Yazılar

Sanatçılar Evlerini ve Atölyelerini Ziyaretçilere Açıyor

Sanatçılar Evlerini ve Atölyelerini Ziyaretçilere Açıyor

Sanatçılar evlerini ve atölyelerini ziyaretçilere açıyor.

İstanbul’un çeşitli semtlerindeki evler ve atölyeler, 2-4 Ekim tarihleri arasında, ‘kendin yap, kendin sergile’ diyerek yola çıkan Açık Stüdyo Günleri çerçevesinde sanatseverleri ağırlayacak.

Performanstan enstalasyona, sanatın pek çok farklı dalında işler üreten sanatçıların eserleri önümüzdeki 3 gün boyunca İstanbul’un muhtelif bölgelerinde bulunan ev ve atölyelerde sergilenecek.

Açık Stüdyo Günleri sanatçılara bir galeriye ihtiyaç duymaksızın eserlerini sergileme fırsatı verirken, sanatseverlere de ev ve sanatçıların üretim alanları olan atölyelerde sanat ile buluşma fırsatı sunuyor.

Bu sene ikincisi gerçekleştirilen Açık Stüdyo Günleri dahilinde çeşitli atölyeleri ve evleri ziyaret etmek isteyenler, oluşumun web sitesinde yer alan haritadan yararlanarak, Taksim, Cihangir , Galata, Karaköy, Tophane, Teşvikiye ve Kadıköy’de bulunan 33 mekandan dilediklerini seçebilecek.

Açık Stüdyo Günleri’nde gezilebilecek 33 ev ve atölye, 2 Ekim Cuma saat 17:00’de ziyarete açılacak. Aynı gün saat 17:20’de, Derya Yıldız, Didem Erbaş, Dila Yumurtacı, Eren Sulamacı, Melisa King ve Neslihan Koyuncu’dan oluşan sanatçı kolektifi UZ’un da Kadıköy’deki atölyelerinde bir performansı ve sergisi olacak. Sanatseverler, 3 gün sürecek Açık Stüdyo Günleri’nin düzenlendiği ev ve atölyeleri dış cephelerine asılmış pembe balonlardan tanıyabilecekler.

Çok kullandığımız bazı deyimlerin nereden çıktığını biliyor muydunuz?

Hepimiz bazı durumları anlatmak veya durumu pekiştirmek için zaman zaman deyim kullanırız. Peki bu deyimlerin nereden çıktığını biliyor muyuz, ya da düşündük mü? bir kaç deyimin ilginç çıkış öyküsünü paylaşalım istedik buyurun deyimlere.

deyimler

1. Çizmeden Yukarı Çıkmak (Çizmeyi Aşmak).

(Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyim.)

19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.

-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.

-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.

-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?

-Ben kunduracıyım, çizme dikerim.

Deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam,

-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!

2. Avucunu Yala.

(‘Beklediğin olmadı; umduğunu bulamadın’ anlamında kullanılan bir deyim.)

Bu deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır. Çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur. Bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. Ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. Başka yapacak bir şeyi yoktur.

3. Güme Gitmek.

Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken “HOOOPPP GÜM” şeklinde nara atarlarmış.Ancak aynı “kurunun yanında yaş da yanar” atasözünde olduğu gibi bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İşte halk suçsuz bir vatandaşın zindana atıldığında,günahsız yere hapse götürülüyor anlamında “Adamcağız güme gitti, yazık oldu” demiş.

4. Çam Devirmek.

(Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyim.)

Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış. Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş. Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş. Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı’ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:

-Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş.

Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.

5. Çadırını Başına Yıkmak.

Osmanlı hükümdarları, sefer esasında hareketlerinden ve hizmetlerinden hoşnut olmadıkları vezirlerini azletmek için kaldıkları çadırın direklerini söktürüp başlarına yıktırırlarmış. Bu hareket iktidardan düşme manâsına eski Türk geleneklerinde mevcut olup Orta Asya’dan itibaren uygulanmıştır. Fatih’in,Karaman seferi sırasında Mahmud Paşa’nın;Yavuz’un da çaldıran dönüşünde Hersekzade Ahmed Paşa ile Dukaginoğlu Ahmed Paşa’nın çadırlarını başlarına yıktırdıkları meşhurdur.

6. Saman Altından Su Yürütmek.

Vaktiyle bir ova köyünde köylüler tarlalarını sulamak için,ırmağın suyunu nöbetleşe kullanmak üzere anlaşmışlar. Irmak boyunda bulunan tarlalar, açılan kanallar vasıtasıyla sıra ile sulanıyor,herkes ziraatıyla meşgul oluyormuş. Köyün açıkgözlerinden birisi,daha fazla su alabilmek için tarlasında derin ama ince bir kanal kazıp ırmaktan su çalmayı aklına koymuş. Kanalı gizleme maksadıyla da üzerini çalı çırpı ve taşlarla örtüp araziye uydurmuş.

7. Buyurun Cenaze Namazına

IV. Murad zamanında tütün,içki ,keyif verici madde yasağı koyar ve yasağa uymayanları şiddetle cezalandırır. Bugünkü Üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs. içildiğini istihbarat alır. Derviş kılığında tebdili kıyafet buraya gider. Selam verir, oturur.

Kahveci yanına gelip; “Baba erenler kahve içer mi” diye sorar.

Padişah “Evet” der.

Kahveci: “Tütün içer misin?”

Padişah: “Hayır”.

Kahveci işkillenir.Tütün içmiyor da ne işi var burada. Zaten padişahın tebdili kıyafet dolaştığı haberleri var. Eli titreye titreye kahveyi götürür.

-Murad.

-Peki isimde sultan da var mı?

-Elbette var.

-Baba erenler ismini bağışlar mı?

Deyince kahvecinin bet benizi atar. Zangır zangır titrer ve “Öyleyse buyrun cenaze namazına” der, olduğu yere yığılır. IV. Murad bu lafa çok güler ve kahveciyi bir defalığına affeder.

8. Pabucu Dama Atılmak.

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

9. Kozunu Paylaşmak.

Koz, ceviz manasına gelir.Eskiden Kastamonu’nun iki köyü arasında ortak olarak kullanılan bir cevizlik vardı. Ceviz toplama mevsimi gelince bir gün belirlenir ve iki köy halkı cevizlikte buluşur cevizleri paylaşırlardı. Ancak her seferinde haksızlık olduğu ileri sürülerek kavga çıkardı.Hatta olay öyle bir seviyeye geldi ki,köylerde kavgaya müsait eli sopa tutan delikanlılar koz paylaşma gününden önce günlerce hazırlık yaparlardı. Bir ana oğlunun büyüdüğünü anlatmak için ”Benim oğlan kozunu paylaşacak çağa geldi” derdi…

10. Atma Recep Hepimiz Din Kardeşiyiz.

Balkan devletlerinin mühim bir kısmı ve bu meyanda Arnavutluk, Osmanlı İmparatorluğu haritasına dahil iken, bu ülkeleri idare etmek çok zordu. Bu devirlerde sık sık dağa çıkan Arnavut eşkıyalarını takip eden hükümet kuvvetleri Recep isminde bir sergerdenin avanesini kuşatıp sıkıştırıyorlar. Çıkar yol kalmadığını gören Arnavutlar ve başlarındaki Recep, saklandıkları yerden bağırıyorlar:

– “More atmayın, biz de din kardeşiyiz, teslim olacağız.”

Teslim oluyorlar, az bir ceza ile kurtuluyorlar. Fakat palavracı Arnavut bu olayı şurada burada anlatırken:

– “More vallahi geberttirecektim zaptiyeleri, çolukumuz çocukumuz var deyip ağladılar, acıdım da bıraktım” şeklinde palavra atınca etrafında toplanıp dinleyenler arasında olayın iç yüzünü bilen birisi:

– “Atma Recep biz de din kardeşiyiz…” deyince Arnavut Recep`in yüzü kızarıp bozarır.

11. Foyası Meydana Çıkmak.

Kuyumcular yaptıkları yüzük,küpe,gerdanlık gibi ziynet eşyalarının üzerine mücevherin ışığı daha iyi yansıtması ve parlaklığının artması için FOYA adı verilen bir madde sürerler.Zamanla sürülen bu foya dökülür.Bu duruma foyası çıkmış denilir. Halk arasında yalan söyleyen, sahtekarlık yapan kişilerin yalanları ortaya çıktığında “foyası meydana çıktı” şeklinde benzetme yapılır.

12. Vermezse Mağbut Neylesin Mahmut.

Sultan Mahmut’ un hazineleri dillerde dolaşırmış. İstanbul’ un her semtinden dedikodu toplarlar, bunu Sultana iletirlermiş. Bir tanesi varmış ki, dedikleri kolay kolay yutulur şeyler değil. Her sözün sonunu da “Ahh, ahh! Hadi bıraktık hazine dairesini, bize azıcık verse ömür boyu yeter artar” dermiş. Sultan Mahmut bu adama için için öfkelenirmiş. bir gün huzura getirtmiş;

– ” Bana bak! Sen böyle etrafta bilmeden ne atıp tutuyorsun? Bilir misin ki, ne yüklerin altındayız? Bilir misin ki, geceleri rahat uyumamaktayız?….”

Padişahtan azarı işiten adam sus pus olmuş. iyice büzülmüş, çökmüş.

– ” Bak, her lafın sonunu da Padişah bize yedirmiyor diye bitirirmişsin? ” Artık kellesinden de korkmaya başlayan adam, kaçacak delik aramış.

– ” Ben insaflı biriyim. Sana bir şans tanıyacağım. Ama sen de söylenmeyi bırakacaksın.”

Adamla anlaşan Padişah, beraberce hazine dairesine gitmiş:

– ” Kenardaki küreği al ve daldırabildiğin kadar dibe daldır. Kürektekiler senindir. İyi düşün hangisinden almak istersen oraya daldır küreğini. Bir kez şansın var. Ona göre! ”

Padişahın sandığı gibi zalim biri olmadığını anlayan azardan yıkılmış ve gördüğü hazinenin muhteşemliği karşısında dili tutulmuş adam heyecanla küreğe sarılmış.

Daldırabildiği kadar derine, çil çil altınların dibine daldırmış. Sevinçle küreği çıkarmış ki, bir de ne görsün? Küreğin üstünde bir tek altın parıldıyor. Meğerse adam heyecandan küreği ters daldırmış.

-” Ee, gördün mü evlat, kazanmak o kadar da kolay değilmiş… Yapacak bir şey yok! Al o bir altını, git ve bir daha sakın arkadan konuşma. Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut? ”

13. Altı Kaval Üstü Şeşhane

Şeşhâne, namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir. Yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Evvelce kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs. ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir. Merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup münhani (spiral) şeklinde namlu içini dolanırlar. Altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne şeklinde kullanılır. Bu izahtan sonra üstü kaval, altı şeşhâne biçiminde bir silah olmayacağını söylemeyi zaid addediyoruz. Ancak yine de vaktiyle bir avcının, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılır. Hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer avcılar uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve “Altı kaval üstü şeşhâne / Bu ne biçim tüfek böyle” diyerek kafiyelendirmişler. O günden sonra halk arasında bu hadiseye telmihen birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiştir.

14. Tabakhaneye B*k Yetiştirmek.

Eskiden bu yana gelen işleme şekliyle tabakhaneler, yani hayvan derilerinin islendiği atölyeler köpek b.kuna ihtiyaç duyarlarmış. Çünkü bir tek taze köpek b.ku içinde bekletilen deri, yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen yani kaliteli olabilirmiş. ” Tabak mısın; it b.kuna muhtaçsın “, denirmiş “tabak”lara (“debag”lara), yani deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına. Ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği sama safhasında, taze köpek b.kundaki enzimlere ihtiyaç duyulduğundan tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke maşrapalar, köpek b.ku toplarlar, sama işlemi ancak dumanı tüten taze b.kla yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş. ” Ne o, tabakhaneye b.k mu yetiştiriyorsun ” deyimi buradan doğmuş, günümüzde bilenler tarafından halen kullanılmaktadır.

15. Altından Çapanoğlu Çıkmak.

(Girişilen bir işte beklenmedik tehlike, zorluk ve sorunlarla karşılaşmak.)

Tarihimizde Çapanoğlu lakabıyla anılan bir sülale vardır. Yozgat şehrini kuran Ahmet Paşa bu sülalenin ilk tanınmış kişisi olup 1764 yılında Sivas valisi iken önce azledilmiş ardından da idam ettirilmiştir. Ahmet Paşa’nın büyük oğlu Mustafa Bey ve ardından da küçük oğlu Süleyman Bey vali olurlar. Süleyman Bey bu sülalenin şöhretini afaka salmış bireyidir. Yozgat şehrini bayındır hale getiren ve Osmanlı hükümet boşluğundan istifade ile Amasya, Ankara, Elazığ, Kayseri, Maraş, Niğde ve Tarsus’u içine alan bir hükümet kurup adını Celâlîler listesinin levhasına yazdıran odur.

Süleyman Bey zamanında sadece halk arasında değil; devlet kademelerinde de Çapanoğlu adı korku ve çekingenlikle anılmaya başlar. İşte o dönemde devlet memurlarından biri, verilecek bir yolsuzluk kararını kovuşturmak üzere müfettiş tayin olunur. Araştırmaları ona, Çapanoğullarından birkaç kişinin de yolsuzluklarda parmağı olduğunu gösterir. Çapanoğlu Süleyman Bey’in nüfuzundan çekinen memur, durumu yakın bir arkadaşına anlatıp fikrini ister. Aldığı cevap şöyledir:

-Bu işi fazla kurcalama; altından Çapanoğlu çıkarsa başın belada demektir!..

Müfettiş ne yapsın; soruşturmalarını yarıda bırakıp yuvarlak cümleler ile sonucu ilgili mercilere bildirir.

16.Bam Teline basmak

Bâm (bem) kelime olarak evin üstü, çatı demektir. Türkçe’de dam olarak kullanılır. Bir musikî terimi olarak kullanılan bam telinin orijinal telâffuzu “bem teli”dir. Bem, aslında kanun, tambur gibi sazlara takılan tel demektir. Bem (veya bam) sakalın dudağa en yakın olan kalın teline de derler. Telli sazların en üstünde bulunduğu ve kalın ses verdiği için bu tele musikîde “bam teli” denilmiştir. Bunun karşıtı zîr (alt) olup o da en ince teli karşılar (zîrübem=alt ve üst, ince ve kalın teller).

Eskiler en yüksek perdeden nağme çıkaran bam telinin sesini, bağıran, öfke ile sesini yükselten kişilerin köpürmelerine benzetmişler ve bunun adını “(Birinin) bam teline basmak (veya dokunmak)” diye koymuşlar. Eğer birisini aşın derecede kızdıracak bir sözü kasden söylüyorsanız, karşınızdakinin bam teline bastığınızdan hiç şüpheniz olmasın. Çünki o da bam telinden ses verecek, hışım ile kubbeleri çınlatacaktır.

17.Toprağı bol olsun

Ölen yakınlar için “toprağı bol olsun.” deyimi kullanılır. Deyimin kökü çok eskilere dayanıyor. Kadim zamanlarda ölen kişiler kıymetli eşyalarıyla gömülürmüş. O eşyaları kullanıp mutlu olacakları varsayılırmış. Bu sefer mezar hırsızları çoğalmış. Bunun üzerine mezarların üzerine dağ gibi toprak yığarak hırsızlık önlenmek istenmiş. Anadolu’da bu tür toprak yığını olan yerlere höyük de denir.

“Toprağı bolsun.” deyimi mezarın üzerinde toprak fazla olsun. Hırsızlar onun kıymetli eşyalarını çalamasın, ölmüş kişi de böylelikle mutlu olsun, anlamında kullanılmaktadır.

18.Saman Altından Su yürütmek

Geniş bir ovanın üzerinde bir köy, bu köyünde bir tanecik ırmağı varmış. Irmağın suları aynı anda köyün bütün tarlalarına yetecek kadar gür olmadığından her gün bu ırmağı bir köylü kendi tarlasına sulamak için kullanıyor, diğerleri de sıranın kendisine geleceği günü bekliyorlarmış. Ancak bir gün köyün açıkgözlerinden biri ırmaktan kendi tarlasına gizli bir kanal yapıp, diğer köylüler bu durumu fark etmesin diye kanalın üstünü toprak ve samanlarla kapatmış. Böylece tarlasına her gün yeteri kadar su geliyor, bolca mahsul alıyormuş. Bir süre sonra ırmağın suları azalıp, bu açıkgözün tarlasından bereket fışkırınca köylüler vaziyetten kuşkulanıp adamın tarlasına baskın yapmışlar. Birde bakmışlar ki kanallar suyla dolu ve üzerinde otlar yüzüyor. Cevap belli: ;Ulan köftehor, saman altından ne su yürütüyorsun!

19. Atı Alan Üsküdarı Geçti​

Bolu dağlarında yaşayan Köroğlu efsanesini duymayanımız yoktur. Bir sabah Köroğlu kalktığında atını bağladığı yerde bulamamış. Düşünsenize; Köroğlu gibi biri için Attan mühim ne olabilir ki!
Önce bütün Bolunun, sonra da civar illerin altını üstüne getirmiş Köroğlu ama atını bir türlü bulamamış. Tesadüfen İstanbul’un Avrupa yakasındaki bir at pazarını gezerken atına rastlamış. Atta onu tanımış tabi ki. Köroğlu bindiği gibi yıldırım hızıyla uzaklaşmaya başlamış pazardan, satıcıda tabi peşinden. Kıyıya ulaştığında hemen bir tekne bulup atıyla beraber Üsküdara doğru yoluna devam etmiş Köroğlu. Satıcı beyimiz kıyıya vardığında Köroğlu çoktan Üsküdara varmış. Durumu gören biride o ünlü sözü patlatmış: Boşuna uğraşma beyim, atı alan Üsküdarı geçti.

20. İnsanoğlu Kuş Misali​

Hazır Üsküdar’a geçmişken ordan devam edelim. Zamanında Üsküdar’da bir Miskinler Tekkesi bulunurmuş. Adından da anlaşılacağı üzere buraya yurdun en tembel, en miskin insanları takılırmış. İşte burada iki miskin kendilerine iki sandalye bulup oturuyorlarmış. Gel zaman git zaman havalar gittikçe soğumaya başlamış. Tekkeninde penceresi açık ama kimsenin ayağa kalkıp pencereyi kapatmaya mecali yok.

Birinci miskin: Yahu havalar iyice soğudu, şu pencereyi kapatmak lazım.

İkinci miskin: Doğru söylüyorsun mirim, kapatmak lazım.

Aradan saatler geçer, haftalar geçer, hatta ay geçer, yine aynı diyalog aralarında sürer gider. Sonunda birinci miskin daha fazla dayanamaz bütün gücünü toplayıp karşı pencereye ulaşır, camı kapatır ve hemen oracıktaki bir iskemleye kendini bırakır. Sonra öteki miskin arkadaşına şunları der: Ya mirim gördün mü, insanoğlu kuş misali.

Dün neredeydim, bugün neredeyim.

Hakkında Hayırlısı Böyleymiş​

Bu deyim daha çok değer verilmeyen birinin başına gelen felaketi birazda alay ederek- hafife almak için kullanılıyor.

Hikaye şöyle;

Bir zamanlar Üç kişilik bir hırsız gurubu varmış. Bunlar her gittiği yeri soyup soğana çevirmekte yurt çapında ustalaşmış, namı almış yürümüş kişilermiş.

Aralarından biri şefmiş. Şef oldukça sert mizaçlı, acımasız biriymiş. Bir gece konağın birini soyuyorlarmış, çatıdan salona iç sallandırmışlar, biri topladığı eşyaları iple tırmanarak çatıdaki şefe veriyor, şef; bunları dışarıda gözcülük yapan diğer hırsıza ulaştırıyormuş. İçerdeki hırsız salonda som altından bir şamdan görmüş, iple çatıya çıkarken, şefim bu şamdan benim ona göre demiş. Şef bu lafa bir hayli sinirlenip ipi kesmiş, adam kafa üstü yere çakılıp ölmüş. Konaktan yürütebildikleri ile birlikte öteki hırsızla hızla uzaklaşırlarken adam ölen arkadaşı ile ilgili bütün cesaretini toplayıp; Zühtü de iyi adamdı be şefim Şef sert bir bakış fırlattıktan sonra gür sesiyle bağırmış: Sus ulan! Hakkında hayırlısı böyleymiş.

21. Bize de mi lo lo!

Başkalarının hakkını yiyiyorsun, yamuk yapıyorsun, bari bize yapma manasında.

Bir gün adamın biri pazarcıyla bir sebepten münakaşaya başlamış ve kahramanımız sonunda kendini tutamayarak pazarcıya okkalı bir küfür savurmuş. E tabi pazarcıda arkadaşı mahkemeye vermiş. Adam ettiğine bin pişman, pazarcıdan özür üstüne özür diliyor ama pazarcı yumuşamıyor. Adam ümitsiz durumu bir arkadaşına anlatmış. Mahkemelerde itibarım iki paralık olacak diye hayıflanmış. Arkadaşı: Ben seni bu dertten kurtarırım ama on altın isterim Adam çaresiz kabul etmiş. Ne yapmam lazım söyle, ben bu davadan yırtayım on altının lafı olmaz demiş. Arkadaşı: Mahkemeye çıktığında hiç konuşma, sadece lo lo lo de.

Hakim seni dilsiz sanınca davada kendiliğinden düşer

Duruşma günü gelmiş arkadaşının dediğini yapınca beraat etmiş, sevinç içinde eve dönerken arkadaşı çevirmiş yolunu: Hani bizin on altın? adam rolüne kendisini o kadar kaptırmış ki lo lo diye cevap vermiş. Arkadaşı da, Ulan demiş, bize de mi lo lo!

22. Pabucu Dama Atılmak

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

23. Ağzından Baklayı Çıkarmak​

Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla kendine yakıştırılan küfür bazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş. Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, matbahtan bir avuç bakla tanesi getirtmiş. Bunlara okuyup üfledikten sonra yeni dervişe dönüp tembih etmiş:

-Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sende küfür etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden geçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin
altına yerleştirirsin. Adamcık şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlar. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız çocuğu başını uzatarak,

– Şeyh efendi, biraz durur musun? Deyip pencereyi kapatır. Şeyh efendi söyleneni yapar, illa yağmur sicim gibi yağmaktadır. Sığınacak bir saçak altı da yoktur. Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçer içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünür ve,

– Şeyh efendi, der, birkaç dakika daha bekleseniz…

Şeyh içinden “lahavle” çekse de denileni yapmamak tarikat adabına mugayir olduğundan biraz daha beklemeyi göze alır. O sıra da küfürbaz derviş kendi kendine söylenmeye başlamıştır. Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktadırlar. Nihayet pencere üçüncü kez açılır ve kız seslenir:
– Gidebilirsiniz artık!..
Şeyh efendi merak eder ve sorar:
– İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin beklettin?
– Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu. Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi,
– Ulan derviş, der, çıkar ağzından baklayı..

24. Ağzına Tükürmek

Vaktiyle, saçma sapan şiirler yazan bir şair, Molla Camii’nin meclisinde,

-Üstat, demiş, dün gece rüyamda şiirler yazıyordum ki Hızır aleyhisselamı gördüm. Mubarek ağzını tükürüğünden bir parça benim ağzıma tühledi.

Molla cami adamın şiirlerinde keramet sezilmesi için böyle söylediğini ve güya Hızırın feyiz verici nefesine mas har olduğuna dair yalancı şöhret peşinde koştuğunu anlayıp cevabı yapıştırmış:

– Be ahmak, öyle değil. Bence Hızır aleyhisselam bu şiirleri senin yazdığını görünce yüzüne tükürmek istemiş, ama o sırada ağzın açık olduğundan, tükürük suratına geleceği yerde ağzına girmiş!.. ​

25. Gemileri Yakmak​

Gemiyle işgale gittikleri bir yerde ordusu rakibin gücü karşısında korku duymaya başlayınca Sezar askerlerini yüksek bir tepeye çıkartır ve aşağıda kalan bir kaç askere gemileri ateşe vermeleri emrini verir. Geldikleri gemiler gözlerinin ününde çıtır çıtır yanan ordu şok geçirmiştir. sezar gördüğünüz gibi gemileri yaktık artık dönüş yok ya bu savaşı kazanırsınız ya da hepimiz burada ölürüz şeklinde bir konuşma yapar. savaş sezarın ordularının ezici zaferiyle sonuçlanır.

26. Ateş Pahası​

Bir gün Kanuni Sultan Süleyman mütevazı sayıda bir maiyetle Istranca Ormanları’na doğru avlanmaya çıkmıştı ki, kendisini gören bir adam “Uğurlar olsun Sultanım!” diyerek yarenlikte bulundu. Fakat avcılık töresince bu söylem kişiye uğursuzluk getirirdi. Söylenmesi gerekense “rastgele” cümlesiydi. Padişah ve maiyeti bu uğursuzluğu kırmak için yedi adım geriye gittikten sonra yollarına devam ettiler. Tam ormana varılmış bir yavru ceylanın ardınca koşturulmaya başlanmıştı ki gök gürledi ve bulutlar sağanaklar halinde yükünü boşaltmaya koyuldu. Herkes ne yapacağını bilmez bir halde, civarda kandili parlayan bir kulübeye koşup sığındılar. Islaktılar. Üşümüşlerdi. Konuksever kulübeci, onca insanı bir başına ısıtmak için yakacak neyi var neyi yoksa yaktı.

Nihayette av erbabının üstleri kurumuş, içleri ısınmıştı. Ve birkaç saat kadarlık bir süre içinde yağmur tamamen dinmiş, misafirlere yol görünmüştü. Ve lala, kulübecinin yanına gelip, teşekkürlerini bildirdikten sonra yakılan ateşin pahasını sordu. Adam: “Bin altın efendim” dedi. Lala “Bre! yaktığın odunlar bir altın bile etmezken niçin böyle densüzlük eyler de pahalı bir fiyat söylersin” diyerek adama çıkışınca adam “Doğrusu odunların pahası dediğiniz gibi bir altın bile etmez. Fakat bu sağanak altında, bu dağ başında bir sığınak bulmak ve binbir zahmetle yakılmış bir ateşin karşısına geçip ısınmak gerçekten çok pahalı bir şey. Ben sizden odun değil ateş pahasını istedim” dedi.​

27. Mürekkep Yalamak

Uzun yıllar tahsil görmüş, ilim öğrenmiş kişiler hakkında “mürekkep yalamış” denir. Bu deyim bize matbaadan evvelki zamanların elyazması kitapları ve hattatları, yahut müstensihlerin yadigarıdır.

El yazması kitapların sayfaları hazırlanırken pürüzleri kaybolsun ve kalemin kayganlığı sağlanssın diye parşömenlerin üzeri aher denilen bir tür sıvı ile cilalanır ardın da mühürlenirmiş. Aher, yumurt akı ve nişasta ile hazırlanan muhallebi kıvamında bir hamule olup kağıt üzerinde bir tabaka oluşturur. Kitap kurtlarının pek sevdiği aher, aslında suyu görünce hemen erir. Aherlerin bu özelliğinden dolayı eski zmanların hattatları yahut kopya usulü kitap çoğaltan zenaatkarları (müstensihler), bir hata yaptıkları vakit onu silmek için (mürekkep silgisi henüz icad edilmemiştir) serçe parmaklarının ucunu ağızlarında ıslatıp hatalı harf veya kelimenin üzerine sürerler, böylece zemindeki aher dağılır ve aherle birlikte hata da kendiliğinden kaybolup gidermiş. Bazen bütün bir cümlenin silinmesi gerektiğinde aynı işlemitekrarlamak gerekir, hattatın serçe parmağına gelen mürekkep ister istemez diline geçer, böylece hattat mürekkebi yalamış olur.
Mürekkep bezir isinden hazırlandığı için suda çözülmesi tabidir. Bu yüzden el yazması eserler asla su ve türevleri ile temas ettirilmez. Ancak kitap henüz yazılma aşamasındayken mürekkebin bu özelliği hattatların işine yarar, gerek divitlerin ucunda kalan mürekkep lekelerini gidermek ve temizlemek, gerekse sayfaya küçük bir tırfil yahut imla koymak için diviti tekrar mürekkebe bandırarak israf etmek yerine ucunu dillerine değdirir ve oradaki mürekkebin çözülüp kullanılmasını sağlarlarmış. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Bu durumda da dillerinin mürekkep olması, yani mürekkebi yalamış olmaları kaçınılmazdır. Sonuçta eskiler, bir insanın yaladığı mürekkep miktarca ilminin ziyadeleştiğini varsayarlar ve okuma yazma bilenlerin pek az olduğu çağlarda azıcık da olsa mürekkep yalamış olmayı toplum içinde saygı alameti olarak alırlarmış.

28. Kazan Kaldırmak

İsyan etmek anlamında kullanılan bir deyimdir.

Yeniçerilerin her ortasının matbahı ve aşçısı ve aşçı ustası vardı; ve her orta kendi yemeğini kendi arzusuna göre ayrı ayrı pişirirdi; bunun için orta efradı kendi yevmiyelerinden her hafta kumanya parası olarak levazım heyetine bir para verir ve bu para ile bir haftalık yemek ihtiyacı temin edilirdi; hükümet bunların iaşeleriyle uğraşmazdı; yalnız yeniçerilere verilecek etin fiyatı muayyen olup et fiyatı ne kadar yüksek olursa olsun yeniçerilere o fiyattan fazlaya verilmezdi. fakat hükümet bu miktardan fazlasının parasını zarar-ı lahim ismiyle hazineden kasaplara öderdi. yeniçerilerin yemekleri her ortanın matbahında pişerdi; yemek pişen kazan oda halkı tarafından mukaddes addolunurdu. Bir isyan vukuunda bu kazanlar meydanlara çıkarılırdı ki buna tarihlerde kazan kaldırma denilmektedir. ​

29. Püf Noktası​

Ahi Evran zamanında ( Usta – Çırak müessesesi de diyebiliriz) , çırak ustasından onay ( icazet ) alır ve ancak o zaman ayrılıp kendi dükkânını açabilir. Orta Anadolu’ da bir camcı ustası vardır. Ahilik yapar. Zamanı gelen eski çıraklarına ” sen oldun ” der ve el verir, uğurlar. Böylece eski çırak artık yeni bir usta olmuştur. Günlerden bir gün çıraklardan birisi ustanın el vermesini bekleyemez. Ayrılacağını, onay ve el vermesini ister. Ustası da daha olmadığı nedeniyle veremeyeceğini söyler. Çırak nesinin olmadığını sorar;

– ” İşin en önemli kısmını, yani püf noktasını bilmiyorsun. ” der. Çırak dinlemez, başka bir şehre gider ve dükkan açar. Dikiş tutturamaz. Yaptığı bütün cam işleri, biblolar, her şey bir müddet sonra çatlamaktadır. Esnaf ve halk tarafından ayıplanan çırak, bir yıl sonra iflas etmiş olarak ustasının yanına döner. Elini öper, ben ettim sen etme der. Ustası da olana kadar yanında çalışması gerektiğini söyler. Sonunda bir gün usta çırağına müjdeyi verir. Olduğunu, gidebileceğini, el vereceğini söyler. Ayrılmadan önce ustası onu karanlık odaya sokar. İzin almadan girilmediği üzere daha önce buraya hiç girmemiştir. Yeni bitmiş, sıcak ürünler odanın bir kenarında durmaktadır. Tavanda bir yerde, toplu iğne deliği kadar büyüklükte bir güneş ışığı huzmesi vardır. Usta sıcak bir parça alır, ışığa tutar, evirir çevirir. Bakar ki camın bir yerinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir hava kabarcığı vardır. Püf yaparak üfler ve kabarcık kaybolur. Parçayı çırağa uzatır, ayrı koymasını, soğumaya bırakmasını söyler. Daha sonra çırak üflemeye başlar. Nasıl üfleneceğini, neresinin püfleneceğini iyice öğrenir. Ve anlar ki, çatlamaya bu küçük kabarcıklar neden olmaktadır. Daha sonra helâlleşirler ve püf noktasının önemini kavramış çiçeği burnunda usta yoluna devam eder. her işin ve her şeyin bir püf noktası vardır.

30. Akla Karayı Seçmek

(Bir işin üstesinden gelene kadar çok zorluk çekmek, güçlükle başarmak)
Dinimize göre, sabah namazının kılınma vakti, güneş doğuncaya kadar geçerlidir. Ortalık ağarmaya başlayıp da ak iplik ile kara iplik birbirinden seçilinceye kadar sabah namazı kılma süresi devam eder. Ağır hastalar bütün gece sancı ve ızdırap içinde kıvranarak uyuyamadıklarından, sabahı zor ederler.​

31. İpe Un Sermek

(İstenilen işi yapmamak için çeşitli bahaneler uydurmak, güç koşullar öne sürmek, güçlük çıkarmak anlamında bir deyim.)
Nasreddin Hocanın, aldığını bir türlü geri vermeyen ya da kırık dökük, delik, kopuk, sakat olarak geri getiren bir komşusu Hocadan bir gün urgan ister. Hoca da Bizim hanım biraz evvel urganın üzerine un serdi, veremeyiz. Der. Komşusu güler;Aman hocam, hiç urgan üstüne un durur mu, ipe un serilir mi? diye sorunca, Hoca cevabı yapıştırır. Neden serilmesin. Vermeye gönlüm olmayınca, ipe un da serilir elbet.

32. Pabucu Dama Atılmak

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu. ​

33. Dimyat’a Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak

Dimyat Mısır’da Süveyş Kanalı ağzında bir limandır. Eskiden Mısır’ın meşhur pirinçleri ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Anadolu’ya getirilirmiş. Dimyat’a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdeniz’de korsanlar tarafından soyulmuş ve adamcağızın bütün altınlarını almışlar. Binbir zorluk içinde İstanbul’a dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmiş. İstanbul’dan kalkmış memleketi olan Karaman’a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdaları da bulgur tüccarlarına sattığından kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar.​

34. Avucunu Yala

“Beklediğin olmadı; umduğunu bulamadın” anlamında kullanılan bir deyimdir. Bu deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır. Çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur. Bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar. Ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler. Başka yapacak bir şeyi yoktur.

35. Çam Devirmek, Pot Kırmak

Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyimdir. Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış. Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş. Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş. Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı”ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:​

-Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş.

Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.​

36. Ana Gibi Yar Bağdat Gibi Diyar Olmaz

Dilimizdeki Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz. sözünün aslı muhtemelen Ane gibi yar; Bağdat gibi diyar olmaz. şeklindedir. Çünkü sözün aslındaki Anne kelimesi Bağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi(güzel) şehir Ane gibi de (sarpama manzaralı)yar(uçurum) olmaz demeye gelir. Ancak siz Bağdat’ın Osmanlı Türk’ü için önemine bakınız ki oradaki Aneyi anne yapıvermiş. Tıpkı Yanlış hesap Bağdattan döner. sözüyle Bağdatın eskiden beri bir ilim merkezi olduğunun altının çizilmesi gibi.

37. İki Dirhem Bir Çekirdek

Giyim kuşamına özen göstermiş şık ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık iki dirhem bir çekirdek sözü kullanılır. Bu yakıştırma ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden kalmadır.Belki biliyorsunuz bir okka bugünkü ölçülerle 1283 gram tutar.Okkanın dört yüzde birine dirhem adı verilir (Şimdiki gram ile aynı birim olduğunu sanarak gram diyecek yerde dirhem denilmesi hatalıdır.). Dirhem daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür.Ancak sarraflar dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar. Buna çekirdek denir ki toplam 5 santigram karşılığıdır.​

Eski devirlerin en kıymetli parası olan bir Osmanlı altını toplam iki dirhem bir çekirdek ağırlığa sahiptir. Bu durumda süslenmiş kimselere iki dirhem bir çekirdek yakıştırmasında bulunanlar mecaz yoluyla onlara altın demiş olurlar ki bizce pek zarif bir nüktedir.

38. Güme Gitmek

Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken “Hoooopp gümm!” şeklinde nara atarlarmış. Ancak aynı “kurunun yanında yaş da yanar” atasözünde olduğu gibi bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İşte halk suçsuz bir vatandaşın zindana atıldığında günahsız yere hapse götürülüyor anlamında “Adamcağız güme gitti, yazık oldu.” demiş.

39. Devlet Kuşu Konmak

Bir rivayete göre, vaktiyle İran”da hükümdarlar öldüğü zaman, bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan, adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur, kimin başına konarsa, o adam ülkeye hükümdar olurmuş.​

Gerçi tarihte, gerek İsa”dan önce İran”da yaşayan Medler ve Persler, gerek İsa”dan sonra yaşayan kavimler zamanında, böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması, mantığa da uygun düşmemektedir. Ama hak etmediği yerlere, şans eseri gelenler için, “başına devlet kuşu kondu” denmesi, yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa, yerinde ve anlamlı bir sözdür.

40. Çizmeden Yukarı Çıkmak

Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyimdir. 19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris”te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.

Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.

-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.​

-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?​

-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam,

-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!

41. Kozunu Paylaşmak

Koz ceviz manasına gelir.Eskiden Kastamonu’nun iki köyü arasında ortak olarak kullanılan bir cevizlik vardı.Ceviz toplama mevsimi gelince bir gün belirlenir ve iki köy halkı cevizlikte buluşur cevizleri paylaşırlardı.Ancak her seferinde haksızlık olduğu ileri sürülerek kavga çıkardı.Hatta olay öyle bir seviyeye geldi ki köylerde kavgaya müsait eli sopa tutan delikanlılar koz paylaşma gününden önce günlerce hazırlık yaparlardı. Bir ana oğlunun büyüdüğünü anlatmak için “Benim oğlan, kozunu paylaşacak çağa geldi.” derdi.​

42. Foyası Meydana Çıkmak

Kuyumcular yaptıkları yüzük küpe gerdanlık gibi ziynet eşyalarının üzerine mücevherin ışığı daha iyi yansıtması ve parlaklığının artması için FOYA adı verilen bir madde sürerler.Zamanla sürülen bu foya dökülür.Bu duruma foyası çıkmış denilir. Halk arasında yalan söyleyen sahtekarlık yapan kişilerin yalanları ortaya çıktığında “foyası meydana çıktı” şeklinde benzetme yapılır.

43. Afyonu Patlamak

Eski tiryakiler, ramazanda afyonu macun haline getirir ve mercimek büyüklüğünde toplar yapıp her sahurda iki üç tane yutarlarmış.ancak her bir macunu da bir, iki, üç kat kağıtlara sarmayı da ihmal etmezlermiş. Böylece kağıt mide öz suyunda macun midede dağılır ve birkaç saatliğine keyif devam edermiş.tabii iki kat kağıda sarılan macun da onu takiben kana karışınca tiryaki iftara kadar rahat etmiş oluverir. Ancak bu plan yolunda gitmediği, Afyonun kağıdının zor parelenmediği yahut kana karışması geciktiği durumlarda tiryaki krizlere girer ve dış dünyadan adeta kopar. Afyonu patlayıp kana karışıncaya kadar farklı tepkiler verir.

Konuşulan veya yapılan şeye uygun karşılık verilmeyen, anlama ve algılamada geciken durumlarda “Daha afyonu patlamadı galiba! gibi cümleler söylenmesi bundandır.

44. Burnundan Fitil Fitil Getirmek

Nankörlük, haramzadelik ve ihanet hallerinde beddua manasıyla kullandığımız bu deyimdeki fitil (fetil) kelimesinin eskiden kullanılan 4 anlamı vardır:

1. Lamba fitili
2. Ovalamakla deriden çıkarılan yuvarlak kir
3. Yaraya konulan pamuk
4. Örgü ​

Bu anlamların hemen hiç biri yukarıdaki deyime tam uygun gözükmüyor. En sondaki örgü anlamı biraz eski işkence tarzlarını hatırlatıyor(yer yer düğüm atılmış olan bir yumak ipliğin ucunu suçlunun burnundan ağzına sarkıtıp bir ileri bir geri sararak işkence yapıldığını Evliya Çelebi yazar ve dolayısıyla bir beddua elverişli görünüyorsa da deyimde geçen fitil kelimesi bir ağırlık ölçü birimi olarak bambaşka bir anlam taşır. Dirhemin dörtte birine denk, dengin dörtte birine kırat, kıratın dörtte birine fitil denir. Bu durumda fitil dirhemin kesirlerinden biri olarak muhtemelen bir damla kan ağırlığında olmalıdır ki hakkı yenilen kişinin hakkı, eylediği beddua gereği zalimin burnundan damla damla (fitil fitil) gelebilsin.

45. Karamanın Koyunu Sonra Çıkar Oyunu

Olağan görünen bir işin altından başka şeyler çıkabilir.

Karamanoğullarıyla, Osmanlı Devletinin kıyasıya savaşa tutuştuğu yıllarda, Karaman halkı savaşlardan çok çekmiş; ezilmişler, evleri, barkları, malları çok zarar görmüş. O devrin uluları toplanıp, “Bu kardeş kavgasını tatlılığa bağlıyalım” diye kurultay kurmuşlar. Karaman Beyi ile Osmanlı Beyi’ni Konya’ya çağırmışlar, her iki tarafın şikayetini dinlemişler. Sözü tatlıya getirip, her iki beye de, bir daha savaş yapmamaları için yemin ettirmişler. ​
Karaman Beyi yemin ederken, elini koynunua götürerek: “Bu can burada kaldıkça, Osmanlı’yı kardeş bilip, kılıç çekmeyeceğime söz veriyorum” demiş. Fakat kurultaydan çıkan Karaman Beyi, kaftanının altından bir kuş çıkarıp salıvermiş ve “İşte can çıktı söz bitti” demiş. Karaman Bey’inin koynundan kuş çıkarıp salıvermesinden sonra bu darb-ı mesel halk arasında yayılmıştır.

46. Eli Kulağında​

Gerçekleşmesi pek yakın olan işler hakkında (Henüz olmadı ama) eli kulağında deriz. Bu deyimin kaynağı Asr-ı Saadette Bilal-i Habeşiye kadar uzanır. İslamiyet yayılmaya başlayıp da müslümanların sayısı artınca, namaz için onları biraraya toplamak üzere ezan okunması kararlaştırılmış ve sesi güzel olduğu için Habşistanlı eski köle Hz. Bilal, bu vazifeye seçilmişti. Ne var ki Medine’de nmüşrikler ve diğer dinlere mensup olanlardan bazı tahammülsüz insanlar, ezan okunurken sesi duyulmasın diye gürültü yapmaya, çocukları toplayıp Bilal-i Habeşi ile alay etmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Bilal, ellerini kulaklarına tıkayarak ezan okumaya başladı biilahare müezzinler ellerini kulaklarına tıkamyı bir tür Bilal-i Habeşi sünneti gibi gördüler ve ezanı öyle okudular.

Eskiden birisi yakındakine,​
– Ezan okundu mu, dediğinde, eğer vakit çok yakın ise,
– Okunmadı ama (müezzinin) eli kulağında; dermiş.

47. İşi İnada Bindirmek

Adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış bunu bilen bir arkadaşıda yahu şu mübarek ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl demiş o da tamam tamam kılarız iki rekat deyip akşam teravih namazına gitmiş teravih başlamış bir-iki-dört derken namaz devam ediyor bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna, evlat sen eve git bu iş inada bindi demiş.​

48. Boru Değil Bu

Eskiden askeri okullarda nerdeyse bütün işler borunun verdiği sese göre yapılır.Öğrenciler bu boru sesine göre hareket ederlermiş. Kalk borusu,yat borusu ,karavana,paydos,derse gir,dersten çık ,istirahat v.s, bir çok boru sesi. Hikayenin geçtiği askeri lisede o gün ,sınıf kıdemlisi öğrenci, sınıfa dalar.
-Çocuklar size havadisim var! Duydunuzmu? diyerek bağırır. Diğer öğrenciler de Duymadık! Ne ise borusu çalar biz de duyarız demişler.

Kıdemli öğrencide

-Çocuklar! bu boru değil .Yarın yeni padişah tahta çıkıyor.Şenlikler var. Sınıf komutanın özel emri var. Bütün dersler paydos demiş.​

Diğer öğrencilerde çok sevinirler bu işe.​

O günden sonra o okul ve diğer okullarda öğrenciler aralarında konuşmaya başlamadan önce,

-Dinle ! Bu boru değil .Anlatacaklarım çok önemli … diyerek lafa başlarlarmış​

Yanlış hesap, Bağdattan döner.​

İstanbul kapalı çarşıya kervanlar gelir.Tüccarların siparişleri kumaş,kürk,baharat neyse dağıtılır.Daha sonra tüccarlardan paraları tahsil edilirmiş.

Yine bir alış veriş sonrasında, tüccarın biri hesap yaparken dört işlem hilleri ile kervancıyı 400-500 altın içerde bırakır.

Hesaptaki yanlışlığı anlayamayan kervancı Bağdat Hicaz ve Mısıra seferine çıkar.

Tüccarda, şimdi bu Mısırdan altı-yedi ayda zor döner.bende bu parayı işletirim. diye düşünür.

Kervancı yol uzun ,zaman bol bütün hesapları tekrar tekrar inceler.

Tüccarın yaptığı hileyi anlar.Kervan Bağdata girmek üzereyken,kervanı oğlu ve güvendiği bir kişiye emnet eder,

-Siz beni Bağdatta bekleyin. der.

İyi bir Arap atı alıp dört nala İstanbula dönmeye başlar. ​

Yolda, bu adam bu parayı hemen öyle vermez diye düşünüp bir plan kurar.İstanbuldaki dostlarında plan için yardım ister.

Ertesi gün tüccarın dükkanına iki kadın gelir.

Tüccara ,

-Sorup soruşturduk bu civarda en dürüst ,en güvenilir kişi sizmişsiniz.Biz Hicaza gideceğiz.Size bu iki çantayı emanet etmek istiyoruz.derler.​
Çantaları açıp tüccara gösterirler.Çantaların için inci.altın,pırlanta envayi çeşit müccevher.​

-Olurda gelemezsek bunlar size helali hoş olsun.bize bir dua okutur,belki bir hayrat yaptırırsın.derler.​

Bunları duyan tüccar sevinçten uçar.Kadınları hürmet ,ziyafet. Bu sırada kervancı içeri girer, Bunu gören tüccar ,daha kervancı lafa başlamadan , -Yahu hoşgeldin.bizim hesapta bir yanlışlık olmuş .paralarını ayırdım.Çocuklarada tenbihledim,eğer ölürsem kervancının parasının mutlaka verin.Ben kul hakkı yemem kardeşim. der.​ Parayı hemen verir. Bu sırada kadınlar, Biz bu sene gitmekten vazgeçtik .Kısmetse seneye !.deyip dükkan çıkarlar.​

Oyuna geldiğini anlayan tüccar ,kervancıının peşinden koşup ,
-hani sen mısıra gidecektin .yaktın beni! diye bağırır.
Atına binen kervancı,
-yanlış hesap adamı Bağdattan dödürür.der ve yoluna gider.
Mürekkep yalamak
Eskiden mürekkeplerin içinde bezir isi denilen bir madde bulunur.Yazarken yapılan yanlışlıklar ancak yalamak yoluyla giderilirmiş.
Okuma-yazma bilen kişiler az olduğundan ,bir,iki satır yazacak kişiler el üstünde tutulur.Mürekkep yalayanlar üstün sayılırmış.

49. Asayiş berkemal

Sultan Abdülazizin son yıllarında Musul ve Bağdat gibi illerde toplum içi anarşik olaylar artar.Irak ve çevresinde yabancı devletlerinde etkisi ile iyice asayiş bozulur. Durumları İstanbuldan gizlemeye çalışan devrin yetkilileri, Vilayet gazetesine her baskısında şu şekil manşet atarlardı:

Saye-i asayiş vaye-i padişahide ,vilayetin her bir tarafında emn-ü asayiş berkemaldir..

Padişahın şahane idaresi altında,vilayetimizin her tarafında asayiş ve huzur hakimdir.

Yine büyük olaylardan sonra ertesi gün aynı manşet verilince , Bölgenin ünlü şairlerinden Kerküklü Şeyh Rıza Efendi dayanamayıp Aşağıdaki beyti yazıp gazeteye gönderir.

Katl ü nehb-i eşkiyadan millet oldu payimal,
Emn-ü asayiş yine,elhamdülillah berkemal!!

Eşkıyanın cinayet ve yağması yüzünden millet ayaklar altında kaldı ama,
Allaha şükür asayiş yinede sağlanmış durumda.

50. Aklım kesiyor

Ünlü bir hekim olan İbni Sina aynı zamanda matematik konusunda deha seviyesindeymiş. Babası onu çocukken matematik konusunda hassas eğitim veren bir okula gönderir.Ancak İbni Sina cebir,geometri bir türlü beceremez,okuldan kaçar.Babasından korktuğundan ,eve dönmez bir kervana katılır. Kervanbaşı en küçük yaştaki İbni Sinayı su alması için bir kuyuya gönderir. Sapına ip bağlı kovayı kuyudan çekerken,ipin sürtündüğü taşı kestiğini görür.
Ve kendine sorar: bu ip taşı nasıl keser?
Biraz daha düşünür:ip çok uzun zamandır,bu taşa sürtünüyor.ve aynı yere sürekli sürtüne sürtüne demekki taşı kesebiliyor.
Madem ip bile taş kesiyor,benim aklım niye cebiri kesmesin? der.
Okuluna döner ve bildiğimiz tıp dehası İbni Sina olur.

51. Balık kavağa çıkınca

Eski İstanbul şimdiye göre tam anlamıyla balık ve balıkçı şehiriymiş.
Tutulan balıkların satılması Yemiş iskelesi ve Balık pazarından başlayan ve bu merkezlerin etrafında mahalle mahalle büyüyen pazarlarda yapılırmış.
Balığın çok fazla çıktığı günlerde ise,
Tophaneden Rumeli Kavağına ve Üsküdar’dan Anadolu Kavağına kadar her yere çeşitli vasıtalarla götürülüp satılırmış.
Fiyat kırmak isteyen yada çok düşük fiyata almak isteyen müşterilerinede balıkçılar,
-Oooo! O fiyatı ancak balığı kavağa çıkardığımızda satarız biz.derlermiş.

Kaynak: Maxicep – Ünimetre

Saat kulelerinin tarihi

Ülkemizde pek çok yerde  saat kulesi var. Bazı saat kuleleri bulunduğu bölgenin simgesi haline geliyor saatin yayın olmadığı dönemlerde pek çok işlevsel özelliğin yanı sıra saat kulesi olarak planlanmayan ama sonradan saat eklenerek saat kulesi haline dönüştürülen kuleler de mevcut. Kimi zaman seyahat esnasında veya yaşadığımız bölgelerde saat kulelerini görüp de tarihçesini merak etmeyenimiz var mı acaba? Saat kuleleri ile ilgili onediyo.com sitesinde tarihçe görünce sizlerle paylaşmak istedik dileriz bir nebze de olsa merakınızı giderebiliriz.

1174 Erzurum

erzurum saat kulesi

Erzurum Saat Kulesi

Diğer bir adı Tepsi Minare olan saat kulesi, Saltuklu Emirlerinden İnanç Biygu Alp Tuğrul Bey tarafından İçkale Camisi’nin minaresi ve gözetleme köşkü olarak yaptırılmış. Ezan okunan yer olarak “Tepe Minare”, üstünün yıkılmasıyla “Kesik Kule” ve “Minare Kule” adını aldı. Kırım Savaşı’ndan önce kuleye bir saat yerleştirilince “Saat Kulesi” adıyla tanınmaya başladı. Kırım savaşından sonra bu saati Ruslar yerinden söküp almış ve bunun üzerine 1877 yılında İngiltere tarafından bugünkü saat armağan edilmiş.

Üst kısımda, saatten 1.50 m. aşağıda kuleyi çepeçevre kuşatan Arapça küfi yazılı yazıtta “İkbal dinin ışığı, İslâm’ın kutbu, devletin yardımcısı, milletin zahiri, arkası, meliklerin ve emirlerin güneşi Ebil Kasım oğlu Ebil Muzaffer Gazi İnanç Biygu Alp Tuğrul Bey içindir” yazısı bulunuyor.

1798 Karabük

safranbolu saat kulesi

Karabük Saat Kulesi

Padişah III. Selim’in Safranbolulu sadrazamı İzzet Mehmet Paşa, hemşehrilerine bir söz verir: “Hepinize ikişer saat hediye edeceğim. Biri evinize, diğeri iş yerinize.” Kasabalı sevinir. Ancak Paşa, onların hiç de aklına gelmeyen bir işe koyulur. En hâkim tepeye 12 metre yüksekliğinde bir kule yaptırıp İngiltere’den de çanlı saat getirtir. Kasabalı, 1798’de kuleden gelen sesle irkilir. Yarım saatte bir vuran çan, saatin kaç olduğunu duyurmaya başlayınca halk uyanıklığı fark eder. Herkesin iki saati vardır artık. Saat evden de duyulur, işten de…

Safranbolu Kalesi’nde bulunan bu saatin en önemli özelliği, Türkiye’de bir benzerinin daha olmaması. Çünkü saati çalıştıran mekanizma, yani zemberek, dünyada sayılı saat kulelerinde kalmış oldukça eski bir model.

1827 Balıkesir

balikesir-saat-kulesi

Balıkesir Saat Kulesi

Silistre Valisi Girit-i Zade Mehmet Paşa tarafından 5 katlı olarak yaptırılan saat kulesi yapı itibariyle Galata Kulesi’ne benzetiliyor. 5 katlı olarak inşa edilen 20 metre yüksekliğindeki kule,1897 yılında meydana gelen bir depremde yıkılıp mutasarrıf Ömer Ali Bey tarafından 1901 yılında yeniden yaptırılmış.

1862 İstanbul

Tophane / Nusretiye Saat Kulesi- İstanbul

Tophane (diğer bilinen adıyla Nusretiye Saat Kulesi) Saat kulesi, İstanbul’da ayakta kalan en eski saat kulesi.

Nusretiye Camii’nin yanında yer alan saat kulesi, Sultan Abdülmecid tarafından yaptırıldı. Yukarı doğru kademeli olarak daralan, saatli bölümle beraber dört katlı bir yapıdan oluşuyor. Dört cephesi birbirine eş olarak tasarlanan kulenin denize bakan cephedeki kapısının üstünde de Abdülmecid’e ait tuğra yer almakta.

1866 Amasya

amasya_saat_kulesi

Amasya Saat Kulesi

Merzifon’un bir çok yerinden görülebilen saat kulesi, Çelebi Sultan Mehmet’in emri ile Mehmet Memişoğlu Ebubekirtarafından yapıldı.

1938 yılında meydana gelen depremle yıkılan kule, sonrasında Amasya belediyesinin çabaları ile tekrar inşa edildi.

1882 Adana

Büyük Saat olarak da anılan kule, 32 metre ile Türkiye’nin en uzun saat kulesi olma özelliğini taşıyor. Yapımına Ziya Paşa döneminde başlandı, Abidin Paşa döneminde başarıyla tamamlandı.

Adana Saat Kulesi

Adana Saat Kulesi

8 metre genişliğinde diktörtgen şekilde yükselen saat kulesinin dört tarafında saat kadranı bulunuyor. Almanya’dan 1925 yılında özel olarak getirilen saat makinesiye yenilenen kulenin tepesinde motifler ve kabartmalarla süslenmiş dev bir çan göze çarpıyor.

1884 Ankara

Ankara Saat Kulesi

Ankara Saat Kulesi

Ankara‘nın o dönemki valisi Sırrı Paşa tarafından Hacı Süleyman Refik Efendi gözetiminde yaptırılan Ankara Saat Kulesi, büyük bir çana sahip. Çanın üzerinde 1884 yılında “Louis Edel” tarafından Strasbourg’da yapıldığı yazdığı için kulenin de orada yapıldığı düşünülmektedir.

1885 Muğla

Balıbey mahallesinde, merkezi bir noktada yer alan saat kulesi, Muğla’da yaşamış Rumların şehre kazandırdığı en güzel eserlerden birisi.

Muğla Belediyesi’nin ilk başkanı Hacı Süleyman Ağatarafından yaptırılan saat kulesinin mimarı Rum Filivari Usta’dır. Üzerinde yer alan kitabede hem yapanı, hem de neden yapıldığı hakkında bilgiler bulunur.

Muğla Saat Kulesi

Muğla Saat Kulesi

Sahib’ül hayr Hacı Süleyman Efendi 

Yine deryayı itâsını ikân eyledi zuhur, 

Bahusus aktar-ı eshar vaktini ilân için, 

Bu mahalle bir muvakkithane yaptı bi kusur, 

Beldemizde misli nâmesbuk kebir çan saati Avrupadan celb edince herkese verdi süru, 

Kalmadı hiç ihtiyaç cep saati taşımaya, 

Aksi avaz ile alem vakti etti şuur, 

Hem ziya şevkiyle buldu mücevher tarihi, 

Geldi meydana muvakkithane bi evsa-ı vufur, 

Harerehu İsmail Hakkı 1301 fi Şaban.

1885 Kastamonu

Dönemin valisi Abdurrahman Paşa tarafından yaptırılan Saat Kulesi, İstanbul’dan dönemin padişahı II. Abdülhamidtarafından Kastamonu’ya gönderilen ‘sürgün’ bir saat aslında. Bu sürgünle ilgili çeşitli rivayetler dolaşıyor.

Kastamonu Saat Kulesi

Kastamonu Saat Kulesi

Rivayete göre; II. Abdülhamid zamanında saat İstanbul’da Sarayburnu’nda bulunurken yanlış gitmesi ve zamansız çalması sarayı kızdırmış, saray tarafından cezalandırılarak Kastamonu’ya sürgün edilmiştir.

Diğer bir rivayete göre de; dönemin padişahının hareminde bulunan gözde bir cariyesinin Sarayburnu’ndaki bu saatin vurma sesi nedeni ile karnındaki çocuğunu düşürmesi sonucu, padişah tarafından Saat Kulesi, Kastamonu’ya sürgün edilmiş.

1890 – 1891 Bolu

Mudurnu Saat Kulesi

Mudurnu Saat Kulesi

Ahşap olarak inşaa edilen Mudurnu Saat Kulesi, çıkan bir yangın sonrası yanarak yıkıldı. 1905 yılında Mudurnu Kalesi’nden sökülüp getirilen taşlar ile mahkûmlar tarafından inşa edilen kuleye bir Türk demirci ustasının yaptığı saat takıldı. 1963-1964 yıllarında bir yangına daha maruz kalan kule tekrar tamir edilerek şimdiki halini aldı.

1894 Çorum

Çorum Saat Kulesi, Abdülhamid döneminde padişahın Beşiktaş Muhafızı, İstanbul’daki Ali Suavi olayını bastıran Hasan Paşa tarafından yaptırıldı. Kulenin çanı da Hasan Paşa tarafından itina ile seçilerek İstanbul’dan gönderilmiş.

Saatin çanının sesi ilk yıllarda çok güçlü olduğu ve merkeze bağlı köylerden bile duyulduğu söyleniyor. Ancak restorasyon için yapılan incelemede yıllardır tokmağının aynı noktaya vurması ile derince bir oyuk oluştuğu ve bu nedenle çanın sesinin azaldığı saptandı.

Saat Kulesi’nin kapısı üzerinde eski yazı ile bir kitabe vardır. Kitabe, Muhammet Nuri Bektaşi (Korman) tarafından yazılmıştı.

Günümüz Türkçesi ile;

Zamanın ulu hakanı cömert Abdülhamid Han’ın
Yüce fermanıyla şanlı Hasan Paşa
Adadı bütün vaktini hayır işleri yapmaya
Başarılı kılsın her dileğini Mevla
Saat Kulesi kısaca seçkin hayratıdır onun
Bol bereketle yapıldı bu şehri etti ihya
Çıkıp kutlu bir zamanda yazıldı kapısına tarih
Bu büyük saati yaptı bak Hasan Paşa’nın lutfu

1895 Mersin/Tarsus

Mersin-Tarsus Saat Kulesi

Mersin-Tarsus Saat Kulesi

Tarsus Kaymakamı Ziya Bey tarafından inşa ettirilen yapının masraflarını Tarsus eşrafından Feyzullah Ağa üstlenmiş. Feyzullah Ağa’nın o dönemin parasına göre verdiği 200 lira ile yapılan saat kulesine, 100 liraya da Avrupa’dan çalar saat getirilmiş ve hayırsever 1895’te Mecidiye Nişanı ile taltif edilmiş.

Saat, kadranları ve makinesinin ilk yapıldığı orijinal haliyle duruyor.

1890 – 1895 İstanbul

Dolmabahçe Saat Kulesi

Dolmabahçe Saat Kulesi

2. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan Dolmabahçe Saat Kulesi; Bezm-i Alem Valide Sultan Camii ile Dolmabahçe Sarayı’nın Saltanat Kapısı arasında yer almakta. Yapımı ise 1.210.550 kuruşa mal olmuş.

Her bir cephesinde saat bulunan kulenin saatleri Fransız imalatı. Saatçibaşı Johann Meyer tarafından takılan Paul Garnier markalı saat 1979’da elektronik sisteme çevrilmiş ve çalışır durumda.

1897 Çanakkale

Çanakkale Saat Kulesi

Çanakkale Saat Kulesi

Dönemin Çanakkale İtalyan konsolosu Vitalis Gaptirole’nin de yapımı için on bin altın gönderdiği Çanakkale Saat Kulesi,Sultan 2.Abdülhamid döneminde yaptırıldı. Beş kattan oluşan kulenin yapımında pembe granit taşlar kullanılmış. Saat odası dördüncü, çanı ise beşinci katta bulunuyor.

1901 İzmir

İzmir-saat-kulesi

II. Abdülhamid’in (hükümdarlığı:1876-1909) tahta çıkışının 25. yılı için Sadrazam Mehmet Said Paşa tarafından Alman Konsolosluk binasını yapan Raymond Charles Péré adlı mimara  yaptırılan kule 25 metre boyunda olup, dairesel esas etrafında dört çeşmesi bulunuyor.

Kulenin saati Alman İmparatoru II. Wilhelm’in hediyesi ve kurulduğu günden bu yana yalnızca bir kere durmuş. 5.2 şiddetindeki 1974 İzmir Depremi sırasında hasar alan kulenin saatin kadranları üzerindeki son kat yıkılmış ve saat depremin oluş saati olan 02:04’te durmuş. Kule ve saat, iki yıl içerisinde onarılıp eski haline getirilmiş.

1901 Antalya

Antalya Saat Kulesi

Antalya Saat Kulesi

Antalya‘daki saat kulesi, Sadrazam Küçük Sait Paşatarafından II. Abdülhamid şerefine yaptırıldı. Dört tarafında da birer saat ve tepesinde bir çan bulunan kulenin, yerden yüksekliği 14 metre, surların üzerinden yüksekliği ise 8 metredir.

1901 İzmit

izmit-saat-kulesi

İzmit Saat Kulesi

İzmit saat kulesi 33 yıl süren Sultan II. Abdülhamid saltanatı tarafından İzmit’te yaptırılan ve günümüze kadar ayakta kalabilen ender yapılardan biri.

Saat kulesi, köşelerinde ikişer sütun ve kenarlarında çember şeklindeki kemerli sebiller bulunan kare bir kaide üzerinde yükseliyor. İkinci katta kaide ile gövde arasına bir balkon yapılmış. Demir korkuluklardan yapılan balkon, devrin üslup özelliklerini yansıtıyor.

Kulenin 3. katında her cephe yüzeyinde kaş kemerli pencerelere yer verilmiş; bu pencerelerin alt kısımlarında, mermer madalyonlar içerisinde II. Abdülhamid’in tuğrası bulunuyor.

Dördüncü katta dört yöne yönelik birer saat kadranı yerleştirilmiş, saatlerin üst kısımlarda üçer pencere kuşağı bulunmakta.  Dört katın üzeri ince sivri bir külâh ile örtülmüştür.

1902 Tokat

tokat-saat-kulesi

Tokat Saat Kulesi

Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan saat kulesi günümüzde de çok iyi bir şekilde korunuyor. Kentin her yerinden görülebilen, yapımında kesme taş kullanılan kulenin yüksekliği tam 33 metre.

1917 yılında alafrangaya çevrilen saat kısmı, dört yöne büyük kadranlarla her yarım ve saat başlarında iki dakika ara ile tam çalar durumda. Sesi de kentin her noktasından rahatlıkla duyulabiliyor.

1905 Bursa

Bursa Saat Kulesi

Bursa Saat Kulesi

Bursa saat kulesi ilk olarak 1900’lerin başında Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılmış ancak bilinmeyen bir tarihte yıkılmıştır. 2 Ağustos 1904’te yapımına tekrar başlanmış, 31 Ağustos 1905’te tamamlanarak II. Abdülhamid’in tahta çıkışı şerefine, Vali Reşit Mümtaz Paşa tarafından törenle hizmete sokulmuştur.

6 katlı ve 65 metre uzunluğundaki saat kulesi, günümüzde bir elektronik saate sahip ve Bursa Belediyesi’nce yangın gözetleme amacıyla da kullanılıyor.

1906 Kayseri

Kayseri Saat Kulesi

Kayseri Saat Kulesi

Kayseri’nin şehir sembollerinden kabul edilen Kayseri Saat Kulesi, Cumhuriyet Meydanı’nın ortasında bulunuyor. Saat Kulesi ve ona bitişik olan Muvakkithane, Kayseri MutasarrıfıHaydar Bey döneminde, 1906 yılında yaptırılmış.

Sultan II. Abdülhamid’in fermanıyla bütün büyük şehirlere birer saat kulesi ve muvakkithane (Güneşe bakılarak vakitlerin belirlendiği yer) inşa edilmiş. Saat Kulesi’nin yapım masrafları Vilayet Muhasebe-i Hususiyesi (Özel İdare) tarafından karşılanmıştır. Saat, Tavlusunlu Salih Ustatarafından inşa edilmiş ancak mimarı bilinmiyor.

1907 İstanbul

 

İstanbul Saat Kulesi

İstanbul Saat Kulesi

II. Abdülhamid tarafından o zamanki ismi “Hamidiye” olan Şişli Etfal Hastanesi’nin bahçesine 1907’de inşa edilen kule, İtalyan mimar R. D’Aronco’ya ait. Mühendishane-i Hümayunhocalarından Mahmut Şükrü Bey gözetiminde yapılmış. Tarihi yapı, II. Abdülhamid’in hatırası olarak gelecek nesillere en büyük miras olarak görülüyor.

1908 Yozgat

 

Yozgat Saat Kulesi

Yozgat Saat Kulesi

Belediye Başkanı Tevfikizade Ahmet Bey tarafından inşa ettirilen Yozgat Saat Kulesi, altı bölüm halinde yapılmış. Kaynaklardan öğrenildiğine göre mimarı Şakir Usta’dır. Her bölüm birbirinden ayrılmış olup, her cephesine birer pencere yerleştirilmiştir. Kulenin içerisindeki merdivenlerle yukarı çıkılmaktadır ve en üst katı balkonla çevrelenmiştir.

1923 Bayburt

Bayburt Saat Kulesi

Bayburt Saat Kulesi

Yapımına Cumhuriyetin ilan edilmesiyle başlanan Bayburt Kalesi’nin hemen önünde yükselen Saat Kulesi’nin yapımı 1923’e dayanıyor. Kulenin inşaatı tam 1 yıl sürmüş. Muhittin Usta adında bir taş ustası tarafından yapımına başlanmış,Rizeli İbrahim Usta tarafından da tamamlanmış.

Kulenin uzunluğu 21 metreyi buluyor. Aynı zamanda şerefesi de mevcut. Kulenin saati ise İsviçre’den getirilmiş ve hala çalışır durumda.

1927 Şanlıurfa

Şanlıurfa Saat Kulesi

Şanlıurfa Saat Kulesi

Şanlıurfa il merkezindeki Ulu Cami avlusunda yer alan kuleUrfa Saat Kulesi’ne dönüştürülmüş. Bu kule sekizgen planlı olup, Haçlı Kontluğu döneminde burada yapılmış olan kilisenin çan kulesidir. Kule üzerine bir saat kulesi ilave edilmiş. Ancak bu kulenin ne zaman saat kulesine dönüştürüldüğü bilinmiyor.

İl merkezindeki Ulu Cami avlusunun bahçesinde bulunan saat kulesi, şehrin hemen hemen her noktasından görülebiliyor.

Kaynak :[-]

İstanbul daha bir sürrealist

Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist oydu’’ dediği Katalan ressam Joan Miró’nun Mourlot ve Maeght koleksiyonlarında yer alan 60 eseri, 19 Ocak’a kadar Tophane-i Amire’de…
sürrealist1924 yılında Sürrealist Manifesto’yu yayınlayan Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist oydu’’ dediği Joan Miró yaşasaydı ve onunla röportaj yapsaydım, büyük ihtimalle “Beni kabul edecek hiçbir kulübe üye olmak istemem’’ derdi. Bence onu, hiçbir akıma dahil olmayan biri olarak tanımlamak gerek. Kullandığı canlı renkler ve karmaşık imgeler görenlerde “Ben de yaparım’’ hissi uyandırabilir, ama aslında her eserinin diğeriyle arasında geometrik bir ilişki var. 90 yıllık ömründe üç savaş görmüş Miró’nun modern sanata katkısı büyü. 20. yüzyılın en büyük ressamlarından o… Resimleri aynı anda o kadar çok çağrışım yaratıyor ki beyniniz kısa devre yapacakmış gibi hissediyorsunuz. Sergi koordinatörü Dündar Hızal bize daha fazlasını anlatıyor…

Miró’nun eserleri size ne hissettiriyor?

Miró’nun tetiklediği “Bunu ben de yaparım’’ duygusu, insanları resme teşvik etmede çok önemli bir şey. Bir çocuk geldiğinde kendini gerçek bir sanatçı gibi hissediyor çünkü gördüğü resimler onun yaptıklarına benziyor. “Resim, ilk mağara resmi yapan insanlardan sonra bir şekilde yozlaştı. Ta ki bana kadar. Ben resmi o yozlaşmadan kurtardım’’ diyor Miró. Resmi saf şiir gibi görüyor. Tristan Tzara gibi o dönemin dadaist şairleri ile olan yakın arkadaşlıkları da o şiirlerden ilham almasını sağlıyor. Dadaistler için kelimeler düşünceden önce gelir. Miró için de öyle. Başlarken bir düşünce ile başlamıyor. Renk ve biçim oluştuktan sonra düşünce ortaya çıkıyor. Resim, bittikten sonra kadın veya kuş resmine dönüşüyor.

Miró’nun Andre Breton’la arkadaşlığı nereden geliyor?

Joan MiróBreton ‘’Sürrealist Manifesto’’yu yazdığında ilk katılanlardan biri de Miró. Salvador Dali ve Picasso da aynı ekipte. Ama Miró hiçbir zaman kendisini sürrealist olarak ilan etmiyor. Zaten eserlerinde birçok akımdan izler bulmak mümkün. Dadaizmden etkilenmekle beraber renkler kübistlerin renkleri, biçimler fovistlerin biçimleri. O nedenle mutlak bir yere oturtulamıyor.

Hayatının neredeyse tamamı savaş dönemlerine denk gelmiş. Ama eserleri rengârenk…

Hayatının en güzel yıllarında 1. Dünya Savaşı’nı yaşamış. Sonra ülkesi İspanya’da iç savaş patlak vermiş ve bundan da çok etkilenmiş. Paris’e taşındığındaysa Naziler gelmiş Paris’i işgal etmiş. Bunun gibi büyük travmalar yaşamış insanların iki şey yapması beklenir; ya içine kapanması ya da bunu tamamen reddetmesi. Bu süreci yaşamış kimi ressamlar çok karanlıktır, kimileriyse Dali gibi kendini tamamıyla bu durumun dışında tutarak hayal gücüne yönelir. Miró’da da ters etki yaratmış.

Burada çocuk atölyesi açma fikri nereden geldi?

Bizden geldi. Sergi ziyaretçilerinin yüzde 50’sini çocuklar oluşturuyor. Bunun Miró’ya özel bir tarafı da oldu. Şu an 10.000 çocuk ön rezervasyon yaptırmış durumda. Bu çocuklar buraya gelecek ve bu eserleri gördükten sonra içlerindeki potansiyel de açığa çıkacak. Biz de onlar bunu deneyimledikten sonra sıcağı sıcağına çıktıya dönüştürecek bir alan yaratmak istedik.

JOAN-MİRO-41-1024x638Sırada kimin sergisi var?

Seneye bu zamanlar Matisse’i getirmeyi planlıyoruz. Andre Breton’un “İçimizdeki en sürrealist oydu’’ dediği Katalan ressam Joan Miró’nun Mourlot ve Maeght koleksiyonlarında yer alan 60 eseri, 19 Ocak’a kadar Tophane-i Amire’de…

Kaynak : [] Özge Mine Sarıçam

Sürrealist akımın öncü sanatçılarından Joan MIRÓ eserleri İstanbul’da

Sürrealist akımın öncü sanatçılarından Joan MIRÓ, Mourlot ve Maeght koleksiyonlarında yer alan 60 eseriyle 20 Kasım – 19 Ocak tarihleri arasında Mimar Sinan Üniversitesi Tophane-i Amire’de.

Joan_Miro2012 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen ve büyük ilgi görenSalvador Dali Sergisi ’nden sonra yine Kült işbirliğiyle 20. yüzyılın en ilham verici isimlerinden Joan MIRÓ , dünyaca tanınmış Mourlot ve Maeght koleksiyonlarında yer alan 60 eseriyle 20 Kasım 2013 / 19 Ocak 2014 tarihleri arasında Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde olacak.

1924 yılında Sürrealist Manifesto ’yu yayınlayan Andre Breton’un “içimizdeki en Sürrealist” diye tanımladığıJoan MIRÓ canlı renklerin, biomorfik yaratıkların, arabesklerin, kadınların, kuşların, güneşin ve yıldızların göksel bir mekana serpiştirildiği çocuksu ve nükteli resimleriyle izleyiciye fantastik bir dünya sunacak.

Büyük çağdaş ustalar arasında Joan MIRÓ eserlerine hakim olan hayat dolu şiirsel, ince zeka ürünü ve doğaçlama atmosferle ön plana çıkar.

İlk dönemlerinde Fovizm ve Kübizm etkisinde yaptığı Katalan manzaraları 1920’lerin başlarında sürrealizm etkisiyle “rüya resimlere” doğru yönelir. 1930’larda ise İspanya’daki iç savaşa dönüşen siyaset nedeniyleMIRÓ ’nun Katalan kimliği ve yaşadığı çelişkiler bu dönemde ürettiği eserlerde baskın hale gelir. Şiddetin ve ruhsal ıstırabın baskın olduğu bu yıllarda eski düşsel ortamın yerini vahşet, eğilip bükülmüş, biçimi bozulmuş figürler ve siyah renkler alır.

Bu ruh hali yine de MIRÓ ’nun sanatındaki en büyük özelliklerinden biri olan materyallerin alışılmadık kombinasyonları üzerinde deneme yapma ve birbiriyle bağlantısı olmayan imajları şaşırtıcı biçimde yan yana getirme arzusuna engel olmaz. Bu keşifler sonucu da MIRÓ ’nun sanata yaptığı en büyük katkılardan biri olan yeni bir işaret dili vücut bulur. “Resim mağara adamlarının çizimlerinden beri çöküş içerisindedir” diyen MIRÓ , işaret ve sembollerden oluşan evrenini hep ilkel bir ressamın doğallığıyla oluşturur ve ulaşmaya çalıştığı bu “saflık” onu çağdaşlarından ayıran en belirgin özelliği olur.

ÇOCUKLAR İÇİN MIRÓ

Çocuk Sanat Atölyesi

Sanatsal aktivitelere önem vererek bilinçli ve yetenekli nesiller yetiştirmeyi hedefleyen Doğa Koleji, MIRÓSergisi’nde çocuklar için özel bir “çocuk alanı” oluşturuyor.

Çocuk alanı, serginin geniş bir bölümünde yer alarak birçok çocuğa sanatla iç içe zaman geçirmelerini sağlayacak. Çocuklar bu özel alanda MIRÓ ’nun eserlerini boyama, duvar resimleri yapma ve eserlerini projeksiyonla sergileme imkânı yakalayacak. Böylece çocukların çalışmaları saflığın, ilk resmin, çocuksuluğun peşinden giden MIRÓ’nun eserleriyle ortak bir paydada buluşacak.

Birçok başarılı sergiye imza atan, sanatsal etkinliklerde yer alan deneyimli sanat ekibi, etkinlik alanında çocukları yalnız bırakmayacak. Çocukların yorum ve yaratıcılıklarını geliştirme imkânı yakalayacağı bu alanda, farklı yaş grupları, kendi renkli dünyalarını MIRÓ ’nun bir o kadar canlı evreniyle buluşturma şansı bulacaklar.

20. YÜZYILIN EN OLAĞANDIŞI SANATÇI-ŞAİRİ

dutchintJOAN MIRÓ

1893 yılında Katalonya’nın kalbi Barcelona’da doğan Joan MIRÓ özellikle kamusal alanlarında bulunan eserleriyle aynı Gaudi gibi şehre mimari kimliğini kazandırmış bir isimdir.

Joan MIRÓ uzun kariyeri boyunca yalnızca yağlıboya, baskı resim ve kitap resimleri üretmekle yetinmemiş; eskiz, kolaj, seramik, heykel, sahne tasarımı, duvar resmi ve dokuma alanlarında da çalışma yapmıştır.

“Kırsalda geçen ömrümün özeti ve peşinden gideceğim şeyin başlangıç noktası” dediği ilk önemli eseri “Çiftlik” ünlü yazar Ernest Hemingway tarafından satın alınır. Hemingway içinse bu eser şunu ifade etmektedir: “ Çiftlik ‘i dünyadaki hiçbir tabloya değişmem.”

1924 yılında Andre Breton Sürrealist Manifesto’yu yayınladığında, Andre Masson, Max Ernst, Louis Aragon ve Paul Elouard ile birlikte akıma ilk katılanlar arasındadır.

Paris’te geçen yıllarında en yakın dostlarından birisi İspanya’dan sürgündeki bir başka isim Pablo Picasso’dur.

İspanya İç Savaşı esnasında General Franco’ya tepkisini bu dönemde yaptığı, yumruğunu hiddetle sıkmış bir Katalan ırgatın faşizme başkaldırısını gösteren Aidez L’Espagne (İspanya’ya Yardım Edin) isimli çalışmasıyla gösterir.

1954 yılındaki Venedik Bienali’nde Grafik Sanat Büyük Ödülü’nü kazanır. Paris UNESCO binasındaki çalışmaları Uluslararası Guggenheim Ödülü’ne layık görülmüştür.

1974 yılında Dünya Ticaret Merkezi için yaptığı duvar çalışması 11 Eylül saldırılarında yok olan en değerli sanat eserlerinden biridir.

Katalan kimliğinin sembolü Barcelona futbol takımının 75. yılı adına bir afişe imza atmıştır.

1982’de İspanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nın afişini tasarlamıştır.

MIRÓ denildiğinde akla gelen ilk çalışmalardan birisi de General Franco sonrasında dünyadaki imajını değiştirmeye çalışan İspanya için yaptığı ve hala kullanılan turizm logosudur

İstanbul Bieanali 13 kez 14 Eylül günü kapısını açıyor

14 Eylül Cumartesi günü kapılarını açacak ve 20 Ekim Pazar gününe kadar devam edecek İstanbulBienali, kamusal bir alan yaratma ve herkese ulaşabilme amacıyla, bu yıl ücretsiz olarak ziyaret edilebilecek.

13-istanbul-bieanali“Anne, ben barbar mıyım?” başlığını taşıyan 13. İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü Fulya Erdemci üstleniyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV), 1987 yılından bu yana, farklı kültürlerden sanatçılar ve izleyicilerin katılımıyla, görsel sanatlar alanında İstanbul’da bir buluşma noktası oluşturmayı amaçlayan İstanbul Bienali’ni bu yıl on üçüncü kez gerçekleştirilecek.

Farklı kuşaklar ve coğrafyalardan 88 sanatçı ve sanatçı grubunun işlerinin yer alacağı 13. İstanbul Bienali’ne Türkiye’den 11 sanatçının ve 2 sanat grubu/sivil kolektifin yanı sıra, hem Türkiye’den hem de yurtdışından sanatçıların birlikte oluşturduğu 3 ayrı sanatçı işbirliği de katılıyor. 13. İstanbul Bienali, bugüne kadar Türkiye’den en yüksek sayıda katılımın sağlandığı bienallerden biri oldu.

13- İstanbul Bienali, 11 Eylül’de gerçekleştirilecek basın ön izleme ve 12-13 Eylül tarihlerindeki profesyonel ön izleme günlerinin ardından 14 Eylül Cumartesi sabahı kapılarını tüm sanatseverlere ücretsiz olarak açacak. Bienal sergileri, Tophane’deki Antrepo no.3, Karaköy’deki Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, İstiklal Caddesi üzerindeki ARTER ve SALT Beyoğlu ile İMÇ 5.Blok’taki 5533’te gezilebilir.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın uluslararası sanat platformlarında en çok yankı uyandıran etkinliği İstanbul Bienali bu yıl dünya güncel sanat platformunun birçok önemli ismini İstanbul’da ağırlayacak. Uluslararası sanat çevrelerinden eleştirmen, küratör, müze ve galeri yöneticileri ile basın mensupları da dahil olmak üzere yurt dışından 5 bine yakın konuk bienalin açılış haftasında İstanbul’da olacak.

Şair Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından alıntılanan 13. İstanbul Bienali’nin başlığı “Anne, ben barbar mıyım?” sanat ve edebiyat, özellikle de şiir arasındaki ilişkiyi merkezine alıyor. Aynı zamanda “barbar” terimiyle, “öteki”leri anlamak için öğrenmemiz gereken veya “gelecek dünya”yı anlamlandırabilmek için keşfetmek zorunda olduğumuz yeni ve bilinmedik dillere işaret ediyor. Bienal sanat aracılığıyla “kamusallık” kavramını yeniden düşünme imkânı yaratmayı, yeni düşünce ve hayal gücü kanalları açmayı ve kamusal bir buluşma ve tartışma zemininin yaratılmasına katkıda bulunmayı hedefliyor. (13. İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçeve metnine http://13b.iksv.org adresinden ulaşabilirsiniz.)

Kamusal alan fikrine odaklanan 13. İstanbul Bienali’nin kapılarını en geniş kamuya açması, ücretsiz olarak gerçekleşmesi ve daha çok izleyiciye ulaşması kuşkusuz çok anlamlı bir hedef olarak ilk günden itibaren gündemdeydi. Bienalin tamamen ücretsiz gerçekleşmesi yalnızca İKSV tarihinde bir ilk olmakla kalmıyor, dünya ölçeğinde de eşine az rastlanır bir örnek olarak tanımlanıyor.

İstanbul Bienali sergileri, 14 Eylül’den itibaren, 6 hafta boyunca Antrepo no.3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER ve SALT Beyoğlu ile İMÇ 5.Blok’taki 5533’te ücretsiz olarak gezilebilecek.

Antrepo no.3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER ve SALT Beyoğlu, 10.00-19.00 saatleri arasında Pazartesi hariç her gün; 5533 ise Pazar günleri hariç her gün açık olacak. Açılış haftasına özel olarak, sergi mekânları 16 Eylül Pazartesi günü de gezilebilecek.

istanbul-bienaliBienalin kavramsal çerçevesinde ağırlıklı olarak işlenen kamusal alan ve sanat ilişkisi ve bunun yanı sıra, mimari, şehircilik ve toplumsal yapıya ilişkin güncel ve tarihsel pratikler ana sergi mekânlarından Antrepo no.3’te üç “meydan” etrafında görselleştiriliyor. İlk iki meydan kentsel dönüşüm ve kolektif yaşam pratikleri üzerine yoğunlaşırken, üçüncü meydan ise kamusal alanda sanat ve anıt kavramının yanı sıra, ifade özgürlüğü, medya, sansür (oto-sansür) ve vatandaşlık gibi kamusal alan meselelerini inceleyen projelere ayrılıyor. Antrepo no.3’te 52 sanatçı ve sanatçı topluluğunun işleri yer alıyor.

Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda yer alan sergide öz-örgütlenme ve kolektif hareketin deneyimlenebileceği çalışmalar bulunuyor. Okulun giriş katında, katılımcıların kararlarıyla belirlenen bir öğrenme aracı olarak sanatın siyaseti araştırılırken, çatı katında ise İstanbul’daki kentsel dönüşüme odaklanan projelerin yanı sıra sohbet, tartışma ve atölye çalışmalarının yapılacağı bir forum alanı yer alacak. Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nun tüm katlarında yaklaşık 2.300 metrekarelik bir alana yayılacak sergide 28 sanatçı ve sanatçı kolektifinin işleri bulunuyor.

İstiklal Caddesi üzerinde yer alan ARTER’in giriş katından başlayarak dört kata yayılan 1000 m2’ye yakın galeri alanı, 13. İstanbul Bienali sergilerine ayrılıyor. 15 sanatçı ve sanatçı kolektifinin işlerinin yer alacağı ARTER’de serginin kavramsal çerçevesinin mikro ölçekte bir sunumu yer alıyor.

İstiklal Caddesi üzerinde bulunan SALT Beyoğlu’nun giriş katındaki Açık Sinema ve Forum alanı da 13. İstanbul Bienali kapsamında 4 sanatçının işine ev sahipliği yapıyor.

İMÇ 5.Blok’ta bulunan 5533’te ise disiplinlerarası bir pratikten gelen Lübnanlı mimar ve sanatçı Maxime Hourani’nin “Şarkılar ve Yerler Kitabı” projesi 5533 işbirliğinde gerçekleştiriliyor.

13- İstanbul Bienali’nde yer alacak sanatçıların detaylı listesini ekte bulabilirsiniz.

13- İstanbul Bienali sergi mekânlarından Antrepo no.3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu ve ARTER’de her gün 11.00, 13.30, 15.00 ve 16.30 saatlerinde Koç Holding sponsorluğunda rehberli turlar gerçekleştirilecek. Rehberli tur biletleri mekân girişlerindeki gişelerden ve Biletix satış sistemi üzerinden satın alınabilir. Rehberli turlar hakkında detaylı bilgi ve rezervasyon için [email protected] adresine e-posta gönderilmesi yeterli.

Hector Zamora – “Maddesel Değişkenlik”

13 Eylül Cuma, 14.00, 16.00, 18.00

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fındıklı

Genellikle kamusal alanda oluşturduğu enstalasyonlarda cemaatlerin örgütlenme biçimlerini ve kentsel ve mimari ortamların bir kültü­rün mekân anlayışını nasıl ifade ettiğini araştıran Meksikalı sanatçı Hector Zamora, 13. İstanbul Bienali’nde “Maddesel Değişkenlik” adlı performansını gerçekleştirecek. Performans kaydının video üretimi tamamlandığında Zamora’nın yapıtı ARTER ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sergilenecek.

Performansta İstanbul’dan 35 tuğla işçisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin Fındıklı kampüsünde süre giden bir döngü halinde tuğlaları elden ele geçirecek ve tekrarlanan bu hareketlerine şarkı formunda seslendirdikleri bir şiirle eşlik edecekler. Performans, 13 Eylül Cuma günü, 14.00, 16.00 ve 18.00 saatlerinde herkesin katılımına açık olarak gerçekleştirilecek. Yaklaşık 10 dakika sürecek performansı izlemek isteyenlerin başlangıç saatinin 15 dakika öncesinde mekânda hazır olması gerekmektedir.

Belgeselci yaklaşımıyla çalışmalar üreten bir yazar ve araştırmalarını belgeleyici bir üslupla “çeken” bir filmci olan Hito Steyerl, Mart 2013’teki “I Dreamed a Dream: Politics in the Age of Mass Art Production” başlıklı konuşmasından hareketle 13. İstanbul Bienali için “Müze bir muharebe meydanı mıdır?” başlıklı bir sunum gerçekleştirecek. Hito Steyerl, 13 Eylül Cuma günü 19.00’da SALT Beyoğlu’nda gerçekleştirileceği sunumunda medya görüntüleri üzerinden yeniden kurguladığı silah sana­yisine ve bir müze ile bir savaş alanının nasıl bir bağı olabileceğine dair tartışmalara odaklanacak. Hito Steyerl’in aynı zamanda kaydedilecek sunumunun video kaydı, bienal süresince Antrepo no.3’te de izlenebilir.

Disiplinlerarası bir pratikten gelen Lübnanlı mimar ve sanatçı Maxime Hourani’nin projesi “Şarkılar ve Yerler Kitabı” (A book of songs and places) kapsamında farklı müzisyenler, sanatçılar, mimarlar, sosyologlar ve öğrencilerin de katılımıyla bir dizi atölye çalışması düzenleniyor.

11-17 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek atölye çalışmasının katılımcıları Bahar Deniz Çalış-Kural, Saadet Türköz ve Serkan Taycan olacak. İstanbul’un çevresinde bulunan farklı coğrafi alanlarda kırsal hayatın kentsel dönüşümle birleştiği bölgelere yapılan ziyaretlerin ardından, fiziki araziyi, insan manzaralarını ve bu öğelerin kentsel dönüşümle olan ilişkisini yorumlayan şarkı sözlerinin yazıldığı atölye çalışmasının bu seferki durağı Arnavutköy (Taşoluk, Hadımköy) olacak. Herkese açık olarak gerçekleştirilecek atölyelerde müzik geçmişine gerek bulunmuyor. Atölyelere katılım için [email protected] adresine e-posta göndermek yeterli. İkinci atölye çalışması 18-24 Eylül’de tarihlerinde gerçekleştirilecek.

Judith Butler / Seminer

15 Eylül Pazar, 17.00

Boğaziçi Üniversitesi, Uçaksavar Kampüsü, Garanti Kültür Merkezi,

Ayhan Şahenk Salonu

Feminist ve queer kuram üzerine ufuk açıcı çalışmalarının yanı sıra siyaset felsefesine katkılarıyla tanınan, Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’den ve Columbia Üniversitesi Misafir Öğretim Üyesi akademisyen ve düşünür Judith Butler, 13. İstanbul Bienali ile eşzamanlı olarak İstanbul’da bir seminer veriyor. 15 Eylül Pazar günü Boğaziçi Üniversitesi’nin Uçaksavar kampüsünde gerçekleştirilecek seminerde, temel bir hak olarak toplanma özgürlüğü ile ifade ve toplanma özgürlüğü arasındaki ilişki kamu, halk kavramı ve beden üzerinden tartışmaya açılacak.

Judith Butler semineri Columbia Global Centers | Turkey, İstanbul Bienali ve Boğaziçi Üniversitesi işbirliği ile gerçekleştiriliyor. Yer kapasitesi sınırlı olan etkinliğe rezervasyon yaptırmak iç[email protected] adresine e-posta göndermek gerekiyor.

 

Nerede Olursanız Olun ; 07 Ocak – 14 Ocak Arası Sanatla Olun !

The Mekan’da cuma akşamı Ezginin Günlüğü konseri saat 22.00’de başlayacak.

İSTANBUL

■ Devlet Tiyatroları Beykoz Ahmet Mithat Efendi Sahnesi’nde “Çirkin” cuma 20.00, cumartesi 15.00 ve 20.00, pazar 15.00. Cevahir Sahneleri Salon 1’de “Sidikli Kasabası” salı, çarşamba, perşembe, cuma 20.00, cumartesi 15.00 ve 20.00, pazar 15.00. Cevahir Sahneleri Salon 2’de “Açıl Kafam Açıl” salı, çarşamba, perşembe, cuma 20.00, cumartesi 15.00 ve 20.00. Küçük Sahne’de “Herkesin Bildiği Sırlar” salı, çarşamba, perşembe, cuma 20.00, cumartesi 15.00 ve 20.00. Küçükçekmece DT Sahnesi’nde “Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını” perşembe, cuma 20.00, cumartesi 15.00 ve 20.00, pazar 15.00. Üsküdar Stüdyo Sahne’de “Michelangelo” cuma 20.00, cumartesi 15.00. Üsküdar Tekel Sahnesi’nde “Sessizlik” çarşamba, perşembe, cumartesi 20.00, pazar 15.00. (0 212 292 39 00)

■ İstanbul Büyükşehir Belediyesi Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde “Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye” çarşamba 15.30 ve 20.00, perşembe, cuma 20.00, cumartesi 15.30 ve 20.00, pazar 15.30. GOP Ferih Egemen Sahnesi’nde “Üç Kardeş ve Muhteşem Kurt” perşembe, cuma 14.00, “Karagöz Tatlıcı” cumartesi pazar 12.00,. Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde “Şark Dişçisi” çarşamba, cumartesi 15.30 ve 20.00, perşembe, cuma 20.00, pazar 15.30. Kâğıthane Sadabad Sahnesi’nde “Buluşma Yeri” çarşamba 15.30 ve 20.00, perşembe, cuma 20.00, pazar 15.30. Kâğ. Küçük Kemal Sahnesi’nde “Uğur Böceği” perşembe, cuma 14.00. K. Haldun Taner Sahnesi’nde “Çığ” çarşamba, cumartesi 15.30 ve 20.00, perşembe, cuma 20.00, pazar 15.30. Ümraniye Sahnesi’nde “Toros Canavarı” çarşamba, cumartesi 15.30 ve 20.00, perşembe, cuma 20.00, pazar 15.30. Üsküdar K. Yılmazer Sahnesi’nde “Surname 2010” çarşamba, cumartesi 15.30 ve 20.00, perşembe, cuma 20.00, pazar 15.30. Üsküdar K. Yılmazer Sahnesi’nde “Büyünün Gözleri” çarşamba, cumartesi 15.30 ve 20.00, perşembe, cuma 20.00, pazar 15.30. (0212 455 39 00)

■ Bakırköy Belediye Tiyatroları Müşfik Kenter Sahnesi’nde “Külhanbeyli Müzikali” perşembe 20.30, “Sıkıyönetim” cuma, cumartesi 20.30, “Benim Güzel Pabuçlarım” cumartesi 11.00, “Hoşu’nun Utancı” pazar 11.00. (0212 414 96 47)

■ Dostlar Tiyatrosu’nun “Ben Bertolt Brecht” salı 20.30 Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi (0 212 253 67 11)

■ Ortaoyuncular’da “İşsizler Cennete Gider” cuma, cumartesi 20.00. “Nasri Hoca ve Muhalif Eşeği” pazar 18.00. (0 212 251 18 65)

■ Kenter Tiyatrosu’nda “Toplu Hikâyeler” cumartesi 20.30, pazar 15.00. (0 212 246 35 89)

■ Oyun Atölyesi’nde “Basit Bir Ev Kazası” salı 20.30, “Antonius ile Kleopatra” perşembe, cuma 20.30. cumartesi 16.00 ve 20.30, pazar 16.00. (0 216 345 39 39)

■ Kumbaracı50’de “Haz Makamı” bugün 20.30, “Lulabay Bir Cihangir Hikâyesi” salı 20.30, “Katilcilik” çarşamba 20.30, “Kara Sohbet” perşembe 20.30, “6 Üstü Oyun No: 1 Kimsenin Ölmediği bir Günün Ertesiydi” cuma 20.30, cumartesi 15.00 ve 20.30, “El El Üstünde Kimin Eli Var?” pazar 13.00. (0 212 243 50 51)

■ Tiyatro Pera’da “Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im” cuma, cumartesi 20.00, pazar 18.30.

■ İkincikat’ta “Limonata” bugün, “Barselo” salı, çarşamba, “Disosya” perşembe, “Yalnızlar Kulübü” cuma, cumartesi 20.30. (0 212 292 32 47)

■ Duru Tiyatro’da “Suç ve Ceza” cumartesi 20.30, “Tatlı Çarşamba” (0216 338 56 86)

■ Mekan Artı’da “Kozalar” bugün ve salı. “Anne ve Babalar İçin Cinsel Bozukluklar Rehberi” perşembe, cuma, cumartesi, “Bizde Yok!” pazar 20.30. (0 212 224 57 56)

■ Maya Sahnesi’nde “Meymenetsiz Musibet” bugün 20.30, “Site” çarşamba 20.30, “Pencere” cuma 20.30, “Mitoz” cumartesi 20.30. (0 212 252 74 52)

■ Tiyatro Kartela’nın “Peri Devden Korkuyor” oyunu bugün 20.00 Beyoğlu Hayal Kahvesi (0 212 245 10 48)

ANKARA

■ Akün Sahnesi’nde, “33 Varyasyon” 8, 9, 10, 11 Ocak’ta saat 20.00’de, 12 Ocak’ta saat 15.00 ve 20.00’de, “Pal Sokağı Çocukları/çocuk oyunu” 13, 19 ve 20 Ocak’ta saat 11.00’de, “Bir Delinin Hatıra Defteri” 15, 16, 17, 18 ve 19 Ocak’ta saat 20.00’de. (0 312 427 19 71)

■ Altındağ Tiyatrosu’nda, “Yosunlar” 8, 9, 10, 11 Ocak’ta saat 20.00’de, 12 Ocak’ta saat

15.00 ve 20.00’de, 13 Ocak’ta saat 15.00’te, “Boğaç Han/çocuk oyunu” 10 Ocak’ta saat 11.00’de, “Keçiler Adası/İzmir DT” 15, 16, 17, 18 Ocak’ta saat 20.00’de, 19 Ocak’ta saat 15.00 ve 20.00’de, 20 Ocak’ta saat 15.00’te. (0 312 316 59 02)

■ Büyük Tiyatro’da, “Hürrem Sultan” 8, 11 Ocak’ta saat 20.00’de, 13 Ocak’ta saat 15.00’te, “Aşk Hastası” 15, 18 Ocak’ta saat 20.00’de, 20 Ocak’ta saat 15.00’te. (0 312 324 22 10)

■ Çayyolu Cüneyt Gökçer Sahnesi’nde, “Fosforlu Cevriye/müzikal” 8-20 Ocak tarihleri arasında cumartesi günleri saat 15.00 ve 20.00’de, pazar günleri saat 15.00’te, diğer günlerde de saat 20.00’de, “Karlar Kraliçesi/çocuk oyunu” 11 ve 13 Ocak’ta saat 11.00’de. (0 312  240 00 91)

■ Küçük Tiyatro’da, “Venedik Taciri” 8, 9, 10, 11 Ocak’ta saat 20.00’de, 12 Ocak’ta saat 15.00 ve 20.00’de, “Keloğlan Keleşoğlan/çocuk oyunu” 10, 13, 17, 20 Ocak’ta saat 11.00’de, “Ben Ödüyorum” 15, 16, 17, 18 Ocak’ta saat 20.00’de, 19 Ocak’ta saat 15.00 ve 20.00’de. (0 312 311 11 69)

■ Oda Tiyatrosu’nda, “Krem Karamel” 8-12 Ocak tarihleri arasında saat 18.30’da, “Hüzzam” 15-19 Ocak tarihleri arasında saat 18.30’da. (0 312 311 11 69)

■ Stüdyo Sahne’de, “Jerry ve Tom” 8, 11 Ocak’ta saat 20.00’de, 13 Ocak’ta saat 15.00’te, “Bir Kahve Molası-Karıncalar” 15, 18 Ocak’ta saat 20.00’de, 20 Ocak’ta saat 15.00’te. (0312 397 30 24)

■ İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi’nde, “Cesaret Ana ve Çocukları” 9, 10, 16, 17 Ocak’ta saat 20.00’de, 12, 19 Ocak’ta saat 15.00’te. (0 312 397 30 24)

■ Şinasi Sahnesi’nde, “Yastık Adam” 8-13 Ocak tarihleri arasında cumartesi günleri saat 15.00 ve 20.00’de, pazar günleri saat 15.00’te, diğer günlerde de saat 20.00’de. (0 312 397 30 24)

■ Ankara Sanat Tiyatrosu’nda, “Selamün Kavlen Karakolu” 11, 12, 25 ve 26 Ocak’ta saat 20.00’de, 19 Ocak’ta saat 17.00 ve 20.00’de, “Zübük” 13, 20 ve 27 Ocak’ta saat 15.30’da,“Giderayak” 18 Ocak’ta saat 20.00’de, “Kadın Oyuncuları/Nâzım Hikmet Kültür Merkezi oyunu” 20 Ocak’ta saat 20.30’da. (0 312 417 76 76)

■ Mavi Sahne’de, “Tuluatmasyon/Her şey doğaçlama komik gösteri” 19 Ocak’ta saat 20.00’de, “Gıres” 11, 12, 25 ve 26 Ocak’ta saat 20.00’de, 13 ve 27 Ocak’ta saat 17.00’de, “Hiç-Neyzen Tevfik” 18 Ocak’ta saat 20.00’de. (0 312 241 02 33)

■ Tiyatro Pembe Kurbağa’da, “Hiçyemez Prenses” 12, 19 ve 26 Ocak’ta saat 12.00’de, “Bebek Tiyatrosu/Evden Kaçan Soba/0-3 yaş arası için” 13, 20, 27 Ocak’ta saat 12.00’de, “Ormanın Kralı/çocuk oyunu” 19 Ocak’ta saat 10.30’da. (0 312 418 02 98)

■ Ertan Gösteri Merkezi’nde, “Hastalık Hastası/çocuk oyunu” 8, 9, 10, 15, 16, 17, 22, 23 ve 24 Ocak’ta saat 10.30 ve 13.30’da, 13 ve 27 Ocak’ta saat 14.00’te, “Anadolu Ekspresi- Göç/müzikli performans” 12 Ocak’ta saat 20.00’de, “Yaşam Oyunu” 18 ve 19 Ocak’ta saat 20.30’da, 20 Ocak’ta saat 14.00’te. (0 312 212 32 31)

■ Tiyatro Tempo’da, “Dostum Aslan/çocuk oyunu (+8)” 20 Ocak’ta saat 16.00’da, “Bavuldaki Hayatlar/gençlik oyunu” 11 Ocak’ta saat 20.00’de, “Salkım Söğüt Dans Ediyor/çocuk oyunu (+3)” 13 Ocak’ta saat 13.00’te, “Benim Sevgili Yağmurum/gençlik oyunu” 18 Ocak’ta saat 20.00’de, “Mutlu Kelebek/çocuk oyunu (+3)” 20 Ocak’ta saat 13.00’te. (0 312 232 32 92)

ADANA

■ Adana Devlet Tiyatrosu, yeni yıla “Merhaba” dediği, “Kırkından Sonra” adlı oyunu yarından itibaren yeniden sahneleyecek. Alfanso Paso’nun yazdığı, Hale Kuntay’ın çevirdiği ve Ali Hürol’un yönettiği oyun, çarşamba, perşembe ve cuma günü 20.00’de, cumartesi günü ise 15.00 ve 20.00’de Hacı Ömer Sabancı Kültür Merkezi Sahnesi’nde tiyatro severlerle buluşturulacak. Zeynep Kaçar’ın yazdığı, Fırat Demirağ’ın yönettiği, “Dış Ses” adlı oyunu Fuaye Sahne’de çarşamba, perşembe ve cuma günleri 18.00’de sahnelemeyi sürdüren ADT oyuncuları, çarşamba günü 14.00, pazar günü 11.00’de de, “Yedi Köyün Yargıcı” adlı müzikli güldürülü çocuk oyunu ile küçük tiyatroseverlerin karşısında olacak. (0322 3523355)

İSKENDERUN

■ İskenderun Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncuları, Seyfettin Babat’ın yazdığı, “İki Karışık Bir Kabare” adlı müzikal oyunu cumartesi günü 14.30’da yeniden sahneleyecek. İskenderun Belediyesi Kültür Sarayı’nda sahnelenecek oyunun Sabit Güldüren’e ait müziklerini Didem Yücelen ve Hakan Koşal seslendirdi. Özer Yüksel, Seyfettin Babat, Tamer Aytan, Eda Babat, Birsen Özer, Gamze Çakmak, Lina Arusoğlu, Hakan Koşal, Yonca Karpuz, Utku Palta, Şule Ataman Sayın’ın rol paylaştığı oyun, birbirinden bağımsız üç bölümden oluşuyor. (0326 6134990)

Sergi

İSTANBUL

■ Serrdar Yılmaz’ın “Yolunu Bul” isimli sergisi 8 Ocak – 9 Şubat tarihleri arasında PiArtworks’te. (0212 245 40 87)

■ Selma Gürbüz’ün “Uzun Gece. Uzak Yolculuklar” isimli sergisi 8 Ocak – 9 Şubat tarihleri arasında Rampa’da. (0212 327 08 00)

■ Ahmet Müderrisoğlu’nun “Kurt Duruşu” isimli sergisi 8-31 Ocak tarihleri arasında Galeri Selvin’de. (0212 263 74 81)

■ Albina Onay ve Fatih Dülger’in sergisi 8-29 Ocak tarihleri arasında Evin Sanat Galerisi’de. (0212 265 81 58)

■ Görkem Ergün’ün “Çiğ” isimli sergisi 9 Ocak – 2 Şubat tarihleri arasında Poligon’da. (0212 292 59 68)

■ Uğural Gafuroğlu’nun “Ondan, bundan, şundan…” isimli sergisi 9-27 Ocak tarihleri arasında GaleriFE’de. (0216 368 03 78)

■ Kadir Akorak’ın “Soyut” isimli sergisi 10 – 20 Ocak tarihleri arasında Galeri Espas’ta. (0212 227 70 17)

■ Su Yücel’in sergisi 10 Ocak – 9 Şubat tarihleri arasında Terakki Vakfı Sanat Galerisi’nde. (0212 351 00 60)

■ Sibel Kocakaya’nın “Yeni Aygı – Beden ve Sınırlar” isimli sergisi 10 Ocak – 16 Şubat tarihleri arasında Mixer’de.

■ DunHuang’ın Renkleri: İpek Yolu’na Açılan Büyük Kapı isimli sergi 7 Ocak 2013’e kadar MSGSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde.

■ Zeki Kıral’ın “Sanatta 66. yıl” isimli sergisi 7 Ocak’a kadar Galeri İdil’de. (0212 283 23 83)

■ Kutlukhan Perker’in “Metafor” isimli sergisi 8 Ocak’a kadar ENKA Dr. Clinton Vickers Sanat Galerisi’nde.

■ Orhan Taylan’ın “2012 çalışmaları” isimli sergisi 9 Ocak’a kadar Kızıltoprak Sanat Galerisi’nde. (0216 418 38 06)

■ BULUŞMA 2 isimli karma sergi 9 Ocak’a kadar GaleriFE’de. (0216 368 03 78)

■ Türkan Taybara’nın “Nehir ve Toprak” isimli sergisi 9 Ocak’a kadar Bindallı Sanatevi’nde. (0212 252 79 66)

■ Bedri Rahmi Eyüboğlu, Mehmet Pesen, Ruzin Gerçin ve Reha Yalnızcık’ın sergisi 10 Ocak’a kadar Ürün Sanat Galerisi’nde.

■ Hüsnü Koldaş’ın “Zaman Dışı” isimli sergisi 10 Ocak’a kadar Akademililer Sanat Merkezi’nde. (0212 245 02 29)

■ Faruk Akbaş’ın “Anlar ve İzler” isimli fotoğraf sergisi 11 Ocak’a kadar Fototrek’te. (0212 251 90 14)

■ Özlem Üner’in “Ayrık Otu” isimli sergisi 11 Ocak’a kadar Galeriartist Çukurcuma’da. (0212 251 91 63)

■ Deniz Yünem’in “Game Over” isimli sergisi 11 Ocak’a kadar ACADéMİE LéON’da.

■ Demir Kardaş’ın “Faili Meçhul Olaylar” isimli sergisi 11 Ocak’a kadar Galeri/Miz’de. (0212 241 76 66)

■ Iván Navarro’nun “Tünelin Ucundaki Işık” isimli sergisi 12 Ocak’a kadar Egeran Galeri’de. (0212 251 12 51)

■ Nalan Yırtmaç’ın “Lütfen Arkaya Doğru İlerleyiniz II: Afetşehir” isimli sergisi 12 Ocak’a kadar Galeri x-ist’te. (0212 251 12 51)

■ Seza Paker’in “Huzur Denizi” isimli sergisi 12 Ocak’a kadar Galerist’te. (0212 252 18 96)

■ Pawel Althamer’in “6 Heykel” adlı sergisi 12 Ocak’a kadar Galeri Mana’da. (0212 243 66 66)

■ Erdoğan Zümrütoğlu’nun “Kozmatik Şiddet” isimli sergisi 12 Ocak’a kadar The Empire Project’te. (0212 292 59 68)

■ Canan Dağdelen’in “an_uzam” isimli sergisi 12 Ocak’a kadar Galeri Apel’de.

■ Şenol Yorozlu’nun sergisi 12 Ocak’a kadar Galeri Oda’da. (0212 259 22 08)

■ Derya Kılıç’ın “Bilmek, Görmek…” isimli sergisi 12 Ocak’a kadar Maçka Sanat Galerisi’nde.

■ Milas Çomakdağ’ın sergisi 12 Ocak’a kadar Fransız Kültür Merkezi’nde. (0212393 81 11)

■ ‘Doğadan Bir Hediye’ Yedigöller Fotoğraf Sergisi 12 Ocak’a kadar Fotofilm Sanat Merkezi’nde. (0 212 244 04 95)

■ Jose Manuel Navia’nın “İspanya: UNESCO Dünya Mirası” isimli fotoğraf sergisi 12 Ocak’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde. (0212 230 19 76)

■ Candaş Şişman’ın sergisi 13 Ocak’a kadar Pg Art Galeri’de. (0212 252 80 00)

■ Anna Lechner ’in sergisi 13 Ocak’a kadar Avusturya Hastanesi’nde.

■ Özlem Üner’in sergisi 15 Ocak’a kadar Çukurcuma Artist Galeri’de.

■ Doğuş Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyeleri Sergisi 15 Ocak’a kadar Cemal Reşit Rey’de.

■ Belma Ersu’nun sergisi 15 Ocak’a kadar Bahariye Sanat Galerisi’nde.

■ Istvan Orosz’un afiş sergisi 15 Ocak’a kadar Cemal Reşit Rey Sergi Salonu’nda.

■ Daniele Guido’nun sergisi 15 Ocak’a kadar Beylikdüzü Migros Alışveriş Merkezi’nde.

■ Ramiz Aydın’ın sergisi 16 Ocak’a kadar Niş Art Gallery’de. (0212 232 25 82)

■ Şahin Paksoy’un fotoğraf sergisi 18 Ocak 2013’e kadar 44A Sanat Galerisi’nde. (0212 233 33 80)

■ Joachim Schmeisser’in fotoğraf sergisi 19 Ocak 2013’e kadar Immagis Galeri’de.

■ Özcan Uzkur’un sergisi 19 Ocak’a kadar Galeri İlayda’da. (0212 227 92 92)

■ Abdulkadir Öztürk’ün sergisi 19 Ocak’a kadar TEM Sanat Galerisi’nde. (0212 247 08 99)

■ Seza Paker ’in “Huzur Denizi” isimli sergisi 19 Ocak’a kadar Galerist’te. (0212 252 18 96)

■ Uygur Yılmaz’ın “tekrar eden yanlış anlamalar” isimli sergisi 19 Ocak’a kadar .artSümer’de. (0212 249 1035)

■ Serkan Taycan’ın “Kabuk” isimli sergisi 19 Ocak’a kadar Elipsis Gallery’de. (0212 249 48 92)

■ Mehmet Arpacık’ın “Dünyam” isimli sergisi 19 Ocak’a kadar İstanbul Sanayi Odası Sanat Galerisi’nde. (0212 251 46 31)

■ Bakış – Portre Fotoğrafının Değişen Yüzü isimli sergi 20 Ocak’a kadar İstanbul Modern’de.

■ Hans Scheib ve Reinhard Stangl’ın “Tünel Berlin – İstanbul” isimli sergisi 20 Ocak’a kadar Arte Istanbul Sanat Merkezi’nde.

■ Ertan Aşar’ın kişisel sergisi Profilo Alışveriş Merkezi Sanat Galerisi’nde 22 Ocak tarihine kadar görülebilir.

■ Gülhan, Mustafa Demirpençe ve Ümmühan Tunçtürk’ün “Şehirsel Anlatım” isimli sergisi 23 Ocak’a kadar Deyim Sanat Galerisi’nde.

■ Sezai Kara’nın sergisi 25 Ocak’a kadar Bakraç Sanat Galerisi’nde.

■ Bahar Oganer’in “Deramland” isimli sergisi 26 Ocak’a kadar Drimart’ta. (0212 291 34 34)

■ Sultan II. Beyazıt’ın özel eşyalarının yer aldığı sergi 28 Ocak 2013’e kadar Topkapı Sarayı’nda.

■ Magdalena Abakanowicz’in “İnsanlık Serüveni” isimli sergisi 30 Ocak’a kadar Akbank Sanat’ta.

■ Gogi Çagelişvili’nin “İstanbul” isimli sergisi 30 Ocak’a kadar Pirosmani Sanat Galerisi’nde. (0212 252 68 12).

■ Mustafa Ata’nın sergisi 30 Ocak’a kadar Mustafa Kemal Merkezi – Beşiktaş Çağdaş Salonları’nda.

■ Nejat Türkmen’in “Duvarın Diyalektiği” isimli sergisi 31 Ocak’a kadar C.A.M. Galeri’de. (0212 245 79 75)

■ Bubi’nin heykel sergisi 31 Ocak’a kadar Artcollection’da.

■ Nermin Ülker’in “Pencerem” isimli sergisi 31 Ocak’a kadar C.A.M. Galeri’de. (0212 245 79 75)

■ Manzara Hakkında isimli karma sergi 31 Ocak’a kadar Mine Sanat Galerisi’nde. (0212 232 38 13)

■ İsa Çelik’in 55. sanat yılı fotoğraf sergisi 31 Ocak’a kadar Schneidertempel Sanat Merkezi’nde.

■ Mustafa Ata’nın sergisi 31 Ocak’a kadar Mustafa Kemal Merkezi – Beşiktaş Çağdaş Salonları’nda.

■ Cemile Bulut’un “Siyah- Beyaz Yolculuk” isimli sergisi 31 Ocak’a kadar Petrol-İş Sendikası’nın Altunizade’deki Genel Merkez Sergi Salonu’nda.

■ Zahit Büyükişliyen’in retrospektif sergisi 2 Şubat’a kadar İş Sanat Kibele Galerisi’nde.

■ Nuray Özler Yolcu’nun “izleyen-izlenen” isimli sergisi 2 Şubat’a kadar Doruk Sanat Galerisi’nde.

■ İlerlemenin Kutsallığı ve Zorbalığı isimli karma sergi 2 Şubat’a kadar Alanİstanbul’da.

■ Ali Alışır’ın “Sanal Savaşlar” isimli fotoğraf sergisi 2 Şubat’a kadar Art On İstanbul Galerisi’nde. (0212 259 15 43)

■ Bilinmeyen Ara Güler isimli sergi 3 Şubat’a kadar G-Art Galeri’de. (0212 296 08 76)

■ Hasip Pektaş’ın “Resimler, Ekslibrisler” isimli sergisi 16 Şubat’a kadar Galeri Işık Teşvikiye’de. (0212 233 12 03)

■ Erdem Taşdelen’in “Yarı Farkında Özne” isimli sergisi 16 Şubat’a kadar NON’da. (0212 249 87 74)

■ Alpin Arda Bağcık, Egemen Bostancı, Buğra Erol, Dilek Gökçen, Volkan Kızıltunç’un sergisi 17 Şubat’a kadar Plato Sanat’ta. (0212 444 76 96)

■ Bir Başkentin Su Yolları isimli sergi 18 Şubat’a kadar Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde.

■ Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “İstanbul Destanı” isimli sergisi 19 Şubat’a kadar Çırağan Sarayı’nın giriş katındaki Sanat Galerisi’nde.

■ Çin Hazineleri Sergisi 20 Şubat’a kadar Topkapı Sarayı’nda.

■ Çin mağara sanatı sergisi 20 Şubat’a kadar MSÜ Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde.

■ Joseph Kosuth’un “Uyanma” isimli sergisi 23 Şubat’a kadar Kuad Galeri’de.

■ Bashir Borlakov, Canan, Cevdet Erek, Katsumi Hayakawa, Emre Hüner, Meltem Işık, Ahmet Doğu İpek, Lee Jinju, Robert Longo, Stefan Thiel, Erinç Seymen, Jennifer Steinkamp, Pae White ve Burcu Yağcıoğlu’nun sergisi 23 Şubat’a kadar Nesrin Esirtgen Collection’da. (0212 243 78 53)

■ 1952 – 2012 Sualtına Işık Tutanlar sergisi 28 Şubat’a kadar Rezan Has Müzesi’nde. (0212 533 65 32)

■ NO.2 isimli karma sergi 2 Mart’a kadar Nesrin Esirtgen Collection Mekânı’nda. (0212 243 7853)

■ “Inside” isimli karma sergi 2 Mart’a kadar Merkur’de. (0212 225 37 37)

■ Takılabilir Heykel ve Heykel Sergisi 21 Mart’a kadar Simya Galeri’de. (0212 259 77 40)

■ Değişen Zamanların Mimarı Edoardo de Nari 1874 – 1954 isimli sergi 20 Nisan’a kadar İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde. (0212 334 09 00)

■ El Emeği Göz Nuru isimli sergi 26 Mayıs’a kadar Sadberk Hanım Müzesi’nde. (0212 242 38 13)

■ Biz bu memleketi seninle sevdik Lefter sergisi 24 Haziran’a kadar Adalar Müzesi’nde.

■ İşte Güneş isimli sergi 14 Temmuz’a kadar Rahmi Koç Müzesi’nde. (0212 369 66 00)

■ Göç Bağlantıları Sergisi 22 Aralık 2014’e kadar Adalar Müzesi’nde.

BODRUM

■ ale Yılmabaşar – Sedef Yılmabaşar’ın resim sergisi 20 Ocak’a kadar Bodrum Nurol Sanat Galerisi’nde.

ANKARA

■ Selda Eren – resim – 9 Ocak’a dek – Galeri Soyut’ta. (0 312 438 86 70)

■ Yiğit Dündar&Ali Özer – resim – 9 Ocak’a dek – Galeri Soyut’ta. (0 312 438 86 70)

■ Küçük Şeyler – resim ve seramik – 9 Ocak’a dek – Galeri Soyut’ta. (0 312 438 86 70)

■ İbrahim Balaban – resim – 10 Ocak’a dek – ARETE Sanat Galerisi’nde. (0 312 440 08 81)

■ Aida Arghavanian – resim – 11 Ocak’a dek – Atlas Sanat Galerisi’nde. (0 312 468 59 04)

■ Koleksiyoncular Derneği/Ankara Sergisi – fotoğraf – 11 Ocak’a dek – Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde. (0 312 442 30 50)

■ Cepheden Artegena – fotoğraf – 13 Ocak’a dek – Galeri Kara’da. (0 312 433 12 35)

■ Orhan Umut – resim – 14 Ocak’a dek – Armoni Sanat Galerisi’nde. (0 312 440 43 24)

■ Ayla Aksoyoğlu – resim – 17 Ocak’a dek – Krişna Sanat Galerisi’nde. (0 312 418 02 53)

■ Bahar Artan Oskay – resim – 18 Ocak’a dek – Ziraat Bankası Kuğulu Sanat Galerisi’nde. (0312 584 40 35)

■ Hülya Karabulut – resim – 18 Ocak’a dek – Türkiye Kalkınma Bankası Sanat Galerisi’nde. (0 533 318 47 90)

■ Yavuz Deniz – resim – 19 Ocak’a dek – Fırça Sanat Galerisi’nde. (0 312 438 60 08)

■ Muharrem Pire – resim – 22 Ocak’a dek – Sevgi Sanat Galerisi’nde. (0 312 441 26 34)

■ Miray Ünal – figür – 25 Ocak’a dek – Ziraat Bankası Mithatpaşa Sanat Galerisi’nde. (0 312 417 84 58)

■ Funda İyce Tuncel – resim – 27 Ocak’a dek – Mustafa Ayaz Sanat Galerisi’nde. (0 312 285 89 98)

■ Temuçin Çeviren – yağlıboya resim – 30 Ocak’a dek – Medya Sanat Galerisi’nde. (0 312 428 39 55)

■ Yan Yana – karma resim – 31 Ocak’a dek – Peker Sanat Evi’nde. (0 312 439 30 03)

ADANA

■ Aydın Doğan Vakfı tarafından her yıl düzenlenen serbest konulu Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması Sergisi, 75. Yıl Sanat Galerisi’nde sürüyor. Sergide, 29. kez düzenlenen yarışmada ilk üç dereceyi paylaşan Doğan Arslan ile İranlı sanatçı Javad Alizadeh, Sırbistan’dan Vladimir Stankovski ve Polonya’dan Pawel Kuczynski’nin yanı sıra çalışmaları Başarı Ödülü’ne değer görülen Jose Antonio Costa (Brezilya), Ludo Goderis (Belçika), Musa Gümüş (Türkiye), Muhittin Köroğlu (Türkiye), Aliyeh Mazaheri (İran), Rodrigo Mıneu (Brezilya), Negin Naghiyeh (İran), Sergey Riabokon (Ukrayna), Raimundo Waldez (Brezilya), Cai Weidong (Çin) ve Bert M.L Witte’nin (Hollanda) eserleri yer alıyor. Sergi 20 Ocak tarihine dek sanatseverlerin izlenimine açık tutulacak.

■ Hikmet Karabucak 31. kişisel sergisini AÇS Sanat Galeresi’nde açtı. Sanatçının yağlıboya çalışmalarının yer aldığı sergiyi sanatseverler 24 Ocak tarihine dek ziyaret edebilecek.

■ Resim sanatçıları Asuman Sevdinli, Berna Özlem Özcan, Dilek Eşiyok, Eser Afacan, Ilgın Erdem, Muzaffer Tire, Nurseren Tor, Soner Tire, Süleyman Algan, Ünal Kuş, Veli Mert ve Zeki Umay’ın çalışmalarının yer aldığı, “Yalnızca Barışa Tarafız” adlı sergi Galeri Altan’da 15 Ocak tarihine dek izlenime açık olacak. (0322 4593458)

İZMİR

■ Serdar Yörük’ün mumlu batik sergisi, 7 Ocak’a kadar İzmir?Sanat’ta izlenimde.

■ Yasemin Doryan Erdem‘in “Yeniye Doğru Oluşumlar” adlı sergisi, 9 Ocak’a kadar Çetin Emeç Sanat Galerisi’nde.

■ TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi’ üyelerinin çalışmalarının yer aldığı karma sergi, Ahmed Adnan Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde açıldı. Resim, heykel, fotoğraf ve minyatür çalışmalarının yer aldığı sergi, 11 Ocak’a kadar görülebilecek.

Müzik

İSTANBUL

■ Nardis Jazz Clubta bu akşam Yansımalar saat 21.30’da, yarın Önder Focan Trio saat 21.30’da, çarşamba günü Ülkü Sunat Quartet saat 21.30’da, perşembe günü Yavuz Akyazıcı Quartet saat 21.30’da, cuma Ayşe Gencer Quintet saat 22.30’da, cumartesi günü Önder Focan ve Meltem Ege saat 22.30’da. (0212 244 63 27)

■ Hayal Kahvesi’nde bu akşam saat 22.30’da Batu’nun Muayyen Günü ve 00.30’da Flexible, yarın Aklan Akdağ saat 22.30’da ve Fair Play saat 00.30’da, çarşamba günü İyi Gün Dostları saat 22.30’da ve Özge Fışkın saat 00.30’da, perşembe günü Halimden Konan Anlar saat 22.30’da ve RadioLux saat 00.30’da, cuma günü Suzan Kardeş ve Bekriya Band saat 22.30’da ardından Nev saat 00.30’da, cumartesi günü Tablao Flamenco saat 20.30’da, Soul Stuff saat 00.30’da ve Julyen saat 01.00’de, pazar günü Erdem Akakçe Band saat 00.30’da görülebilir. (0212 245 10 48)

■ Jolly Joker İstanbul’da çarşamba günü Ersel Serdarlı saat 21.00’de, perşembe günü Çelik saat 21.00’de, cuma günü Pilli Bebek saat 21.00’de, cumartesi günü Gripin saat 22.00’de. (0212 249 07 49)

■ Ghetto’da çarşamba günü Express Buzuki Night saat 21.45’te, perşembe günü Ali Erel saat 21.45’te, cuma günü Neyse / Gren saat 22.30’da, cumartesi günü Ayhan Sicimoğlu ve Latin All Stars saat 22.30’da. (0212 251 75 01)

■ Babylon’da yarın Support Vinyl: Plakhane saat 20.00’de, çarşamba günü Chinawoman saat 21.30’da sonrasında Age üf yaa ve Murat Reform saat 23.00’te, perşembe günü Chinawoman saat 21.30’da, cuma günü The Red Hot saat 22.00’de ardından 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses saat 23.00’te, cumartesi günü Kulakkurdu Ohrwurm saat 22.00’de ve Portecho saat 23.00’te. (0212 292 73 68)

■ Salon İKSV’de perşembe günü Ceyl’an Ertem saat 21.30’da, cuma günü Trust saat 21.30’da, cumartesi günü Melis Danişment saat 22.30’da dinleyicileri ile buluşacak. (0212 334 07 00)

■ Borusan Müzik Evi’nde çarşamba günü Weed Feat. Saadet Türköz saat 21.30’da, perşembe günü Mr. Wagner’s First Fluxus Company – Colongne, Frankfurt, Berlin saat 20.00’de, cuma günü Sanlıkol ve Mutlu Quitet Feat. Erkan Oğur saat 20.00’de, cumartesi günü Ulf Wakenius ve Lars Danielsson saat 21.30’da. (0121 336 32 80)

■ Lütfi Kırdar Anadolu Auditorium’unda perşembe günü saat 20.00’de Borusan Filarmoni Orkestrası ve cuma günü saat 20.00’de İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası dinlenebilir. (0212 373 11 00)

■ The Mekan’da cuma akşamı Ezginin Günlüğü konseri saat 22.00’de başlayacak.

■ İş Sanat’ta perşembe günü Parlayan Yıldızlar saat 20.00’de. (0212 215 60 29)

■ Bostancı Gösteri Merkezi’nde Hande Yener – Sinan Akçıl konseri cumartesi günü saat 19.00’da. (0216 362 11 61)

■ The Hall’de cumartesi günü Nathan Fake saat 22.00’de dinlenebilir. (0212 244 87 37)

ANKARA

■ CSO Konser Salonu’nda, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın (CSO) şef Raoul Gruneisyönetiminde vereceği, Maurice Steger’in (blok flüt), Daniele Caminiti (lavta) ve Mauro Valli’nin (barok çello) solist olarak yer alacağı konser, 10 ve 11 Ocak’ta saat 20.00’de. (0 312 309 13 43)

■ ATO Kongre ve Sergi Sarayı’nda, Sezen Aksu’nun vereceği konser 2 Şubat’ta saat 21.00’de. (0 312 285 03 85)

■ Jolly Joker Ankara’da, Emre Aydın konseri 11 Ocak’ta saat 22.00’de, Duman konseri 12 Ocak’ta saat 22.00’de, Demir Demirkan konseri 17 Ocak’ta saat 21.00’de, Athena konseri 18 Ocak’ta saat 22.00’de, Funda Arar konseri 19 Ocak’ta saat 22.00’de, Çelik konseri 24 Ocak’ta saat 21.00’de, Feridun Düzağaç konseri 24 Ocak’ta saat 22.00’de, Cem Adrian konseri 26 Ocak’ta saat 22.00’de. (0 312 424 11 11)

Art İstanbul, 19 – 25 Kasım tarihlerinde

İstanbul’un yeni sanat haftası Art İstanbul, 19-25 Kasım tarihlerinde kentteki galeri, müze ve sanat kurumlarını ortak bir yapı içinde buluşturuyor. Hedef çağdaş sanat ortamını daha da görünür kılmak. Art İstanbul haritasını kılavuz alıp, kentteki sergileri derledik.

Pera Müzesi: İçeriği açısından dünyadaki tek örnek olan Yannick ve Ben Jakober Vakfı Çocuk Portreleri Koleksiyonu’ndan derlenen ‘ Altın Çocuklar: 16.-19. Yüzyıl Avrupası’ndan Portreler’ sergisi Mihrimah Sultan ’dan Fransa Kralı XIV. Louis’ye Avrupa kraliyet ailelerine ve yüksek aristokrasisine mensup çocukların portrelerini bir araya getiriyor. ‘Flash-Back, Yannick Vu & Ben Jakober, Yapıtlar: 1982-2012’ sergisi de en az ‘Altın Çocuklar’ kadar ilgi çekici. Müzenin daimi sergisi ise oryantalist resmin seçkin örneklerinden oluşuyor.
Proje 4L: Soyut sanatın öncülerinden Abdurrahman Öztoprak’ın anısına açılan sergi, 5 Ocak’a kadar uzatıldı. 40 yaş üstü heykelcileri bir araya getiren ‘40+ İstanbul ’un açık hava heykel terası’ sergisi 1 Aralık’a kadar açık.
Arter: Başak Şenova’nın küratörlüğünü yaptığı ‘Hamle’ sergisinde Adel Abidin, Rosa Barba ve Runa Islam’ın işleri yer alıyor. Aslında üç kişisel sergiden oluşan ‘Hamle’nin küratöryel yöntemi, sergideki hareket alanlarını satranç oyununa gönderme yaparak genişleten, hesaplanmış bir yapıya dayanıyor.
Merkur: İzmirli heykeltıraş Ozan Oganer’in dantel, iğne oyası gibi materyalleri de kullandığı eserleri 27 Aralık’a kadar Merkur’daki ‘Dilemma’ sergisinde.
x-ist: Son dönemin gözde isimlerinden Ekin Saçlıoğlu’nun desen, tuval ve objelerinin yer aldığı ‘Çukur’ sergisi 22 Kasım – 15 Aralık’ta görülebilir.
Çağla Cabaoğlu Gallery: Gökhan Deniz, kişisel sergisi ‘Hangisi Daha Gerçek?’te paslanmaz çelik malzemeyi resim disipliniyle buluşturuyor. 17 Aralık’a kadar görülebilir.
Kare Sanat Galerisi: Türkiye resminin yaşayan en büyük isimlerinden Adnan Çoker’in ‘Minimal Simetri’ sergi serisinin üçüncüsü Kare’de. Ziyaretçilerin, daha önce Çoker resminde karşılaşmadıkları tuval boyutlarının yanı sıra retrospektif serisinden resimleri görebilme imkânı da bulabilecekleri sergi 20 Kasım-31 Aralık’ta görülebilir.
Galeri İlayda: 1985 doğumlu ressam Nurdan Likos, kendi kişisel hikâyesinden yola çıkarak kadınlığın ‘mahrem’ dünyasına bakıyor. ‘Aklımdakiler’ 8 Aralık’a kadar devam ediyor.
Galeri Artist: Yaşamını Elbe Adası’nda sürdüren Behçet Safa’nın işleri 30 Kasım’a kadar görülebilir.
art On İstanbul: Eserlerini popüler kültür, partiler ve tüketim çılgınlığı üzerine kurgulayan Çinli sanatçı Han Yajuan, Türkiye’deki ilk kişisel sergisinde ‘moda’ temasını irdeliyor.
Rampa: Erinç Seymen, üç senelik çalışmasının ürünü olan ‘Tohum ve Kurşun’ sergisiyle Rampa’da. 12 Aralık’a kadar sürecek sergide Seymen’in ince işçiliğinin ürünü desenlerinin yanı sıra video ve performans gibi disiplinleri de barındırdığı ‘Sangoi’ projesi ise ilk kez seyirci karşısına çıkacak.
All Arts: Çizgi, ışık ve gölge dengesini araştırdığı iki boyutlu heykelleriyle tanınan Hal Buckner’ın kişisel sergisi 20 Kasım’dan itibaren Nişantaşı Sofa Otel’deki All Arts galerisinde.
Galeri Zilberman: Türkiye’de araştırma odaklı toplumsal boyutlu, feminist sanat üretiminin ilk akla gelen temsilcilerinden İpek Duben’in demir ve çelik profillerle katmanlaştırdığı işleri 1 Aralık’a kadar Galeri Zilberman’da görülebilir.
Galeri Non: Meriç Algün Ringborg, Olof Olsson, Pilvi Takala ve Erdem Taşdelen’in ‘Aşamalı Değişim’ sergisi ismiyle popüler kişisel gelişim kitaplarına göz kırpıyor, sonuçtansa sürece odaklanıyor. ‘Aşamalı Değişim’ 24 Aralık’a kadar devam edecek.
Galerist: Figüratif ve hipergerçekçi resimleriyle tanınan genç ressam Rasim Aksan ilk kişisel sergisini açtı. ‘İsimsiz 1’ başlıklı sergi 15 Aralık’a kadar Galerist’te. 20 Kasım’da sergiyi Aksan ve Marcus Graf eşliğinde dolaşmak mümkün.
Sanatorium: Alman sanatçı Stephan Kaluza’nın Türkiye’deki ikinci kişisel sergisi ‘Arkadienmaschine’ ismini doğal güzellik, adalet ve özgürlüğün bulunduğu ütopya ‘Arcadia’dan alıyor. Sergi, 1 Aralık’a kadar devam ediyor.
Galeri Apel: ‘Keşke’, Zeynep Perinçek Signoret’nin Galeri Apel’deki üçüncü kişisel sergisi. 1 Aralık’a kadar devam edecek sergide sanatçı, ‘farklılıkların bir araya gelebilmesi’ gibi özlemlerini yansıtıyor. 22-23 Kasım’daki Suzy Hug Levy stüdyo ziyaretleri de galerinin etkinlikleri arasında.
Pi Artworks: Nejat Satı’nın iki ayrı serisinden işlere yer verdiği ‘Halet-i Ruhiye’ Pi ArtworksGalatasaray ’da, Juan Botello Lucas’ın ‘Yedi Uyurlar’ efsanesinden feyz aldığı ‘Yedi Uyurlar (İkinci Diriliş)’ ise Pi Artworks Tophane’de. İki sergi de 25 Aralık’a kadar devam ediyor.
artSümer: Onur Gülfidan’ın dördüncü kişisel sergisi ‘Harika Günler’deki resimlerinde planlanamaz, öngörülemez anların peşine düşüyor. ‘Harika Günler’ 22 Aralık’a kadar devam ediyor.
Galeri Manâ: Pawel Althamar, İstanbul’daki ilk kişisel sergisinde Deustche Guggenheim, Berlin’in siparişi üzerine ürettiği ‘Almech’ yerleştirmesinden altı heykeli sergiliyor. Serginin bitiş tarihi 12 Aralık.
Pg Art Gallery: Çin, Tayvan, Kuzey Kore ve Hollanda ’da birçok anıtsal heykeli yer alan Jerome Symons, İstanbul’daki kişisel sergisi ‘Mutlu Günler’de farklı kültürlerden çeşitli unsurları yan yana getirerek zıtlıklarla dolu bir atmosfer yaratıyor.
Elipsis Gallery: Alman fotoğrafçı Olaf Otto Becker’in Türkiye’deki ilk kişisel sergisi ‘Sıfır Noktası Üzerinde’ Grönland manzaralarıyla sanatçının ekolojik endişelerini ve doğanın ihtişamını yansıtıyor. Son gün 14 Aralık.
Egeran Galeri: Türkiye’de ilk kişisel sergisini açan bir başka uluslararası sanatçı da Ivan Navarro. ‘Tünelin Ucundaki Işık’ sergisinde Şili’de doğan, ABD’de yaşayan sanatçının 2009 Venedik Bienali’nde sergilenen ‘Direniş’ yerleşmesi de bulunuyor. Sergi 22 Kasım’da açılıyor.
Pilot Galeri: Türkiye’de güncel sanatın yıldızlarından Şener Özmen, ‘Sıfır Tolerans’ başlıklı sergisinde son dönem işlerine ağırlık veriyor. Sanat dünyasının her şeyi mümkün olduğunca hoş görme haline nasıl geldiğinin ‘tolerans’ ve ‘sıfır tolerans’ kavramları üzerinden sorgulandığı sergi 27 Aralık’a kadar sürüyor.

C.A.M. Galeri : Cem Turgay’ın ‘karanlık ve dramatik etkisi yoğun’ fotoğrafları 9 Aralık’a kadar C.A.M. Akaretler’de. 22 Kasım’da sergiyi sanatçı eşliğinde görmek mümkün. 23 Aralık’ta yine C.A.M. Akaretler’de Mahmut Celayir’in atölyesini ziyaret etkinliği var. C.A.M. Nişantaşı ise Michael Caudo, Elif Uras gibi isimlerin yer aldığı ‘Son Aynı Zamanda Başlangıçtır’ sergisin ağırlıyor.

İstanbul Modern Şu sıralar Tasarım Bienali’nin iki ana sergisinden biri olan Emre Arolat küratörlüğündeki ‘Musibet’ sergisinin yanı sıra ‘Çağraş Çin Sanatına Bir Bakış’ ve ‘Bakış: Portre Fotoğrafının Değişen Yüzü’ sergilerine ev sahipliği yapıyor. Üç sergi de hayli etkileyici. Müzenin daimi sergisi ise modern ve çağdaş Türkiye sanatının kapsamlı bir özeti niteliğinde.

Galeri Nev İstanbul 1999 yılından beri İstanbul’da yaşayan Mike Berg, 1 Aralık’a kadar sürecek ‘Simple Geometry’ sergisinde temel geometrik formları yeniden anlamlandırdığı heykellerine ve onunla özdeşleşen büyük boy çelik duvar heykellerine yer veriyor.

Salt Galata MODERN ZAMANLAR: İstanbul Eindhoven-SALTVanAbbe projesinin üçüncü ve son sergisi ‘Modern Zamanlar’, Pablo Picasso, Georges Braque, Jean Bazaine, Fernand Léger, Raoul Dufy, Robert Delaunay, Juan Gris, Leo Gestel, Serge Poliakoff gibi Batı sanatının usta isimleriyle Mübin Orhon, Fikret Mualla, Abidin Dino, Yüksel Arslan, Avni Arbaş, Ferruh Başağa, Cihat Burak, Nejad Melih Devrim, Zeki Faik İzer, İlhan Koman, Fahrelnissa Zeid’in eserlerini yan yana getirerek bir anlamda karşılaştırmalı modern sanat tarihi sunuyor. Zeynep Yasa Yaman’ın küratörlüğünde hazırlanan sergi 30 Aralık’a kadar sürecek.
AKM : Salt Galata’daki bir başka sergi ‘Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi, 1946-1977’ ise Türkiye’de modern mimarinin simge binasının zorlu ve incelikli tasarım, yapım süreçlerini ortaya çıkarıyor. Hayati Tabanlıoğlu mimarlık arşivinden belgeleri de içeren bu proje için özel olarak üretilen AKM maketi ise Türkiye’nin en meşhur binasının mimarisini -izleyicinin erişemediği yapılanmayı- okumayı sağlıyor. 6 Ocak’a kadar sürecek.

Salt Beyoğlu HASSAN KHAN: Salt’ın İstiklal Caddesi ’ndeki mekânı ise Ortadoğu sanatının dâhi çocuğu olarak nitelendirilen Hassan Khan’ın bugüne kadar açılan en kapsamlı sergisine ev sahipliği yapıyor. Kahire’de yaşayan sanatçı, müzisyen ve yazar Hassan Khan müzikten sinemaya, kavramsaldan somuta farklı yer ve zamanlarda bambaşka insanları ve hikâyeleri buluşturuyor. Khan’ın, özellikle deneysel müzik ve video alanlarındaki çalışmalarının Ortadoğu’da öncü bir etkisi olduğu kabul edilir.

Bunlar da var 

Ekavart: Nezih Çavuşoğlu sergisi sürüyor.

Soda: Malgosia Stepnik heykel sergisi  22 Kasım’da açılacak.

Selvin: ‘Bir Figür Ustası: Neşet Günal’dan Desenler’ sergisi 30 Kasım’a kadar.

Linart: Esra Şatıroğlu

Mim Art: Timur Çelik Borusan Contemporary: Brigitte Kowanz

Piramid: International Underground, küratör Bedri Baykam .

Akbank Sanat: Magdalena Abakanowicz,  19 Kasım’dan itibaren.

Pasajist: ‘Bulutlarda Buluş Benimle’.

Daire: Dilay Koçoğulları

Galeri Artist  Çukurcuma: Serkan Bayer

Alanistanbul: Warhola

Mixer: Bağlantısızlar-1

Dirimart: Neda İsmail Atar heykel sergisi bugün sona eriyor.

Kaynak :[-]

Çin’in yeraltı ordusu Terra Cotta askerleri İstanbul’da

Çin’in gizemli ordusu İstanbul’a girdi Çin’in yeraltı ordusu Terra Cotta askerleri ve Çin’in hazineleri İstanbul’da sergilenecek.

İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda 20 Kasım’da açılacak Çin’in Hazineleri Sergisi’nde, 5 Terra Cotta askerinin yanı sıra 100’ü aşkın eserin sergileneceği belirtildi. Çin, normal uygulamada birden fazla Terra Cotta askerini karma sergilere göndermiyor ancak edinilen bilgiye göre, Türkiye için özel bir düzenleme yapılmış.

Sergide, dünyada eşi olmayan Terra Cotta askerlerinin yanı sıra Pekin’deki Yasak Şehir ve Şanghay Müzesinin de eserleri kamuoyuna açılacak. Terra Cotta askerleri sergisinde ayrıca, genelde Çin dışına çıkarılmayan Terra Cotta atı da sergilenecek. Sergi 1 yılda hazırlandı Eserler için büyük miktarda sigorta bedeli ödendi, eserlerin muhafazası için özel önlemler alındı. Bu tür sergilerin hazırlık aşamasının normalde 2- 3 yıl aldığı belirtilirken, Türk ve Çin makamlarının bu sergiyi 1 yıl içinde hazırladığı belirtiliyor. Çin Sanat Sergiler Kurumu Müdür Yardımcısı An Yao, düzenlenen basın toplantısında, İstanbul’da 3 ay sergilenecek eserlerin iki ülke halklarının birbirini daha yakından tanıma fırsatı vereceğini söyledi. An, Topkapı Sarayı Müzesi’nin günde 10 bin kişiyi ağırladığını ifade ederek, Topkapı Sarayı Müzesi’nin Türk müzeciliğinde önemli bir mekan olduğunu anlattı.

Çin’in Hazineleri Sergisiyle eş zamanlı olarak İstanbul Tophane’de, Çin’in Gansu eyaletinin “Dunhuang Mağaraları” sergisi de düzenlenecek. Terra Cotta Askerleri Çin’de 11 hanedanlığın başkentliğini yapmış ülkenin orta kesimindeki Şian’da bulunan Terra Cotta askerleri, dünyanın en büyük kral mezarlarından biri olarak kabul edilen “Çin Şı Huang’ın mezarını koruyor”. 56 kilometrekarelik dev mezarın etrafında Çinli bir köylü tarafından rastlantı üzerine bulunan binlerce toprak asker, normal insan ebatlarında ve her biri dönemin askeri nizamına göre dizilmiş şekilde duruyor. Savaş öncesi hazır konumda bekleyen binlerce asker, dönemin at arabaları ve atlar, orijinaline uygun şekilde boyanarak dönemin imparatoruyla birlikte gömülmüş.

Toprağın altından ilk çıkartıldığında renklerini koruyan Terra Cotta’ların havayla temasının ardından boyaları birkaç gün içinde siliniyor. Bu nedenle bölgede daha fazla olduğu bilinen askerler gün yüzüne çıkartılmıyor ve renginin korunması için teknolojiler geliştirilmeye çalışılıyor.

Mimesis’in suçu ne? (!)

“ Mimesis Tiyatro Çeviri Araştırma Dergisi” Yayın Kurulunun yaptığı bir açıklama olduğu gibi aşağıda dikkatinize sunuyoruz. Yorum sizin.

“Yorum sizin” dedik, fakat birkaç yıl önce başımıza gelen bir olayı aktarmadan edemeyeceğim…

4 yıl kadar önce Bakırköy’de bulunan bir sanatçı derneğinde sanat söyleşileri ve tartışma programı yönetiyorduk.

Genel beklenti nedir? 800 üyesi olan bir sanatçılar (!) derneğinden beklenti;  yapılan programın vasatın üzerinde ve dolaysıyla entelektüel düzeyinin  yüksek olmasıdır. Elbette bu bize göre böyleydi.

Bu beklentiden yola çıkarak o hafta yapacağımız tartışma programının konusunu  “Sanat ve Erotizm” olarak saptayıp ilan ettik. Buraya kadar her şey normal.  Bir sanat derneğinde tartışılmasının çok doğal olduğunu düşündüğümüz konu için hazırlıklarımızı yaparken pek çoğumuzu şaşkınlığa iten olaylar gelişti.

Önce derneğin yönetim kurulu üyesi olan Devlet Tiyatrolarının bir kaç yönetmeninden bir olan şahsiyet “ Konunun ne kadar vahim ve ayıp, tu kaka bir konu olduğunu, ahlaksızca bir tartışma olabileceğini ve hatta halkın dernek binasını taşlayabileceğini…”belirterek bir an önce programın iptal edilmesi gerektiğini talep etti. Hatta Talep etmekle de kalmayıp kulis çalışmaları yaparak dernek başkanı ve dernek yönetimine etkili olabileceğini düşündüğü Üniversitede hocalık yapmış etkin kişileri ve yine derneğin kurucuları olan eski oyuncuları (!) arayarak ve bizzat ziyaret ederek kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Yönetim kurulunun sağduyulu yaklaşımı ve programı yapacak olan bizlerin inat etmesi sayesinde söz konusu program yapıldı.

Ne mi oldu?  Ne bir kavga, ne bir taşkınlık, ne de kimse kimseye erotik olarak bakmadan (!) ve medeni bir tartışma ile 3-4 saat sonra sağ ve salim olarak program bitirildi. Bizim için değil ama farklı beklentileri olanlar için şaşkınlık yaratmıştı böyle bir program. Çünkü Sanatçıların kurup yönettiği bir dernekte “Sanat ve Erotizm” ilişkisini konuşmak taşlanma ile son bulabilir hatta linçle dahi bitebilirdi değil mi? (!)

Tors

Ne kadar şanslıyız ki kayda değer vahim bir şey olmadan (!) medeni insanlar gibi “Erotizm ve Sanat” tartışıldı. Oysa resim derslerinde çizime yardımcı olmak amacıyla aynı dernekte tors bulunmakta ve açılan resim sergilerinde de nü resimler bulunabilirdi. Kaldı ki sanat ve erotizm de ne demek koca devlet tiyatroları yönetmeninden veya koca hocalardan daha mı iyi bileceğiz? Hele ki bir sanat derneğinde bunları konuşmak mı asla…

Örneğin; erotizm ve sanat konusu Bakırköy gibi ülkemizin en çok sanatçı yetiştiren ilçesinde sözde sanatçılar derneğinde konuşulmamalı, üniversitedeler de asla olmamalı, hele ki insanların bir şeyler araştırmak için kaynak aradığı kütüphanede bilimsel makaleler gibi tehlikeli kaynakların yer aldığı kütüphanelerde bu tür yazıların olduğu kitaplar hiç olmamalı… Sanat derneğinde erotizm ve sanat ilişkisi irdelenmeyecekse sinemada, tiyatroda, şiirde, heykelde, romanda kısaca sanatın hiçbir dalında, asla sözü dahi edilmemeli. Bu bir bilimsel makale olsa bile!

Hele ki tarih süreci içersinde bu tür şeyler olmamıştır. Erotizm İnsan yaşamına dair bir şey değildir, hatta eski çağlarda insanlar kendiliğinden çoğalarak meydana gelmiştir. Bundan dolayıdır ki” Mimesis’in suçu nedir? “ Sorusunu sormak dahi ayıptır. Sanatçılar(!) bunu yapıyorsa kütüphanelerinde bunu yapması doğaldır… Hatta bilimsel çalışmalarda dahi bu şeylere dikkat etmek lazımdır değil mi efendim?

Başınızı mı ağrıttık?

Buyurun Mimesis’in açıklaması…

 Kamuoyuna;

Mimesis Dergisi

Kültür Bakanlığı`nın Türkiye´nin farklı şehirlerinde il ve ilçe kütüphanelerine dağıttığı Mimesis Tiyatro Çeviri Araştırma Dergisi, Elazığ İl Halk Kütüphanesi tarafından müstehcen içerikli olduğu gerekçesi ile iade edildi.

Elazığ İl Halk Kütüphanesi Müdürü Ahmet Pirinççi tarafından Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’ne gönderilen resmi yazıda, “MİMESİS adlı tiyatro /çeviri araştırma dergisinin 19. sayısının içeriğinde müstehcen resim ve çizgilerin bulunduğu okuyucularımız tarafından tespit edilmiştir” deniliyor.

Yazının devamında, bu tür yayınların okuyucuların ve çocukların ahlaki değerlerini bozduğu iddiası ile Elazığ İl Halk Kütüphanesi`ne veliler tarafından şikayet dilekçesi ile müracaat edildiği belirtiliyor. Elazığ İl Halk Kütüphanesi müstehcen içerikli bulduğu derginin Elazığ İl ve İlçe Kütüphanelerine bağış yolu ile olsa dahi gönderilmemesini talep ediyor.

Mimesis Dergisi Yayın Kurulu olarak belirtmek isteriz ki, müstehcen olduğu iddia edilen makale Antik Yunan komedyası hakkında bir çeviri-araştırma dosyası olan “Aristophanes Üzerine” adlı dosyada yer almaktadır. Kadının Tasviri: Aristophanes’in Lysistrata’sı ve Yunan Eşlerinin ‘Hetairalaştırılması’ adlı makale Washington Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Sarah Culpepper Stroup tarafından 2004 yılında kaleme alınmıştır.

20 yılı aşkın süredir yayınlanan ve danışma kurulunda Dikmen Gürün, Murat Tuncay, Zehra İpşiroğlu, Selda Öndül, Güngör Dilmen gibi tiyatro alanında önemli çalışmalarda bulunan akademisyen ve yazarların da sorumluluklar aldığı bir dergi, neden ahlaka aykırı bulunduğu konusunda açıklama bile yapılmadan, ”müstehcen” ilan edilmiştir. Akademik-bilimsel bir makalenin içeriği kaale alınmaksızın, ilişiğindeki M.Ö. 5. yüzyıla ait görseller bağlamlarından koparılarak “ahlaka aykırı” bulunup, raflardan kaldırılmıştır.

“Müstehcenlik”, “muhafazakar” duyarlılık adına yayın ve tiyatro dünyasının düzenli olarak maruz kaldığı ithamlardan birisi. Mimesis Dergisi’ne dönük müstehcenlik ithamını da aynı sansürcü zihniyetin bir çeşitlemesi ve yasaklaması olarak görüyoruz. Kültür Bakanlığı tarafından onlarca il ve ilçe kütüphanesi raflarına yerleştirilen akademik-bilimsel bir derginin, yine ona bağlı bir kuruluş tarafından raftan kaldırılmasını ise tek kelimeyle “absürd” buluyoruz.

Mimesis Tiyatro Çeviri Araştırma Dergisi Yayın Kurulu

 

Mimesis’in sitesi için TIKLAYINIZ.

3 istancool Festivali Başladı

İstanbul’74 tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen ‘İstanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali-Istancool’ bugün başlıyor.

istancool

Festival

25.05.2012 – 27.05.2012
Istanbul

Istanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali
25-27 Mayıs 2012, İstanbulTürkiye

www.istanbul’74.com

İstancool

ISTANBUL’74, Uluslararası yayın grubuVisionaire’in katkılarıyla ’İstanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali’nde yine Türkiye’nin ve dünyanın en önde gelen yaratıcı isimlerini İstanbul’da buluşturuyor. The Istanbul Edition Hotel’in festival konaklama sponsoru olarak  uluslararası konukları ağırlayacağı organizasyon için heyecanlı bekleyiş ve geri sayım başladı.

Festival kurucu ortağı ve kreatif başkanı Demet Müftüğlu Eşeli ile festival kurucu ortağı ve kuratörüAlphan Eşeli, Sanat ve Kültür Platformu“ISTANBUL’74” çatısı altında, 2010 ve 2011 yıllarında organize ettikleri festivalin üçüncüsünü yine moda, sanat, yayıncılık, müzik, mimari ve sinema alanlarında dünya’nın en yenilikçi ve üretken kurumların işbirliğiyle, içeriği daha da kuvvetlenmiş bir programla, ücretsiz ve herkesin katılımına açık bir etkinlik olarak gerçekleştireceklerdir. 

“İstanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali”, uluslararası sanatçı, yayıncı, yazar, yönetmen, tasarımcı, oyuncu, müzisyen, mimar ve moda tasarımcılarını, Türkiye’deki meslektaşları ile buluşturarak kültürel bir alışverişin sağlanması, evrensel anlamda zihinleri açmak ve İstanbul’dan farklı ülkelere ilham vermek için çalışmaktadır. Sanatsal deneyimlemeler, yaratıcı keşifler, sergiler, film gösterimleri, söyleşiler ve paneller ile yaşadığımız çağın en önemli ve kritik konularını ele alan ve üzerinde fikir üretmeye yol açan bir dünya festivali olarak, İstanbul’un her anlamda  marka kimliğini güçlendirecek bir amaca yöneliktir.

Festivalde,  dünya sinemasında Türkiye’yi başarıyla temsil eden usta yönetmen FERZAN ÖZPETEK, gerek Türkiye gerek uluslararası alanda ses getiren projelerin sahibi mimar EMRE AROLAT, edebiyat dünyamızın en değerli yazarlarından AYŞE KULİN; ünlü besteci ve piyanist TULUĞ TIRPAN, Türkiye’nin en başarılı oyuncularından MELTEM CUMBUL gibi isimler, başarılı oyuncu PELİN BATU’nun sunumuyla ve moderatörlüğü’nde gerçekleştirilecek panellerde, festivalin uluslararası konukları KARL LAGERFELD, MARIO SORRENTI, RICCARDO TISCI, NATE LOWMAN, CHARLIE SIEM, CARINE ROITFELD, MARK ROMANEK, ZOE CASSAVETES gibi sinema, moda, tasarım ve daha bir çok sanat dalında dünyanın önde gelen isimleriyle festival kapsamında İstanbul’da biraraya gelecek.

Festivalin 2011 yılındaki katılımcıları arasında; Terry Gilliam, Reha Erdem, Tilda Swinton, Riccardo Tisci, Dan Colen, Venice Film Festival director Marco Mueller, Reha Erdem, Courtney Love, Sophie Calle, Murathan Mungan, Ryan McGinley, Haider Ackermann, Michael Stipe, Serra Yilmaz, Jefferson Hack, Sam Taylor-Wood and Kirsten Dunst gibi isimler bulunmaktadır.

2012 yılı için,  önceki yılların başarılarından yola çıkarak İstanbul’un ufku açık bir dünya şehri profilini destekler nitelikte, geniş bir yelpazeye yayılan ve iddialı içeriğe sahip, 3 günlük bir kültürel buluşma programı, sanat ve kültür alanında Türkiye’nin ve dünyanın en önde gelen isimlerini 25 – 27 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da buluşturacak.

 İstanbul Uluslararası Sanat ve Kültür Festivali 2012 sponsorları:

VAKKO – Ana Sponsor;

Turizim ve Kültür Bakanlığı – Desteği ile;

Istanbul EDITION – Resmi Konaklama Sponsoru;

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi‘nin Desteği ile;

Vakko Moda Merkezi, Tophane-i Amire – Mekan Sponsorları;

Hallas, Selamlique Istanbul, Ultra RPM – Festival Destekçileri;

Audi – Ulaşım Sponsoru;

Toles Event and Congress – Lojistik;

Prime Class – CIP Servisi;

Basın Ofisi Türkiye: SRP İSTANBUL

Zeynep Sungur / +90 534 826 47 00 / [email protected]

 Detaylı bilgi ve görsel için:

Hande Yedidal / [email protected] / 0212 243 3948 / www.istanbul74.com.

 Basın Ofisi Uluslararası: Adam Abdalla // Erika Oman

Nadine Johnson & Associates, Inc.

T: +1 212 228 5555 E: [email protected] / [email protected]

Daha fazla bilgi için :  www.istanbul74.com

İlk kez İsveç’te açılan “ The Great Masters “ İnteraktif serginin daha gelişmişi ilk defa Türkiye’de

Michelangelo ve Raphael ilk kez Türkiye’ye geliyor!

The Great Masters İnteraktif sergisi

16. yüzyıl İtalya’sının en ünlü üç ustasının bilim ve sanatta nasıl izler bıraktıklarını anlatan The Great Masters Sergisi dünyada ilk kez Türkiye’de sergilenecek.

İnteraktif sergi, 1 Haziran – 31 Temmuz’da Arter Tasarım ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile Tophane-i Amire Büyük Salon’da gerçekleşecek. İsveçli sergi tasarım şirketi Excellent Exhibitions AB tarafından tasarlanan “The Great Masters” sergisi dünyaca ünlüİtalyan küratörler Alessandro Vezzosi ve Francesco Buranelli tarafından hayata geçirildi. “The Great Masters”, 2010 yılında Göteborg, İsveç’te açılan ve 130 bin kişi tarafından ziyaret edilen “:And There Was Light” sergisinin geliştirilmiş bir versiyonu.

Sergide ziyaretçiler dokunmatik ekranlar vasıtasıyla Raphael’in yapmış olduğu resimler ve eskiRoma kalıntılarını ölçme ve düzenleme çalışmalarını görebilir, Leonardo’nun icatlarının mekanik özelliklerini deneyimleyebilir, Sistine Şapeli’nin tavanını boyamanın zorluğunu anlayabilirler. Sergi, 3 ünlü usta üzerinden yola çıkarak, keşifler çağı olarak bilinen 16. YY. İtalya’sını ve Rönesans’ı anlatıyor.

Serginin Giriş bölümünde yer alan medya odasında sunulacak 3 dakikalık bir film gösterimi, Rönesans döneminin yaratıcı 3 ustası hakkında genel bir bilgilendirme yapacak ve ziyaretçileri sergiye hazırlayacak. Bir başka bölüm olan Adli İnceleme’de “Mona Lisa” başta olmak üzere ünlü eserler detaylı olarak incelenecek. Ardından dünyanın en ünlü resimlerinden olan “Son Yemek” gerçek ölçüsünde ziyaretçi ile buluşacak. Ziyaretçilerin Leonardo da Vinci’nin kullandığı tekniklerle tanışacağı bu bölümde perspektif, renk, postür ve oranın uyumu konu edilecek. Sergi mimariye de yer veriyor ve Raphael ile Michalengelo tarafından yapılan St. Peters Bazilikası’nın yanı sıra dönemin yapıları için kaç kişinin çalıştığı, ne kadar zamanda inşa edildiği anlatılacak. Dokunmatik ekranlar sayesinde Sistine Şapeli’ni ziyaretçiler detaylı bir şekilde inceleyebilecek.
Serginin biletleri sergi mekanında bulunan My Bilet gişesinden ve My Bilet web sitesinden temin edilebilecek. Sergi hakkında detaylı bilgi serginin web sitesinde ve My Bilet’te.

 

Kaynak : [-]