Geçmişle günümüzü buluşturan, antik metinlerden günümüze süren yolculukta, sonunda ‘gül’e ulaşan ‘Güldestan’ eklenen yeni bölümlerle yıllar sonra yeniden İstanbul’da sahnelenecek. MDTİst (Modern Dans Topluluğu İstanbul) Genel Sanat Yönetmeni Beyhan Murphy’nin ilk kez 2004’te Mercan Dede ile beraber hazırladığı, o günden bugüne, Mersin, Antalya, Samsun, İzmir ve İstanbul olmak üzere beş Devlet Opera ve Balesi tarafından yerleşik sahnelerde ve Hollanda, Çin, Almanya, Makedonya ve Fransa’da sahnelenmiş olan Güldestan’ın 10. yılını kutluyor.
Güldestan’da bir göç yolundan şehirdeki kafeye, çağdaş yazar Orhan Pamuk’un eserlerinden 18.yy’da Evliya Çelebi’ye, modern insanın içsel yolculuklarından sema’ya, Osmanlı zamanlarından modern İstanbul’a ve nihayetinde de GÜL’e varan bir yolculuk anlatılıyor. Mercan Dede ve Beyhan Murphy’nin proje içerisinde buluşması, Güldestan’ı, sadece elektronik müzik ve sufi gelenekleriyle müzikal anlamda değil, mekansal ve anlatım biçimi açısından da geçmişle geleceği buluşturan unsurlar taşıyor.
Geçmiş yıllarda Güldestan’da dans etmiş konuk sanatçılarla birlikte, MDTİstanbul dansçıları tarafından sahnelenecek temsilde, Mercan Dede’nin canlı performansı ile sahnede viyola, kanun, çello, klarnet ve perküsyonun yer aldığı orkestra ve Ara Güler’in fotoğrafları eşlik ediyor.
İstanbul’da en son 2008 yılında AKM’de sahnelenen oyunun yeni temsilleri, 18-19 Kasım ve 14-17 Aralık tarihlerinde Fulya Sanat Merkezi’nde gerçekleşecek.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Selman Ada, sanatçıların TÜSAK ile ilgili kaygısını anlıyor ve ‘Dünyanın hiçbir ülkesinin hiçbir yöneticisi sanatı yok etmeye çalışmaz, en azından bu ülkede böyle bir şey yok’ diyor.
Kaynak :Al Jazeere
Geçtiğimiz yaz, devletin sanat kurumlarının içerisinde köklü değişikliklerin başladığı bir yıl oldu. Önce sanat kurumlarının kapatılmasını öngören TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) yasa tasarısı gündeme geldi ardından da üst kademede bir görev değişikliği gerçekleştirildi. İzmir, İstanbul, Mersin, Ankara, Antalya ve Samsun’da bulunan devlete bağlı altı opera ve bale kurumunun sorumluluğu el değiştirdi. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’ne Rengim Gökmen’in görevden alınmasıyla getirilen besteci ve piyanist Selman Ada, yeni sezon repertuvarının hangi duyarlılıklara göre şekilleneceğinden, TÜSAK yasa tasarısının yarattığı endişeye ilk kez soruları yanıtladı. Görevde kalacağı süre içerisinde kalıcı bir otağ sahnesi kurmayı hayal eden Ada, 2015 yaklaşırken Türkiye-Ermenistan dostluğuna vurgu yapan eserlerin sahnelenip sahnelenmeyeceğine, gelecek yıllarda 17 farklı Türkçe’de eserler üretilip üretilmeyeceğine dair Al Jazeera’nin sorularını yanıtladı.
Devlet Opera ve Balesi yeni ve tartışmalı bir döneme başladı, sizinle birlikte ne değişti ya da ne değişecek kurumda?
Bu yıl için hiçbir değişiklik olmayacak. Çünkü devlet opera ve baleleri dünyada eşi benzeri olmayan büyüklükte kurumlar bu açıdan ben veya bir başkasının bu kurumlara gelmesi ile öyle büyük değişiklikler olmaz. Ancak benim ve ekibimin izlerini 2015-2016 sezonunda biraz daha fazla göreceksiniz. 2014-2015 yüzde 90 ölçüsünde eski yönetimin yine çok saygıdeğer çalışmalarından oluşuyor. Çok ufak çapta bazı değişiklikler yapıyoruz. Ama onlar teknik sebeplerle yapılan değişiklikler.Devlet Opera ve Balesi’nin repertuvarı Temmuz ayında son halini alır. Siz de bu tarihte göreve geldiniz. Bu yılın repertuvarında herhangi bir tasarrufunuz oldu mu?
Müdahale gibi değil ancak bu yıl repertuvara benim soktuğum Vincenzo Bellini’nin ‘I Puritani’ operası bulunuyor. Bellini’nin daha önce hiç oynanmamış, önemli bir eserdir. Ocak bütçesi itibariyle, ortaya çıkan olanaklar dahilinde Samsun’da Maskeli Balo’yu yapabiliyoruz.
17 farklı Türkçe’de eserler sahnelenecek’
Devlet Opera ve Balesi’nin yeni genel müdürü olarak, bugüne dek ihmal edilmiş ya da eksikliğini gördüğünüz ve yenilenmesi gerktiğini düşündüğünüz herhangi bir uygulama var mı?Eksikler demek doğru olmaz ancak bazı içeriksel eklemelerimiz olabilir. Genel olarak bizim rengimiz Türkçe eserlerin seslendirilmesi, sahnelenmesiyle ortaya çıkacak aslında. Türkçe eserler deyince 17 farklı Türkçe’yi düşünmeliyiz burada. Bu farklı Türkçeler arasında anlaşmak kolay olmayabilir ancak bunları anlaşılır şekilde rötuşlayarak Kırgız, Türkmen, Özbek, Azeri eserlerinin repertuvarlarda daha fazla yer bulacağını göreceksiniz. Ancak buna mukabil bizim de Türk bestecilerimizin eserlerinin o ülkelerde ilk defa belki de sahneleneceğini göreceğiz. Çünkü onlar tarafından bizim eserlerimiz hiç oynanmamış. Yani mütekabiliyet esasına dayalı olarak karşılıklı, dil ve kültür birliği üzerinden bir ortak proje yapmayı düşünüyorum.
2015 Türkiye’deki ve dünyanın dört bir yanındaki Ermeniler için önemli bir yıl. Bu bağlamda ‘dostluk’ ve ‘kültürlerin birliği’ başlığı altında başka projeleriniz olacak mı?
Bakanlığımızın yürüttüğü bazı projeler var. Türk-Ermeni dostluğunu vurgulayan ve bu anlamda birtakım özellikleri olan projelerin çalışmasını da Sefer Yılmaz ile birlikte yürütüyoruz. Tabii ki şimdilik detay vermek için çok erken bu konular daha somut bir hal aldığında açıklayacağız. Ama bir Türkiye Ermenisi’nin yazdığı eserin, operanın Ermenice olarak ya da Türkçe olarak hem Türkiye’de hem de Ermenistan’da seslendirilmesini çok istiyoruz.‘Popülist olmayan popüler eserler sahneleyeceğiz’
İzlemesi ve takip etmesi zor bir sanat olarak bilinir opera ve bale. Operayı geniş kitlelerle nasıl buluşturacaksınız?
Ağır operalar diye bir kavram var. Bunlar izlenmesi ve anlaşılması en zor eserlerdir. Onlar bizim prestijimiz için mutlaka olacak ancak buna mukabil halkımıza daha sıcak gelebilecek, geniş kitlelere hitap edebilecek, sanat değerinden ödün vermeyen, popülist olmayan ancak popüler olan eserler sahneye koyacağız. Halkımız çok değerli ve operayla, baleyle bir sevgi bağı kurulsun istiyoruz. Repertuvarlarımızı yaparken kendi kültürümüzü mutlaka ön plana çıkarmayı düşünüyoruz. Bu ancak ve ancak turnelerle mümkün olabilir. Turneleri de daha evvelki anlayıştan farklı olarak, her ilimizle birlikte komşu illerini de temel almak kaydıyla sürdüreceğiz. Bu bize lojistik açıdan büyük bir tasarruf imkanı sağlıyor. Daha fazla temsil yapma olanağı getiriyor beraberinde. Aynı parayla on temsil yapacağınıza otuz temsil yapabilirsiniz bu suretle. Her il, çevresindeki illere de hizmet götürdüğü zaman Devlet Opera ve Balesi’nin ulaşacağı il sayısı 30’a çıkacak.
‘Otağ sahnesi kuracağız’
Devlet Opera ve Balesi kurulurken üç ilde daha müdürlükler açılması planlanıyordu, bununla ilgili bir çalışma var mı?
İdealimiz daha evvelden öngörülen Van, Sivas ve Gaziantep operalarının açılmasıdır ancak bu henüz bir ideal halindedir. Eğer bunlar da imkan dahilinde açılabilirse biz 30 yerine 75 ile ulaşabilmiş olacağız. Geri kalanlara da turne yapmak suretiyle 81 ili her yıl opera ve bale ile halkımızı buluşturabileceğiz. Ayrıca benim tamamen kendi ürettiğim bir proje var ki bu da ekibim tarafından beğenildi, henüz görüşmelerini sürdürmekteyiz. Büyük bir otağ kurmayı düşünüyoruz. Tek bir tıra yüklenip, taşınabilen, içerisinde sahnesinin yanı sıra kaloriferi, havalandırması, tuvaleti, banyosu, fuayesi de olan büyük çadırlar bunlar. Türkiye’de gidilmesi çok zor olan yerler var. Bu tip yerlere bu tırı yani otağı göndererek yine halkımızı sanatla, operayla buluşturmayı planlıyorum. Ondan sonra halkımızın operayı sevip sevmediğini tartışalım. Ya da halkla operanın ilişkisini bu süreçten sonra sorgulayalım. Biz bu ilişkiyi sorgularken, üç beş yere gidip soru sorup, varsayımlar üzerinden fikir yürütme hakkına sahip değiliz.
‘Pek az sanatçı sanattan anlar’
Sizin sanat anlayışınıza göre, bir opera kurumunun repertuvarı neye göre hazırlanmalıdır, halkın duyarlılıkları önce mi gelir?
Sanat insanların beynine ve kalbine hitap eden bir hizmet alanıdır. Düşündürücüdür, incelticidir. Bizim halkımızın da çok sıcak olduğunu, en umulmadık yerde inanılmaz alkışları cömertçe sanatçılarına sunduğunu da söyleyebilirim. Yeter ki ortada ‘iyi’ bir iş olsun, insanlar bunu müthiş bir şekilde hissedebiliyor. Sanat hiçbir zaman en anlayanına göre yapılmaz, sanat her zaman hislenene göre yapılır. Ben bundan anlamıyorum demek doğru değil. O zaman da ben ‘Hangi sanatçı sanattan anlıyor?’ sorusunu sorarım. Dünyada pek az sanatçı sanattan anlar. Halk dediğiniz geniş kitleler sanattan anlamak zorunda değildir, siz onların hislerine hitap etmeye özen göstermek zorundasınız. Bunun da tek yolu, yaptığımız işin kalitesini düşürmemektir.
Sizin kendi besteleriniz ve eserleriniz de var, bunları sahneleyecek misiniz?
Görevim süresince pek sahnelemeyi düşünmüyorum, yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için. Belki bir yılbaşı konseri verebilirim ancak ona da henüz karar vermiş değilim.
TÜSAK tartışmaları
Devlete bağlı sanat kurumlarının kapatılmasını, sayısının azalmasını öngören TÜSAK adlı bir yasa tasarısı sık sık gündeme geliyor, devletin sanat kurumlarında küçülmeye gitmesi söz konusu mu?
Ben bu konuda pek konuşmayı tercih etmiyorum ancak birkaç öznel cümle söyleyebilirim. Dünyanın hiçbir ülkesinin hiçbir yöneticisi, sanatı yok etmeye çalışmaz, en azından bu ülkede böyle bir şey yok. Ben yakinen takipteyim. Algı yönetimi ya da algı sıkıntıları yaşanıyor olabilir. Bazı çevreler her şeyin yok olacağı üzerinden düşünüyor. Bir şeylerin yerine daha iyisi konabiliyorsa o zaman etraflıca düşünebiliriz. Her şeyin daha iyisini hak eden bu ülkede hangi dönem, hangi yönetim olursa olsun bu tip değişikliklere zaten gidecektir. Muhakkak en iyisini yapmak fikriyle bu işlere girişilir. Bizler de sanat kurumları için nasıl daha iyiyi, en iyiyi bulmak. Bu noktada herkes müsterih olsun. Beklemek, güven duymak gerekir. Beyhude sıkıntılara girmemeli kimse.
Sanatın sadece muhafazakâr, sadece liberal, sadece anarşist ya da sadece herhangi başka bir duyarlılığa hitap etmesi söz konusu mudur?
Sanat söz konusu olduğunda bu tip zeminleri tartışmaya gerek yoktur. Bunlar zamanla oluşur. Bakın, sanat bir toplumun aynasıdır, eğer Türkiye’de halkımızın büyük bir kısmı muhafazakârsa onun anlayışına uygun sanat da zaten ortaya çıkar, gelişir ve genişler. Başka şekilde de gelişir tabii ki, mesela avangardistler de vardır, bu da yasak değildir. Naif sanat da vardır. İsteyen istediği şekilde sanat eserini üretebilir. Bununla ilgili kimsenin bir dahli yoktur.
‘AKM kapanınca halk mutsuz oldu’
Atatürk Kültür Merkezi (AKM) yapıldığında İstanbul nüfusu 2,5 milyon civarındaydı, şu anda 20 milyona yaklaşıyor. AKM tek başına yetecek midir?
AKM büyük bir kitleye hitap ediyordu ve her akşam doluyordu. O birdenbire gidince, İstanbul Operası çok dar alanlara sıkıştı. Bu da hem sanatçılarda hem de halkta bir mutsuzluk oluşmasına sebep oldu. Yani halk bir alışkanlığı terk etmek zorunda kaldı. İstanbul’da muhakkak bir külliye mantığında, atölyeleri, sahneleri ve tüm etkinlik alanlarıyla bir opera-bale binası inşa edilmeli. Bu bir ihtiyaçtır. İzleyicinin opera ve bale ile bağını yeniden kurabilmek için bir bina yetmeyecek elbette. AKM’de iki salon vardır bir de cep tiyatrosu vardı. Biz tüm mekanları kullanıyorduk ve o dönemde yeterli oluyordu. Operanın ihtiyacını AKM karşılayabilir ama bale temsillerini belki başka bir yerde yapmak, hatta bunu Anadolu yakasına taşıyarak izleyiciyi de hareket ettirmek daha işlevsel olabilir. Maksat opera ve baleyi ayırmak değil tabii ki. Her iki kıtayı da değerlendirmek çok zenginleştirici olabilir.
Sanat haberleri ile ilgili haber ararken aşağıda sizlerle paylaşmak istediğim iyi bir makale gözüme ilişti ve sizlerle paylaşmak istedim. Yazar Sayın Ayla GÖKSEL’e teşekkür ederiz.
İyi okumalar.
Erken çocukluk yani 0-6 yaş arası hayatımızın en kritik dönemi. Nörobilim, ekonomi ve davranışsal bilimlerde yapılan son araştırmalar bunu gösteriyor. Okul öncesi eğitim, hayatta avantaj sağlıyor.
Erken yaşlarda beyin gelişiminin deneyimlere dayalı olduğu ve insanın yaşamı boyunca sağlığını, öğrenme ve davranışlarını belirlediği saptanmıştır. Örneğin hayatın ilk yıllarında, beyinde her saniyede 700 yeni nöron bağlantısı oluyor, çocuğun dil becerileri arasındaki farklılıklar 18’inci aydan itibaren kendini göstermeye başlıyor ve bu yıllarda çok sayıda olumsuzluğa maruz kalan çocuk bilişsel, dil ve duygusal açıdan gelişim riski ile karşı karşıya kalıyor. Kalp hastalıklarına yakalanma olasılığı üç kat artıyor.
PISA’ya (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından 1997′de geliştirilen sınav uluslararası çapta üç yılda bir 15 yaşındaki öğrencilerin bilgi ve becerileri değerlendiriliyor.) Türkiye’den katılan öğrenciler arasında bir yıl ya da daha az okul öncesi eğitim alanların ortalama puanı, hiç okul öncesi eğitim almayanlara göre ortalama 42 puan daha yüksek (OECD, 2012). Türkiye’de araştırmalar okul öncesi eğitim alan çocukların okula her anlamda daha hazır başladıklarını, daha uzun süre okulda kaldıklarını, çoğunun üniversite öğrenimi aldıklarını ve daha yüksek statülü işlerde çalıştıklarını gösteriyor. (Ç. Kağıtçıbaşı, D. Sunar, S. Bekman, 2005).
Bu nedenle, çocukların bu yaşlarda hem yakın çevreleri tarafından desteklenmesi, hem de uygun eğitim olanaklarından faydalanması gelişimi açısından önemli. Özellikle de çevresi tarafından yeterince desteklenme fırsatı olamayan çocukların kaliteli bir okul öncesi eğitimden görecekleri fayda yaşamlarında çok olumlu değişikliklere neden olabiliyor.
Aynı zamanda ülke kalkınmasında en önemli unsur olan insan sermayesinin temeli okul öncesi dönemde atılıyor ve bireylere hayata başlarken fırsat eşitliği sağlamak açısından çok önemli. Konuyla ilgili olarak ulusal ve uluslararası çapta yapılan bilimsel araştırmalar okul öncesi dönemi de kapsayan erken çocukluktaki nitelikli müdahale çalışmalarının çocuğa, aileye, topluma ve ekonomiye yüksek getiriler sağlayan yatırımlar olduğunu gösteriyor. Maliyet etkinliği açısından en iyi çıktılara erken yaşta yapılan müdahalelerle ulaşıldığı görülüyor. (Heckman, 2008)
Erken çocukluk eğitimi hizmetlerine ‘fayda-maliyet analizi’ temelinde yaklaşıldığında, bu hizmetlerin yaygınlaştırılma yaygınlaştırılmasının Türkiye için ekonomik açıdan da büyük önemi olduğu görülmüştür. Prof. Dr. Mehmet Kaytaz tarafından gerçekleştirilen ‘Türkiye’de Okul Öncesi Eğitiminin Fayda-Maliyet Analizi’ araştırması, ülkemizde erken çocukluk eğitimine yapılacak her bir liralık yatırımın ekonomiye yedi liraya kadar kazanç olarak döneceğini gösteriyor. Bu açıdan bakıldığında okul öncesi eğitim orta ve uzun vadede çok kazançlı bir kamu politikasıdır ve insan sermayesine yapılan yatırımların getiri oranının en yüksek olduğu eğitim dönemidir.
Toplumsal ve ekonomik kalkınma açısından temel gereklilik olduğu görülen kaliteli okul öncesi eğitimin tüm çocukların erişimine sunulması çok önemli. Okul öncesi eğitimin faydaları göz önüne alındığında, bu eğitimi alamayan dezavantajlı konumdaki çocukların, okulda akranları ile arasındaki farkın iyice açılacağını açıkça anlamak mümkün. Bu nedenle, konu çocuklar için fırsat eşitliği açısından da dikkate alınmalı ve ülkenin her yanına yaygınlaşmalıdır.
Anne Çocuk Eğitim Vakfı(AÇEV) uzun yıllardır okul öncesi eğitim alanında yaptığı bilimsel çalışmalar ve uygulamalar ışığında Türkiye’de çocukların en az bir yıl okul öncesi eğitimden yararlanmaları için savunu faaliyetlerini sürdürüyor. 2005-2010 yılları arasında ‘7 Çok Geç’ Kampanyası ile kamu, sivil toplum, akademik kurumlar ve özel sektörün de katkısı ile çeşitli faaliyetler gerçekleştirmiştir.
Ülkemizde okul öncesi eğitim, son yıllarda hükumetin önemli eğitim önceliği. Milli Eğitim Bakanlığı’nın önderliğinde ve yatırımları sonucunda Türkiye’de okul öncesi eğitim önemli bir ivme kazanarak 2005 yılında 60-72 ay çocukları arasında yüzde 22 olan okullaşma oranı 2011 yılında yüzde 66’ya ulaştı.
Ancak 2012’de uygulamaya konulan 4+4+4 uygulamaları okul öncesi eğitimde arz ve talebi birlikte etkiledi. Aileler tarafından kırsal bölgelerde dahi talep edilmesine rağmen, okul öncesi eğitimin yaygınlaşma hızı azaldı ve okullaşma oranı 2013’te okul öncesine giden beş yaş grubu için yüzde 43,5 seviyesine indi. Velilerin özellikle ilk uygulama yılı olan 2012-2013 eğitim öğretim yılında kafaları karışmış ve bir kısmı çocuklarını zorunlu olarak ilkokula başlatmış veya zorunlu olduklarını düşünmüştür. Azalmadaki diğer önemli bir neden ise okul öncesi eğitim kurumlarında ailelerden katkı payı alınmasıdır. Velilerin bir kısmı ücretsiz olan ilkokul 1. sınıf ve ücretli ana sınıfı arasında seçim yapmak zorunda kalmış ve dar gelirli olan aileler haklı olarak ücretsiz olan ilkokul eğitim seçeneğine yönelmiştir.
Türkiye, Avrupa’da okul öncesi eğitimin hem ücretli olduğu hem de aileye bu alanda herhangi finansal desteğin sağlanmadığı tek ülke konumunda.
Beş yaş grubu çocukların bir kısmı ilkokula başlayarak okullaşma sağlanmış olsa da, bu yaş grubundaki çocukların yarısından fazlasının ya bir ana sınıfına devam edemediği ya da hiç okul öncesi eğitim alamadan ilköğretime başladığı görülüyor.
Hükümetin 4+4+4 ile beraber ortaya koyduğu zorunlu 12 yıl eğitim uygulaması önceliği, özellikle sekiz yıllık eğitimden mezun olanların ortaöğretime geçiş talepleri ile beraber yatırımların ortaöğretime kaydırılmasına neden oldu. Bu da hem öğretmen atama hem de derslik oluşturma gibi yatırım veya kaynak gerektiren konularda okul öncesi eğitimi olumsuz etkiledi.
Diğer yandan, 2009-2011 yılları arasında yürütülen 60-72 ay çocuklar için yüzde 100 okullaşma hedefli pilot uygulama, özellikle yereldeki ilgili kurumları harekete geçirmiş ve bu hedefe ulaşmak için gayret sarf etmelerine önayak olmuştur. Ancak, 2012 yılından sonra kaynakların kısıtlı olduğu ortamlarda yereldeki yöneticiler okul öncesi eğitimi önceliklendirememiştir.
Dolayısıyla, 4+4+4 sadece beş yaş grubunu değil, genel olarak okul öncesi eğitim politikasını da etkilemiştir. Dört ve beş yaş grubu için 2011-2012 eğitim-öğretim yılında yüzde 44 olan okullaşma oranı 2013-2014 eğitim öğretim yılında yüzde 38’e inmiştir.
Bunların sonucunda risk altında bulunan, sosyo-ekonomik bakımdan dezavantajlı öğrenciler ile avantajlı öğrenciler arasında okul öncesi devam oranlarındaki fark büyümeye devam ediyor. 2012 PISA sonuçları gösteriyor ki ülkemizde dezavantajlı öğrenciler bu geliştirici eğitim fırsatından orantısız şekilde yoksun.
Farkı yaratan okul öncesi eğitimin kalitesi
Okul öncesi eğitimde yalnızca yeterli düzeyde kaliteye sahip uygulamaların çocukların farklı ihtiyaçlarını karşılamada, onlara temel alışkanlıklar kazandırmada ve uzun vadedeki bilişsel, fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimlerini desteklemede etkili olabileceğini gösteriyor. Bu koşulların istenilen düzeyde olmadığı kurumlara devam eden çocukların gelişimlerinin olumsuz etkilendiği, kaliteli eğitim içermeyen eğitimin çözüm oluşturmadığı ortaya konmuştur. Kaliteli bir okul öncesi eğitimin çocuklarda daha uzun süreli olumlu etkileri vardır.
Dolayısıyla okul öncesi eğitimin belirtilen faydaları sağlayabilmesi kaliteli bir eğitim sağlanması ile yakından ilgilidir. Kaliteli eğitimin en önemli unsurlarından biri ise nitelikli öğretmenler yetiştirmek. Alandan gelen, iyi yetişmiş okul öncesi öğretmenleri çocuğun hayatının en kritik döneminde çok önemli rol oynuyor. Ayrıca, kaliteli eğitimde; sınıf donanımı yani uygun bir fiziksel ortam, zenginleştirici eğitim materyalleri, aile katılımı ve yaşa, gelişime uygun eğitim programının da büyük önemi var.
Uzun yıllardır bu alanda çalışmalar yürüten AÇEV, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘Okul Öncesi Eğitimin Güçlendirilmesi Projesi’ çerçevesinde UNICEF Türkiye Ofisi ile birlikte okul öncesi eğitimde kalite standartlarının geliştirilmesi ile ilgili iki yıllık önemli bir projeyi 2014’te tamamladı. Bu kalite standartlarının hayata geçirilmesi ve titizlikle uygulanması halinde Türkiye’de tüm çocuklar nitelikli okul öncesi eğitimden faydalanacak.
Okul öncesi eğitime katılımın avantajlı öğrenciler arasında dezavantajlı öğrencilere kıyasla daha hızlı yaygınlaşıyor olduğu gerçeği, hükümetlerin her aile için, özellikle de dezavantajlı öğrencilerin kaliteli okul öncesi eğitime ve yaşadıkları yere yakın eğitim programlarının bilgisine erişimini sağlamak için daha fazla çaba sarf etmesi gerektiğine işaret ediyor.
Bunlara ilaveten, okul öncesi eğitim çok boyutlu olarak ele alınmalı,yoksulluktan sağlığa, istihdamdan doğrudan destek çalışmalarına kadar pek çok konuda, farklı kurumların koordinasyonunda uzun vadeli ve sürdürülebilir çalışmalar yapılmalı. Türkiye’nin geleceği tasarlanırken doğru kaynak planlaması yapılarak, çocuklar için bir hak olarak nitelendirilen ve kadın istihdamını da destekleyen okul öncesi eğitime diğer eğitim kademelerinden daha fazla yatırım yapılması önemlidir.
Bu nedenle, yeni uygulamalarla uzağında kaldığımız yüzde 100 okullaşma hedeflerine yaklaşılması için okul öncesi eğitime gerekli kamu kaynaklarının ayrılması ve insana ve topluma yatırım için bu eğitimin zorunlu ve ücretsiz olması gerekiyor.
Ayla Göksel, Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı. İngiltere’de Bath Üniversitesi’nde Ekonomi ve Politika lisans eğitimini tamamladıktan sonra, London School of Economics’te Kalkınma Ekonomisi alanında lisansüstü derecesini aldı. John Hopkins Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi’nde burslu olarak sivil toplum üzerine araştırma çalışmalarında bulundu.
51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na seçilen filmler belli oldu. Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından bu yıl 10 – 18 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek olan Festival’de Türkiye sinemasının öncü yönetmenlerinin ve genç temsilcilerinin gelenekten geleceğe bir köprü oluşturan filmleri bir arada yer alacak.
2011’de konan prömiyer yapma şartının kaldırılması üzerine Festival’e 57 uzun metrajlı film başvuruda bulundu. Alin Taşçıyan,Atalay Taşdiken, Serkan Çakarer ve Sevin Okyay’dan oluşan jüri tarafından yapılan ön eleme sonucu 12 film yarışmaya seçildi. Çağdaş Türkiye sinemasının çeşitliliğini yansıtan seçkide bulunan filmler, 14 daldaAltın Portakal’ın yanı sıra SİYAD, Film-Yön veİzleyici ödülleri için de yarışacak. Bu filmlerden beş tanesi En İyi İlk Film Ödülü’nün de adayları.
51. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’na katılmaya hak kazanan filmler şöyle sıralanıyor:
Balık / Derviş Zaim
Çekmeköy Underground / Ayşim Türkmen Keskin İlk Film, Dünya Prömiyeri
Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku / Çiğdem Vitrinel Dünya Prömiyeri
Guruldayan Kalpler / Ömer Uğur Dünya Prömiyeri
İtirazım Var / Onur Ünlü
İyi Biri /Ayhan Sonyürek Dünya Prömiyeri
Klama Dayika Min – Annemin Şarkısı / Erol Mintaş İlk Film, Türkiye Prömiyeri
Kumun Tadı / Melisa Önel İlk Film
Kuzu / Kutluğ Ataman Türkiye Prömiyeri
Neden Tarkovski Olamıyorum / Murat Düzgünoğlu
Oflu Hoca’yı Aramak – O.H.A. / Osman Levent Soyarslan İlk Film, Dünya Prömiyeri
İnönü Vakfı tarafından hazırlanan ‘Lozan’dan Cumhuriyet’e İsmet İnönü’ sergisi 1 Eylül’de açılıyor. Sergi Cumhuriyet’in ilk yıllarına dair birçok belge ve kaynağı barındırıyor.
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının 90. yılı etkinlikleri kapsamında hazırlanan ‘Lozan’dan Cumhuriyet’e İsmet İnönü’ sergisi, 1 Eylül – 11 Ekim tarihleri arasında FMV Galeri Işık’ta ziyaret edilebilecek. Geçtiğimiz yıl Türkiye’yi dolaşmaya Ankara’dan başlayan, ardından da Ankara, Antalya ve Eskişehir’e giden serginin son durağı İstanbul olacak.
Cumhuriyet’in ilk yıllarını İsmet İnönü perspektifinden ele alan sergi, toplumsal, kültürel ve ekonomik dönüşümleri belge, fotoğraf ve yazışmalarla anlatıyor. İsmet İnönü dönemine dair kitap, sergi ve seminer çalışmalarıyla bilinen İnönü Vakfı’nın hazırladığı sergi, iç ve dış politikada izlenen yol, Cumhuriyet rejimiyle birlikte Türkiye’de yaşananları tarih meraklılarına aktarıyor. Küratörlüğünü Prof. Dr. Zafer Toprak’ın, grafik tasarımını Ferah Perker, genel tasarımını ise Çağdaş Arpaç ve Dr. Fatma Türe’nin üstlendiği sergiye dokunmatik ekranlar, video enstalasyonları aracılığıyla ziyaretçiler interaktif olarak da katılabiliyor.
Atatürk ve İsmet İnönü arasındaki yazışmalar, telgraflar, dönemin gündelik yaşamına dair kamera görüntüleri, fotoğraflar, gazete ve dergi kapaklarının yanı sıra, sergi içerisinde mühürler, madalyalar, antlaşmalar, resmi yazışmalar gibi birçok belge de yer alıyor. ‘İsmet İnönü’nün Yaşamı’, ‘Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’, ‘Lozan Konferansı ve Antlaşması’, ‘İsmet İnönü ve İç-Dış Politika’ olarak dört ana başlığa ayrılan sergide Lozan Konferansı’na dair bugüne dek görülmemiş birçok fotoğraf da ziyaretçilerini bekliyor.
Sergide ayrıca çocuk ziyaretçiler için bir de çizgi film de gösteriliyor. Çizgi film, ‘Lozan Barış Antlaşması’ adını taşıyor. İstanbul Nişantaşı’da bulunan FMV Galeri Işık, pazar ve resmi tatil günleri dışında her gün açık.
Bu yıl 21’incisi düzenlenen Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali 30 Ağustos’ta başlıyor. Festival programında ‘Attila’dan ‘Aida’ya sekiz farklı temsil sahnelenecek.
Antalya’nın iki bin yıllık antik tiyatrosu Aspendos, dünyada doğal akustiği en iyi yerlerden biri olarak biliniyor. Aspendos antik tiyatrosu yirmi yıldan fazladır müzikli etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Bunlar içerisinde en eski olanı bu yıl 21’incisi gerçekleşecek olan Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün birlikte hazırladığı festival 30 Ağustos’ta başlıyor.
Festival kapsamında İzmir, Mersin, Antalya, Ankara, Antalya Devlet Opera ve Balesi müdürlüklerinin yanı sıra Budapeşte Operet ve Müzikal Tiyatrosu ile İtalya – Sicilya, Taormina Festival Operası gibi yabancı konuk topluluklar da yer alacak. 30 Ağustos akşamı Guiseppe Verdi’nin ‘Aida’ operası ile başlayacak olan festivalde, 3 Eylül’de ‘Notre Dame’ın Kamburu’ balesi, 6 Eylül’de ‘Operetler Galası’ konseri, 10 Eylül’de ‘La Traviata’, 13 Eylül’de ‘Harem’ operası, 17 Eylül’de ‘Attila’ operası, 20 Eylül’de ‘Tosca’ operası ve 24 Eylül’de ise ‘Herkül’ operası sahnelenecek.
30 Ağustos – 24 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival biletleri 50 TL olarak satışa sunuluyor.
Ülkemizde pek çok yerde saat kulesi var. Bazı saat kuleleri bulunduğu bölgenin simgesi haline geliyor saatin yayın olmadığı dönemlerde pek çok işlevsel özelliğin yanı sıra saat kulesi olarak planlanmayan ama sonradan saat eklenerek saat kulesi haline dönüştürülen kuleler de mevcut. Kimi zaman seyahat esnasında veya yaşadığımız bölgelerde saat kulelerini görüp de tarihçesini merak etmeyenimiz var mı acaba? Saat kuleleri ile ilgili onediyo.com sitesinde tarihçe görünce sizlerle paylaşmak istedik dileriz bir nebze de olsa merakınızı giderebiliriz.
1174 Erzurum
Diğer bir adı Tepsi Minare olan saat kulesi, Saltuklu Emirlerinden İnanç Biygu Alp Tuğrul Bey tarafından İçkale Camisi’nin minaresi ve gözetleme köşkü olarak yaptırılmış. Ezan okunan yer olarak “Tepe Minare”, üstünün yıkılmasıyla “Kesik Kule” ve “Minare Kule” adını aldı. Kırım Savaşı’ndan önce kuleye bir saat yerleştirilince “Saat Kulesi” adıyla tanınmaya başladı. Kırım savaşından sonra bu saati Ruslar yerinden söküp almış ve bunun üzerine 1877 yılında İngiltere tarafından bugünkü saat armağan edilmiş.
Üst kısımda, saatten 1.50 m. aşağıda kuleyi çepeçevre kuşatan Arapça küfi yazılı yazıtta “İkbal dinin ışığı, İslâm’ın kutbu, devletin yardımcısı, milletin zahiri, arkası, meliklerin ve emirlerin güneşi Ebil Kasım oğlu Ebil Muzaffer Gazi İnanç Biygu Alp Tuğrul Bey içindir” yazısı bulunuyor.
1798 Karabük
Padişah III. Selim’in Safranbolulu sadrazamı İzzet Mehmet Paşa, hemşehrilerine bir söz verir: “Hepinize ikişer saat hediye edeceğim. Biri evinize, diğeri iş yerinize.” Kasabalı sevinir. Ancak Paşa, onların hiç de aklına gelmeyen bir işe koyulur. En hâkim tepeye 12 metre yüksekliğinde bir kule yaptırıp İngiltere’den de çanlı saat getirtir. Kasabalı, 1798’de kuleden gelen sesle irkilir. Yarım saatte bir vuran çan, saatin kaç olduğunu duyurmaya başlayınca halk uyanıklığı fark eder. Herkesin iki saati vardır artık. Saat evden de duyulur, işten de…
Safranbolu Kalesi’nde bulunan bu saatin en önemli özelliği, Türkiye’de bir benzerinin daha olmaması. Çünkü saati çalıştıran mekanizma, yani zemberek, dünyada sayılı saat kulelerinde kalmış oldukça eski bir model.
1827 Balıkesir
Silistre Valisi Girit-i Zade Mehmet Paşa tarafından 5 katlı olarak yaptırılan saat kulesi yapı itibariyle Galata Kulesi’ne benzetiliyor. 5 katlı olarak inşa edilen 20 metre yüksekliğindeki kule,1897 yılında meydana gelen bir depremde yıkılıp mutasarrıf Ömer Ali Bey tarafından 1901 yılında yeniden yaptırılmış.
1862 İstanbul
Tophane (diğer bilinen adıyla Nusretiye Saat Kulesi) Saat kulesi, İstanbul’da ayakta kalan en eski saat kulesi.
Nusretiye Camii’nin yanında yer alan saat kulesi, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırıldı. Yukarı doğru kademeli olarak daralan, saatli bölümle beraber dört katlı bir yapıdan oluşuyor. Dört cephesi birbirine eş olarak tasarlanan kulenin denize bakan cephedeki kapısının üstünde de Abdülmecid’e ait tuğra yer almakta.
1866 Amasya
Merzifon’un bir çok yerinden görülebilen saat kulesi, Çelebi Sultan Mehmet’in emri ile Mehmet Memişoğlu Ebubekirtarafından yapıldı.
1938 yılında meydana gelen depremle yıkılan kule, sonrasında Amasya belediyesinin çabaları ile tekrar inşa edildi.
1882 Adana
Büyük Saat olarak da anılan kule, 32 metre ile Türkiye’nin en uzun saat kulesi olma özelliğini taşıyor. Yapımına Ziya Paşa döneminde başlandı, Abidin Paşa döneminde başarıyla tamamlandı.
8 metre genişliğinde diktörtgen şekilde yükselen saat kulesinin dört tarafında saat kadranı bulunuyor. Almanya’dan 1925 yılında özel olarak getirilen saat makinesiye yenilenen kulenin tepesinde motifler ve kabartmalarla süslenmiş dev bir çan göze çarpıyor.
1884 Ankara
Ankara‘nın o dönemki valisi Sırrı Paşa tarafından Hacı Süleyman Refik Efendi gözetiminde yaptırılan Ankara Saat Kulesi, büyük bir çana sahip. Çanın üzerinde 1884 yılında “Louis Edel” tarafından Strasbourg’da yapıldığı yazdığı için kulenin de orada yapıldığı düşünülmektedir.
1885 Muğla
Balıbey mahallesinde, merkezi bir noktada yer alan saat kulesi, Muğla’da yaşamış Rumların şehre kazandırdığı en güzel eserlerden birisi.
Muğla Belediyesi’nin ilk başkanı Hacı Süleyman Ağatarafından yaptırılan saat kulesinin mimarı Rum Filivari Usta’dır. Üzerinde yer alan kitabede hem yapanı, hem de neden yapıldığı hakkında bilgiler bulunur.
Sahib’ül hayr Hacı Süleyman Efendi
Yine deryayı itâsını ikân eyledi zuhur,
Bahusus aktar-ı eshar vaktini ilân için,
Bu mahalle bir muvakkithane yaptı bi kusur,
Beldemizde misli nâmesbuk kebir çan saati Avrupadan celb edince herkese verdi süru,
Kalmadı hiç ihtiyaç cep saati taşımaya,
Aksi avaz ile alem vakti etti şuur,
Hem ziya şevkiyle buldu mücevher tarihi,
Geldi meydana muvakkithane bi evsa-ı vufur,
Harerehu İsmail Hakkı 1301 fi Şaban.
1885 Kastamonu
Dönemin valisi Abdurrahman Paşa tarafından yaptırılan Saat Kulesi, İstanbul’dan dönemin padişahı II. Abdülhamidtarafından Kastamonu’ya gönderilen ‘sürgün’ bir saat aslında. Bu sürgünle ilgili çeşitli rivayetler dolaşıyor.
Rivayete göre; II. Abdülhamid zamanında saat İstanbul’da Sarayburnu’nda bulunurken yanlış gitmesi ve zamansız çalması sarayı kızdırmış, saray tarafından cezalandırılarak Kastamonu’ya sürgün edilmiştir.
Diğer bir rivayete göre de; dönemin padişahının hareminde bulunan gözde bir cariyesinin Sarayburnu’ndaki bu saatin vurma sesi nedeni ile karnındaki çocuğunu düşürmesi sonucu, padişah tarafından Saat Kulesi, Kastamonu’ya sürgün edilmiş.
1890 – 1891 Bolu
Ahşap olarak inşaa edilen Mudurnu Saat Kulesi, çıkan bir yangın sonrası yanarak yıkıldı. 1905 yılında Mudurnu Kalesi’nden sökülüp getirilen taşlar ile mahkûmlar tarafından inşa edilen kuleye bir Türk demirci ustasının yaptığı saat takıldı. 1963-1964 yıllarında bir yangına daha maruz kalan kule tekrar tamir edilerek şimdiki halini aldı.
1894 Çorum
Çorum Saat Kulesi, Abdülhamid döneminde padişahın Beşiktaş Muhafızı, İstanbul’daki Ali Suavi olayını bastıran Hasan Paşa tarafından yaptırıldı. Kulenin çanı da Hasan Paşa tarafından itina ile seçilerek İstanbul’dan gönderilmiş.
Saatin çanının sesi ilk yıllarda çok güçlü olduğu ve merkeze bağlı köylerden bile duyulduğu söyleniyor. Ancak restorasyon için yapılan incelemede yıllardır tokmağının aynı noktaya vurması ile derince bir oyuk oluştuğu ve bu nedenle çanın sesinin azaldığı saptandı.
Saat Kulesi’nin kapısı üzerinde eski yazı ile bir kitabe vardır. Kitabe, Muhammet Nuri Bektaşi (Korman) tarafından yazılmıştı.
Günümüz Türkçesi ile;
Zamanın ulu hakanı cömert Abdülhamid Han’ın Yüce fermanıyla şanlı Hasan Paşa Adadı bütün vaktini hayır işleri yapmaya Başarılı kılsın her dileğini Mevla Saat Kulesi kısaca seçkin hayratıdır onun Bol bereketle yapıldı bu şehri etti ihya Çıkıp kutlu bir zamanda yazıldı kapısına tarih Bu büyük saati yaptı bak Hasan Paşa’nın lutfu
1895 Mersin/Tarsus
Tarsus Kaymakamı Ziya Bey tarafından inşa ettirilen yapının masraflarını Tarsus eşrafından Feyzullah Ağa üstlenmiş. Feyzullah Ağa’nın o dönemin parasına göre verdiği 200 lira ile yapılan saat kulesine, 100 liraya da Avrupa’dan çalar saat getirilmiş ve hayırsever 1895’te Mecidiye Nişanı ile taltif edilmiş.
Saat, kadranları ve makinesinin ilk yapıldığı orijinal haliyle duruyor.
1890 – 1895 İstanbul
2. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan Dolmabahçe Saat Kulesi; Bezm-i Alem Valide Sultan Camii ile Dolmabahçe Sarayı’nın Saltanat Kapısı arasında yer almakta. Yapımı ise 1.210.550 kuruşa mal olmuş.
Her bir cephesinde saat bulunan kulenin saatleri Fransız imalatı. Saatçibaşı Johann Meyer tarafından takılan Paul Garnier markalı saat 1979’da elektronik sisteme çevrilmiş ve çalışır durumda.
1897 Çanakkale
Dönemin Çanakkale İtalyan konsolosu Vitalis Gaptirole’nin de yapımı için on bin altın gönderdiği Çanakkale Saat Kulesi,Sultan 2.Abdülhamid döneminde yaptırıldı. Beş kattan oluşan kulenin yapımında pembe granit taşlar kullanılmış. Saat odası dördüncü, çanı ise beşinci katta bulunuyor.
1901 İzmir
II. Abdülhamid’in (hükümdarlığı:1876-1909) tahta çıkışının 25. yılı için Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk binasını yapan Raymond Charles Péré adlı mimara yaptırılan kule 25 metre boyunda olup, dairesel esas etrafında dört çeşmesi bulunuyor.
Kulenin saati Alman İmparatoru II. Wilhelm’in hediyesi ve kurulduğu günden bu yana yalnızca bir kere durmuş. 5.2 şiddetindeki 1974 İzmir Depremi sırasında hasar alan kulenin saatin kadranları üzerindeki son kat yıkılmış ve saat depremin oluş saati olan 02:04’te durmuş. Kule ve saat, iki yıl içerisinde onarılıp eski haline getirilmiş.
1901 Antalya
Antalya‘daki saat kulesi, Sadrazam Küçük Sait Paşatarafından II. Abdülhamid şerefine yaptırıldı. Dört tarafında da birer saat ve tepesinde bir çan bulunan kulenin, yerden yüksekliği 14 metre, surların üzerinden yüksekliği ise 8 metredir.
1901 İzmit
İzmit saat kulesi 33 yıl süren Sultan II. Abdülhamid saltanatı tarafından İzmit’te yaptırılan ve günümüze kadar ayakta kalabilen ender yapılardan biri.
Saat kulesi, köşelerinde ikişer sütun ve kenarlarında çember şeklindeki kemerli sebiller bulunan kare bir kaide üzerinde yükseliyor. İkinci katta kaide ile gövde arasına bir balkon yapılmış. Demir korkuluklardan yapılan balkon, devrin üslup özelliklerini yansıtıyor.
Kulenin 3. katında her cephe yüzeyinde kaş kemerli pencerelere yer verilmiş; bu pencerelerin alt kısımlarında, mermer madalyonlar içerisinde II. Abdülhamid’in tuğrası bulunuyor.
Dördüncü katta dört yöne yönelik birer saat kadranı yerleştirilmiş, saatlerin üst kısımlarda üçer pencere kuşağı bulunmakta. Dört katın üzeri ince sivri bir külâh ile örtülmüştür.
1902 Tokat
Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan saat kulesi günümüzde de çok iyi bir şekilde korunuyor. Kentin her yerinden görülebilen, yapımında kesme taş kullanılan kulenin yüksekliği tam 33 metre.
1917 yılında alafrangaya çevrilen saat kısmı, dört yöne büyük kadranlarla her yarım ve saat başlarında iki dakika ara ile tam çalar durumda. Sesi de kentin her noktasından rahatlıkla duyulabiliyor.
1905 Bursa
Bursa saat kulesi ilk olarak 1900’lerin başında Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılmış ancak bilinmeyen bir tarihte yıkılmıştır. 2 Ağustos 1904’te yapımına tekrar başlanmış, 31 Ağustos 1905’te tamamlanarak II. Abdülhamid’in tahta çıkışı şerefine, Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle hizmete sokulmuştur.
6 katlı ve 65 metre uzunluğundaki saat kulesi, günümüzde bir elektronik saate sahip ve Bursa Belediyesi’nce yangın gözetleme amacıyla da kullanılıyor.
1906 Kayseri
Kayseri’nin şehir sembollerinden kabul edilen Kayseri Saat Kulesi, Cumhuriyet Meydanı’nın ortasında bulunuyor. Saat Kulesi ve ona bitişik olan Muvakkithane, Kayseri MutasarrıfıHaydar Bey döneminde, 1906 yılında yaptırılmış.
Sultan II. Abdülhamid’in fermanıyla bütün büyük şehirlere birer saat kulesi ve muvakkithane (Güneşe bakılarak vakitlerin belirlendiği yer) inşa edilmiş. Saat Kulesi’nin yapım masrafları Vilayet Muhasebe-i Hususiyesi (Özel İdare) tarafından karşılanmıştır. Saat, Tavlusunlu Salih Ustatarafından inşa edilmiş ancak mimarı bilinmiyor.
1907 İstanbul
II. Abdülhamid tarafından o zamanki ismi “Hamidiye” olan Şişli Etfal Hastanesi’nin bahçesine 1907’de inşa edilen kule, İtalyan mimar R. D’Aronco’ya ait. Mühendishane-i Hümayunhocalarından Mahmut Şükrü Bey gözetiminde yapılmış. Tarihi yapı, II. Abdülhamid’in hatırası olarak gelecek nesillere en büyük miras olarak görülüyor.
1908 Yozgat
Belediye Başkanı Tevfikizade Ahmet Bey tarafından inşa ettirilen Yozgat Saat Kulesi, altı bölüm halinde yapılmış. Kaynaklardan öğrenildiğine göre mimarı Şakir Usta’dır. Her bölüm birbirinden ayrılmış olup, her cephesine birer pencere yerleştirilmiştir. Kulenin içerisindeki merdivenlerle yukarı çıkılmaktadır ve en üst katı balkonla çevrelenmiştir.
1923 Bayburt
Yapımına Cumhuriyetin ilan edilmesiyle başlanan Bayburt Kalesi’nin hemen önünde yükselen Saat Kulesi’nin yapımı 1923’e dayanıyor. Kulenin inşaatı tam 1 yıl sürmüş. Muhittin Usta adında bir taş ustası tarafından yapımına başlanmış,Rizeli İbrahim Usta tarafından da tamamlanmış.
Kulenin uzunluğu 21 metreyi buluyor. Aynı zamanda şerefesi de mevcut. Kulenin saati ise İsviçre’den getirilmiş ve hala çalışır durumda.
1927 Şanlıurfa
Şanlıurfa il merkezindeki Ulu Cami avlusunda yer alan kuleUrfa Saat Kulesi’ne dönüştürülmüş. Bu kule sekizgen planlı olup, Haçlı Kontluğu döneminde burada yapılmış olan kilisenin çan kulesidir. Kule üzerine bir saat kulesi ilave edilmiş. Ancak bu kulenin ne zaman saat kulesine dönüştürüldüğü bilinmiyor.
İl merkezindeki Ulu Cami avlusunun bahçesinde bulunan saat kulesi, şehrin hemen hemen her noktasından görülebiliyor.
!f İstanbul’un yeni yarışmalı bölümü Aşk & Başka Bi’ Dünya’da ödül Koray Kaya’nın filmi “Anarşik Armoni” ’nin oldu. Film, Yılın En Yaratıcı Müdahalesi seçildi. Kaya’ya ödülünü ünlü Fransız yönetmen Michel Gondry verdi.
13- !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nin yeni yarışması Aşk & Başka Bi’ Dünya’da 7 film yarıştı. Filmleriyle yeni ve açık yollara, yöntemlere ve birlikteliklere işaret eden sinemacıları bir araya getirmeyi amaçlayan yarışma bölümünde, kamerayla dünyayı değiştirmeyi başarmış yönetmenleri İstanbul’da ağırladı.
Aralarında Jehane Noujaim’in Oscar adayı filmi Meydan, Mike Lerner ve Maxim Pozdorovkin’in Pussy Riot’ın hikâyesini konu alan Pussy Riot: Bir Punk Duası, Riahi Kardeşlerin Her Gün İsyan’ının da bulunduğu yarışmada jüri, Türkiye’den Kaya’nın Anarşik Armoni adlı belgeselini oy birliğiyle En İyi Film seçti.
Devrimci besteci, teorisyen Stravinsky ve Schönberg’den cazın kurucularından Buddy Bolden’a, sıradışı bir yaklaşıma sahip olan John Cage’e, İlhan Mimaroğlu’na, Aydın Esen’e, insan algısının sınırlarını genişletmeye cesaret eden sanatçılara odaklanan, çağdaş müziğin algı süreçlerini, öncesi ve şimdisini müzisyenlerle tartışan Anarşik Armoni, Koray Kaya’nın ilk filmi.
Anarşik Armoni, teknolojik gelişmelerin eşliğinde müziğin bilinmeyene giden macerasındaki sosyo-politik gelişmelere ışık tutmaya çalışan ve bunu insanlık için evrensel bir dil olan müzikle yapan bir manifesto. Belgeselde Gezi olayları da var.
!f İstanbul, 23 Şubat’ta sona erecek. Festivalin 7 yıldır düzenlediği ve yılın ilham veren yönetmeni seçileceği Keş!f Uluslararası Yarışması’nın kazananları da kapanış gecesinde açıklanacak.
Festival programında bu akşam Zeynep Dadak ve Merve Kayan imzalı Mavi Dalga filmini izleyebilirsiniz. Antalya’da En İyi İlk Film Ödülü dahil 3 ödül alan Mavi Dalga, geçtiğimiz hafta 64. Berlin Film Festivali’nin Generation bölümüne de katıldı.
Film, üniversiteyi büyük bir şehirde okumak isteyen Deniz ve arkadaşlarının yaşadıkları şehirle ilişkileri ve gelecek kaygılarının hikayesini anlatıyor. Film, 2012 yılında Balıkesir’de çekildi. Başrollerinde Ayris Alptekin, Onur Saylak, Barış Hacıhan ve Albina Özden oynuyor.
Mavi Dalga’yı bu akşam 19:30’da Cinemaximum Fitaş’ta izleyebilirsiniz.
Size önerebileceğimiz diğer film ise Wong Kar Wai’nin son filmi Büyük Usta.
Film on yılda çekilmiş ve kurgusu da bir yıl sürmüş. Büyük Usta, sinematografi ve dövüş koreografisi olarak tam bir seyir ziyafetini vaad ediyor. Büyük Usta saat 22:00’e yine Cinemaximum Fitaş’ta.
ANTALYA Devlet Senfoni Orkestrası’nca gerçekleştirilen yılbaşı konserinde ’Vokaliz’ grubu sahneye ‘ayakkabı kutusu’yla çıktı. Kutuda para değil seslendirilen müzik eserlerinin notaları vardı.
Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın dün akşam düzenlenen yılbaşı konserinde, çok sesli ’Vokaliz Grubu’, Orhan Orhun yönetiminde sahne aldı. Bir yandan 1960, 1970 ve 19ü’li yılların unutulmayan şarkıları ile Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil eden şarkılara yer veren grup, hiç enstrüman kullanmadan makamsal doğu ve batı müziklerini de birlikte sundu, izleyicileri yaptıkları şovla neşelendirdi.
KUTUDAN ŞARKI NOTALARI ÇIKTI
’Vokaliz’ adlı grubun solistleri Gökçer Alp (tenor), Cihan Kurtalan (tenor), Tolga Gülen (bariton), Cengiz Ünal (bariton), Umut Durmuş (beat box) ikinci bölümde ellerinde kutuyla sahneye çıktı. İzleyicilere, 17 Aralık operasyonunda banka müdürünün evinde dolarların bulunduğu ayakkabı kutularını hatırlatan kutudan, seslendirilen eserlerin notaları çıktı.
Kutudan notaları alan grup üyeleri sahneden Atatürk’ün ’Sanatsız Kalan Bir Milletin Hayat Damarları Kopmuş Demektir’ sözü hatırlatılarak, 2014 yılının Mayıs ayında devletin sanat kurumlarının kapatılması kararına dikkat çekti. Grup üyeleri, izleyicilere “Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’na, operaya, tiyatroya sahip çıkın” çağrısında da bulundu.
1–7 Mayıs 2013 tarihlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir ve Diyarbakır’da eşzamanlı olarak başlayacak olan 8. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali filmlerinizi bekliyor.İstanbul, Ankara ,İzmir ve Diyarbakır’da yapılacak gösterimlerden sonra bütün bir yıla yayılacak olan festival kent kent gezerek Türkiye’de Adana’dan Antalya’ya, Bursa’dan Çanakkale’ye onlarca şehri gezecek ve sınırları aşarak Kıbrıs’a, Torino’ya ve Londra’ya uğrayacaktır.
Yarışmasız, biletlerin ücretsiz olduğu Festival’in temel amacı Türkiye ve dünyadan emekçilerin yaşamlarını, mücadele deneyimlerini izleyicilerle buluşturmak, ülkemizde yoksulların, işçi ve emekçilerin filmlerinin üretimini özendirmektir.
8. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali’ne belgesel veya kısa-uzun kurmaca dalında filmleri ile başvurmak isteyenler öncelikle başvuru formunu doldurup filme dair ve filmin yönetmeninin/yönetmenlerinin olmak üzere yüksek çözünürlüklü en az iki görsel ile beraber [email protected] adresine göndermelidirler. Başvuru formunu bilgisayarınıza indirmek için lütfen www.iff.org.tr adresini tıklayınız.
Başvuru sahibi filmler bir seçici kurul tarafından izlenerek festivalde gösterilmektedir. Film seçiminde festivalin amacına uygunluk önemli bir kriterdir. Bu anlamda eleme söz konusu olabilir.
Son başvuru tarihi 15 Şubat 2013, filmlerin son teslim tarihi 5 Mart 2013’dir. Filminizin DVD formatlı iki ön izleme kopyasını aşağıdaki adreslere elden teslim edebileceğiniz gibi kargo/kurye ile de gönderebilirsiniz.
TÜYAP tarafından Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliği ile 13-17 Şubat 2013 tarihlerinde Antalya 2. Kitap Fuarı kapılarını açmaya hazırlanıyor. İşte etkinlik programı:
17.45-18.45 Şiir Dinletisi: “Şiir Ve İmge”
Yöneten:: Yusuf Alper
Konuşmacılar: Yunus Koray, Gazanfer Eryüksel, Murat Acar, Özlem Şahin
Düzenleyen: Antalya Edebiyat Platformu
14 ŞUBAT 2013 PERŞEMBE
DÜDEN SALONU
13.30-14.30 Söyleşi: “Balkanlardan Çukurova’ya Bir Sevda Masalı Hürriyet”
Konuşmacı: Nur İçözü
Düzenleyen: Altın Kitaplar
14.45-15.45 Ahmet Tüzen
Düzenleyen: TÜYAP
16.00-17.00 Söyleşi: “Geçmişten Günümüze Antalya’da Edebiyat Dergileri”
Yöneten: Kâmile Yılmaz
Konuşmacılar: Nuri Erkal, Neşe Karel, Hasan Varol
Düzenleyen: Antalya Edebiyat Platformu
15 ŞUBAT 2013 CUMA
DÜDEN SALONU
13.15-14.15 Söyleşi: Gizem Dolu Macera Romanı “Baykuş Yemini”
Konuşmacı: Yeşim Saygın Armutak
Düzenleyen: Günışığı Kitaplığı
14.30-15.30 Söyleşi: “Bir Semt, Bir Dönem, Yeni Bir Yaklaşım: Espas”
Konuşmacılar: Semih Poroy, Selma Sancı
Düzenleyen: Sel Yayıncılık
15.45-16.45 Söyleşi: “Cumhuriyete Kalan Miras ve Türk Gençliği”
Konuşmacı: Ramazan Demir
Düzenleyen: Akdeniz Üniversitesi
17.00-18.00 Söyleşi: “Türk Şiirinde Antalya”
Yöneten: Gazanfer Eryüksel
Konuşmacılar: Yunus Koray, Kubilay Köktürksuvarlı, Nisa Leyla, Hasan Varol
Düzenleyen: Antalya Edebiyat Platformu
16 ŞUBAT 2013 CUMARTESİ
DÜDEN SALONU
13.15-14.15 Söyleşi: “Varolmayanlar”
Konuşmacı: Doğu Yücel
Düzenleyen: Doğan Kitap
18.00-19.00 Şiir Dinletisi: “Şiir İnsan Yanımız”
Katılımcılar: Şükrü Erbaş, Aydın Şimşek, Şehmus Ay
Düzenleyen: Kanguru Yayınları
17 ŞUBAT 2013 PAZAR
DÜDEN SALONU
13.15-14.15 Söyleşi: “Aşk Kırgınları”
Konuşmacı: Nedim Gürsel
Düzenleyen: Doğan Kitap
14.30-15.30 Anma ve Söyleşi: “Ahmet Tüzün’ü Anma Etkinliği: Günümüz Türk Şiiri”
Konuşmacılar: Yücel Kayıran, Mehmet Can Doğan, Yaşar Güneş, Mehmet Mülayim
Düzenleyen: TÜYAP
15.45-16.45 Söyleşi: “Osmanlıda Aile Hayatı”
Konuşmacı: Yavuz Bahadıroğlu
Düzenleyen: Nesil Yayınları
Devlet Tiyatroları, 2013 yılında Adana, Konya, Ankara, Trabzon ve Antalya‘da gerçekleşecekuluslararası tiyatro festivallerinin ön çalışmalarını sürdürüyor.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Adana’da ”5. Devlet Tiyatroları-Sabancı Uluslararası TiyatroFestivali” 27 Mart-30 Nisan tarihleri arasında; Konya’da”6. Bin Nefes BirSesUluslararası Türkçe Tiyatro Yapan ÜlkelerFestivali”14-24 Nisan tarihleri arasında; Ankara’da ”9. Küçük Hanımlar Küçük Beyler Uluslararası Çocuk TiyatrolarıFestivali”25-30 Nisan tarihleri arasında; Trabzon’da”14. Uluslararası Karadeniz TiyatroFestivali”1-15 Mayıs tarihleri arasında; Antalya’da ise 17-30 Mayıs tarihlerinde ”4. Devlet TiyatrolarıAntalyaUluslararası TiyatroFestivali”gerçekleştirilecek.