diksiyon-kursu

Diksiyon Kursu Yeni Dönem Kayıtları Başladı

Güzel bir konuşma sesi, başkaları ile iletişim kurma ve başkalarını etkileme becerinizi geliştirir. Diğer insanlar sesinizin tonuna ve Konuşma seslerinizin telaffuz ederek size güvenip inandıkları hakkında olumlu kararlar verirler.

Güçlü bir ses dikkat çeker, varlığınızı arttırır. Zengin, titreşimli bir ses tonu diğerlerini olumlu cevap vermeye zorlar. İyi diksiyon (Türkçe seslerin doğru telaffuzu) başkalarının sizi net bir şekilde anlamasına imkan tanır.

Diksiyonu şöyle tanımlayabiliriz: 

Diksiyon duygu ve düşünceleri ifade ederken sözcüklerin ses özelliklerine uygun olarak, vurgu ve tonlama kriterleri içerisinde doğru bir üslupla konuşma sanatıdır. Fonetiği tamamlayan bir unsur olarak konuşma sanatını ve tekniklerini inceler.

Diksiyonun temeli ses dediğimiz iletişim aracını doğru kullanmak ve sözleri söylerken düzgün telaffuz etmek üzerine kuruludur. Jest ve mimikleri de kapsayarak özellikle tiyatro ve diğer sahne sanatları ile sinema ve televizyonda metinlerin yanlışsız okunması amaçtır. Ayrıca topluluk önünde konuşma gibi durumlarda ve yöneticilik gibi pozisyonlarda bulunan kişilerin başvurduğu bir eğitimdir. Elbette sadece bu meslek grupları için değil aynı zamanda toplumsal iletişim halinde olan tüm meslek grupları için doğru zamanda doğru telaffuz ve doğru iletişim için diksiyon eğitimi önemlidir. Öğrencilikten tutunda yöneticiliğe, hizmet sektörü işveren veya çalışan kişilerin veya yöresel ağızlarla konuşan tüm kişilerin diksiyon eğitimine ihtiyacı vardır. 

Doğru iletişim için doğru diksiyon!

Diksiyon Eğitimi Nasıl Verilir?

Çeşitli kurslarda ve okullarda konuşma sanatının eğitimini alabilirsiniz. Alanında uzman eğitmenlerin yapabileceği ciddilikte olan bu eğitim çeşitli dallara ayrılır.

Öğrencilere öncelikle;

  • Soluma
  • Fonetik (söyleyiş)
  • Artikülasyon (boğumlama)
  • Vurgu
  • İletme gücü temelinde eğitimler verilir.

Amaç öncelikle kişilerin diyaframlarını kontrol etmelerini sağlamak, ses çıkış kaynaklarını ve nasıl kullanmaları gerektiğini öğretmektir. Sonrasında ses tonu ayarlama ve vurgulama konuları incelenir.

Öğrencilerin kelimeleri jest ve mimiklerle anlamlandırmaları sağlanır. Konuşurken akıcılık, doğru bir üslup kazandırmak amaçtır.

Diksiyon Dersleri

Diksiyon eğitimi kısa süreli bir eğitim değildir. Kısa sürede yapılan eğitimlerin diksiyonun düzelmesi anlamında katkıda bulunacağına inanmak gerçekçi değildir. Gerek diksiyon eğitiminde kullanılan organların, gerekse dikkat edilmesi gereken işlemlerin istem dışı ve kalıcı hale gelebilmesi için gerek eğitim sürecinde gerekse eğitim dışında öğrenci tarafından tekrarlanması gerekmektedir. Unutulmamalı ki emek ve çaba harcanmayan hiç bir eğitim amacına ulaşamaz.

Genel anlamda diksiyon eğitiminde ayrıntı bazında farklılıklar olsa dahi  şu eğitimler ve içerikler konu edilir.

  • Ses eğitimi
  • Kelime eğitimi
  • Söz akımı
  • Anlatım
  • Hitap
  • İletişim kurma teknikleri
  • Doğaçlama
  • Dil, zeka ve akıl ilişkisi
  • Dil – kültür ilişkisi

Diksiyon Eğitiminin Faydaları

Doğru ve eksiksiz konuşmak için alınan diksiyon derslerinin kişilere düzgün konuşmanın yanında pek çok faydası bulunmaktadır. Sesini ve bedenini olması gerektiği gibi kullanan bireyler yetiştirmeyi amaçlayan eğitimlerin diğer faydaları ise;

  • Doğru nefes alıp vermeyi öğretir.
  • Tonlama ve vurgu kurallarını öğretir.
  • Kişinin iletişim becerilerini geliştirir.
  • Sesin nasıl etkileyici bir biçimde kullanılacağını öğretir.
  • Oyunculukta ses kontrolü, doğaçlama rahatlığı sağlar.
  • Hitabet gücünü geliştirir.
  • Topluluk önünde konuşurken heyecanı kontrol etmeyi öğretir.

Dersin  Yapısı : Talepler doğrultusunda hafta içi ve hafta sonu gruplar açılabileceği gibi aynı zamanda yine talepler doğrultusunda akşam gruplarının açılması da mümkündür. Grup derslerde haftada bir gün 3 ders saati şeklinde yapılmakta olup 3 ay devam etmektedir. Derslerin hangi gün olacağı talepler doğrultusunda tespit edilmektedir.

KONTENJAN SINIRLIDIR: 0212 570 80 68

burcu-isil-oguz-erkan-basa

Geçmişten Günümüze Resim ve Müzik Alanındaki Gelişmeler

Marmara üniversitesinin topluma hizmet etkinliği kapsamında Kazım Karabekir (Erenköy) Kültür Sanat Merkezinde  Doç. Dr. Zuhal Özcengiz önderliğinde gerçekleştirilen “Geçmişten günümüze resim ve müzik alanındaki gelişmeler” adlı konser etkinliğinde piyano ve şan eğitmenimiz Işıl Oğuz ‘da yer almıştır. Kendisini Nar Sanat ailesi adına Etkinlik Koordinatörümüz Erkan Başa ziyaret etmiş ve sürpriz yapmıştır. Mart ve Nisan ayında da konserin tekrarı yapılacaktır. Hocamıza başarılarının ve sosyal projelerinin devamını dileriz..

 

KONSER İÇERİĞİ

İLKEL TOPLULUKLAR (ESAT MERT KOÇ Ortaçağ’ın sonuna kadar sunacak.)

İlkel topluluklarda yaratıcılığın temel ögesi doğaydı. İnsanlar hayvanların benzerlerini mağara duvarlarına ve kayalara resmediyorlardı. Taşlara ve kemik parçalarına vurarak değişik sesler çıkartıyorlardı. İlkel topluluklarda müzik ve resmin başlangıcı bu şekilde olmuştur.

ANTİK MISIR (İ.Ö 4000)

RESİM__Eski Mısır dünyasında resim sanatı edebi, sürekli ve kutsal olanı ifade etmek için kullanılmıştır. Mısır resim sanatı örneklerini, büyük tapınaklar ve mezar anıtları içinde yer almasının nedeni de budur.

MÜZİK__ Mısır tarihinde müziğin önemini, kazılarda bulunmuş çalgılardan ve tapınak duvarlarındaki resimlerden öğreniyoruz. Mısırlıların gelişmiş bir dans kültürü olduğu,özellikle kadınların şarkı söyleyerek dans ettikleri de belgeleniyor.

ANTİK YUNAN

RESİM__ M.Ö. 7. yy sonları ve 6. y.y. da siyah figür tekniği, sonraki dönemlerde ise kırmızı figür tekniği kullanılmıştır. Yunanlıların günlük ihtiyaçları için yapmış oldukları vazolarda, resim ve nakış sanatı için önemli belgelerdir.

MÜZİK__ Antik Yunanlıların müzikleri hakkında son yüzyılda pek çok malzeme ortaya çıkarılmıştır. Bu dönemde müzik hastalıkların tedavisinde de kullanılıyordu. Hipokrates yaklaşık 2400 yıl önce bazı hastalıkların tedavisi için, hastaları ilahilerle tapınağa götürüyordu.

ANTİK ROMA (M.Ö 9. yy -1453)

Roma uygarlığı, kültürel olarak yoğun biçimde ilham ve örnek aldığı Antik Yunan ile birlikte “klasik antikite”ye dahil edilir. Antik Roma Batı dünyasındaki hukuk,savaş, sanat, edebiyat, mimari, teknoloji ve dil konularının gelişimine büyük katkıda bulunmuştur ve hâlen de günümüz dünyası üzerinde büyük etkiye sahiptir.

ORTA ÇAĞ (476-1400)

RESİM__ Ortaçağ’ın en belirli resim akımını Bizans sanatıdır. “İkon” adı verilen tablo halindeki aziz resimleri de Ortaçağ Avrupa resmi gelişmesini etkilemiştir.Ortaçağ resmi başlangıçta altın zemin üzerinde, mekansız, ağırlıksız figürleri ile Bizans sanatından gelme bir tabiat uzaklığı, dini-mistik hava içindeyken, yavaş yavaş bu resim akımlarında doğaya yaklaşma başlar

MÜZİK__Orta Çağ, Antik Çağ ile Rönesans’ın arasındaki dönemi kapsayan ve müziğin gelişimini etkileyen bir dönemdir. Bu dönem karanlık çağ olarakta adlandırılır.Bunun sebebi kilisenin aşırı baskısıdır.Bu dönemde en önemli çalgı insan sesidir ve şarkı sözleri incilden alınmıştır.

RÖNESANS (Yeniden Doğuş) –  (SEFER TURAN sunucak)

Avrupa’da 1000 yıllık karanlık Ortaçağ sonrası katolik kilisesinin acımasız hakimiyetini kaybettiği ve  insanların hümanizmayla birlikte özgürlüklerini yeniden kazandıkları ve bu özgürlükle birlikte özellikle sanatta baskıcılıktan ve yasaklardan dolayı bin yılın biriktirdiği sanat eserlerinin onlarca yıl içinde ortaya çıktığı bir dönemdir.

RESİM__ Leonardo Da VİNCİ (1452-1519) insanlık tarihinin şahit olduğu tüm çağlara hitap edebilen en önemli tasarım, ressam ve mucitlerindendir. Rönesans döneminde doğadaki altın oran düzenini sanatına yansıtarak insanlığın fikri ve sanatsal gelişiminin belkide en önemli ivmesini gerçekleştirmiştir.

MÜZİK__Guilio CACCİNİ (1550-1618) bu dönemde konusu ilk din dışı şarkılar olan madrigallerin en ünlü bestecilerindendir. Amarilli mia bella en ünlü madrigalidir. ( Sefer Turan AMARİLLİ eserini seslendirecek.)

BAROK  DÖNEM (1600-1750) (AYHAN DOĞAN sunacak)

RESİM__ Barok resimde ışık bütün resim yüzeyine aynı ölçüde dağılmaz ve parçalar halinde yansır. Savrulan uçuşan hareketli figürler , eğri çizgiler oluşturacak biçimde resme yerleştirilmiştir.

MÜZİK__Barok müzik , armoninin açık seçik olmadığı , modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu entonasyon güç ve hareketi zor olan müziktir. Müzikteki başlıca büyük yeniliği “fonksiyonel tonalite” kavramının çok geliştirilmesindedir.

GİOVANNİ PAOLO PANİNİ (1691-1765)

Barok Dönemde yaşamış ve o dönemin özelliklerini eserlerine yansıtarak günümüze kadar ulaştırabilmiş İtalyan ressamdır. Eserlerinde daha çok içinde bulunduğu mekanların tasvirini yapmıştır. Roma Antigua adlı eserini birçok yap-bozun üstünde görmek mümkündür.

JOHANN SEBASTİAN BACH (1685-1750)

Alman barok müzik bestecisi Bach köklü Alman stillerini , özellikle İtalya ve Fransa gibi dış ülkelerden aldığı ritm, form, armoni ve kontrpuan birikimleri ile müzikal motiflerin organizasyonundaki ustalığıyla geliştirmiştir. Eserleri arasında konçertoları , varyasyonları ,si minör missa , 2 çile ve 200 tanesi günümüze kadar ulaşmış 300 den fazla kantatı bulunmaktadır. (AYHAN DOĞAN Bach sol minör menüet çalacaktır.)

MİCHELANGELO CARAVAGGİO  (1573-1610) (MELİKE GÜZEL sunacak)

İtalyan ressam, aşırı gerçekçilikle yarattığı eserler dışında duygusal anlatımlı dinsel resimler de yapmıştır. Işığın kullanımında yenilik getirerek  karanlık alana, tek kaynaktan kuvvetli bir ışık vermeyi yeğlemiştir.

George Frideric Handel (1685-1759)

Alman bestecisidir, Su müziği, Havai Fişekler için müzik ve Mesih gibi eserleriyle Barok dönemin en büyük bestecilerinden biri sayılmıştır. Almira operasıyla  besteci olarak ilk başarılarını kazanmıştır. 40’tan fazla opera  ve oratoryo bestelemiş. Ayrıca orkestra müziği ve solo çalgılar için birçok eser yazmıştır. (Melike Güzel Handel sol minör sonata çalacak.)

 

KLASİK DÖNEM (1750-1827) (BURCU IŞIL OĞUZ sunacak)

RESİM__ Resimde insan, bir mekan içinde gösterilir. Yüzlerin ifadesi heykelde olduğu gibi iç duyguları yansıtmaz. Resimlerde, tek bir noktadan gelen ışık değil, tablonun her tarafını aydınlatan üniversal ışık önem kazanır.

MÜZİK__ Barok müziğin süslü anlatımı yerini sadeliğe bırakmıştır. Kontrpuantal yazım yerini homophoneye bırakmıştır. Orkestra müziği gelişmiştir. Piyano icat edilmiş ve piyano için besteler yapılmıştır.

JACQUES-LOUİS DAVİD (1748-1825)

Dönemin önemli ressamlarından biridir. Döneme damgasını vuran rokaka akımının ve Fransız ihtilanin etkileri eserlerinde görülür.

WOLFGANG AMADEUS MOZART (1756-1791)

Dönemin ünlü bestecilerindendir. Eserlerinde dönemin getirisi olan yalın müziği ve akıcı melodileri işleyişi göze çarpmaktadır. Opera buffa ve opera seria tarzlarında operalar yazmıştır. Senfoni, solo konçerto, oda orkestrası, yaylı kuartet ve yaylı kentet ve piyano sonatları da vardır. Ömrüne 626 eser sığdırmıştır. ( Burcu Işıl Oğuz Mozart – Als Luise seslendirecek.)

ANTOİNE – JEAN GROS (1771-1835) (ESAT MERT KOÇ sunacak.)

Fransız asıllı ressamdır. Minyatür ressamı olan babası tarafından 6 yaşında eğitilmeye başladı. 1785’in sonuna doğru jacques Louis David’in atölyesine katıldı. Yaşadığı dönem ve siyasi durumdan kaynaklı olarak genellikle; devlet liderleri, savaşlar ve meclis üyelerinin portelerini çiziyordu.

LUDWIG VAN BEETHOVEN (1770-1827)

Alman besteci ve müzisyendir. Yaşamı boyunca çeşitli sağlık problemleri çeken Beethoven 1801 yılında işitme problemleri yaşamaya başlamıştır. Bu süre zarfında çok sayıda piyano sonatı ve konçertolar bestelemiş bir de Fidelio adında opera yazmıştır. 1817’de tamamen sağır olan Beethoven yazdığı 9 senfoninin bir kısmını sağır olduğu zamanlarda yazmıştır. Hayatta çeşitli zorluklar yaşaması onun müzikal karakterini belirlemiştir. Besteleriyle kendinden sonraki dönem olan romantik dönem için önemli temeller atan Beethoven müziği aşırı belirgin duygu geçişleriyle, gerilen ve çözülen akorlarla bilinir.( Esat Mert Koç Beethoven – Pathetique sonat 2. bölüm çalacak.)

ROMANTİK DÖNEM (SEDEN CANALP sunacak.)

Romantizm dönem olarak, 19. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın başlarına kadar geçen süreyi kapsar. 19. yüzyılla birlikte besteciler eserlerini yazarken romantik romanlar ve dramalardan etkilenmeye başlamışlardır. Bu özellikle opera ve senfonik şiirlerde göze çarpmaktadır.

JEAN AUGUSTE DOMİNİQUE INGRE

29 Ağustos 1780 yılında Toulouse yakınlarında Montauban’da dünyaya geldi. Babası dekoratif işler yapan bir heykeltraş idi. Böylece Dominique İngres on yaşlarındayken babasın¬dan ilk resim derslerini aldı. Hayatının son senelerindeki en büyük eseri, bü¬tün çıplaklarını kapsayan  Türk Hamamı adlı tablosu oldu.

FRANZ SCHUBERT

Yaklaşık 600’ün üzerinde şarkı, 9 senfoni (ünlü “Bitmemiş Senfoni”nin de içlerinde bulunduğu), operalar, çok sayıda oda müziği ve piyano parçaları bestelemiştir. Schubert’in müziği, hümanist özelliğiyle insanları kucaklar. İnanılmaz bir melodi zenginliği vardır. Schubert’in müzik dünyasına en önemli katkısı lied alanındadır.600 kadar liediyle kendinden önce Viyana Klasikleri’nin, yani Mozart, Haydn ve Beethoven’in sistemleşmiş çalışmalarını aştı, yeni bir biçimin sağlam temellerini attı. (Seden Canalp Schubert – Sarabande çalacak.)

Francisco Goya (30 Mart 1746 – 16 Nisan1828) (SELİN ECE KARAAĞAÇ sunacak.)

Romantik dönemin en önemli ressamlarından biri olan Francisco Goya, 30 Mart 1746’da Zaragoza’da doğmuştur. İlk resim denemelerini  Zaragoza’da yapmıştır. Başlangıçta  portre çalışmalarını manzara resimlerine tercih eden Goya, zamanla ilgisini kişilerin iç dünyalarına yöneltti. (Selin Ece Karaağaç Schubert – Die Forelle seslendirecek. Not : Seden de schubert çaldığı için ressam hakkında bilgi verip eserine bağlayacaktır. )

HENRİ MATİSSE (31 Aralık 1869 – 3 Kasım 1954) (BURAK OTLU sunacak.)

  1. yüzyılın en önemli ressamlarından olan Matisse renkleri büyük bir ustalıkla kullanışıyla Picasso ve Kandinsky ile birlikte, modern sanatın en büyük sanatçılarından biri kabul edilir. Fovist akımın öncülerindendir.

SERGEY RAHMANİNOV (01 Nisan 1873 – 28 Mart 1943)

Sergey Rahmaninov, Sergey Rahmaninov 20. yüzyılın en büyük piyanist ve bestecilerinden birisidir.İlk önemli eseri 1895-1896’da yazdığı Re Minor 1. Senfoni’dir. (Burak Otlu Rachmaninov – Vocalise çalacak.)

PAUL CEZANNE (19 Ocak 1839 – 22 Ekim 1906)  (GÜL SIVACI sunacak.)

30 mart 1746 da  Zaragoza da doğmuştur. İlk resim denemelerini Zaragoza da yapmıştır. Başlangıçta portre çalışmalarını manzara resimlerine, tercih eden sanatkar, zamanla ilgisini kişilerin iç dünyalarına yöneltti.

CAMİLLE SAİNT SEANS (1835-1921)

Fransız bestecidir. Orkestra şefi ve piyanisttir. Saint-Seans’ in opera, senfoniler, konçerto, şarkılar, solo piyano ve oda müziği gibi neredeyse tüm türlerde yazdığı eserler 19. yüzyıl Fransız bestecileri arasında bir anormallikti. (Gül Sıvacı Camille – Kuğu çalacak.)

ÇAĞDAŞ DÖNEM (1900 ve Günümüz) (CEM ONAT TAYLAN sunacak.)

Resim : Birçok sanat akımının bir arada toplandığı dönemdir. Bu dönemde vurgulanan en önemli olgu resimde bulunan disiplinlerin kendine has yöntemlerini, disiplinin kendisini eleştirmek için kullanmak olduğu ve bundaki amacın ise o  disiplini geliştirmek ve önemini arttırmak olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda doğadaki görüntülerin takliti yavaş yavaş bırakılmış, temsil ikinci plana atılmıştır. Gelinen en son nokta ise; insan elinin izlerini tümden kaldırarak dümdüz tek renge boyanan, böylece içerikten arındırılmaları amaçlanan tuvallerdir.

Müzik: Bu dönem; teknikte, ifadede, biçimde, stilde, içerikte, özde tüm kuralların eğilip bükülmeye, eriyip çökmeye başladığı dönemdir. Belli bir stil veya kalıp yoktur. Birçok besteci müziğin kurallarını tekrar değiştirip farklı tekniklerde başarılı örnekler sunmuşlardır. Sadece orkestral müzikte değil, sahne müziklerinde de yenilikler yapılmıştır. Son olarak teknolojideki gelişmeler ile beraber müzik salona gidemeyen milyonları dinleyici haline getirmiştir.

PABLO PİCASSO (1881-1973)

  1. yüzyılın en önemli ressamlarından biri olan Picasso bir kalıp halinde çalışmak yerine parçaları bir araya getirme tekniği ile de bilinmektedir. Picasso nun amacı tutarlılık portresi çıkarmak yerine, his ve duyguların doruk noktasını yakalamaktı. Kübizmin önemli bir temsilcisidir. Bu yüzden eserlerinde doğa olgusunun olduğu gibi yansıtılmaması gerektiğini öne süren, nesneleri geometrik bir biçimle yansıtan bir anlayışa sahiptir. Eserlerinde metaforlar kullanarak gizlenmiş şekilde hikayelerde anlatmaktadır.

FREDERICK LOEWE   (10 Haziran 1901-14 Şubat 1988)

Viyana müzikal stilini benimsemiştir. ‘Fritz’  15 yaşına geldiğinde popüler bir şarkı olan ‘Katrina’ yı bestelemiştir. Film müzikalin den 9 akademi ödülü kazanmıştır. (Cem Onat Taylan Loewe – Ascot Gavotte çalacak.)

MARC CHAGALL (1887- 1985) (ÖZLEM ASİLTÜRK sunacak.)

Rus asıllı Fransız ressam. 1.Dünya Savaşı öncesinde Paris’teki avangard akımlara dahil oldu, fakat çalışmaları, kübizm ve fovizm gibi akımlara daha yakındır. Eserlerinde ülkesine ait folklorik öğeler göze çarpar. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Paris’ te avantgart akımlara dahil oldu fakat çalışmaları, diğerleri ile karşılaştırınca kübizm ve fovizm gibi popüler sanat hareketlerine daha yakındı.

JUAN JOSE BUSCAGLİA (1893-1958)

Arjantin’ li gitarist ve şarkıcı. Chagall gibi, ülkesi Arjantin’in ulusal müzik türü olan ve folklorik motifler taşıyan milonga ve tango türünde besteler yapmıştır. (Özlem Asiltürk Buscaglia – Milonga çalacak.)

sanat-zanaat

Sanat ve Zanaat Arasındaki Farklar

Telaffuzu birbirine bu kadar benzemesine ve birçok kişi tarafından aynı anlamlara geldiği düşünülmesine rağmen aslında sanat ve zanaat aynı şeyler değildir. Birbirleri ile benzerlikleri olmasına karşın ikisi de farklı şeylerdir. Bu yazımızda sizlerle sanatın ve zanaatın ne anlama geldiğini paylaşacak, ardından sanat ile zanaat arasındaki farklara değineceğiz. Ardından sanat ve zanaat hakkında bilinmesi gerekenleri sizlerle paylaşıp, yazımızı dünyaca ünlü sanat eseri örnekleri ile sonlandırcağız.

Sanat Nedir?

Öncelikle sanatın ne anlama geldiği ile başlayalım. Sanat, insanların hayal dünyasında yer alan güzellikleri, duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını ya da hissettiklerini görsel, biçimsel ve sözel yöntemlerle ifade etmesidir. Şiirler, resimler, opera parçaları ya da heykeller sanat eserleri arasında sayılabilir. Günümüzde birkaç şarkısı olan kişilere de sanatçı denilmektedir. Ancak elbette bir sanat eseri ortaya çıkarmak ve sanatçı olarak anılabilmek bu kadar kolay değildir.

Zanaat Nedir?

İnsanların maddeye olan ihtiyaçlarını gidermek için yapılan, eğitim, beceri, deneyim ve ustalık gerektiren işlere ise zanaat denilmektedir. Mobilya ustalığı, ayakkabı ustalığı, kuyumculuk, terzilik, marangozluk, bakırcılık ve çömlekçilik zanaata örnek olarak verilebilir. El becerileri ve ustalıkları sebebiyle tarih boyunca önemli bir yere sahip olan zanaatkârların sayısı, seri üretimin bu denli arttığı günümüzde ne yazık ki azalmıştır.

Sanat ve Zanaat Arasındaki Farklar Nelerdir?

Sanat ve zanaatın anlamlarından sonra sıra geldi bu iki kavram arasındaki farkların neler olduğuna. Aşağıda sizin için derlediğimiz farkları okuduktan sonra sanat ve zanaatı kolaylıkla ayırt edebileceksiniz.

  • Sanat eserleri genellikle tektir ve eşi yoktur. Leonardo Da Vinci birden fazla Mona Lisa çizmemiş ya da Orhan Veli iki tane İstanbul’u Dinliyorum şiiri yazmamıştır. Zanaat eserleri ise birden fazladır ve istendiği zaman sayısı arttırılabilir. Hatta bir zanaatkârın yaptığı şeyi bir başka zanaatkâr da kolaylıkla yapabilir. Bu sebeple de zanaatte pek de fazla özgünlükten söz edilemez ve birbirinin tamamen aynı olan eserler seri bir şekilde üretilebilir. Dolayısıyla sanatta önemli kavramlar olan orijinal ve kopyadan, zanaatte bahsedilmez.
  • Sanatta yaratıcılık önemli rol oynarken, zanaatte yaratıcılığa gerek yoktur ama eğitim ve ustalık önemli role sahiptir.
  • Sanat eserleri kendine özgüdür ve her sanatçının kendine has bir tarzı vardır. Zanaatte ise aynı şeylerin sürekli olarak yenileri yapılır. Mesela Gaziantep’teki bakırcılara farklı senelerde gittiğinizde aynı ürünleri bulabilirsiniz. Çünkü zanaatkârlar ürünler satıldıkça aynılarını tekrar yapmaktadırlar.
  • Sanatçı eserlerini meydana getirirken hislerine göre hareket eder ve gerekirse eserini değiştirir. Zanaatkar ise belirli bir plan ve program dahilinde eserlerini meydana getirir.
  • Sanat eserinin yapılmasının ana amacı güzellik ve estetikken, zanaatçı eserini bir fayda sağlamak ve para karşılığı satmak için meydana getirir.
  • Sanat eseri para için yapılmaz, ancak zanaat eserinin yapılış amacı para kazanmaktır. Zaten zanaatkârlık bir meslektir ve bu sebeple de zanaatçı doğal olarak para kazanmayı hedefler.

Tüm bu farklılıklara karşın sanat ve zanaat arasında benzerlikler de vardır. Bilinen en önemli benzerlik ise her ikisinin de yetenek gerektirmesi ve el emeği olmasıdır. Ayrıca hem sanat hem de zanaat beceri gerektirir ve yine her ikisinin de temelinde tasarım yatmaktadır.

Sanat ve Zanaat Hakkında Bilinmesi Gerekenler

  • Bir kişinin zanaatkâr olarak adlandırılabilmesi için el becerisi gerektiren bir ürünü üretmesi gerekir. Yani böyle bir ürünü sadece satan ama üretmeyen kişiye zanaatkâr denilemez.
  • Ahşap oyma ustası, kumaş boyacısı, taş ustası, terzi, demirci ve silah ustası zanaatkârlara örnek olarak gösterilebilir.
  • Zanaatkârlık insanoğlunun ilk taş aletlerini yapması ile başlamıştır.
  • Sanat anlık bir şöhret elde etme işi değildir ve bir kişinin sanatçı olarak anılabilmesi için kalıcı olması gerekmektedir. Bu anlamda sanatçı denildiğinde bizim ilk aklımıza gelen isimlerden bazıları Pablo Picasso, Fikret Mualla, Mimar Sinan, Abidin Dino, İbrahim Çallı, Van Gogh, Salvador Dali, Auguste Rodin, Leyla Gencer, Pavarotti ve Maria Callas’tır. Peki, sanatçı denildiğinde sizin ilk aklınıza gelen isimler hangileri? Ya da medyada sıkça gördüğümüz isimlerden bazılarına sanatçı diyebilir miyiz?

Dünyaca Ünlü Sanat Eserlerinden Bazıları

  • Mona Lisa – Leonardo Da Vinci
  • Nilüferler – Claude Monet
  • İnci Küpeli Kız – Jan Vermeer
  • Gece Devriyesi – Rembrandt
  • Hz. Davud Heykeli – Michelangelo
  • Son Akşam Yemeği – Leonardo Da Vinci
  • Düşünen Adam – Auguste Rodin
  • Öpücük – Gustav Klimt
  • Belleğin Azmi – Salvador Dali
  • Gold Marilyn Monroe – Andy Warhol
  • Pleta – Müchelangelo
  • Kaplumbağa Terbiyecisi – Osman Hamdi Bey
  • Adada Gezintiye Çıkan Kadınlar – İbrahim Çallı
maniyerizm-nedir

Maniyerizm Nedir, Özellikleri Nelerdir?

Maniyerizm Nedir?

Diğer adı üslupçuluk olan maniyerizm, 1520 ile 1580 yılları arasında Avrupa’da belirmiş sanat üslubunun adıdır. Rönesans’a karşı hareket olarak ortaya çıkmıştır. Rönesans’ın estetik algısına tepki niteliğindedir. Rönesans’ın getirdiği geleneksel üslubu yadırgayan ve sonraki akımların da ortaya çıkışını hızlandıran Maniyerizm, İtalyanca’da “tarz” ve “üslup” anlamına gelen “maniera” sözcüğünden türemiştir. Osmanlıcada, “tasannuculuk” kelimesi ile tanımlanan bu akım, “yapmacıklı üslup” manasına da gelir.

Maniyerizm sözcüğünün ilk kullananlar, dönemin Alman sanat tarihi uzmanlarıdır. Rönesans dönemi ile Barok dönem arasındaki sanatçıların eserlerini tanımlamak için kullanılmıştır. Bu nedenle, bu akım bir geçiş akımı olarak da görülür.

Maniyerizm, klasik kuralları ve klasik öğeleri yerle bir etmiş olmasına rağmen klasik bir üslup olarak kabul edilir. İlk dönemleri geçiş dönemi olmasının da verdiği karmaşa nedeniyle, Rönesans’ın son döneminden zor ayırt edilir. Ancak, sonraki dönemlerindeki biçim keskin farkları, bu dönemi hem Rönesans’tan, hem Barok döneminden hem de sanat tarihinin belli başlı pek çok akımından kolayca ayrılmasını sağlar.

Maniyerizmin Özellikleri Nelerdir?

Maniyerizmde, ideal ve klasik olanın yerine deformasyona uğramış figürler, abartılı ve orantısız insan formları vardır. Rönesans’ın ölçülü, uyumlu ve oranlı figürleri artık yoktur, onun yerine abartılı, havada uçuyor hissi veren, bozuk, orantısız ve biçimsiz figürler görülür. Örneğin, maniyerizm akımı dahilinde yapılmış resim ve heykel eserlerinde baş, vücuda göre daha ufak olur, boyun kol ve eller ise daha uzundur. Tüm bu değişiklikler, bilinçli olarak yapılır. Bozulma, yeniyi, olağandışını aramak için bilinçli olarak yapılmış bir müdahaledir.

Uyumsuz öğelerle bezenmiş, devinim halindeki maniyerist resimlerde, anlatılanın açık bir şekilde anlaşılması zordur. Bu özgün stil, sanatsal nitelik arayışındadır ve bu nedenle resmin tüm öğeleri birbirine karışır.

Maniyeristler, içinde bulundukları devrin kendileri üzerindeki etkisini eserlerine yansıtır. Eserlerinde, yaşanan huzursuzluk ve karamsarlık net olarak hissedilir. Rönesans döneminin parlak ve canlı renklerinin yerini, ışık ve renk oyunlarıyla süslenmiş soğuk ve mat renkler alır. Genellikle tek bir eserde, Rönesans’taki tekil manzara görüntülerinin aksine, birden fazla mekan kullanılır. Bu mekanlara, irrasyonel kompozisyonlar, teatral ışıklar, arasında bir bağ bulunamayan renk ve konular eşlik eder.

Maniyerist eserler, farklı zevklerden, ikilemlerden, yapmacıklıktan, kimi zaman aşırılık ve gariplikten ilham alır.

Eskinin kalıplarından sıyrılma, kişisel yorumlar, çok serbest ve çok özgün duruşlar, yenilik arayışı ve “bilinçli bozulma” bu tarzın en mühim özelliklerindendir. Bu durum, başta anlaşılmamış, dönemin sanatçıları işinin ehli olmayan, sanatı beceremeyen, yalnızca taklit eden ve bu konuda başarısız olmuş insanlar olarak kabul edilirler. Stillerini bilinçli olarak geliştirdikleri, Rönesans’ın kusursuz insan anatomisini ve denge kurallarını özellikle deforme ettikleri çok sonra anlaşılır.

Tüm bu özelliklerle, maniyerizm, kuralların ötesine geçmiş ve dolayısıyla resmin daha da bireyselleşmesini sağlamış bir akım olarak kabul edilir. Maniyerizm, klasik güzellik anlayışına da bir başkaldırı niteliği taşır.

Maniyerist Sanatçılar

Döneminin toplumsal sorunları içinde sıkışmış ve bıkmış hisseden genç sanatçıları bir kriz dönemine girerler. Onlara göre, başarılacak her şey başarılmış ve yapılacak her şey çoktan yapılmıştır. Sanatlarında çözülmesi gereken bir problem bulamazlar, tüm teknik sorunları çoktan aşmışlardır ve anatomi, ışık, renk gibi konularda artık ulaşılacak daha mükemmel bir nokta kalmadığını düşünürler. Bu nedenle, yeni yaklaşımlar arayışın girerler. Maniyerizmi, bu akımın nitelikleri sayesinde doğanın taklitçiliğinden uzaklaşabildiklerini gördükleri için benimserler. Klasik kalıp ve üslupları deforme ederek yıkarlar ve çok önemli bir sanatsal değişim başlatırlar. Bu değişimin ilk adımları, İtalya’nın Floransa ve Roma kentlerinde atılır.

İtalya’da başlayan ve kısa sürede Kuzey Avrupa’ya sıçrayan akım, 17. yüzyılda Fransa’da da yayılmaya başlar.

Michelangelo Bounarotti, Maniyerizm’in öncüsü olarak görülür ve halen bu akımın en önemli temsilcilerinden kabul edilir. Bounarotti’nin Vatikan’daki Sistine Şapeli’nde bulunan mahşer freskleri, maniyerizmin belirleyicisi olarak görülür. Maniyerist tarzın tasarım/hekel alanındaki ilk örneklerinden biri de, Floransa’da bulunan Lorenzo Kütüphanesi’nin merdivenleridir. Michealangelo tarafından yapılan merdivenler, Rönesans döneminin klasik yumuşak hatlı mimarisinden farklıdır.

Bu akımın diğer önemli sanatçıları arasında Tintoretto ve El Greco da bulunur. El Greco’nun meşhur eserleri, Orgaz Kontunun Gömülmesi Töreni, Mısır’a Kaçış, Meryem’in Göğe Yükselişi ve Kralların Tapınması’nda maniyerizmin özellikleri net olarak fark edilir.

Bilinen diğer Maniyerist sanatçıların listesi şöyledir:

  • Jacopo de Pontormo
  • Rosso Fiorentino
  • Agnolo Bronzino
  • Alessandro Allori
  • Benvenuto Cellini
  • Joachim Wtewael
  • Giuseppe Arcimboldo

Maniyerizmin, dönemin edebiyat, müzik ve tiyatro eserlerini de etkilediği düşünülür.

barok-sanati-nedir

Barok Sanatı Nedir?

Maniyerizm’den sonra ortaya çıkan Barok Sanatı 16. Yüzyılın sonlarına doğru İtalya’da doğmuştur. Bu akım 18. Yüzyılın başında ise tüm İtalya’ya ve birçok Avrupa ülkesine yayılmıştır. Rönesansta dengeli olan görünüm Barokta bozulmuştur ve anlatım oldukça abartılıdır. Ayrıca Barokta gösteriş ve heyecan vardır. Bunun sonucunda da ortaya gösterişli mimari yapılar ve duygu yüklü eserler çıkmıştır. Bu akımın bilinen en önemli özellikleri görkem, aşırılık ve heyecandır.

Barok sanat akımı özellikle mimaride, heykelcilikte ve resimde görülmektedir.

Barok Resim Sanatı

Barok resim sanatında sıkça işlenen konular arasında azizlerin yaşamı, mitolojik konular, ailelerin tarihi ve kahramanlık öyküleri yer alır. Ayrıca barok sanatında manzaralar ve natürmort ile tek ya da grup portreleri de ön plandadır. Barok resim sanatının ayırt edici özelliklerinden birisi de kuvvetli gelen ışığın yüzeyde gölgeler oluşturacak şekilde yansımasıdır. Bunun sonucunda ise resimdeki duygu ve hareket güçlenir. Bu sanatın önde gelen ressamları arasında Caravaggio(İtalya), Velazquez(İspanya), Rubens(Belgium), Lorrain(Fransa) ve Rembrant(Hollanda) sayılabilir.

barok-sanati-nedir

En önemli Barok Resim Sanatı Eserleri aşağıdaki gibidir:

• Caravaggio – Aziz Thomas’ın şüphesi

• Rembrandt – Gece Devriyesi

• Rubens – Masumların Katli

• Vermeer – İnci Küpeli Kız

• Bernini – Apollo’nun Daphneyi Kaçırması

• Tintorette – Son Akşam Yemeği

• Valezquez – Yumurta Pişiren Yaşlı Kadın

• Murillo – Kavun Yiyenler

• Anthony Van Dyck – Kutsal Aile Dinleniyor

• Carracci – Kasap Dükkanı

• Guido Reni – Tesbihli Madonna

• Tiepolo – Palazzo Labia’daki Kleopatra’nın Ziyafeti

• El Greco – Kont Orgaz’ın Cenazesi

• Ter Borch – Munster Anlaşmasının Onaylanması

• Pieter De Hooch – Anne

• Jacob Van Ruisdael – Wijk Bij Duurstede’deki Yel Değirmeni

• Meindert Hobbema – Middelharnis’deki Yol

• Frans Hals – Toplu Portre

• Titian – Urbino Venüsü

Barok Mimari

Barok sanat akımı mimarlık alanında da ön plana çıkmıştır. Barok sanatının Roma’da doğduğu varsayılır ve İtalya’daki barok sanatının en güçlü mimarları Francesco Borromini ile Lorenzo Bernini’dir. Bu mimarların ardından ise Pietro Berettini Da Cortona, Guarino Guarini ve Baldassare Longhena gelmektedir. Barok mimari sanatının yayıldığı diğer ülkeler ise Fransa, İspanya, Almanya, Polonya, Avurturya, Rusya ve Çekoslavakya’dır.

https://www.high-endrolex.com/16

barok-sanati

Barok mimarisinin en önemli özellikleri şöyledir:

• Renkler ve süsler çok yoğun kullanılmaktadır.

• Görkemli heykeller, fıskiyeli havuzlar, muazzam salonlar, mükemmel duvar işlemeleri, tamamlanmamış mimari öğeler, geniş skalalı tavan freskleri barok mimaride yer alan ana unsurlardır.

• Yumuşak olan gotik tarz tamamen reddedilmektedir.

• Düz hatlar yerine yuvarlak hatlar kullanılmaktadır.

• Sarayların ve diğer büyük yapıların cephelerine çok önem verilmektedir.

Barok döneme ait en önemli mimari yapılar aşağıdaki gibidir:

• Versailles Sarayı

• Palais du Luxemburg

• Belvedere Sarayı

• San Carlo alle Quattro Fontane

• St. Paul Kilisesi

Barok Dönemi Heykelciliği

Bu dönemde hem resim hem heykelde insanların iç dünyasını ve ruh halini aksettirmek ön plandadır. Heykellerdeki kahramanlarda tıpkı resimlerdeki kahramanlarda olduğu gibi çirkine pek yer verilmez. Bunun yanında barok dönemi heykelciliğinin özellikleri ülkeden ülkeye de bir takım değişiklikler göstermektedir.

barok-art

Ülkeden ülkeye değişen bazı özelliklere karşın bu dönemde yapılan heykellerin karakteristik özellikleri şunlardır:

• Tam gerçekçilik

• Büyük ölçüde resimli etkiler

• Teknik üstünlük

Yine İtalya’dan örnek verecek olursak, bu alanda bir deha olan Bernini’den bahsetmemek olmaz. Bernini hem heykeltıraş hem mimardır ancak mimari eserleri de adeta heykellerini vurgulama özelliği taşımaktadır. Bunun en güzel örneği ise Vatikan’da yer alan sütunlardır.

Barok Sanatı Hakkında Bilinmesi Gerekenler

• Barok kelimesi Portekizce Barucco’dan gelmektedir. Barucco ise düzensiz incilere verilen isimdir.

• Barok sanatı özellikle Roma’da yer alan kiliselerde, Avrupa’daki saraylarda ve şatolarda etkisini göstermiştir.

• Barok resim sanatında vücut adalelere ve damarlara kadar gösterilmektedir.

• Yine barok resimde durgun yüz ifadeleri yerini hisli ve neşeli, bazen de ıstıraplı ifadelere bırakır.

• Avrupa ile temasların artması sonunda Osmanlı’da da Barok tarzının etkileri görülmeye başlamıştır. Ancak bizim sanatçılarımızın da yorumlarıyla beraber batıdakinden daha farklı eserler ve yapılar ortaya çıkmıştır. İstanbul’da yer alan barok mimarisi eserlerinden bazıları Nuruosmaniye, Ortaköy ve Laleli camileri ile Selimiye Kışlası’dır.

• Katolik ülkelerde veba salgınının bittiğine şükretmek için yapılan Veba Sütunları da barok dönemi eserleri arasında yer almaktadır.

• Barok akımı aynı zamanda edebiyatta, dansta ve müzikte de etkilerini göstermiştir.

epik-tiyatro

Epik Tiyatro Nedir?

Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedide epik maddesindeki  tanım şu şekildedir:

EPİK: sıf. (yun. Epos destan > epikos’tan; fr.épique) Destanla  ilgili, destana özgü. Hindistan’ın en eski epik şiirinde şu söz vardır… (Peyami Safa)

  • Ed. Epik tür, bakınız destan
  • Leng. Eppik lehçe. Eşanl. Homedos dili
  • Nazım sanatı. Epik durak. BK.DURAK

Görüldüğü gibi Meydan Larousse,  epik maddesini direk destan maddesine göndermektedir. Lakin bizim bu gün bahsetmek istediğimiz epik tiyatro,  Bertolt Brecht ile sistemli hale getirilmiş epik tiyatro kuramıdır.

Bertolt Brecht, düşünceleri ile 20. asra damga vurmuştur. Hem şair hem yazar hem yönetmen hem kuramcı hem de düşünürdür. 1898 ila 1956 yılları arasında yaşamış ve II. Dünya Savaşı sonrası aşamada genç tiyatroculara ve yazarlara önemli bir kaynaktı. Bu bakımdan onun hakkında az da olsa bilgi sahibi olmadan onun sistemleştirdiği kurama bakamayız.

Bertolt Brecht’in Sanat Dünyası

Prof. Dr. Özdemir Nutku, Bertolt Brecht’i şu şekilde ifade eder: “ Maddeci felsefenin tiyatro anlayışını ilk kez belli bir yönteme ve yönelişe oturtan …”

1. Bertolt Brecht materyalist bir dünya görüşündedir ama bu dünya görüşünü kabul etmeden önce farklı aşamalardan geçen bir düşünce ve fikir dünyası mevcuttur. Bertolt Brecht’e göre insanlar yalnızca çevre yolu ile anlaşılabilir çünkü insanın kişiliğini değişen dış dünya koşulları oluşturur. Ama Bertolt Brecht ilk zamanlar anarşist ve nihilist idi.  Bu zamanlarda “ dünya boş bir evrendi” onun gözünde.  Yazdığı oyunlarda da bu konuya yakın konular işlerdi:

  • 1928 , Üç Kuruşluk Opera : Dünya fakir insan kötüdür
  • 1925, Adamlar Adamdır: Yaşayan en aşağılık varlık en zayıf yaratık insandır. (Özdemir Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi ( XVII. Yüzyıl Sonundan Günümüze Kadar), Ankara Üniversitesi, Dil ve  Tarih – Coğrafya Fakültesi Yayınları No. 221, 1972, C.II, s. 627)

Sonraki oyunlarda da durum değişmedi.  Sadece duruma göre işleyişi biraz daha farklı bir biçimde ele aldı:

  • 1938, Seçuan’ın İyi İnsanı: “Ne biçim bir dünya ile karşılaştık, bayağılık, pislik. Dağlar, bayırlar bile tanınmaz olmuş. Güzelim ağaçların başlarını tellerle yok etmişler, dağların ardından koyu koyu dumanların yükseldiğini gördük, top seslerini dinledik. Bütün bunlar arasında paçasını kurtaran tek kişiye rastlamadık”

2. Bertolt Brecht için erdemlerin bir önemi yoktu; bu fikrini de ‘Cesaret Ana’ adlı oyununda şu şekilde işler:

1939, Cesaret Ana: “ …. Görüyorsun ya, iyi bir ülkede, iyi bir kral ya da generalin hiçbir erdeme ihtiyacı yoktur. İyi bir ülkede erdem gereksizdir; herkes olağan, orta zekalı ve korkak olsa ne çıkar?”

3. Bertolt Brecht’in fikir ve sanat dünyasında fakirler aşağılık ve zenginler acımasızdı. Zenginler, fakirleri ezen acımasız insanlardır ama bir fakir de bir olanak kazanıp zengin olursa o da kapitalist bir düzenin ürünü olacak ve o da fakirleri ezecektir.

4. Bertolt Brecht nedeni ne olursa olsun savaşa karşı idi ama elbette böyle bir dünya düzeninde savaş kaçınılmazdı. Ama yine böyle bir dünya düzeninde adalet beklemek gereksizdi. Bu yüzden de Bertolt Brecht her oyununa bir yargı sistemi kurdu.

5. Bertolt Brecht’e göre  bu kötü dünya “ resmin ancak bir yüzü” idi. Oyunlarında pek bahsetmese de maddeci felsefe ile  gelen bir de olumlu yanı söz konusu idi.

6. Bertolt Brecht Marksçı yapıdaydı ve bu yüzden de katı Alman rejimi tarafından pek sevilmedi.  Her oyununda bir değişimden bahsederdi ve derdi ki “Dünyayı değiştirin çünkü değiştirmek gerekiyor” ama bu değişimi ne olduğundan pek fazla söz etmiyordu. Belli ki o, Marks anlayışındaki devlet yönetiminden çok Marks eleştiri tarzını alıyordu.

7. Bertolt Brecht, bir Alman olarak halk Almanca’sını çok iyi kullanıyordu. Bu bakımdan da oyunlarında süslü, sanatlı bir dili hiç tercih etmedi.

8. Bertolt Brecht’e göre şaşırmış bir toplumda kötü davranışlar iyi niyetle yapılabildiği gibi iyi davranışların da kötü sonuçları olabilir. Ona göre iyilik ve dostluk derin ve olumlu duygulardır ama yanlış bir düzende her zaman doğru değildir. Bu yüzden de onun oyunlarındaki toplumsal ve ahlaksal öğeler seçilmiş öğelerdir.

*(Özdemir Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi ( XVII. Yüzyıl Sonundan Günümüze Kadar), Ankara Üniversitesi, Dil ve  Tarih – Coğrafya Fakültesi Yayınları No. 221, 1972, C.II, s. 627 – 636)

Epik Tiyatro

Tüm bu bilgilerden sonra Bertolt Brecht’in geliştirdiği epik tiyatro kuramına göz atalım. Bunu yaparken de soru – cevap yöntemini kullanarak konuyu daha derinden analiz edelim.

1. Tiyatroda üslup nedir?

Bir roman gibi tiyatronun da bir üslubu olmalıdır. Bu fikir Brecht’in Küçük Bilgi Aracı’nda net bir şekilde izah edilmiştir. Burada, eğer sanatın yaşamı yansıtma gibi bir amacı varsa bu amacı özel aynalarla yapmalı. Yine sanat ne olursa olsun gerçek dışı olmamalı ve seyirci tiyatro oyununu gerçek yaşamı ile kıyaslamalı. Buna rağmen tiyatroda üsluplaştırma öyle bir şekilde olmalıdır ki seyirci bunu hissetmemelidir.

2. Epik tiyatro kuramı neyi temel alır?

İfade biraz katı olsa bile epik tiyatro kuramı seyircinin kendisi ile hesaplaşmasını temel alır.  Yani seyirci, sahneden sahnelenen oyunu eleştirmeli, bu oyundan yola çıkarak eleştirel sonuçlar çıkarmalıdır.

3. Epik tiyatroda amaç / erek nedir?

Öncelikli amacı toplum gerçeğini somut bir şekilde sahneye yansıtmaktır. Bu amacıyla birlikte gelen ikinci amaç ise seyredeni, gösterilen gerçekler üzerinde düşünmeye zorlamak. Peki seyirci bu konu hakkında neden düşünmeli? Çünkü yozlaşmış toplum yapısını ancak bu şekilde değiştirebilir.

4. Epik tiyatro bu amaca ulaşmak için neyi kullanır?

Seyircinin hissettiği duygular, onun bu yargı sürecine geçmesini sağlar.

5. Piscator kimdir? Epik kuramda rolü nedir?

1929 yılında Politik Tiyatro adında bir eser yayımladı Piscator ve bu eserinde epik tiyatronun bulucusu olarak kendini göstermiştir. Bu durum bir yere kadar doğrudur ama bu kuramı teknik yönden maddeci felsefe görüşü ile sınırlayan kişi Brecht’tir. Bu  bakımdan kuramın kurucu olan B. Brecht kabul edilir.

6. Epik tiyatroda dram var mıdır?

Epik tiyatronun kuruluşunda  temel  bir öykü vardır ama ayrıntılarda dramatik ve trajik ögeler göze çarpar. Öykünün ana fikri komik gelse de oyunda dramatik ve trajik episodlar zihinde kalır.

Epik türünde ilişkiler, kişilerden üstündür. Oluşturulan dramın yani acı ve gülünç olayların nedeni toplumsal ilkelerdir. Kişisel duygular ise ancak toplumsal bakış sayesinde ortaya çıkar.

7. Dramatik tiyatro ile epik tiyatronun farkı nedir?

Bu konuyu daha net anlatabilmek için maddeler halinde farklarını verelim:

a. Dramatik Tiyatro

  • Eylemler gelişir ve seyirci sahne üzerindeki aksiyona katılır.
  • Etkinliği harcanıp tüketilir.
  • Seyircide bir takım duyguların uyanması sağlanır.
  • Seyirciye yaşamın bir kesiti sunulur.
  • Seyirci bir olay içine sokulur.
  • Aşılama yani telkin yolu ile çalışılır.
  • Seyircinin duyguları olduğu gibi kullanılır.
  • Seyirci olup bitenlerin ortasında, olup bitenlerle bir yaşantı birliği içine sokulur.
  • İnsan, bilinen bir değer olarak önceden kabul edilir.
  • İnsan hiç değişmez.
  • Seyircinin merakı son üzerine toplanır.
  • Her sahne bir ötekisi için vardır: organik büyüme,
  • Olaylar düz bir çizgi üzerinde gelişir
  • Olayların gelişimi evrimsel bir zorunluluk taşır.
  • İnsan belirli bir niceliktir: dünya olduğu gibi yorumlanır yani statiktir.
  • Düşünce var oluşu yönetir.
  • Ön düzeyde duygudur.
  • İdealar ve ideoloji estetik varoluşun temelidir: Felsefî idealizm
  • En yüksek ülkü : Sonsuzluk ( Nirvana) ; soylu bir yolda ölebilmek
  • İdeal Seyirci: yakından tanımadığı şeylere tanıdıkmış gibi bakan kimse çünkü sonsuzluk ilkesine yüzeydeki görünüşleri ile kabul eder.

b. Epik Tiyatro

  • Anlatıma başvurulur ve seyirci bir gözlemci durumunda bırakılır ama etkinliği uyanık duruma getirilir.
  • Seyircinin bir takım kararlar vermesi sağlanır.
  • Seyirciye bir dünya görüşü sunulur.
  • Seyirci bir olayın karşısında tutulur.
  • Deliller ve kanıtlar ile çalışılır.
  • Seyircinin duyguları geliştirilip bilince, tanımaya eriştirilir.
  • Seyirci olup bitenlerin karşısında, olup bitenleri inceler durumda tutulur; insan değişkenliği içinde inceleme konusu yapılır.
  • İnsan değişir ve değiştirir.
  • Seyircinin merakı oyunun gelişimi üzerinde toplanır.
  • Her sahne kendi için vardır: montaj tekniği
  • Olaylar sapmalar ve örnekler ile gelişir.
  • Olayların gelişi atlamalıdır.
  • İnsan oluşum durumundadır: Dünya olasılığı içinde yorumlanır yani dinamiktir.
  • Toplumsal varoluş düşünceyi yönetir.
  • Ön düzeyde akıldır.
  • Tarihsel gerçek, estetik varoluşun temelidir: Felsefî materyalizm
  • En yüksek ülkü : Özgürlük  yani sınıfsız toplum; yararlı bir yolda yaşamak
  • İdeal Seyirci: Bütün tanıdık şeylere tanımazmış gibi bakan kimse, çünkü insan gelişiminin her evresindeki fark edilmemiş potansiyelleri anlamak ister. **

** Özdemir Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi ( XVII. Yüzyıl Sonundan Günümüze Kadar), Ankara Üniversitesi, Dil ve  Tarih – Coğrafya Fakültesi Yayınları No. 221, 1972, C.II, s. 640

EPİK TİYATRO VE YABANCILAŞTIRMA 

İnsanî ve toplumsal değerlerin yitirilmesi modern toplumlar için yabancılaşmadır. Brecht ise insanî anlamları bulmak için yabancılaşma olgusundan faydalanır. Brecht’in benimsediği dünya görüşünde insan bilinen ve çözülmüş bir kavram değil incelenmesi gereken bir kavramdır. Şöyle ki:

Epik tiyatroda amaç seyircinin oyuna, eleştirel bir gözle bakmasını sağlamaktı, böylelikle kendi hayatı ile ilgili bir öz eleştiri yapacaktır. Eleştirinin en önemli özelliği nedir? Nesnel olması. O halde seyirci oyunu nesnel bir bakış açısı ile incelemelidir. Bu bakımdan da Brecht,  seyircinin olaya kuş bakışı bakmasını ve nesnel bir eleştiri sağlaması için onu oyuna yabancılaştırır. Böylece oyunu nesnel bir şekilde eleştirmek onun için daha kolay olacaktır. Olayı nesnel bir gözle izleyen seyirci tarafsız olacak ve en acımasız eleştiriyi yapacak duygu yoğunluğuna gelecektir. Bu bakımdan da Bretch, yabancılaşma yöntemini epik tiyatronun temel ögeleri arasına koyar.

Kuramcıya göre seyirci oyuna şu yöntemlerle yabancılaştırılır:

  • Seyirci bir gözlemcidir.
  • Oyuncu seyirciye bunun bir oyun olduğunu sık sık hatırlatır.
  • Oyuncu, canlandırdığı karakterin duygularını canlandırmaz, o karakterin eğilimlerini gösterir.
  • Dekorda bütünlük yoktur.  Dekor parça parçadır.

Son söz: Yazımızı bize göre epik tiyatronun en net ve kısa açıklaması olan şu cümle ile kapatıyoruz: “Önemli olan seyirciye karar vermesini öğretmektir. “ B. Bretch

sanat-teorisi

Sanatta Teori Üzerine

Sokrates “Sanat taklittir.” dediğinde taklitin sanat için gerekli olduğu kavramı anlaşılabileceği gibi, bu teorinin bir şeyin taklidi olmadan yapılan sanat eserlerinin sanat olmayacağı sonucuna da ulaşılabilir.

İlk yargım “Sokrates”in sözüne daha iyimser ve mantıksal bir yaklaşımdır.

Taklitten kasıt gerçek dünya nesnelerinin taklitleridir.

Ancak o zamanın başka bir filozofu ve Sokrates”in öğrencisi olan Platon, formların kesin gerçek olduğuna inanıyordu. Platon için sanat bir taklit, gerçek dünya nesnelerinin bir taklidiydi. Oysa formlar gerçek dünya nesnelerinden daha değerliydi. (Çünkü onlar ölümsüz, değişmez ve haklarında gerçeğin bilinebileceği nesnelerdi. -Bir matematikçi içinde 1 rakamı doğada hiç varlığı olmadığı halde gerçek birşey-matematksel bir nesnedir.) Bu nedenle Platon taklidi bir kusur olarak görüyordu ve taklit olarak sanat Platon”un gerçeğinde iki düzlem gerideydi. Bir kedi”nin resmi kendisinden daha az gerçek, kedinin kendisi ise mutlak olan zihinlerdeki formundan daha az gerçekti.

İşte yinede Sanat üzerine bir teori olan bu “Sanatın Taklit Teorisi”nin 2000 yıl süre ile yerinde kalmasına neden olanda Sokrates ve Platon”dur. Çünkü bütün bu süre boyunca sanat, çoğunlukla taklit teorisine göre, orjinal nesneyi ne ölçüde temsil ettiğine göre yapılmış ve değerlendirilmiştir.

Platon bugün empresyonistlerle ile ilgili ne derdi acaba?

Konunun aynı bağlamda birleşmesi açısından başka bir örneğe geçip bir soru soracağım. Andy Warhol”un Brillo karton kutularının ve başka ürünlerin konserve kutularının sergisini sanat yapan ama aynı kutuları markette dükkanda sanat yapmayan şey nedir? Bunun cevabını Arthur Dunto”nun 1964”te “Sanat Dünyası” adlı makalesinden bir kesit alarak verebilirim.

“… İnsan bir sanat zeminin üzerinde olduğunu, bunu ona söyleyecek bir sanat teorisi yoksa farketmeyebilir. Bunun nedeni, bir ölçüde sanat teorisinden dolayı zeminin birleşiminin de sanatsal olmasıdır. Teoriler, sanatı bazı şeylerden ayırdığı gibi, sanatı da olanaklı kılar.

Bir Brillo kutusu ile bir Brillo kutusundan oluşan sanat yapıtı arasındaki farkı meydana getiren şey, sonuçta bir sanat teorisidir. Kutuyu sanat dünyasına taşıyan ve gerçekten olduğu gerçek nesneye dönüşmesini önleyen teoridir. Teori olmadan onun sanat olarak görünme olanağı olmadığı ortadadır. Onu sanat dünyasının bir parçası olarak görmesi için insanın, yakın zaman New York resimlerinin yanı sıra, sanat teorilerinide iyice öğrenmiş ve biliyor olması gerekir. Bunlar elli yıl önce sanat sayılmazdı. Gerçek dünyanın olduğu kadar sanat dünyasının da bazı şeyler için hazırlanması gerekir. Her zaman olduğu gibi, bugünde sanat teorisinin rolü sanat dünyasını ve sanatı olanaklı kılmaktadır…”

Demek oluyor ki, sanat dünyası öğrenen ve öğrendiği ölçüde sanat tarihi ile içiçe olmuş insanlardan oluşan bir komplekstir. Bir şeye sanat statüsü veren, onun bu sanat dünyasına girişidir.

Bugün eski IBM bilgisayarlarından oluşan bir çöplüğü sanat haline getirmemek için hiçbir neden yoktur. Yalnızca sanat dünyasına adım atması gerekmektedir. Bu da ona zemin hazırlayacak bir sanat teorisin varlığı ile mümkündür. Teorik karşılığını bulunduğu mekanda bulduğu zaman o sanattır.

Peki, öyleyse var olan bir sanat teorisi olmadan yeni bir sanat türü yaratılamaz mı sorusunu burada sormak gerekiyor. Yada başka bir deyişle önce zeminin hazır olması mı gerekmektedir?

Zaman, mekan, coğrafya ve anlayışın etkisi altında insanın bütün bunların dışında -dünya dışı- bir sanat eseri oluşturamayacağı kanaatindeyim. Çünkü yepyeni bir tür sanat eserinin ortaya çıkışı bile onunla beraber olarak gelecek olan sanat teorisinin ince önermeleri bir şekilde sanatçının sezgileri ile reel hayatta bağlantılı olacaktır. Ama bu sanatçıyı bağımlı kılar anlamına da gelmiyor.

Yazım burada bitiyor ama aklıma birde şunlar geliyor…

Teori yeni süreci uzaklaştırır ama ruha dokunmaz, ola ki ruh kendini teorilerle perdelemesin. Ama bu aradaki fikir akımlarının oluşması ve sindirilmesi için de ruhların perdelenmesi bir o kadar gerekli….

Bu tıpkı şuna benziyor.

“Ne sen bensiz varsın, ne ben sensiz bulunurum.”

 

Kaynak: www.sanatteorisi.com

sanat-ile-egitim

Sanat Çocukların Daha İyi Düşünmelerini ve Daha İyi İnsanlar Olmalarını Sağlıyor

Yaratıcı işlerle uğraşanlar muhtemelen sanatın ilkokul eğitiminde önemli olduğuna katılacaklardır. Ancak okul yöneticileri buna katılmadıkları için, Arkansas Üniversitesi’nden bir grup sosyal bilimci, sanatla uğraşmanın faydalarını bilimsel olarak kanıtlamaya uğraşıyor.  Education Next ve Educational Researcher’da yayınlanan araştırma sonuçlarına göre, müze ve performans sanatı merkezi gibi kültürel mekanlara giden öğrenciler sadece sanatla ilişkili derslerde daha yüksek notlar almakla kalmıyor aynı zamanda daha anlayışlı oluyor, tarihsel empati kurabiliyor, eğitimsel bellekleri ve eleştirel düşünme becerileri gelişiyor.

Eğitim reformu profesörü ve ekipteki araştırmacılardan biri olan Jay P. Greene, “Değişiklikler gözlenebilir ve çok dikkat çekiciydi” diyor. Özellikle bir müze gezisinin “öğrenciler üzerinde kesinlikle etki bıraktığı” gözlenmişti. Greene’e göre bu geziye katılan öğrenciler, öğrendikleri şeyleri “not almak ya da sınavdan geçmek gibi herhangi bir dış sebep gerekmeksizin” hatırlayabiliyorlar.

art_1

Büyük Bir Okul Gezisi

45,000 metrekarelik Crystal Bridges Amerikan Sanatı Müzesi, iki yıl önce açıldığında 11,000 öğrenciye ücretsiz müze gezisi sundu. Çekilişle belirlenen gruplar müzeyi ziyaret etti ve bir saatlik gezileri boyunca beş tablo incelediler. Geziler öğrenciye yönelik olarak düzenlendi, yani küratörler ders anlatmak yerine çocuklara tablolar hakkında temel bilgiler vererek, öğrencilerin tablolarla ilgili sorularını cevapladı ve tablolar hakkındaki tartışmaları yönettiler.

Kutu, Bo Bartlet

Müze gezisinden yaklaşık üç hafta sonra öğrenciler müze deneyimleriyle ilgili bir anket formu doldurdular. Ankette, gördükleri tablolarla ilgili soruların yanı sıra başkalarına karşı gösterdikleri hoşgörüye ve farklı tarihi dönemlerde yaşamış insanlarla empati kurup kuramadıklarına dair genel sorular yer alıyordu. En sonunda da, müzede görmedikleri yeni bir tabloyla –Bo Bartlet’in Kutu isimli tablosu- ilgili kısa bir kompozisyon yazmaları istendi. Müze gezisi için çekilişe katılan ama grup gezisi kazanamayan öğrenciler kontrol grubunu oluşturuyordu. Onlara da aynı şekilde empati ve hoşgörü ilgili sorular soruldu ve Kutuhakkında kısa bir kompozisyon yazmaları istendi. Daha sonra bu kompozisyonlar, bağımsız kişiler tarafından, eleştirel düşünme becerilerini değerlendirme konusunda saygın bir program temel alınarak değerlendirildi.

art_2

Sanat İnsanı Akıllı ve Duyarlı Yapıyor

Greene’in ekibi, test grubundaki öğrencilerin öğrendikleri “akademik” bilginin çokluğu ve müzede gördükleri resimlerle ilgili hatırladıklarını görünce çok şaşırdı. Öğrenciler, tablolardan birinin Büyük Buhran sırasındaki maddi desteklerle ilgili olduğunu, bir diğer tabloda ise ise kölelik karşıtlarının şeker üretimi protestosunun anlatıldığını hatırlıyorlardı.

“Bu tarihi ayrıntılar aslında küratörün standart sunumunda yoktu” diyor Green. Yani, tablolar hakkında tartışma ve soru cevap şeklindeki sunum, öğrencilerin tablolar hakkında alâkalı ve önemli sorular sormasına neden olmuştu. Ancak müze tecrübesindeki bir şey, öğrencilerin bu bilgiyi aradan neredeyse bir ay geçtikten sonra hatırlamalarını sağlamıştı. Pek çok çocuğun, sınavlarını geçmek için öğrendiği şeyleri çabucak unuttuğu düşünülecek olursa bu çok dikkat çekici bir durumdu.

Dahası, Greene’e göre, çocuklar ilk kez gördükleri bir tablonun analizini yaparken, eğer müzeye gittilerse daha gözlemci oluyorlardı. “Müzeye giden çocuklar, yeni tablodaki ayrıntıları, müzeye gitmeyen çocuklara göre çok daha iyi gördüler” diyor Greene. Müzeye giden çocuklar, tabloyu kendi deneyimleriyle ilişkilendirme, alt metinleri saptama ve sanatı farklı yorumlama konusunda da daha iyilerdi. Ayrıca, tabloda tasvir edilen insanlar ve durumlarla, kontrol grubunun yapamadığı bir şekilde empati kurabiliyorlardı.

Okulun Dışına Çıkın

“Bu araştırmadan önce insanlar bize çocukların bir müzeye gittiklerinde sadece pencereden dışarıyı seyrettiklerini söylemişti” diyor Green. “Ama durum hiç de öyle değil. Çocuklar çevrelerine dikkat ediyor, bilgiyi özümsüyorlar.” Bu, kısmen, müzede yaşanan tecrübenin ders dışı bir formata sahip olmasıyla ilişkili olabilir ama Greene araştırmanın böyle sonuçlanmasının, öğrencileri her zamanki okul ortamından çıkararak onları kültürel bir ortama götürmekle de ilgili olduğunu düşünüyor.

art_3

Greene, “Öğrencilere bir tablonun yüksek kaliteli bir reprodüksiyonunu gösterebilirsiniz ama bu aynı şey olmaz” diyor. “Müzelerin mimariyi önemsemesinin sebebi de budur. Bu binalar insanların zihinlerini, yaşayacakları tecrübeleri algılamaya hazırlar.”

Greene’e göre, “Kültürel deneyimlere aç” şehirlerde, müzeye giden ve gitmeyen çocuklar arasındaki en çarpıcı farkın düşük gelirli kesimden gelenler arasında görülmesi şaşırtıcı değil. Hayatlarında ilk kez bir müzeye giden çocuklar eleştirel düşünme, empati ve hoşgörülerinde çok çarpıcı gelişmeler kaydettiler.

Elbette okul yönetimleri hâlâ bir sanat müzesini gezmenin öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerini daha geleneksel konularda da geliştirip geliştiremeyeceğini bilmek istiyor. “Sanatın, bir yapbozu ya da bir matematik problemini çözerken daha iyi düşünmenizi sağlayıp sağlamayacağını bilmiyoruz” diyor Greene. “Ama matematik ya da kitap okumanın iyi olduğunu anlamamız için bunları sanat diline tercüme etmemiz gerekmiyor. Öyleyse sanatı neden kitap okuma ve matematik diline tercüme ediyoruz? Sanat kendi başına bir şey yapmaktır, biz de bunu önemsiyoruz.”

pop-muzik

Nar Sanat Pop Müzik Korosu Açılıyor!

NAR SANAT bünyesinde POP MÜZİK KOROSU oluşturulacaktır. Koronun şefliğini pop müzik sanatçısı UHDE SEÇİL yönetecektir. Kurulacak olan koronun amacı popüler müziğin daha geniş bir kitleye hitap etmesi ve her meslek dalından olan amatör insanlarında şarkı söyleyip müzik yapabileceğini göstermektir. Koroya katılmak isteyen katılımcıların duyurulan gün ve saatte 18 yaş ve 65 yaşına kadar her meslekten bay ve bayan olmak üzere NAR SANAT ‘a başvuru yapmaları gerekmektedir.

Katılımcılarda aranan özellik iyi ve düzgün şarkı söyleyebilen ve kulağı sağlam ses duyabilen kişiler olması gerekmektedir. Bunun içinde ön bir eleme yapılacaktır. Koristlerin koroya kabul edilmesinden sonra belirlenen ders günü ve saatlerini aksatmamaları ve disiplin kurallarına uymaları ve çalışmalara devamlılıkları önemlidir. Dersler haftanın iki günü 2 saat olacaktır.

Koronun hazır olduğu andan itibaren belirlenen konser salonlarında halka konser vermesi NAR SANAT tarafından ayarlanacaktır.

1

Tarihin En Gizemli Metinleri

Gizemi hâlâ çözülememiş olan kitaplar ve şifreleri yıllarca kafaları meşgul eden esrarengiz metinler.

Smithfield ya da Gregory Külliyatı

Bu kitabın esas gizemi metinlerinde değil de görsellerinde. Papa 9. Gregory tarafından dini hükümleri açıklamak için bastırılan bu kitapta, o zamanın modasına uygun olarak metinlere eşlik eden kaligrafiler ve illüstrasyonlar bulunuyor. İşte ilginçlik de burada başlıyor. Normalde Meryem Ana, İsa ve Azizlerin süslediği dini külliyat sayfalarının tersine bu külliyatta kılıçla kafa kesen dev tavşanlar, bir kurdu idam eden kazlar ve tek boynuzlu atlar gibi Hristiyan öğretileriyle (görselden de anlaşılacağı gibi) açıkça çelişen tasvirler bulunuyor. Bu metinleri inceleyen din adamları ve tarihçiler, Smithfield külliyatının gizemini hâlâ çözebilmiş değiller.1

Ripley Metinleri, 15. yüzyıl

Isaac Newton’ın bile bir dönem simyaya ve gizli bilimlere ilgi duyarak yakından takip ettiği büyük simyacı George Ripley, konusundaki en yetkin isimlerden biriydi. Yazdığı metinlerde gizemli felsefe taşının nasıl yapılacağını tarif ediyor, sıradan metalleri altına çevirmenin yollarını anlatıyordu. Belirsiz, şifreli bir yazı dili kullanan Ripley’in metinlerinde ölümsüzlüğün sırrını verdiği dahi söyleniyor. Ripley’in en gizemli metniyse, 6 metre uzunluğundaki parşömen tomarı. İlginç illüstrasyonlar barındıran bu metnin ne anlatıyor olabileceğine dair gizem hâlâ çözülebilmiş değil.

2

 

Voynich El Yazması, 15. yüzyıl

Yale Üniversitesi’nin bir parçası olan Beinecke Nadir Kitaplar ve El yazmaları Kütüphanesi’nde, şimdiye kadar hiç kimsenin okumayı başaramadığı bir kitap bulunuyor. Adını kitabı 1912’de bir şekilde eline geçiren Polonyalı sahaf Wilifrid Voynich’den alan, daha önce görülmemiş bir dilde kaleme alınmış bu el yazması yıllar süren çabalara rağmen bir türlü çözülemiyor.

Karbon 14 testi sonucunda 15. yüzyılda yazıldığı anlaşılan kitap, bulunmasının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen hâlâ gizemini koruyor.

İçinde, astronomi ve botanik bilimleriyle ilgili bir şeyler anlatıyormuş gibi görünen garip illüstrasyonlar bulunan kitap, kimi akademisyenlere göre bir aldatmacadan ibaretken, kimilerine göre dünya ve evrenle ilgili hâlâ çözülmeyi bekleyen büyük sırlar taşıyor.3

 

Prodigiorum Ac Ostentorum Chronicon, 1557

Latince’den Alametler ve Kehanetler Kronolojisi olarak çevrilebilecek olan bu kitap Adem ve Havva’dan beri yaşanan bütün doğa üstü olayları anlatan bir ansiklopedi. Fransız hümanist Conrad Lycosthenes tarafından kaleme alınan kitapta, meteor yağmurlarından (Halley kuyruklu yıldızının belirişi de de dâhil), sellere ve depremlere kadar kehanet olarak görülmüş tüm doğa olaylarından kronolojik olarak bahsediliyor.

Bazı sayfalarında UFO benzeri çizimlere ve deniz canavarı tasvirlerine de rastlanan bu garip kitap, gizem avcılarını hâlâ hayrete düşürmeyi başaran nadir el yazmalarından biri.

4

 

 

Soyga Kitabı, 16. yüzyıl

6. yüzyılda yaşamış olan matematikçi, astrolog, simyacı ve okültist olan John Dee’ye atfedilen bu kitabın büyü tarifleri içerdiğine inanılıyor. İçindeki çizimlerin ve yazıların sırrı hâlâ çözülememiş olan kitap, bir dönem Kraliçe Elizabeth’e de danışmanlık yapmış olan Dee’nin geniş kütüphanesinin bir dönem en önemli parçasıydı.
Kitap, Dee’nin ölümünden sonra ortadan kaybolmuş, ardından şaşırtıcı bir biçimde 1994’de Deborah Harkness adlı bir akademisyen tarafından Britanya Ulusal Kitaplığı’nda bulunmuştu. Bazı din bilimcileri Soyga Kitabı’nın, Eski Ahit’ten önce şeytan tarafından indirilmiş olduğunu iddia ediyor. ‘Soyga’ antik Yunanca’da ‘kutsal’ anlamına geliyor.

5

 

Popol Vuh, 1701

Guatemala’da misyonerlik yapan Dominikan rahip Francisco Ximénez’in bulduğu bu metinler, Maya uygarlığının kullandığı Kiçe alfabesiyle yazılmış bir el yazmasıydı. “İnsanların Kitabı” anlamına gelen Popol Vuh yazması, rahip Ximénez tarafından İspanyolca’ya aktarıldı.

Mayaların binlerce yıllık sözlü geleneğinin yazıya aktarılmış hali olan bu el yazması dünyanın yaratılış hikâyesini ve diğer Orta Amerika mitolojilerinden örnekleri içeriyordu. Ximénez’in bu kitabı nasıl bulduğunu tam olarak açıklamaması kitabı daha da gizemli kılıyordu. Üstelik kitabı İspanyolca’ya çevirmek için kimden yardım aldığı da bilinmiyordu. Altın değerindeki bu yazıtlar, bugün Maya kültürüne ışık tutan en önemli belgeler olarak kabul ediliyor.

6

 

Rohonc Metinleri, 19. yüzyıl

Tartışmasız gelmiş geçmiş en gizemli el yazmalarından biri olan Rohonc Metinleri’nin ne anlattığı ya da nereden geldiği bilinmiyor. 19. yüzyılda kimliği belirsiz biri tarafından Macar Bilim Akademi’sine bağışlanan bu kitabın izi de sürülemiyor.

Birçok dilbilimci tarafından incelenen ve bir türlü çözülemeyen metin, alışılmışın çok dışında olan 200 farklı sembolden oluşan alfabesiyle günümüz dillerinden hiçbirine uymuyor. Ayrıca kitaptaki çizimlerden kitabın yazıldığı coğrafyaya dair de bir ip ucu yakalanamıyor. Sonunda çoğu dilbilimci ve tarihçi tarafından bir aldatmacadan ibaret olduğuna karar verilen kitabın tüm sayfalarına şuradan ulaşabilirsiniz. Olur da çözerseniz bize de haber verin.

7

 

Zodyak Katili’nin Mektupları, 1960-1970

1960 ve 1970 yılları arasında 20 ila 28 kişiyi öldürdüğü düşünülen seri katil Zodyak, cinayetlerden sonra gazetelere garip mektuplar gönderiyordu. Şifreli olan bu mektuplardan yalnızca bir tanesi çözülebildi. Mektuplarda katilin kurbanlarından bahsettiği ve kendi kimliği hakkında ipuçları verdiği düşünülüyor.

8

 

Vivian Kızlarının Hikâyesi, 1973

Henry Darger adında münzevi bir hastane hademesinin evinde bulunan bu kitap, benim gördüğüm en ürkütücü işlerden biri. Vivian Kızlarının Hikâyesi adlı bu eser, 40 yıl boyunca tek odalı bir apartman dairesinde yaşayan ve hiç kimseyle konuşmayan Henry Darger öldükten sonra, ev sahibi tarafından bulundu. Kitap, çoğu gazete ve dergilerden kesilen resimlerden yapılan kolajlardan oluşuyor. Sulu boyayla renklendirilen bu kolajların üzerine eklenen metinlerde anlatılan hikâyelerin fazlasıyla fantastik olduğu söyleniyor.

Tamamı 15.000 sayfa olan eserin çocuk köleliğini sona erdirmek için mücadele veren yedi küçük kızın hikâyesini anlattığı düşünülüyor. Bazı sayfalarda kırlarda koşuşan mutlu çocuklar tasvir edilirken, bazı sayfalarda işkence ve şiddet betimlemeleri yapılıyor. Çoğu hâlâ çözülemeyen metinler ve illüstrasyonlar kimilerine göre Art Brut (ham sanat) akımının en iyi örneklerinden biriyken, kimilerine göre düpedüz akıl hastalığının nişanesi.

9

 

Codex Seraphinianus, 1981

Hiç kimsenin çözemediği bir dilde yazılan bu kitap, gerçek dışı figürler ve garip illüstrasyonlarla dolu. Bir ansiklopedi formatında yazılmış olan kitabın yazarı İtalyan mimar Luigi Serafini, kitabın verilere dayalı, bilimsel bir çalışma olduğunu iddia ediyordu.

Çizimler de dâhil tamamı el yazması olan bu kitabı inceleyen akademisyenler ve bilim insanları fantezi ürünü olduğu çok aşikar bir işle karşılaşmışlardı. Yine de bazı dilbilimciler, şifreli yazılmış olduğunu düşünerek kitabın anlamını çözmeye gayret gösterdi. Sonunda çoğu eve eli boş dönmüş, ne yazılar, ne de garip illüstrasyonlardan bir anlam çıkarılabilmişti. Yine de bazı şifreciler, kitabın ve çizimlerin şifreli bir anlamı olduğu konusunda ısrarcı.

10

 

 

ikinci-dunya-savasinin-sonlarindaki-istanbula-bir-bakis,t4_l-iTbyEmpyGsJeDJM0Q

İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarındaki İstanbul’a bir bakış

Kaleme aldığı her metinle yeniden tar
tışılan Halide Edib’in bütün eserleri, gözden geçirilmiş baskılarıyla Can Yayınları’nda.

ikinci-dunya-savasinin-sonlarindaki-istanbula-bir-bakis,t4_l-iTbyEmpyGsJeDJM0Q

İlk olarak 1946 yılında tefrika edilmiş olan Sonsuz Panayır yazarın son dönem romanlarından. 1987’den beri baskısı olmayan Sonsuz Panayır’da Halide Edib’in Anadolu hakkındaki değişen görüşleri de göz önüne serilir.  Halide Edib’in bu önemli eserini Seval Şahin’in eserin önemine işaret ettiği sonsözüyle birlikte sunuyoruz…

Ayşe, Şaşırtmaçların arabasıyla bir hayli geç dönerken, bir taraftan iki akşam üst üste arabayla dönmesinin komşularına yapacağı tesiri düşünüyor, bir taraftan da kendi kendine, “Ben de halvetime dönüyorum,” diye gülüyordu. İçinde bir değişiklik olduğuna şüphe yoktu. Fakat nasıl bir değişiklik? Mesela bu köhne eve “halvetim” demek… Acaba Ayşe’nin kafasında hiçbir zaman Ali Bey veyahut Emine Hanım gibi kendi içinde yaşamak ihtiyacı hasıl olmuş muydu? Ayşe bıçak gibi keskin zekâsıyla, her yerde etrafını tetkik eden, hayat panoramasını seyreden, bu panoramanın görebildiği realitelerini yazıylatekrar eden bir stenograftan başka bir şey olabilir miydi?”

“Halide Edib, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Anadolu sermayesinin egemen olduğu İstanbul sosyetesini ve eğlence dünyalarını anlatırken romanına Sonsuz Panayır adını verir. Bu eğlence yerleri, panayırlar, eğlencenin işin içine girmesine rağmen hiç bitmeyecek bir olumsuzluğa işaret eder. Bu olumsuzlukta Anadolu daha doğrusu Anadolu sermayesi önemli bir yer kaplar. Halide Edib’in cumhuriyetin ilk yıllarında yazdığı romanlarda Anadolu, eğitilmesi, medeniyetleştirilmesi gereken bir yerken İkinci Dünya Savaşı’nda kentli burjuvaya egemen olmuş Anadolulunun burjuvalaşmış hali yazarı oldukça rahatsız eder. “

SEVAL ŞAHİN

“En nihayet, insanları tamamen şeytanın nüfuz mıntıkasına sokabilecek kudret şunlardır: Kuru gürültü, ahenksiz fakat dinmeyen bir şamata, sonsuz bir söz ve seda anarşisi! Şamata şamata… Manalı manasız, lüzumlu lüzumsuz, ebedî birgümbürtü ve çığlık! Bunları insanlara dinamizm, kudret, hareket diye yutturmak lazım… Ve yutturabilirsiniz, yeter ki insanlarda düşünmeye, iç hayatı yaşamaya mecal bırakmayacak, aman, aralık vermeyecek gümbürtü ve gürültü, günlük bir ihtiyaç haline gelsin.

Kaleme aldığı her metinle yeniden tartışılan Halide Edib’in bütün eserleri, gözden geçirilmiş baskılarıyla Can Yayınları’nda.

HALİDE EDİB ADIVAR

Halide Edib Adıvar, 1882’de İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde okudu. 1908’de yazmaya başladığı kadın hakları hakkındaki yazılarından dolayı kimi kesimlerin düşmanlığını kazandı. 31 Mart Ayaklanması sırasında Mısır’a kaçmak zorunda kaldı. 1909’dan sonra öğretmenlik, müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. 1919’da Sultanahmet Meydanı’nda, İzmir’in işgalini protesto mitinginde tarihî bir konuşma yaptı. 1920’de Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Onbaşı ve üstçavuş rütbeleri aldı. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası’yla fikir ayrılıklarına düştü. Bunun sonucunda 1917’de evlendiği ikinci eşi Adnan Adıvar’la birlikte Türkiye’den ayrıldı. İlerleyen yıllarda konferanslar vermek üzere ABD’ye gitti, Mahatma Gandhi tarafından Hindistan’a çağrıldı. 1939’da İstanbul’a dönen Halide Edib, 1940’ta İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanı oldu, 1950’de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954’te istifa ederek evine çekildi. 1964’te öldü.

Halide Edib Adıvar’ın Can Yayınları’ndaki diğer kitapları:

Ateşten Gömlek, 2007

Handan, 2007

Mor Salkımlı Ev, 2007

Sinekli Bakkal, 2007

Türk’ün Ateşle İmtihanı, 2007

Vurun Kahpeye, 2007

Son Eseri, 2008

Yolpalas Cinayeti, 2008

Tatarcık, 2009

Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri, 2009

Âkile Hanım Sokağı, 2010

Kalp Ağrısı, 2010

Zeyno’nun Oğlu, 2010

Çaresaz, 2011

Sevda Sokağı Komedyası, 2011

Kerim Usta’nın Oğlu, 2012

Dağa Çıkan Kurt, 2014

Yeni Turan, 2014

Hindistan’a Dair, 2014

Ateşten Gömlek (sadeleştirilmiş),2014

Vurun Kahpeye (sadeleştirilmiş),2014

Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri II, 2015

Döner Ayna, 2015

 

Sonsuz Panayır

Yazar: Halide Edib Adıvar

Tür: Roman

 

Vizyondaki Filmler

Türkiye’deki sinema salonlarında bu hafta 5’i yerli 10 film vizyona girecek.

vizyondaki-filmler

“Para Tuzağı”
Jodie Foster’ın yönettiği ve başrollerini George Clooney, Julia Roberts, Jack O’Connell, Dominic West, Caitriona Balfe ile Giancarlo Esposito’nun paylaştığı “Para Tuzağı”, izleyici ile buluşacak.
Senaryosu Jamie Linden, Alan DiFiore ve Jim Kouf tarafından kaleme alınan filmin yapımcılığını Daniel Dubiecki, Lara Alameddine ve George Clooney üstlendi.
Risklerin büyük olduğu, gerçek zamanlı gerilim filminde, oyuncular George Clooney ve Julia Roberts finans televizyonu sunucusu Lee Gates ve yapımcısı Patty Fenn’i canlandırıyor. Gerilim türündeki filmde, televizyonda canlı yayın sırasında Clooney ve Roberts’ın, her şeyini kaybetmiş kızgın bir yatırımcının stüdyoyu zorla ele geçirmesiyle yaşadıklarını konu alıyor.
“Rüzgarın Oğlu” 
Stephan James, Jason Sudeikis, Jeremy Irons ile William Hurt’un oynadığı “Rüzgarın Oğlu”, filminin yönetmen koltuğunda Stephen Hopkins oturuyor.
“Rüzgarın Oğlu”, tarihin en iyi atleti olmak için çıktığı yolda efsanevi bir yıldız olan Jesse Owens’ın gerçek hikayesini anlatıyor.
Dram türündeki film, asıl adı James Cleveland olan Jesse Owens’ın olimpiyat efsanesi olma mücadelesini aktarırken, tipik bir spor filmi sınırlarının ötesine geçerek, o dönemin sosyal ve siyasi ortamını gözler önüne sermeyi amaçlıyor.
“Kronik” 
Michel Franco’nun yönettiği “Kronik” adlı filmde, Tim Roth, Robin Bartlett, Michael Cristofer, Bitsie Tulloch ve Sarah Sutherland rol aldı.
Meksika ve Fransa ortak yapımı film, bir bakımevinde ölüm döşeğindeki hastalarla ilgilenen bir erkek hemşirenin portresini çiziyor.
Alis Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden” 
James Bobin’in yönetmenliğini yaptığı animasyon türündeki “Alis Harikalar Diyarında: Aynanın İçinden” filminin seslendirmelerini Johnny Depp, Anne Hathaway, Mia Wasikowska ve Helena Bonham Carter yapıyor.
Disney’in yeni yapımında, Lewis Carroll’un sevilen hikayeleriyle unutulmaz karakterlerinin yepyeni ve benzersiz maceraları anlatılıyor. Yeni seride, yeraltının tuhaf dünyasına dönen “Alis”, “Çılgın Şapkacı”yı kurtarmak için zamanda geçmişe yolculuk edecek.
“Kahraman Koala” 
Deane Taylor’un yönettiği “Kahraman Koala” filminin Türkçe seslendirmelerini Yekta Kopan, Elif Acehan ile Ziya Kürküt yaptı.
Klasik Avustralya kitap serisinden “Arı Maya”nın uyarlaması film, Green Patch adında küçük bir kasabada yaşayan bir koalanın, uzun süre önce evden ayrılıp geri dönmeyen babasının hayatta olduğuna ısrarla inanmayı sürdürüp, bulduğu bir ipucunun ardından Avustralya’nın uçsuz bucaksız çöllerinde zorlu bir arayışa girme macerasını konu alıyor.
“Memleket”
Şerif Sezer, Mesut Akusta, Mehmet Karagöz, Osman Sonant ile Melike Zeynep Atış’ın oynadığı “Memleket” filminin yönetmenliğini Murat Saraçoğlu üstlendi.
Anadolu toprağının hikayesini anlatmayı amaçlayan film, ölüm duygusunun ruhlarını giderek daha çok kavradığı iki yaşlı insanın insanlardan uzak küçük evlerinden dünyaya bakışını beyaz perdeye yansıtıyor.
“Abbas’ın Melekleri”
Yusuf Atıcı’nın yönettiği “Abbas’ın Melekleri” filminde Doğan Akkaya, Sinan Bengier, Kayra Şenocak, Dost Elver, Sevil Uyar, Berrak Deniz, Seda Mutlu, Şenol İpek, Bircan İpek, Ferdi Atuner, Aziz Özuysal ile Müjde Beyoğlu gibi isimler rol aldı.
Komedi türündeki film, köşeye sıkışmış pısırık bir mafya babasının başından geçen komik olayları konu alıyor. Aysel Göksu’nun yapımcılığında çekilen ve senaryosu Ahmet Başımoğlu tarafından kaleme alınan filmin sanat yönetmenliğini Zeynep Tekin yaptı.
“Nasıl Yani”
Aykut Elmas, Halil İbrahim Göker, Uğur Can Akgül ile Ferdi Sancar’ın oynadığı “Nasıl Yani” filminin yönetmen koltuğuna Ayhan Özen oturdu. Film, dedelerine Da Vinci’den miras kalan Mona Lisa tablosunu satıp, zengin olma hayalleri kuran üç kardeşin komik hikayesini anlatıyor.
Filmin senaryosu, sosyal medya fenomenleri ve kısa filmleri sayesinde tanınan Aykut Elmas, Uğur Can Akgül ve Halil İbrahim Göker’e ait.
“1 Kezban 1 Mahmut: Adana Yollarında”
Cenk Çelik’in yönetmenliğini yaptığı “1 Kezban 1 Mahmut: Adana Yollarında” adlı filmde Sinan Bengier, Esin Yıldız, Ercan Zincir, Cenk Hakan Köksal ve Necla Özay rol aldı.
Komedi türündeki film, İstanbul’da öğrencilik hayatı yaşayan iki yakın arkadaşın Mersin’den Adana’ya uzanan kız kaçırma hikayesini konu alıyor.
“Cinni: Uyanış”
Yönetmenliğini Müzisyen Emre Aydın’ın yaptığı korku ve gerilim türündeki “Cinni: Uyanış” filmde Eda Köksal, Gökçen Gökçebağ ve Merve Deniz kamera karşısına geçti.
Emre Aydın’ın ilk sinema yönetmenliği denemesi olan ve müzikleri de sanatçının kendisine ait olan film seri olarak devam edecek.