Şunun için etiket arşivi: eser

Bienal’de sanata yaka paça müdahale

Bu sene “Bakmadan göremezsin, görmeden bilemezsin” sloganıyla düzenlenen İstanbul Bienal’ine bir skandal damgasını vurdu.

3. Antrepo’da izinsiz, “korsan” bir olaylama (ing: “happening”) düzenleyen sanatçılar, Bienal ziyaretçilerinin şaşkın bakışları ve protesto alkışları altında engellendi. Bienal görevlileri, sanatçıları gösterilerinin henüz başında, “bakmadan, görmeden, bilmeden” yaka paça dışarı attı.

10 Kasım Perşembe günü öğleden sonra 16:30 civarında gerçekleşen olaylamanın fikir anası Ege Okal meramlarını şöyle özetliyor: “Bienal’in kaskatı duruşuna alternatif olarak daha akışkan daha organik birşey yapmak istedik. Sanat dünyası zaten bu kadar elitistken ve sanatçı/küratör/galerici/sanat eleştirmeni/sanat tarihçisi dışındaki insanların sanatla bağ kurması gitgide zorlaşırken biz de herkesin bağ kurabileceği masum bir çocuk oyunu olan saklambaç’ı bienal ortamında izleyiciyle buluşturmak istedik.”

Bunun için biri ebe, dokuzu saklananlar olmak üzere on genç sanatçı, baştan aşağı beyaz giyinerek Bienal’in labirent vari koridorlarına dağıldılar. Şöyle devam ediyorlar niyetlerini anlatmaya: “Ebe saymaya başladığında oyuncular odalara dağılacak, oyuncular gizli ve bulunamayacakları yerlere saklanmaktansa odalarda sanat eserleri ve izleyiciyle iletişime geçecek, kendi bireysel performanslarını yapacaklar. Duvarlardaki işleri imite edebilecekler, beyaz kutu sendromunu yaşayan bienal duvarlarına yaslanıp kamufle olabilecekler, içeriklerine göre bölümlenmiş bu odalarda içerikten kurtulmaya ya da özünü bulmaya çalışabilecekler..ve tabi daha birçok olasılık söz konusu. İzleyiciler ‘Siz ne yapıyorsunuz?’ diye sorduğunda da ‘Saklambaç oynuyoruz, sen de katıl!’ diyecekler ve performansa dahil olacaklar.”

Ancak bu performans kısa sürdü. “Eylemci oldukları sanılan” sanatçılar peşlerinden koşmaya başlayan güvenlikçiler tarafından iteklenerek salonların dışına çıkarıldı. Olaya tanık olan Bienal ziyaretçileri sanatçıları alkışlarla destekledi. Ziyaretçilere kapalı bir bölüme getirilerek güvenlik görevlilerince kısa bir süre “sorgulanan” sanatçılar, bunun ardından İstanbul Modern sınırlarının dışına çıkartıldı. Olaylamaya katılanlardan bazılarının görüşleri ise şöyle:

“Kendimizi politikanın içinde bulduk”

Ege Okal: “Politik kaygı taşımıyorken birden kendimizi politikanın içinde bulduk. Güvenlik görevlisi kavramıyla tanıştık. Sanat kurumunda sanatçının kapı dışarı atıldığını gördük. Sanatın endüstrileşmiş, borsaya dönüşmüş halinde sanat eserinin en az değer verilen, politikanın da en değer verilen şey olduğu gerçekliği suratımıza çarptı. Eylemci olduğumuz sanıldı. Eylemci olsak da olmasak da sözümüz bienal tarafından en kısa zamanda kesildi.”

Dila Yumurtacı: “Aslında sanatın eleştirisi basit bir oyunda saklıydı ama anlaşılması neden bu kadar güç oldu? Anlayamadık. Eylem zannedildi. Saklambaç bir eylem değildir ki, küçükken ne eylemler yapmış demek ki bunu dusunen beyinler. Saklambaç olsa olsa bir tur performanstir, happening dediklerinden, o an orada varolanlarla, plansız ve izinsiz, doğaçlama gelişen. Meğer sanat aslında çok da özgürlükçü değilmiş, öğrendik. Seni engelleyen hep çıkıyormuş, ENGELLENDİM.”

Aylin Ergenç: “50′ye kadar sayma ne kadar uzun sürdüyse ardından görevlilerin “yakalamaç”taki başarılarını göstermesi o kadar kısa sürdü. Dokümantasyonun da nasıl olduysa sırayla “bu da onlardan!” ı yemesiyle topluca dışardaydık. Videolara baktıkça güvenlikçilerin ebe olana namaz kılan saygısı duyup, koşana direkt müdahaleye koşullandıklarını düşünüyorum. Keşke meselenin sanat olduğunu idrak ettirip daha sakince yaklaşmalarını sağlayabilseydik. her şekilde çok heyecanlı ve eğlenceliydi.”

Çağdaş sanatın da bir sınırı var!”

Merve Uzunosman: “En kötüsü de performansın içinde kalmasına rağmen, hiç bir şey yapmamış halinle yanlış anlaşılmış olman. Daha doğrusu hiç anlaşılmaya çalışılmamış olman. Evet orası çağdaş sanatın son örneklerini barındırıyor olabilir ama çağdaş sanatın da bir sınırı var canım! Antrepoya ne yerleştirildiyse o! Onlar sanatsal eleştiriyi yeterince yapmışlar, sanatsal eleştiri eleştirisini yapmak ne haddine!”

Melek Nur Dudu: “Ben, saklambaç oyunu performansı süresince bir dansçı olarak sanat yapılan bir yerde sanatımı, yani dansımı sergileyememekten dolayı çok rahatsızım. Özellikle de bu engellemenin, bienalin güvenlik görevlilieri tarafından sert,şiddetli ve ön yargılı olmasından dolayı. Hiçbir esere ve ziyaretçiye zarar vermemeyi en önemli amaç haline getirmiştik ama saf bir oyun olan saklambacı insanların beğenisine sunamadık. Ancak yine de Bienal’in sanatsever kimliğinin altında aslında nasıl bir zihniyete sahip olduğunu göstermesi açısından güzel bir deneyime tanık olduk.”

Özge Karagöz: “Oyun daha baslar baslamaz siyahlari beyazlari kovalama oyunu(!)na donusuyor. Beyazlar da farkli yonlere kosarak dagilarak saklanacak yer aramaya basliyorlar. Iyice panige kapilan siyahlar tek tek beyazlari kollarindan tutup cekistirerek uzaklastirmaya basliyorlar. Tum beyazlarin disari cikarildigi anlasilinca eski soguk ve duragan dengesi yeniden saglaniyor. Siyahlar bundan gururlu. Beyazlar disarida coskuyla dagiliyorlar…”

Cansu Yeşilbademli (Güncelleme, 14.11.2011 – 15:30) : “Biz sanatı seçtik, sergilenenleri belirledik, seçilmeden oluşanlar hızla yok edilmeli, üstü kapanmalı. Durumu kontrol altına alın.” Bir ifadeyi durdurmuş oldunuz. Güvenlik görevlilerinizin içinden geçeni gördük, “senin babanın da”yla başlattığı ve sonunu getirmediği cümle duyduk. Bir odaya alındık, sorgulandık. “Kimsiniz siz, nereden geliyorsunuz?” Bu kadar. Kolumuzdan tutulup dışarı atıldık. Görevli hikayesinden çok daha önemli olan; biz durdurulacağımızı biliyorduk, kötü olan bunu tahmin etmemiz. Bu kadar korkmaları gerekmezdi; saklambaç oynuyorduk.”

Bu haftasonu grup adına yazılı bir açıklama yapan Ege Okal, “Bu projeden birçok şey öğrendik ve sanırım proje aslında daha yeni başlıyor. Blog oluşturmayı düşünüyoruz bütün videolar ve açıklamaları paylaşacağımız ve bunların hepsi bienal kurumunun aksine bütün yorumlara açık olacak ve tartışma bölümü oluşturacağız. Buradan bütün sanatçılara sesleniyorum, eğer hatırlanırsa tabii, gelin önümüzdeki bienalde hep birlikte saklambaç oynayalım ve performanslarımızı yapalım!” dedi.

Haber :  Durukan DUDU

Kaynak : http://www.yesilgazete.org/?p=42252

Niyazi Toptoprak ve Sanatı Hakkında…

” Niyazi Toptoprak, 1950 yılında İstanbul’da doğdu. İlki 1969 yılında olmak üzere şimdiye değin 150 civarında kişisel resim sergisi açtı. Sayısız karma sergiye eser verdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünü bitiren sanatçı bazı ödüller ve mansiyonlar kazandı. Niyazi Toptoprak’ın özel, resmi ve yurtdışı koleksiyonlarda birçok eseri bulunmaktadır.

Ressam Niyazi, kendi üslubunu oluşturmuş sanatçılardandır. Öyle ki O’nun resmini imzasına bakmadan da tanıyabilirsiniz. Yağlı boya ve pastel malzemelerini büyük bir ustalıkla kullanır. Doğayı kendi üslubuna uydurur. Hayvan resimleri de yapar ama bunların arasında kediye özel bir yer vermiştir. Bir serginin davetiyesinde şöyle demektedir.

“Kedi resmi yapmamış ressam yoktur denebilir. Çünkü kedi, biçimi, devinimi, yetenekleri ve yetkinlikleri ile resim yapan birinin ilgisinden ve hayranlığından uzak kalamaz. Günlük yaşamını güzelliğin coşkusu ile zenginleştirebilen iyi insanlar için de bu böyledir.

Kedi kraldır. Kedi her zaman güzeldir; kristal bir kadehteki kırmızı şarabı bembeyaz masa örtüsüne devirirken de, ipek bir halıya işerken de, yalnız bir bilge gibi soyluca ölürken de. Görkem ve incelik bir arada olmayı en çok bir kedinin yanındayken sever. Kedi, güzelliğini tartışmaya kalkan sevimsizlerle alay bile etmez.

Kedi resimlerine ayırdığım bu sergimi, bir kedi aşığı olmanın ayrıcalığında gizli keyif ve kendini beğenmişlikle hazırladım. Biliyorum ki o da kendisini artistik ve majestik bir keyifle beğenmektedir. Ve majesteleri bunda çok haklıdır.”

Niyazi Toptoprak’ın hayvan figürlü resimlerinin dışında, stilize ağaçlar, iki boyutlu evler, yayvan ve hemen hemen simetrik tepelere sıkça rastlarsınız. Minyatüral bir istifleme göze çarpar. Kompozisyonlarında kullandığı tarımsal parselasyonlarda renk coşkusu doruğa çıkar. Toptoprak, geçişli yada kontrast renk ayrımlarıyla adeta gökyüzünü de parsellemektedir. Bu özelliği onun resminde, içinde ışık yanıyormuş gibi bir şeffaflık oluşturur.

Ressam Niyazi, kendi resminin gelişimi ve değişimi içinde hep kendi resmini yapar. Kendi olarak kalmayı istediği için de kimseye benzemez. Bu geleceğe yönelik bir tavırdır. Bu nedenle sanatçı, resmin libido enerjisi ile yapıldığı savındadır. Ona göre gelecekte de var olabilmenin enerjisi bu enerjiden başka bir şey değildir. Libido ortadan kalkarsa sanat eylemi de son bulur.

Gerçekte bu görkemli bir sav olmak yerine yalnızca mütevazı bir yaşam tutkusudur. Belki de ölüm korkusu(?). Rengi görmek, rengi görmeye devam ediyor olmanın heyecanını yaşamak, ama ille de yaşamak. Sanatçının yaşamı bitince de bu heyecanı başkalarına yaşatmayı sürdürmek. Yani kalmak. ”

Kaynak : Niyazi TOPTOPRAK  Facebook grubu