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, Türkiye’nin farklı şehirlerinde gerçekleşecek konserlerinde dinleyicileri ile buluşmaya hazırlanıyor.

Fazıl Say‘ın Anadolu turu 25 Kasım’da Bursa’da gerçekleşecek resital ile başlayacak. Konserlerinin ilk etabında Trabzon, İzmir, Adana, Gaziantep ve Mersin şehirlerinde dinleyicileri ile buluşmaya hazırlanan Say, resitallerine 2013 yılında da devam edecek. Say konserlerde kendi eserlerinin yanı sıra Mozart, Beethoven ve Bach eserlerini de yorumlayacak.

Müzik eleştirmenlerinin ‘Kültürlerarası köprü kuran büyüleyici piyanist’ diye adlandırdığı Sayın eserleri, geçtiğimiz haftalarda 13. Uluslararası Antalya Piyano Festivali’nde seslendirildi. Aynı zamanda Say’ın eserleri, ‘Artist in Residence Haftası’ kapsamında daimi sanatçısı olduğu Frankfurt Radyosu Senfoni Orkestrası ile birlikte icra edildi.

Konserler:

25 Kasım 2012 Pazar // Saat 20.30 // Bursa Atatürk Kültür ve Kongre Merkezi

1 Aralık 2012 Cumartesi // Saat 20.00 // Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi AKM

3 Aralık 2012 Pazartesi // Saat 20.30 // İzmit Süleyman Demirel Kültür Merkezi

23 Aralık 2012 Pazar // Saat 18.00 // Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu

24 Aralık 2012 Pazartesi // Saat 20.30 // Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu

25 Aralık 2012 Salı // Saat 20.30 // Gaziantep Dedeman Oteli

26 Aralık 2012 Çarşamba // Saat 20.30 // Mersin Kültür Merkezi

Kaynak : [-]

Paris Kent Deneyi grubunun gizliliklerine takıntı derecesinde düşkün üyeleri, son 30 yılı Fransa başkentinin altındaki tünellerde gizli kapaklı sanat etkinlikleri düzenleyerek geçirdi. Yetkililerden ne izin ne de destek beklediklerini söylüyorlar.

BBC- Kirsty Lang

Kaldırımda gergin bir şekilde bekliyoruz. Gelen geçen herkesi çaktırmadan süzmeye çalışırken, göze batmadığımızı umuyoruz.

Haftalar süren pazarlıklardan sonra gizemli Fransız sanat kollektifi Les UX’in temsilcileriyle, Paris’in güneyindeki bir belediyenin önünde randevumuz var. Pazar akşamı geç bir saat ama sokak hala epey kalabalık.

Sonunda kırmızı beresi ile küçük sırt çantası hariç tepeden tırnağa siyahlar giymiş genç bir adam çarpıyor gözüme. Biraz duraksıyor, sonra onu izlememiz için bize işaret ediyor. İstikamet yeraltı mezarlıkları, Paris’in kaldırımları altında uzanan tüneller.

Birkaç dakika sonra Tristan (tabii gerçek adı bu değil) ve iki arkadaşı bir rögarın ağır çelik kapağını kaldırıyor. “Çabuk, çabuk,” diyor Tristan, “Polis gelmeden.”

Ucu bucağı görünmeyen kara deliğe bir göz atıp, temkini adımlarla paslı merdivene basıyor ve aşağı inmeye başlıyorum.

Birkaç merdivenden daha inip, dibe ulaşıyoruz. Etrafta sıçan olmadığını fark edince rahat bir nefes alıyorum. Sıçanların indiğinden daha da derinlere inmişiz. Ama göz gözü görmüyor ve her yer ıslak.

Sular bileklerime kadar çıkıyor; ayakkabılarım sırılsıklam. Tristan lastik çizmeleriyle suları sıçratarak önümüzden giderken gülüyor. Telefonumdaki ışığı kullanarak onu izlemek için elimizden geleni yapıyoruz. Duvarlarda yer yer renkli grafitiler ve hain bakışlı bir kedinin tablosu var.

Birkaç dakika sonra kuru, açık bir alana varıyoruz. İşte duvarlarında girift oymalar olan bu alanda nihayet oturup, gizemli yol arkadaşlarımıza sorularımızı sormaya başlıyoruz.

Tristan normalde yasak olan yerlere girmekten ayrı bir keyif aldığını söylüyor. Paris’in yeraltı mezarlıklarında dolanmayı seven bir “mezarlıksever”miş.

Tristan kiliselerin çatılarına da tırmanıyor. “Bütün kent ayaklarının altında,” diyor, “Özellikle geceleri manzara harika. Piknik için de ilginç bir yer.”

UX farklı farklı insanları bir araya getiren gevşek bir yapılanma. Aralarında yalnızca sanatçılar değil, mühendisler, memurlar, avukatlar ve hatta bir savcı varmış. İlgi alanlarına göre farklı gruplara bölünüyorlar.

Bu gruplardan biri, Fare Evi, yalnızca kadınlardan oluşuyormuş ve bir yerlere sızmakta ustaymışlar. Bir diğer grup, tıklayın Untergunther, devletin ihmal ettiğini düşündükleri kültür varlıklarını gizli gizli restore ediyor.

La Mexicane de Perforation grubu yeraltında sinema festivalleri gibi etkinlikler düzenliyor. Bir seferinde Trocadero yakınlarındaki Palais de Chaillot’nun altında taşa koltuklar kazarak, koca bir sinema salonu yapmışlar.

Paris’teki tüneller hiçbir yerde yok. Zaten kentin kendisi, binaların altından çıkarılan kireç taşından yapılma. Bu yüzden kilometrelerce uzanan maden tünelleri var.

Buna metro için, telefon şebekesi, kanalizasyon vs için kazılan tünelleri ekleyin, gün ışığı görmeden kenti boydan boya kat edebilirsiniz.

UX’in kurucuları 1980’lerin başında, Paris’in Sol Yaka’sındaki bir lisede tanışmışlar. Önceleri, sırf yapabileceklerini kanıtlamak için, yeraltı tünellerini kullanarak müzelere ve anıtlara girmeyi seven bir avuç çocuktan ibaretmiş grup.

Video editörü Lazar Kuntsmann (tabii bu da takma ad) onlardan biriymiş. Şimdi grubun sözcüsü olan Kuntsmann “Büyüdükçe, yeryüzünde herkes kendi kariyerini kurdu.” diye anlatıyor.

“İki önemli ilkemiz var. Birincisi, asla izin istemeyiz, yetkililere asla haber vermeyiz ne yapacağımızı. Ve tabii bir de asla maddi destek almayız.”

UX’in en ünlü eylemlerinden biri, bundan altı yıl önce Fransa’nın en ünlü evlatlarının gömüldüğü Pantheon’da 19. yüzyıldan kalma bozuk bir saati onarmaktı.

Grubun kurucu üyelerinden, gerçek bir saat ustası olan Jean Baptiste Viot öncülüğünde kurulan sekiz kişilik restorasyon ekibi, malzemelerin saklandığı bir dolabın arkasına gizli bir atelye kurmuş. Aylarca her gece çalışmışlar.

İşlerini bitirdikten sonra Pantheon’un müdürüne haber vermişler. Müdür önce minnettar kalsa da, onun patronları aynı fikirde olmamış. Saati parçalarına ayırıp, UX’e 43.800 euroluk tazminat davası açmaya kalkmışlar.

Fransa’da kamuya ait binalara izinsiz girmek ya da onları onarmak suç sayılmadığı için dava düşmüş. Lazar Kuntsmann bu tepkiyi yetkililerin “utancına” bağlıyor.

Kuntsmann’ın kendisi de bir seferinde Pantheon’da gece vakti bir tiyatro oyunu sergilemiş. Ama Paris’in yeraltı tünellerini kullananlar yalnızca UX grubunun üyeleri değil.

Bazı mekanların bin kişiyi alacak büyüklükte olduğu söylenen yeraltında büyük partiler de düzenlendiği biliniyor. Bu partiler için barlar kurularak, DJ ve özel ışık efekti yapacak insanlar getirilerek, Paris metrosundan elektrik çekilerek yeraltı mekanları geçici gece kulüplerine çevriliyor.

 Kaynak : [-]

British Museum’daki dünyanın yedi harikasından biri olan Mausolleum’un Türkiye’ye iade edilmesi için Ocak’ta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) açılacak dava öncesinde başlatılan imza kampanyası internet ortamına taşında. www.askinmabedi.com sitesindeki kampanyaya en büyük destek ünlülerden geldi.

Ferhan Şensoy, Ali Poyrazoğlu, Merve İldeniz, Fedon ve Suavi başta olmak üzere birçok sanatçı Türkiye topraklarından götürülen tarihi hazinenin getirilmesi için dijital imza verdiler. Eski Kültür ve Turizm Bakanı Ercan Karakaş, eski ANAP’lı bakanlardan İmren Aykut’un da katıldığı uluslararası kampanya bütün hızıyla sürüyor. Toplanan imzalar, Avukat Remzi Kazmaz’ın AİHM’de 30 avukat arkadaşıyla açacağı davanın dosyasına konulacak.

BU FİLMİ AİHM YARGIÇLARI DA İZLEYECEK

AİHM’e gidecek dava dosyasında bir de belgesel yer alacak. Yönetmenliğini Kazmaz’ın yaptığı Aşkın Mabedi– Maussolleion isimli filmde antik çağın hazinesi ve Türkiye’den götürülüşünün hüzünlü hikayesi anlatılıyor. 32 dakikalık belgeselin en dramatik sahnelerden birini eserin Anadolu’ya getirilmesi için Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir) yaptığı girişimin anlatıldığı bölüm oluşturuyor.

Dünyanın yedinci harikasının kendi doğal atmosferleri yerine, Londra’da olmasından büyük üzüntü duyan Şakir, İngiltere’ye Kraliçe’ye bir mektup gönderiyor. Şakir mektubunda “Londra’daki parçalar, Bodrum’un mavisiyle bütünleşmektedir. Londra’da kalmamaları gerekmektedir. Onları bütünleştikleri maviyle buluşturmak gerek” diyor. Türkiye’den gelen mektubu okuyan Kraliçe, daha sonra müze müdürüne havale ediyor. Birkaç ay sonra müze müdüründen Şakir’e şu yanıt geliyor:

“Önerinizi çok ciddiye aldık. Bilim insanlarına taşların yapısını incelettik; gerçekten de eserlerin maviyle bütünleştikleri doğrudur. Bu yüzden eserlerin müzede sergilendiği salonu Bodrum mavisine boyadık. Yakın ilginize teşekkür ederiz!”

SATIŞA SUNULDU

İngilizce versiyonu da bulunan filmde aşkın, acının, sadakatin, sanatın abidesi anlatılırken canlandırılan sahneler ve efektler izleyiciyi antik dönemin atmosferinde bir yolculuğa çıkarıyor. Tüm müzik marketlerde satışa sunulan filmi Ocak’ta AİHM yargıçları da izleyecek.

ROMANIN BASKISI TÜKENDİ

Yine Remzi Kazmaz tarafından kaleme alınan Kral Mausolos tarafından karısı Artemisia’ya duyduğu aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla yapılan Mausolos’un Aşkın Mabedi isimli romanın 2’nci baskısı da tükendi. İngilizce ve Türkçe olmak üzere iki dilde yeniden baskıya giren roman, yakında bir kez daha okurlarıyla buluşacak.

 

Kaynak :[-]

23 Kasım 2012’de Türkiye’de gösterime girecek olan, “Otel Transylvania” 3D Animasyon filminin yaratıcı kadrosunda,Hollywood animasyon filmlerinde bir çok başarılı çalışmaya imza atan bir Türk de bulunuyor.

Adam Sandler ile stüdyoda geçen 2 sene;  Yönetmenliğini Genndy Tartakovsky’nin yaptığı ve başrol seslendirmelerini, Hollywood’un önde gelen aktörlerinden Adam Sandler, Selena Gomez, Andy Samberg, Jon Lovitz gibi ünlülerin yaptığı filmde, Dracula’nın insanlardan uzakta kurduğu ve işletmeciliğini yaptığı “Hotel Transylvania”nın içerisinde geçen ilginç ve eğlenceli hikayesi “3D animasyon” filmi olarak beyaz perdeye taşındı.

Yapımına 2006 yılında başlanan ve bitim aşamasına kadar 6 yılda 6 değişik direktörün görev aldığı film Sony Pictures stüdyolarına yaklaşık 100 milyon dolara maloldu.

Şimdiye kadar hem Amerika hem de dünya pazarında yaklaşık 300 milyon dolar gibi bir hasılat elde edilen film, altı senelik bir çalışma sonrası yapımcılarının yüzünü güldürdü.

Filmin yapım aşamasında büyük bir rol oynayan ve daha önce “Aslan Kral”, “Pocahontas”, “Herkül”, “Surf’s Up”, “Treasure Planet”, “Cloudy With Chance of Meatballs” gibi Hollywood’un bir çok önemli animasyon filminde hikaye artistliği yapan Kaan Kalyon ile Sony Pictures stüdyolarında özel bir roportaj gercekleştirdik.

Malibu’da restoran garsonluğundan Hollywood’a, animasyon dünyasına

Ögrencilik yıllarında, Los Angeles Malibu’da bir restoranda garsonluk yapan Kaan Kalyon, 80’li yıllarda Amerika’nın ünlü “Talk Show” ustası Johnny Carson ile tanışdıktan sonra hayatının değiştiğini söylüyor.

Restoran adisyonlarının arkasına çizdigi figürlerinin Johnny Carson tarafından fark edilip kendisinin “Walt Disney Film” stüdyolarında çalışmasının tavsiyesi üzerine, o zamana kadar çizmiş olduğu bütün amatör çizimlerini bir pazar poşetine koyup, “Walt Disney Film” stüdyolarının yolunu tutan Kaan Kalyon’un Hollywood’a giriş macerası böyle başlamış.

“Walt Disney Film” stüdyoları tarafından yeteneği keşfedilen ve “Kaliforniya Sanat Enstitüsü”nde burslu olarak film eğitimi alan Kalyon, okul sonrası “Walt Disney” ile kontrat imzalamış ve ilk çalışmasını dünya animasyon film tarihi içerisinde büyük bir yeri olan “Aslan Kral”ın “I just want to be a King” sahnesini çizerek yapmış.

Hikayenin çizgi karakterlere dönüşmesi

Animasyon filmlerinin en önemli bölüm aşamasının bu bölüm olduğunu söyleyen Kalyon, “Bizler hikayeyi okuduktan sonra, motion pictures filimlerine göre çok daha fazla zaman harcıyoruz. Bazı seneryoların yapım aşamasının çizgi karakterlere dönüşümünün 1 ila 5 seneye kadar uzayabiliyor” diyor.

Kalyon örnek olarak “Disney” yapımı olan “Herkül” için yaklaşık sadece 1 seneyi Yunanistanve Türkiye’de karakter ve tarihi gözlem yaparak geçirdiklerini ve “Sony Pictures” yapımı olan “Surf’s Up” için ise yine yaklaşık 1 sene boyunca filmin yapım aşamasından önce San Diego hayvanat bahçesinde penguenlerle birlikte vakit geçirdiklerini, onların davranış ve hareket biçimlerini inceledikden sonra çizim aşamasına geçildiğini belirtiyor.

Kalyon ayrıca bu işe gonül veren gençler içinde, eğer animasyon dünyasında başarılı olmak istiyorsanız sadece güzel çizim yapmanın yeterli olmadığını, film yapım aşaması hakkındaeğitim alınmasının gerektiğini, genç animatörlerin çok iyi bir hayat gözlemcisi olmalarının gerektiğini söylüyor.
Şimdiye kadar çalıştığı filmler içerisinde yapım aşamasında en çok süre harcadıkları filmin Hotel Transylvania olduğunu belirten Kalyon, Adam Sandler’ın projeye katılması ile her şeyin yapım aşamasında daha da eğlenceli olduğuna da deyiniyor.

Kalyon, “Adam tam bir basketbol hastası, basketbol oynamayı çok seviyor, onun için stüdyoda basketbol sahası kuruldu. Her fırsatta çalışanlarla basketbol maçı yapıyor ve onun takımı maçı kazanana kadar mücadele bitmiyordu” diyor.

Ayrıca seslendirme sırasında bol bol çikolata yemesiyle ve bütün çalışanlara da yedirmesiyle Adam Sandler’ın aynı beyazperde filmlerinde olduğu gibi çok eğlenceli bir kişilik olduğunu söylüyor.

Türk sineması Hollywood’da nasıl başarılı olur?

Türk sinemasının son yıllardaki çıkışını başarılı bulduğunu ama Hollywood için yapılan filmlerde özellikle senaryo aşamasında acele davranıldığını düşünen Kalyon, “Hollywood için film yapmak ve bu filmlerin ödül törenlerinde boy göstermesini istiyorsak, özellikle hikaye seçimlerinde ve filmin bitiş aşamasından sonra çok önemli yeri olan pazarlama sürecinin önemli olması gerekiyor” diye tavsiyede bulunuyor.

Kalyon, özellikle yabancı filmlerin Hollywood’a gelmeden önce çok iyi bir halkla ilişkiler departmanının kurulmasının ve bunun ayrıca devlet tarafından desteklenmesinin gerektiğini söylüyor.

Kaynak : [-] Hazırlayan : Barbaros Tapan

Soyut ekspresyonizm akımının önemli temsilcilerinden Rus asıllı Amerikalı ressam Mark Rothko’nun “No 1 (Royal Red and Blue)” adlı eseri, New York’ta yapılan açık artırmada 75 milyon dolara satıldı.

Sotheby’s Müzayede Evi’nde yapılan açık artırmada, Rothko’nun başyapıtlarından biri kabul edilen eser, adının açıklanmasını istemeyen bir koleksiyoncu tarafından satın alındı. Eserin, 35-50 milyon dolara alıcı bulması bekleniyordu.

Eser, Rothko’nun 1954 yılında Chicago’daki Sanat Enstitüsü’nde düzenlediği solo gösterisinde sergilenmesi için seçtiği 8 çalışmasından biriydi.

Rothko’nun “Orange, Red, Yellow” adlı eseri, Mayıs 2011’de Christie’s müzayede evinde 86,9 milyon dolara satılarak şimdiye kadarki en pahalı çağdaş sanat eseri olmuştu.

Sotheby’s Müzayede Evi’ndeki açık artırmada Amerikalı ressam Jackson Pollock’un “Number 4” adlı tablosu 40,4 milyon dolara, İngiliz sanatçı Francis Bacon’ın “Screaming Pope” tablosu 30 milyon dolara ve Willem de Kooning’e ait bir çalışma da 20 milyon dolara alıcı buldu.

Andy Warhol’un “Suicide” adlı eseri 16,3 milyon dolara, “Green Disaster” tablosu 15,2 milyon dolara ve “The Kiss” eseri de 9,3 milyon dolara satıldı.

Açık artırmada toplam satış, 375 milyona ulaştı.

Kaynak : [-]

 

‘Sadece Müzik’ diyerek yola çıkan ENKA Kültür ve Sanat Buluşmaları bugün Listz Akşamı ile başlıyor. 13 Kasım-18 Aralık tarihleri arasında gerçekleşecek etkinliklerde İdil Biret, Şirin Pancaroğlu, Nil Karaibrahimgil ve Dilbağ Tokal da var.

 ENKA Kültür ve Sanat Buluşmaları bugün başlıyor. Sadece müziğe yer verilecek olan etkinliklerde 13 Kasım-18 Aralık 2012 tarihleri arasında pek çok ünlü müzisyen ağırlanacak. Bu yıl 24’üncüsü gerçekleştirilen etkinlikler bu akşamki ‘Listz Akşamı’ konseri ile başlıyor. ENKA İbrahim Betil Oditoryumu’nda gerçekleşecek olan konserin solistlğini Gökhan Aybulus yapacak. Aybulus’a eşlik edecek olan Orkestra, Anadolu Üniveristesi Senfoni Orkestrası, şef ise Cem Mansur.

İdil Biret piyanosu ile etkinlikte

Etkinliklerin ilerleyen günlerinde ise İdil Biret piyano resitali ile ENKA’nın konukları arasında olacak. Etkinliklerde, uluslararası üne sahip arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu ve pop müziğin genç isimlerinden Nil Karaibrahimgil ile birlikte pek çok sanatçı daha sahne alacak. Dilbağ Tokay ve Emine Serdaroğlu da, verecekleri konser ile sanatseverleri aynı çatı altında toplayacak.  İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin “Wolfgang ve Lorenzo” müzikli oyunuyla sona erecek olan etkinliklerde çocuklara da yer açılmış. BT Müzikevi projesi olan Johann Strauss’un ‘Dansa Davet’i çocukları ücretsiz ve keyifli bir yolculuğa çıkaracak.

Sanatseverler için sersi kalkıyor

Dileyen katılımcılar, her etkinlik öncesi saat 19:00’da Taksim – AKM önünden kalkacak ücretsiz servis ile etkinlik merkezine ulaşabilecek. Etkinlik bitiminde ise, ENKA İbrahim Betil Oditoryumu’ndan kalkacak servis, konukların Taksim – AKM’ye ulaşımını sağlayacak. Servisten yararlanabilmek için etkinliklerden en az iki gün önce ENKA ile bağlantıya geçerek rezervasyon yaptırılması yeterli. Konser biletleri 30 TL. Nil Karaibrahimgil konseri ise 50 TL. Bu arada hatırlatalım, ENKA İbrahim Betil Oditoryumu’nda koltuk sayısının sınırlı ve yerlerin numarasız olması nedeniyle, önceden rezervasyon yaptırılması öneriliyor. (Bilgi 0 212 705 60 50)

Viyolensel piyano ikilisi Dilbağ Tokay (fotoğraftaki) ve Emine Serdaroğlu’nun konseri 11 Aralık 2012 Salı 20:30’da.

 

Turgut Özakman’ın en çok satan romanı “Şu Çılgın Türkler”den uyarlanan aynı adlı opera eserinin dünya prömiyeri, İzmir Devlet Opera ve Balesi’nce yapıldı.

Türkiye’de en çok satılan kitaplar listesinde yer alan Turgut Özakman’ın Kurtuluş Savaşı destanını anlattığı “Şu Çılgın Türkler” adlı romanı, Sıtkı Türkmen’in librettosu, Çetin Işıközlü’nün bestesiyle aynı adla iki perdelik opera eserine dönüştü.
Haldun Özerten’in rejisiyle İzmir Devlet Opera ve Balesi (İZDOB) tarafından sahneye konulan operanın Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 74. yılında yapılan dünya prömiyeri öncesi, İZDOB Müdürü ve Sanat Yönetmeni Aytül Büyüksaraç, eserin libretto yazarı Tekmen, bestecisi Işıközlü ve rejisörü Haldun Özörten ile Elhamra Sahnesi’nde basın toplantısı düzenledi.

Büyüksaraç, Mustafa Kemal Atatürk’ün anısına büyük değer verdiklerini belirterek, “10 Kasım Atamız’ı kaybettiğimiz gündür, ama biz bu eserle yeniden doğuşu görmek istiyoruz. Bu eseri sunmaktan büyük gurur duyuyor ve sorumluluk hissediyoruz” dedi.

Besteci Çetin Işıközlü de çok büyük zorluklarla çok kısa zamanda eserin sahnelenmesinden büyük mutluluk duyduğunu söyledi.

Operanın, Kurtuluş Savaşı’nın esasını anlattığını ifade eden Işıközlü, “Asıl büyük eser, bu vatanı bize veren o kahramanların, Türk ordusunun başardığıdır” dedi.

Eserin libretto yazarı Sıtkı Tekmen de Kurtuluş Savaşı’nın bugüne kadar “herkesin diline dolanmış ve içi boşaltılmış” kelimelerle anlatıldığını savunarak, “Binlerce belgeye dayanan ve müthiş öykülerden oluşan bu eserde görüyoruz ki, bu mücadeleye katılanlar imkansızı zorlamış ve başarmışlar” diye konuştu.

Rejisör Haldun Özörten ise operada sahnenin sürekli değişeceğini, eserin sahnelenmesinde barkovizyona dayalı sahneleme yöntemini seçtiklerini belirterek, “Gerçek kesitlerden sahneler sunacakları eserde, sanatseverlerin o dönemde yaşanan acıları hissedeceğini” söyledi.

Salon yetmedi ayakta izlendi

İZDOB Elhamra Sahnesi’nde dünya prömiyeri yapılan “Şu Çılgın Türkler” operası, sanatseverler tarafından büyük ilgiyle karşılandı.

Sadece davetlilerin izleyebildiği prömiyerde, sanatseverlerin aşırı ilgisi nedeniyle salonda ayakta izleyici alınmak zorunda kalındı.

Kurtuluş Savaşı Destanı’nı konu edinen iki perdelik opera, büyük beğeni topladı ve seyirciler tarafından ayakta alkışlandı.

Opera eseri, prömiyerin ardından sezonda 12 Kasım’dan itibaren sahnelenmeye devam edilecek.

Kaynak :[-]

Tarihi ören yerinde yapılan kazılarda, yerleşimin bilinenden 1500 yıl daha eskiden başladığını kanıtlayan üç ayrı seramik kaba ait parçalar bulundu.

Hitit Uygarlığı’na başkentlik yapan Çorum’un tarihi ören yeri Alacahöyük’teki kazı çalışmalarında, bölgedeki yerleşimin bilinenden 1500 yıl daha eskiden başladığını kanıtlayan üç ayrı seramik kaba ait parçalar bulundu. Böylece, Alacahöyük’ün geçmişinin, günümüzden 8000-9000 yıl önceye, Geç Neolitik Çağ’a uzandığı anlaşıldı.

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi, Alacahöyük Kazı Alanı Başkanı Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu, yaptığı açıklamada, Alacahöyük’teki kazı çalışmalarının 1935’te Atatürk’ün emriyle başlatıldığını ve 7 yıldır Yüksel İnşaat’ın desteğiyle sürdürüldüğünü belirtti.

Alacahöyük’teki kazı çalışmalarında tarihe ışık tutacak bir gelişme yaşandığını anlatan Çınaroğlu, bölgede yerleşimin bilinenden 1500 yıl daha eskiden başladığını kanıtlayan üç ayrı seramik kaba ait parçalar bulduklarını, bu bulguların höyüğün geçmişinin Geç Neolitik Çağ’a kadar dayandığını ortaya çıkardığını ifade etti.

Kazı çalışmalarıyla 2006’da Anadolu’nun bilinen en eski sulama barajı”Alacahöyük Hitit Barajı”nın yeniden su tutmaya başlayarak, yöre halkının tarımsal sulama amaçlı kullanımına açıldığını hatırlatan Çınaroğlu, şunları kaydetti:

”Kazı çalışmaları sonucunda bölgedeki ilk yerleşimin 7000-7500 yıl öncesine giden Kalkolitik Çağ’a dayandığı biliniyordu. Bu yıl yapılan kazı çalışmalarında bulunan üç yeni parçanın ise yapım tekniği, kaba işçiliği, hamuruna iri kum taneciklerinin karıştırılmış olması ve iyi fırınlanmamış haliyle, günümüzden 8000-9000 yıl öncesi Anadolu Neolitik Dönem seramik repertuvarı özellikleriniyansıttığı anlaşıldı. Böylece Alacahöyük’ün tarihi 1000-1500 yıl kadar geriye taşındı.

Kazı çalışmalarımızda bulunan bu parçalar, Urfa Göbeklitepe taş blokları üzerinde ve Burdur Kuruçay Höyük’teki tam benzerleri gibi Neolitik Dönem seramik repertuvarını yansıtmaktadır. Böylece Alacahöyük’teki ilk iskanın, Geç Neolitik Çağ’a kadar uzandığını anlamış olduk. Alacahöyük’ün geçmişinin günümüzden 8000-9000 yıl önceye dayandığının anlaşılmasısadece bu bölge için değil, Orta Anadolu’nun iskan tarihiaçısından da son derece önemlidir. Kazı çalışmalarında önümüzdeki dönemlerde de Anadolu’nun eski tarihine yenilik getirecek eserlerin bulunacağı kesin gözüküyor.”

Anadolu’nun en eski sulama barajı

Anadolu’nun bilinen en eski sulama barajı Alacahöyük Hitit Barajı, MÖ 1249’da Anadolu’da yaşanan büyük kuraklığın ardından Hitit Kralları tarafından yaptırılan barajlardan biri.

Bu barajlardan Alaca Höyük dışındakiler işlevini yitirdi. Alacahöyük Hitit Barajı ise kaynak suyu gövdesi içinden çıktığı için günümüze kadar akmaya devam etti. Bu barajın, bulunan hiyeroglif kitabeden Kral 3. Hattuşili’nin eşi Pudu-Hepa tarafından Tanrıça Hepat‘a atfen yaptırıldığı anlaşıldı.

Genişliği 15 metre, uzunluğu 135 metre olan barajın gövdesindeki kaya dolgusunun kille kaplandığı, taş dolgu seti inşaat tekniğinin ise bugünkü baraj inşaat tekniğiyle aynı olduğu belirlendi. Ancak Hititler’in çimento yerine kil kullandığı tespit edildi. Baraj tam dolduğu zaman 15 bin metre küp su aldığı tahmin ediliyor.

Saklı kalan tarih, dünya kültür mirasına kazandırılıyor

Hitit uygarlığına başkentlik yapan Alaca Höyük, Çorum’un Alaca İlçesi’ne bağlı Alacahöyük Beldesi’nde, Boğazköy Hattuşaş’ın 25 kilometrekuzeydoğusunda yer alıyor. Atatürk’ün emri, Türk Tarih Kurumu’nun desteğiyle 1935’te başlatılan kazı çalışmaları, Atatürk’ün vefatından sonra maddi ve manevi desteğin giderek azalmasıyla 1982’de durma noktasına geldi.

Kazı çalışmaları, 1997’de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Aykut Çınaroğlu başkanlığındaki ekip tarafından yeniden başlatıldı. Proje, 2005’te yine maddi sıkıntılar yaşanması nedeniyle durma noktasına geldi. Bu tarihte Yüksel İnşaat, tarihin gün ışığıyla buluşturulmasına destek vermeye başladı.

Projeye verilen uzun soluklu maddi ve manevi desteklerle bugün Alaca Höyük’te saklı kalan pek çok tarihi eser gün yüzüne çıkarılarak, dünya kültür mirasına kazandırılıyor.

49. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında ”Şöhret Yönetimi” semineri gerçekleştirildi.

Oyuncular Sendikası Genel Başkanı ve oyuncu Mehmet Ali Alabora, “Bizim mesleğimiz oyunculuk. Mesleğimiz şöhretlik değil. ‘Şöhret’ diye bir meslek yok” dedi.

Rixos Downtown Otel’de gerçekleştirilen seminerde konuşan Oyuncular Sendikası Genel Başkanı ve oyuncu Memet Ali Alabora, mesleğe yeniden başlasa kendisine birisinin, “Ne istediğini unutma” demesini istediğini anlattı.

Oyuncuların bu mesleğe para kazanmak için başlamadığına işaret eden Alabora, şöyle konuştu: “Oyuncu olmaya karar veren biri, hayatının bir zamanında, bir yerinde mutlaka ve mutlaka birileri tarafından seyredilmiş olduğuna kendini ikna etmiştir. Özellikle tiyatro sınavına gelen gençler ya sahneye çıkmıştır, ya bir şeyi anlatırken arkadaşları, ‘Senden ne oyuncu olur’ demiştir, ona öyle gelir. Diğer meslekler belki seçilmeyebilir, ama oyuncu olmak seçilir. Oyunculuk bir
sürü şeye rağmen yapılır. Yakınlarınıza, ailelerinize rağmen yapılır.”

En aydın ailelerin bile çocuklarının oyuncu olmasını istemediğini ifade eden Alabora, “Ahlaksız, felaket bir meslek olduğunu düşünürler. Biz hep ötekiyiz. Ahlaken problemliyiz diğerlerinin gözünde. Tanınmak ya da para kazanmak dediğimiz şey, bu işe neden başladığımızı unutturuyor” diye konuştu. Bir sürü arkadaşı, tanıdığı olduğunu, bir sürü şey konuştuklarını dile getiren Alabora, “Çok dizi çekince unuttular ne yapacaklarını. Bakın kayboluyorsunuz. Öyle bir yer burası. Bir iş teklifi, bir iş teklifi daha… Sürekli teklif geliyor. Sizde bir tedirginlik, ‘Ya bir daha gelmezse’ diye… Sizi parayla korkutmalarına izin vermeyin. Büyüklerimiz , ‘Akarken doldur, aman evladım geleceğini garantiye al’ diyor. Böyle bir şey değil oyunculuk. Ben öyle düşünmüyorum” diye konuştu.

Mehmet Ali Alabora, ailelerin çocuklarına “Mesleğin olsun, oyunculuğu sonra da yaparsın” dediğini anlattı. “Bizim mesleğimiz oyunculuk. Mesleğimiz şöhretlik değil. ‘Şöhret’ diye bir meslek yok” diyen Alabora, sözlerini şöyle sürdürdü: “-Şöhretine yatırım yap. Neyine yatırım yapacaksın? Mesleğinize yatırım yapmanız lazım. Biz sanatçıyız, doğru. Ama bize kim ‘sanatçı’ deyip bir yere oturtuyorsa, bu pohpohlamanın altında mutlaka bir sömürü yatar. Mesleğin en büyük sömürüsü: ‘Biz sanatçıyız 15 saat çalışıp gıkımızı çıkarmayız’. 20 saat çalışmışsın, saat 02.00… Hava karanlık, dışarısı buz gibi, titriyorsun, uykun var. ‘Ya bizim işimiz böyle, biz sanatçıyız’. Hayır. Bizimki de bir meslektir. Avukatlık, mühendislik, müteahhitlik gibi bir meslektir. Bizim mesleğimize yatırım yapmamız lazım. O şöhreti getirir.”

“Şöhret iğnenin ucunda balon gibi”

Cast Direktörü Tümay Özokur, oyuncu ajanslarının yeniden yapılanmasına ihtiyaç olduğunu kaydetti. Son yıllarda ajans sayısındaki artışı takip edemediğine değinen Özokur, sektörün en eskilerinden olduğu için de kendisine, “sektörün ak sakallı dedesi” muamelesi yapıldığını anlattı.

Açılan ajans sayısını kendisinin dahi takip edemediğine değinen Özokur, kendi ajanslarından ayrılarak kurulan menajerlik ajansı sayısının ise 5 olduğunu belirterek, “Biz deniz anasıyız, parçalandıkça büyüyoruz” dedi.

Şöhret olmanın artık çok kolay olduğunu vurgulayan Tümay Özokur, şöyle konuştu: “Reklam, dizi, sinema filmi ya da sansasyonel bir haberle bunu yakalayabilirsiniz. Ama şöyle bir gerçek de var ki şöhret olmak kolay, bunu devam ettirebilmek çok zor. Evlilik gibi bir şey bu. Her şey güzel başlar, bunu devam ettirebilecek sağduyuya, sevgiye, saygıya sahip olabilmek önemli. Biz şöhretler iğnenin ucunda balon gibiyiz. Gençlere bunu anlatmak zorundayız. Şöhret olduktan sonra herkes kendisini dünyanın merkezi sayıyor. Bizde herkes en güzel, herkes çok başarılı… Halbuki herkesin kendini çok iyi analiz etmesi gerekiyor. Komedi mi dram mı sanatçının kendisini tanıması önemli. Sanatçı bizi doğru algılamazsa, ‘Ben biliyorum’ derse, kariyer planlaması maalesef ki işe yaramaz. Karşınızdaki insan sizinle aynı lisanı konuşmalı ve sizin ne dediğinizi çok iyi anlamalı.”

“Toplum olarak çok ötekileştiriyoruz”

Psikoterapist Çağatay Öztürk, konuşmasının başında köşe yazarı Sevilay Yükselir’in “İlyas Salman neyin onurunu taşıyor?” başlıklı yazısını eleştirdi.

Öztürk, İlyas Salman ile seminerden kısa süre önce tanıştığını belirterek, “Bazı şeyleri toplum olarak çok ötekileştiriyoruz. Çok yadırgıyoruz” dedi. Öztürk, daha sonra salonda bulunan İlyas Salman’a “Şöhretin bedeli bu mu?” diye sordu. Öztürk’ün sorusu üzerine söz alan Salman, şöyle konuştu: “İnsanların dünya görüşü, ırkı, dini, mezhebi, kültürel yapısı ne olursa olsun bir tarafa bırakılmalı, yaptığı iş öne alınmalı. Söz gelimi benim halkla ilişkim yatak odamla olmamalı, önümdeki kadehle olmamalı. Film yaptım, gelir seyreder insanlar. İyiyse alkışlarlar, kötüyse yuhalarlar, yumurta atarlar, benim için fark etmez. Sokaktaki insanla ilişkim, ‘Filmini seyrettim, şöyle oynasaydın daha iyi olurdu, bu karakteri iyi analiz edememişsin’ deme hakkı vardır. Fakat bizim ülkemizde ve hatta birçok ülkede, sanatçı ile seyirci arasındaki ilişkiyi iletişim organları kuruyor. Bu iletişim organları senin özel yaşamına kadar giriyor.”

Semineri, yönetmen-senarist Ertem Göreç, oyuncular Selda Alkor, Gülsen Tuncer, Eşref Kolçak, İlyas Salman, Ahu Tuğba, Nuri Alço, Mine Soley, Türkiye Sinema Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (SE-SAM) Başkanı Yılmaz Atadeniz ve genç oyuncular da izledi.

Kaynak :[-]

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından ve Türkiye’de bir ilk olan tasarım bienali, Avrupa Birliği’nden Sorumlu Bakan Egemen Bağış’ın da katılımıyla başladı.

Kentsel tasarım, mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı, grafik ve moda tasarı gibi alanları kapsayan bienalde sergiler de yer alacak. Bakan Bağış, hükümet olarak bu tür bienallere desteği önemsediklerini belirterek, İstanbul’un doğunun en batılı, batının da en doğulu şehri olarak bu tür çalışmalarda yerinin önemli olduğunu ifade etti.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından ve Türkiye’de bir ilk olan tasarım bienali, Avrupa Birliği’nden Sorumlu Bakan Egemen Bağış’ın da katılımıyla başladı. Kentsel tasarım, mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı, grafik ve moda tasarı gibi alanları kapsayan bienalde sergiler de yer alacak. Bakan Bağış, hükümet olarak bu tür bienallere desteği önemsediklerini belirterek, İstanbul’un doğunun en batılı, batının da en doğulu şehri olarak bu tür çalışmalarda yerinin önemli olduğunu ifade etti.

Karaköy’deki Rum İlköğretim Okulu’nda düzenlenen açılış törenine Egemen Bağış’ın yanı sıra İKSV Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve bienale destek veren kuruluşların temsilcileri katıldı. Bakan Bağış, yaptığı açılış konuşmasında bienal ve benzeri çalışmaların hükümet tarafından önemle karşılandığını dile getirdi. Bienalin İstanbul’da açılmış olmasının da önemine işaret eden Bağış, İstanbul’un doğunun en batılı, batının ise en doğulu şehri olması ile ayrı bir yeri olduğunu ifade etti. Batıdaki Türkiye algısıyla ilgili bazı değerlendirmeler de yapılan Bakan Bağış, Türkiye’nin sanatsal olaylardan daha çok olumsuz konularla gündeme geldiğini ifade etti.
İKSV Başkanı Eczacıbaşı ise hazırlıklarını yaklaşık 2 yıldır sürdürdükleri bienalin tasarımı bir kültür unsuru olarak ele almayı farklı yönleriyle sorgulamayı ve yeniden düşünüp düşündürmeyi hedeflediğini belirtti.

Açılış töreninde Başkan Eczacıbaşı, bienale sponsor olarak destek sağlayan Türkiye’nin önde gelen bir çok firmasının yöneticilerine plaket verdi ve teşekkür etti.

BAKAN GÜNAY DA KATILDI

Sergiye sonradan katılan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, organizasyon hakkında yetkililerden bilgi aldı. Günay, sorulan sorulara, “Dünyada ne olup bittiğini, alışveriş süreçlerinin yaşandığını herkes bilmek ve buna göre davranmak zorunda. Ben, İstanbul’u yönetmek iddiasında olan herkesin tasarım bienalinden yararlanması ihtiyacı içinde olduğunu düşünüyorum.” dedi.

Törenin ardından ‘atokrasi’ isimli sergi izleyenler tarafından gezildi. Bienale 46 ülkeden 300 civarında tasarımcı ve mimar, 100’ün üzerinde projeyle katılıyor. 12 Aralık 2012 tarihine kadar şehrin farklı noktalarında sergiler, akademi programı, seminer, film kuşağı ve tasarım yürüyüşleriyle devam edecek etkinlikte, İstanbul’un tasarım kentine dönüştürülmesi amaçlanıyor.

Kaynak : [-]