Kişisel Öykü ile Toplum Tarihi Arasındaki Anımsama

YAZI:  Marcus Graf

30.000 yıllık geçmişinde sanat, birçok farklı rol geliştirdi. Toplum içerisinde, iletişim ve sihir aracı olmaktan, dekorasyon ve yatırım öğesi olmaya birçok farklı işlev elde etti. Bazıları zaman içerisinde daha güçsüzleşirken diğerleri daha da güçlendi. Örneğin din, çağdaş sanatta ikincil bir öneme sahipken, günümüzde sanatın finansal yönünün büyük bir anlamı vardır. Oysa ki sanatın en eski amaçlarından biri olan anı ve onun hafızasına güncel sanat üretimlerinde halen geniş bir biçimde verilmektedir.

Bu metinde çağdaş sanat ve çağdaş sanatçı için hafızanın kavramsal anlamını ele almak istemekteyim. Burada, kişisel öykülerin bireysel anıları ile ilgilenmek ve kollektif bellek ile resmi tarihin hafızasını gözden geçirmek arasında kısaca bir ayrım yapacağım.

Kişisel hafıza her zaman kişisel öyküler ile genel tarih arasına yerleşmiştir.  Bizler öncelikle, bir şeyleri onları olduğunu düşündüğümüz şekilde ya da onları deneyimlediğimizi varsaydığımız biçimde hatırlarız. Burada geçmişin zihnimizdeki imgeleri, dünün ve bugünün dünyası hakkında sahip olduğumuz duygu ve düşünceler ile içiçe geçmiştir.  Bu yüzden anılar, geçmişin ve günümüzün duygusal ve mantıki anlayışı ile karıştığından her zaman bulanıktır. Geçmişteki fikirlerimizin kavramsal çerçevesini oluşturduğundan günümüz, önemli bir rol oynar. Bunun yanı sıra hafıza, her zaman için zamanın sürekli akışının negatif etkisine maruz kalır.  Zihnimizdeki geçmişi temsil eden görsel imgeleri sürekli bir biçimde zayıflatan, zamanın yıkıcı gücü tarafından tehdit edilir. Bir olayın hatırası ile gerçek deneyim arasındaki zaman aralığı, şimdinin düşünce ve varsayımları tarafından istila edilmiş olan gerçeğin bir yansıması olana kadar giderek büyür. Ne kadar çok zaman geçerse, geçmişin zihnimizdeki imgesi de bir o kadar zayıflar. Sonunda, sonsuza kadar ortadan yok olabilir. Bu yüzden zaman hafızamızın en büyük düşmanıdır ve bu, dünyamızın hafızasına ilişkin kesinlik ya da tarafsızlığın var olamamasının sebebidir. Şu anımızın bir yanılsama olması gibi geçmişimiz de bir yalandır.

Bu, elbette herhangi bir toplumsal ya da genel hafızayı ve onun belleğini sorunsal hale getirmektedir.  Sayısız öyküler tek bir resmi tarihe sıkıştırıldığında, toplumun heterojenliği ve çoğulculuğu, her zaman için politik ideoloji ve milli çıkarlar karşısında  yenik düşmektedir.  Her ne kadar akademik ve bilimsel kanıtlar istense de, tarih anlatımının arada sırada düzeltilmesi ve yeniden yazılmasının nedeni budur. Bu, tarihin sayısız kişisel öyküden oluştuğunu söyleyen güncel tarih kanısının da sebebidir.

Bu parçalardan oluşmuş hafıza fikri, genel olarak günümüz sanatçıları tarafından kabul edilmekte ve hafızanın kesin bir bildiriminin var olmadığı çağdaş sanata geniş bir biçimde yansımaktadır. Aksi halde sanat bir propaganda olurdu. Sanatçının hafızası, hiçbir zaman toplumun aynası olarak işleyemez; aksi halde sanatçı bir demagog ve kendisinin geçmişe ait belleği, ideolojik bir doktrin haline gelir. Kabaca ayırmak gerekirse, sanatta hafıza konusuna yönelik iki çeşit yaklaşım bulunmaktadır. Nan Golding, Christian Boltanski, Wolfgang Tillmans ya da burada Türkiye’de; Taner Ceylan gibi bazı sanatçılar, sanatsal işlerinin başlangıç noktası olarak arkadaşlarının, alanların ve olayların hafızalarını kullanmaktadırlar. Bu eserlerde insanlar, belirli çevreler ve mekânlar olduğu kadar önemli eylemler ve durumlarda baskın çıkar ve parçaların kavramsal ana hatlarını oluşturur. Bu işlerdeki anımsama kanısı çoğunlukla parçalar halinde, öznel ve son derece kişiseldir. Örneğin, Nan Goldin’in fotoğraflarındaki öyküler, kendisinin kişisel yaşamın görsel kalıntılarıdır. Fotoğrafa yaklaşımı doğaçlamaya, şipşak estetiği ile dram ve ifadeye dayanmaktadır.

Her ne kadar son derece öznel olsalar da işleri o kadar belirli sosyal grup ve jenerasyonun belgesi haline gelir ki kişisel ve kollektif anımsama arasında bir bağlantı oluşur. Özellikle eserleri dünya çapında tanınmaya başladığından beri işleri, ayrıca sanat severlerin anımsamalarının bir parçası olmuştur, tam burada anımsama konusu alengirli bir hale gelir ve başka bir boyut kazanır. İzleyici fotoğrafları hatırlar ve böylece fotoğraflar onun anımsamasının bir parçası haline gelir. Gerçi, başka birinin hatırasının temsilinin hafızası olarak bu anımsama ne kadar gerçektir? Bir biçimde hafıza, hatıranın bir hatırası haline gelir. Bunun, aklında taşıyan kişi için nasıl bir anlamı olabilir? Bir başkasının gerçekliğinin fotoğrafla temsili gerçek bir değere sahip olabilir mi? Sanat işleri sanatçının belleğini, sanat ve estetiğin belirli fikirleri doğrultusunda biçim ve kavram olarak düzenlediği düşünme sürecinden doğan parçaları olduğundan, her zaman için belirli  bir seviyeye kadar sanatçının hafızasının görsel ürünleridir.  Sanatçının anılarını paylaşan izleyici için ise bu anımsama sürecini gözlemlemek edilgen bir süreçten çok aracılık sürecinden dolayıdır. Elbette tepki ve değerlendirme belirli bir seviyede entelektüel uğraşı gerektirse de işin hafıza üzerindeki asıl etkisi, iletişim kurulan deneyim olmasından dolayı görece daha düşüktür.

Ana konumuza geri dönmek gerekirse; Anselm Kiefer, IRWIN ya da Türkiye’den daha genç bir jenerasyona mensup Özlem Sulak gibi hafızayı, örneğin toplumsal, genel veya kolektif hafızayı, kendi kişisel yöntem ve stratejileri ile araştıran ikinci yaklaşıma bir bakalım. Bu sanatçıların eserleri tarihin genel olarak nasıl anlaşıldığı üzerine değil; aksine tarihin etkilerini kişisel yaşamlarında bireysel olarak nasıl deneyimledikleridir. Genellikle deneyimlenen gerçek ya da uydurulmuş kurgu hikayeleri genel tarih ile iç içe geçmişlerdir. Felix Gonzales Torres’in portre serisinde olduğu gibi kişisel hayatın hafızası, milli tarihin önemli olayları ile birbirine karışır. Bu sanatçılar için ortak hafıza yoktur ve geçmişin hiç bir anımsaması, insanların duygular, psödo-rasyonel göz önünde bulundurmalar ve sosyo-politik ilgiler temeline dayanan kararları tarafından etkilenmemiş değildir.

Gördüğünüz gibi kişisel ve toplumsal hafızaya yönelik iki sanat akımı da aynı stratejileri kullanmaktadır.  Çağdaş sanatçılar,  sonuçta hafızanın akışkan bir yapısını oluşturan sayısız öykü toplanırken sadece var olan kolektif bellekteki hafızanın bireysel gücünü iddia ederler. Sonuçta hafıza, sadece birlikte tasarladığımız şekilsel ve içeriksel parametreler uyarınca şekillenen bir kurgudur. Bu yüzden hafıza sadece öznel olabilir ve zamanın etkisinden dolayı değişebilir. Bu anlayış, anı anlatımının geleneksel katı yapılarındansa akışkan ve dinamik modellerini kabul eden günümüz sanat dünyasında bilinen bir gerçektir. Bu, belirli bir dereceye kadar, hayatın tüm belleği sadece tatlı yalanlarmış ve sanat hafıza yapılarımızdaki sahteliği ortaya çıkarmak, sadece onun kendi yanıltıcılığını ve aynı zamanda temsili varlığını sergilemek için en çekici biçimleri bulurmuş gibi görünmektedir. Sanki bir kör diğer bir köre karanlıkta yardım ederken çevrelerini kuşatan her nesnenin kafalarına ve dizlerine çarptığını görmelerine gülüyormuş gibi…

Kaynak : [-]

Ayakkabının ‘pabuç’ hali

pabucİnsanlığa çok uzun bir süredir eşlik eden ayakkabının hikâyesi bir sergide anlatılıyor. Ayakkabının ‘pabuç’ hali ise güzellik ve estetikle buluşuyor.

Eski çağlardan bu yana soğuktan, sıcaktan, keskin yüzeylerden ve herhangi bir dış etkenden korunmak için ayaklarımızı sarıyoruz. Önceleri bir ihtiyaç olarak ortaya çıkan ‘ayakkabı’ zamanla bir var oluş nesnesine dönüştü. Bugün ihtiyaçla birlikte bir aksesuar, bir süs eşyası olarak da kullanılan ayakkabının hikayesi Sadberk Hanım Müzesi’nde sergilenmeye başlanacak. ‘Pabuç, Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonundan’ adını taşıyan sergi 27 Kasım’da başlayacak ve 31 Mayıs’a kadar da açık kalacak.

Ayakkabının bir süs eşyası olarak algılanmaya başlanması bilhassa 19. Yüzyılda başladı. Sergi kapsamında 19. ve 20. Yüzyıllardan 127 parçalık bir ayakkabı koleksiyonu ziyaretçilerle buluşacak. Orta Asya, Kuzey Afrika, Hindistan, İran ve Avrupa’nın çeşitli noktalarından toplanarak bir araya getirilen koleksiyon, ayakkabıda geleneksel batı anlayışını da ortaya koyuyor. Çizme, bot, ayakkabı, terlik ve nalın gibi farklı parçalardan oluşan sergide, ipek, gümüş, deri, keten gibi farklı malzemelerin de bir araya geldiği parçaları görmek mümkün.

‘Pabuç, Sadberk Hanım Koleksiyonundan’ sergisinde ayrıca tanınmış isimlerin ayakkabıları da sergilenecek. Mısır Hıdiv ailesinden Prenses Atiye’ye ait gelin ayakkabısı, Bursa Valisi Ahmet Münir Paşa ile Pervin Hanım’ın kızı Memduha Hanım’ın çocukluk potinleri gibi ayakkabılar, Osmanlı’nın son döneminde ayakkabıcılığın geldiği noktayı da anlatıyor.

‘Pabuç, Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonundan’ sergisinde; çoğunluğu Osmanlı’nın son döneminde üretilen ayakkabı ve terlikler oluştururken, Orta Asya, İran, Kuzey Afrika, Hindistan ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden de örnekler yer alıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında üretilen ayakkabıları da kapsayan 127 parçalık koleksiyon, geleneksel anlayışın yanı sıra Batı modasını yansıtan çizme, bot, ayakkabı, terlik ve nalın gibi çeşitli modelleri de bir araya getiriyor.

Deri ve kumaştan yapılmış, çoğu sırma, gümüş, tel, kılabdan ve boncuk ile süslenmiş ürünler arasında Mısır Hıdiv ailesinden Prenses Atiye’ye ait olan gelin ayakkabısından,Bursa Valisi Ahmet Münir Paşa ile Pervin Hanım’ın kızı Memduha Hanım’ın 3-4 yaşlarındayken giydiği çocuk potinine kadar ilginç hikâyelere sahip birçok eser bulunuyor. Ahşaptan oyularak yapılmış, sedef, fildişi ve gümüş malzemelerle süslenmiş nalınlar da sergide dikkat çekiyor. Koleksiyondaki etiketli ayakkabı örnekleri ise Osmanlı’nın son dönem ayakkabı üreticileri ve satıcıları hakkında bilgi veriyor.

‘ Pabuç, Sadberk Hanım Müzesi Koleksiyonundan’ sergisi, Çarşamba günleri hariç her gün 10:00-17:00 saatleri arasında ziyaret edilebilecek.  

Davul ( Bateri ) ile tanışmak ister misiniz?

Pek çok yazımızda da bahsettiğimiz gibi herhangi bir müzik aleti ile tanışmanın faydaları saymakla bitmez dense yeridir. Bunların içerisinde özellikle vurmalı çalgılar dan dav

Nar Sanat Eğitim Kursu Bateri Eğitmeni Erhan KARACA
Nar Sanat Eğitim Kursu
Bateri Eğitmeni Erhan KARACA

ul (Bateri) elleri ve ayakları birbirinden bağımsız olarak kullanabilmeyi sağlayan bir müzik aletidir. Daha kısa anlatımla beyni dörde bölerek kullanabilmektir.

Vurmalı çalgılardan davulu (Bateriyi) tanıtmanın yanı sıra bateri hakkında merak ettikleriniz konusunda sizlere bigi verelim

Bateri müziğe ritm tutabilmek için kullanılan Fransızca kökenli bir kelime olup, davul seti ya da vurmalı çalgılar takımı olarak ifade edilir. Bateri çalmaya yarayan alete “baget” denilmektedir. Bunların  incelik ve kalınlık bakımından değişik çeşit ve modelleri bulunmaktadır.

Bateri çalmanın temelinde çok hızlı olmanın önemli olduğu düşünülse de asıl önemli olan denge ve akıcılıktır. Hızlı çalma eylemi süreç içerisinde ulaşılacak bir eylemdir ve bu bateristin bateriye olan hakimiyetini göstermektedir. Kısaca ustalık arttıkça ki bu çalışma ile mümkündür.

Bateride sağ el, sol el, sağ ayak, ve sol ayak uyumu çok önemlidir. Ellerin ve ayakların her birinin ayrı bir ritmde çalabilmesini sağlamak için beyni dörde bölmek gerekir. Bu da zor bir işlem olduğu için bateriyi diğer enstrümanlardan birazcık farklı kılar.

Standart bir bateri, 3 – 4 parça arasında değişen zil setinden ve 5 parça davuldan oluşur. Her bir nota bateri setinde farklı bir davulu ya da zilleri temsil eder. Türk müziğinde yaygın olarak 4/4’lük ve 9/8’lik ritmler tercih edilmektedir. Bunların yanı sıra 6/8’lik ve 7/8’lik ritmler de kullanılmaktadır. İlk başlangıçta çok iyi nota bilgisinin olması şart değildir fakat yinede 4’lük, 8’lik ve 16’lık notalar çalınabiliyor olmalıdır.

Davul çalmak sadece bir şeylere vurmak değildir.

Çocuğunuz davul dersi aldığında aynı zamanda el ve göz koordinasyonuna da sahip oluyor, refleksleri gelişiyor. Müziğin temellerini küçük yaşta kazanmaya başlıyor. Büyüdükçe müzik odaklı oluyor ve buna uygun bir çevre ediniyor. Müzikle yetişen çocukların diğerlerine oranla daha aktif ve özgüven sahibi olduğu görülmüştür.

Bir yetenek kazanmak!

Her anne-baba çocuğunun yaptığı güzel ve çevresi için örnek olan şeylerle gurur duyar. Davul çalmak bunlardan en havalı olanı! Genel olarak pek çok çalgı ile ilgilenen genç vardır fakat daha az sayıda iyi bateristin olmaması anlamında daha dikkat çekicidir bateri.

Vücut gelişimi için önemlidir.

Çünkü davul çalmak dik durmak, tutuş, vuruş, oturuş gibi önemli kurallarla başlar. Motor hareketin gelişimi ve tınısal ritm duygusu açısından önemlidir. Ayrıca bateri diğer enstrümanlardan farklı olarak dört uzvun da bir arada kullanıldığı hem fiziksel hem zihinsel aktivitenin bir arada olduğu yani spor gibi de algılanabilen tek müzik aletidir

Kısaca Davul Çalmanın Gelişimine Katkıda Bulunduğu Konular:  

Ruhsal gelişim, vücut gelişimi, zeka, duygusal durum, sosyallik gibi pek çok konu sayılabilir.  Müzik çocukların kendini ifade etme yeteneklerini geliştirir, estetik, yaratıcı ve yapıcı düşünme kapasitelerini artırır. Müzikle birlikte disiplin gibi konular çocuğa yavaş yavaş aşılanabilir. Müzik akademik performansı da olumla etkiler. Okul çağındaki çocukların daha hızlı okumaları; yazma, anlama ve düşünmede öğrenme güçlüğü çeken çocukların eğitimleri; stresin ve sıkıntının azaltılması yine müzikle başarılabilir.

Çocuk dışında yetişkinlerde de stresli atmanın yanı sıra, gençlerin farklı ve hızlı gelişimine katkıda bulunduğu gibi orta ve ileri yaşlarda da yaşlanmaya karşı önemli bir etkisi vardır. Alzheimer ya da demans gibi nörolojik hastalıklarda genellikle önerilen bulmaca çözmek tarzı aktivitelere kıyasla çok daha faydalı olduğu gözlenmiştir. Aynı zamanda konuyu bilen tıp doktorları tarafından kısmi felç geçiren ya da beyin hasarlarından dolayı kontrol problemi yaşayan hastalara da önerilmekte ve bu konuda çok iyi geri dönüşler alınmaktadır.

Kurumumuzu ziyaret ederek kazanacaklarınız.

Not-1- :  Öncelikle sizlerle tanışma imkanına sahip olacağız.

Not-2- :  Bateri ile tanışmak için ücretsiz deneme dersi randevusu alabilirsiniz.

Not-3- : Biliyorsunuz eğer öğrencimiz iseniz derslikler boş olduğu sürece ücret vermeden çalışma imkanınız var. (Sabah 09:00-Gece 21:00)

Not-4- : Bateri dersine kayıt yatıran öğrenciler Solfej dersine ücretsiz devam edebiliyorlar.

Not-5-: Pozitif bir ortamda Otuza yakın sanat dalı ile içiçe olacak ders arasında sanat soluma imkanına sahip olacaksınız  ve elbette daha pek çok şey…

Yazan : Erhan KARACA

(M.E.B. Özel Nar Sanat Eğitim Kursu

Bateri Eğitmeni)

Nar Sanat Eğitmeni Erhan KARACA kimdir?

erhan

Kocaeli Üniversitesi Radyo Sinema TV akademik eğitiminden sonra asıl yaptığı işi (müzik) öğretmek konusunda ne kadar tutkulu olduğunu keşfederek pek çok kursta ve okulda 5 ile 50 yaş arasında başlanıç seviyesinden ileri seviyeye kadar pek çok öğrenciyle çalıştı ve çalışmaya devam ediyor. Öğretmenliğin dışında grubu Heretic Soul ile Almanya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Macaristan, İsviçre ve Türkiye’de pek çok konser verdi. 4 stüdyo albümü kaydetti ve bunlardan ikisi Kanada’lı ve ABD’li şirketler tarafından yayınlandı. Son olarak Amerika’daki “Dünyanın En Hızlı Davulcusu” yarışmasına katıldı.

                                                                                                                               Eğitim

  • London College Of Music – Drumkit Grade 8
  • MEB Davul Eğitmenlik Sertifikası
  • Özel Dersler –Senol Kucukyildirim, Cengiz Baysal (Jazz, latin)

Enstrüman Deneyimi

  • Davul seti (Jazz, Latin, Rock, Funk, Heavy Metal)
  • Perküsyon

Öğretmenlik Deneyimi

  • 2008 yılından beri bazı kollejlerde
  • M.E.B. Bağlı bazı kurslarda ders vermekte olup halen
  • M.E.B. Özel Nar Sanat Eğitim Kursunda Bateri [Davul] eğitmenliği yamaktadır

Davul (Bateri) Eğitmeni Erhan Karaca’nın sponsorları

Nar Sanat, Istanbul Agop Cymbals, Axis Percussion, Pintech USA, dB Drum Shoes, MEElectronics

Stüdyo Albümleri

  • The Nihilistic Attitude – LP – 2013 – PRC Records CANADA
  • Born Into This Plague – LP – 2010 – Rotting Corpse Records USA
  • Life Becomes Our Grave – EP – 2007 – Selftitled

İstenilmeyen fakat verilen ödül “Altın Bamya Ödülü”

Türkiye sinemasındaki erkek egemen bakışa ve cinsiyetçiliğe tepki olarak verilen Altın Bamya Ödülleri dağıtıldı.

altın bamya ödülü

Altın Bamya Film Ödülü, Osman Sınav’ın yönettiği Aşk Kırmızı filminin oldu. Jüri filmin Zeynep karakterini de Kadın Karakter dalında ödüllendirdi.

Erkekler adlı film isminin yarattığı beklentiyi boşa çıkarmadı, hem Adam ve Nazım karakterleriyle erkek karakter hem de homofobi dalında ödüle layık görüldü. Üstüne bir de senaryo ödülünü aldı.

İzleyici Bamyası’nı ise Celal ile Ceren filmi kazandı.

Jüri özel ödülü de dört filme birden verildi. Kedi Özledi, Düğün Dernek (Tek taşlı Bamya), Sabit Kanca (Eşekarısı Bamyası), Testesteron (Hormonlu Bamya).

Dün akşam İsveç’in İstanbul Başkonsololuğu’nda düzenlenen ödül törenine, Altın Bamya Akademisi üyeleri, Filmmor Kadın Filmleri Festivali konukları ve sinema sektörü katıldı. Bütün adayların davet edildiği törene ise her zamanki gibi aday filmlerin temsilcilerinden katılan olmadı.

Tören, “ödül alanların bundan sonraki ödül törenlerine sadece izleyici olarak çağırıldığı, hatta ödül verecek aday bulunamadığı yıllar dileğiyle” sona erdi.

6. Altın Bamya Ödülleri sahipleri ve jürinin gerekçeleri şöyle:

Erkek Karakter ödülü Erkekler’e…

Erkeklerin filmlerde tüm anlam ve aksiyonun merkezi olma durumları, cinsiyetçiliğin en bariz yansımasıdır: Hikâyelerin odağında erkekler ve onların güçleri, özellikle de kadınları (kadın karakterleri) olumsuzlama, nesneleştirme üzerinden kurulmaktadır.

Erkek karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, erkek karakterin mutlaklaştırıp onayladığı “erkek” rol ve modelleri ve bunlarla özdeşleşildiği takdirde yaratacakları çok riskli anlamlar ve sonuçlar göz önüne alınmaktadır.

Bu kategorideki üç aday: -Aşk Kırmızı (Ferhat) -Celal ile Ceren (Celal ve arkadaşları) -Erkekler (Adem ve Nazım) arasında, jüri oylamasında en çok oyu alarak diğer adayları geride bırakan Erkekler (Adem ve Nazım) 6. Altın Bamya Erkek Karakter Ödülü’nün sahibi oldu.

Kadın Karakter Ödülü Aşk Kırmızı’ya…

Aşk-Kırmızı

Kadın gerçek bir karakter olarak ele alınıp işlenmedikçe hep erkek egemen bakışla resmedildikçe ve “tekinsiz, güvenilmez, şeytani, kötülüklerin anası, iyi kadın-kötü kadın, fedakâr anne, seyirlik, zayıf… vb.” yanlış, eksik, özensiz ve zararlı temsilleri sürdükçe, kadınların bir bütün olarak beyaz perdeye yansıması mümkün olmamaktadır.

Bu kategori değerlendirilirken, kadın karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, kadın karakterin ürettiği anlamlar, dolaşıma soktuğu okumalar, cinsiyetçi tutum, rol ve kalıpları ne derecede pekiştirip onayladığı göz önüne alınmaktadır.

Bu kategorideki üç aday: -Aşk Kırmızı (Zeynep) -Celal ile Ceren (Ceren ve arkadaşları) -Senin Hikayen (Meral ve Esra) arasında, jüri oylamasında en çok oyu alarak diğer adayları geride bırakan Aşk Kırmızı (Zeynep) 6. Altın Bamya Kadın Karakter Ödülü’nün sahibi oldu.

Senaryo Ödülü Erkekler’e…

Senaryo, sinemasal tüm öğeleri soyutlandığında ve sadece filme çekilmiş senaryo olarak okunduğunda bile cinsiyetçi izler taşıması, kadın ve erkek karakterlere adil ve eşitlikçi yaklaşmaması, bu tutumun diyaloglardan, karakterlere kadar her sahnesine sinmiş olması ve içerdiği cinsiyetçi unsurlar göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.

Bu kategorideki üç aday: -Aşk Kırmızı -Celal ile Ceren -Erkekler arasında, jüri oylamasında en çok oyu alarak diğer adayları geride bırakan Erkekler 6. Altın Bamya Senaryo Ödülü’nün sahibi oldu.

Film Ödülü Aşk Kırmızı’ya…

Film, ışıktan kadraja, kadın ve erkek karakterlerden yönetmenin yorumuna kadar tüm unsurlar, çelişki içermeyen cinsiyetçi “bütün” göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.

Bu kategorideki üç aday: -Aşk Kırmızı -Celal ile Ceren -Erkekler arasında, jüri oylamasında en çok oyu alarak diğer adayları geride bırakan Aşk Kırmızı 6. Altın Bamya Film Ödülü’nün sahibi oldu.

İzleyici Bamyası: Celal ile Ceren’e…

İzleyici Bamyası Ödülü, Altın Bamya web sitesinde yer alan 2013 yılında vizyona giren tüm filmler arasında yapılan online oylama sonucunda en çok oyu alan film Celal ile Ceren oldu.

Altın Bamya nedir?

Bu yıl altıncısı verilen Altın Bamya Ödülleri, Türkiye sinemasında kadınlarla ilgili yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın sinemada yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın normal kılınmasına, kadınlara dair alanların daraltılmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı.

Kaynak :[-]

30 Mart–14 Nisan 2013 arasında yapılacak olan 32. İstanbul Film Festivli programı açıklandı

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Akbank sponsorluğunda düzenlenen ve yaklaşık 150 bine ulaşan takipçisiyle Türkiyenin en büyük sinema etkinliği olan İstanbul Film Festivalinin otuz ikincisi 30 Martta başlıyor.

 Festival sponsorluğunu dokuzuncu kez Akbank’ın üstlendiği İstanbul Film Festivalinin otuz ikincisi, 30 Mart14 Nisan tarihlerinde yapılacak. Her zaman olduğu gibi programındaki filmlerin niteliği ve çeşitliliğiyle öne çıkan 32. İstanbul Film Festivali, sinemaseverlere 20nin üzerinde bölümde 200ü aşkın filmin yanı sıra usta sinemacıların katılacağı söyleşiler, atölye çalışmaları ve sinema dersleriyle dolu iki hafta sunuyor.

Festival bu yıl 2012 ve 2013ün parlak filmlerinden unutulmaz sinema klasiklerine, usta yönetmenlerin başyapıtlarından Ocak ayında Sundance ve Şubat’ta Berlin Film Festivali’nde prömiyeri yapılan filmlere, Altın Lale ve FACE yarışmalarından belgeseller ve çocuk filmlerine uzanan bir yelpazede izleyiciyle buluşacak. Festival programında “Kadın Hikâyeleri gibi yeni bir bölümün yanı sıra, uzun bir aranın ardından yeniden canlandırılan “Edebiyattan Beyazperdeye”, Eylül’de başlayacak 13. İstanbul Bienali işbirliğiyle hazırlanan “BenKentli Vatandaş Değil Miyim?” ve “Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas” gibi özel bölümler yer alıyor. Festival kapsamında sektörden her yıl daha çok ilgi toplayan Köprüde Buluşmalar’ın da sekizincisi düzenlenecek.

32. İstanbul Film Festivali programı 4 Mart Pazartesi akşamı Martı İstanbul Hotel’de düzenlenen bir toplantıyla, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil ve İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan tarafından basına açıklandı.

Toplantıda açış konuşmasını yapan İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, festivalin destekçilerine teşekkür ettikten sonra İstanbul Festivalleri’nin bu yılki tanıtım afişlerinde yeni bir işbirliğine gidilerek farklı sanat dallarının önemli isimleriyle, grafik sanatçısı ve İKSV Kurumsal Kimlik Danışmanı Bülent Erkmen’in tasarımlarının bir araya getirildiğini belirtti. 32. İstanbul Film Festivali için, Nuri Bilge Ceylan’ın Uykusuz Gece adlı fotoğrafı ve yönetmenin el yazısı, Bülent Erkmen’in tasarımıyla festival afişine dönüştürüldü. Basın toplantısında, Bülent Erkmen’in festival afişleriyle ilgili hazırladığı özel video mesajı da salondaki katılımcılarla ekrandan paylaşıldı.

Kültür ve sanatın her zaman öncelik verdikleri alanlar arasında olduğunun altını çizen Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil, “İstanbul Film Festivali ülkemizde kültür ve sanatın kurumsallaşmasında bir dönüm noktasını temsil ediyor. Festival Türkiyede köklü bir sinema kültürünün gelişmesini sağlıyor. Tam 32 yıldır sinemaseverleri dünya sinemasının en seçkin, en özgün filmleriyle buluşturan festivalin 9. kez destekleyicisi olmaktan biz de büyük gurur duyuyoruz.” dedi. Binbaşgil, vizyonuyla projeye yön veren Şakir Eczacıbaşı’nı tekrar saygıyla andıklarını hatırlatarak konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Sinemaseverlerin her yıl özlemle bekledikleri bu etkinlik, bu yıl da yine birbirinden harika filmlerle dolu. Akbank Galalarında sinema tutkunları için seçtiğimiz filmler bu yıl da müthiş. Binlerce sanatsever bir kez daha sinema salonlarında farklı dünyaların kapılarını aralayarak, 2 saatliğine de olsa bu filmlerle farklı dünyaları deneyimleme fırsatı bulacak; farklı hayalleri yaşayacak.”

Basın toplantısında daha sonra söz alan İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan, festival programında yer alan filmler, festivale katılacak konuklar ve festival sırasında düzenlenecek etkinliklerle ilgili ayrıntılı bilgi aktardı.

 İSTANBUL FİLM FESTİVALİ DANIŞMA KURULU

İstanbul Film Festivali Danışma Kurulu, yapımcı Zeynep Özbatur Atakan, yönetmen Semih Kaplanoğlu ve sinema yazarı Esin Küçüktepepınar’dan oluşuyor. Atilla Dorsay da Danışma Kurulu Onur Üyesi olarak İstanbul Film Festivali’ne destek olmaya devam ediyor.

Belgesel Danışma Kurulu’nda ise belgesel yönetmenleri Berke Baş ve Elif Ergezen ile akademisyen ve yönetmen Alisa Lebow yer alıyor.

32. İSTANBUL FİLM FESTİVALİNİN DESTEKÇİLERİ

İstanbul Film Festivali bu yıl 20nin üzerinde kurumun desteğiyle gerçekleştirilecek. TC Kültür ve Turizm Bakanlığı bu yıl da festivale büyük destek veriyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Beyoğlu Belediyesi de festivale verdiği tanıtım desteğini sürdürüyor.

Festival Sponsoru Akbank’ın yanı sıra festivale 7 tema sponsoru destek oluyor:

–     Efes                                    Ulusal Yarışma ve Türkiye Sineması

–     Sabah Gazetesi                   Dünya Festivallerinden

–     NTV                                    “NTV Belgesel Kuşağı

–     SinemaTV                           “Antidepresan

–     Malezya Havayolları            “Mayınlı Bölge

–     Nescafe Gold                      Yeni Bir Bakış

–     tv2                                      “Geceyarısı Çılgınlığı

Festivalin sevilen bölümü “Akbank Galaları” da bu yıl festival programında yer almaya devam ediyor.

İstanbul Film Festivali, Groupama sponsorluğunda altı yıl önce başlattığı Özel Gösterim: Türk Klasikleri Yeniden” bölümüyle Türkiye sinemasının önemli yapıtlarını yeniden beyazperdeye taşıyor. Bu yıl Lütfi Ö. Akad’ın yönettiği, başrollerinde İzzet Günay ile Türkan Şoray’ın yer aldığı 1968 yapımı unutulmaz melodram Vesikalı Yarim, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Prof. Sami Şekeroğlu SinemaTV Merkezi tarafından restore edilerek izleyicilere sunulacak.

Bu yıl Köprüde Buluşmalar’ın sekizincisi, Efes sponsorluğunda gerçekleştirilecek.

Festivalin konaklama sponsorluğunu ise Martı İstanbul Hotel üstleniyor.

Festivalin teknolojik ürünler sponsoru da Arçelik.

İKSV’nin tüm festivallerine, Öncü Sponsor Eczacıbaşı Holding, Resmi Havayolu Türk Hava Yolları, Resmi İletişim Sponsoru Vodafone, Resmi Taşıyıcı DHL ve Servis Sponsoru GFK destek veriyor.

FESTİVAL AFİŞİNDE

NURİ BİLGE CEYLAN VE BÜLENT ERKMEN İMZASI

2013 yılında düzenlenecek İstanbul Festivalleri’nin afişlerinde farklı sanat dallarının önemli isimlerinin yapıtları, desenleri ve el yazıları, grafik sanatçısı ve İKSV Kurumsal Kimlik Danışmanı Bülent Erkmen tasarımlarıyla bir araya geliyor. 32. İstanbul Film Festivali’nin afiş görseli, günümüz “auteur” sinemasının önde gelen yönetmenlerinden, senarist ve fotoğraf sanatçısı Nuri Bilge Ceylan’ın “Babam İçin” serisindeki, kendi babasının bir fotoğrafından oluşturuldu. Festival için Nuri Bilge Ceylan’ın Uykusuz Gece fotoğrafını seçen Bülent Erkmen tasarımında, yönetmenin el yazısını da afişe taşıdı.

Bülent Erkmen, yaptığı seçimle ilgili olarak “Uykusuz bir gecede baktığını görmeyen açık bir gözün gördükleridir sinema çünkü. Gecenin karanlığında yastığın yumuşaklığına gömülen başa kadar çekilmiş yorganın bedeni saran hayalperest güveni, sinema karanlığında koltuğa gömülme anında karşılığını bulur.” diyor.

Programı geçen ay açıklanan 41. İstanbul Müzik Festivali için, önde gelen güncel sanatçılarımızdan Sarkis’in parmak izi ve el yazısı, Bülent Erkmen’in tasarımıyla festival afişine dönüştürülmüştü. Bu yıl yirmincisi gerçekleştirilecek İstanbul Caz Festivali’nin, yine bir sanatçının katılımıyla Bülent Erkmen tarafından hazırlanacak afişi ise, festivalin önümüzdeki günlerde yapılacak toplantısında basınla paylaşılacak.

FESTİVALİN AÇILIŞ VE KAPANIŞ TÖRENLERİ

32. İstanbul Film Festivali, 29 Mart Cuma akşamı İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’ndaki açılış töreniyle başlayacak. Sunuculuğunu Memet Ali Alabora’nın yapacağı açılış töreni CNN TÜRK’ten canlı yayımlanacak. Törenin hemen ardından, Pedro Almodovar’ın, festival kapsamında “Akbank Galaları”nda izlenebilecek son filmi Im So Excited / Aklımı Oynatacağım, festivalin açılış filmi olarak gösterilecek.

14 Nisan Pazar akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılacak kapanış ve ödül töreni ise NTV’den canlı yayımlanacak. Ceyda Düvenci ve Mert Fırat’ın sunacağı gecede, Altın Laleler ile festivalin diğer ödülleri açıklanacak. Törenin ardından Altın Lale Uluslararası Ödülünü kazanan film gösterilecek.

FESTİVALİN ONUR ÖDÜLLERİ

İstanbul Film Festivali Onur Ödülleri bu yıl altı önemli isme veriliyor.

Festivalin açılış töreninde Türkiye sinemasına yıllar boyu emek vermiş oyuncu Lale Belkıs, görüntü yönetmeni Aytekin Çakmakçı, oyuncu Ahmet Mekin ve senarist Ayşe Şasa’ya festivalin Sinema Onur Ödülü takdim edilecek. Atıf Yılmaz’ın 1966 yılında çektiği, senaryosunu Ayşe Şasa’nın yazdığı Ah Güzel İstanbul, Lale Belkıs’ın rol aldığı Kalbimin Efendisi ve Ahmet Mekin’in oynadığı Bir Türke Gönül Verdim filmleri de festival programında gösterilecek.

Usta yönetmen CostaGavras da festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü alacak. Missing / Kayıp, Z ve Eden is West / Cennet Batıda gibi filmlerinin ünlü yönetmeni CostaGavras’a ödülü, “Akbank Galaları” kapsamındaki filmi Capital / Kapital’in 7 Nisan Pazar günü Atlas sinemasında saat 13.30’da gerçekleştirilecek gösteriminden önce verilecek. Yönetmen, aynı gün 16.00’da Akbank Sanat’ta Alin Taşçıyan moderatörlüğünde bir de sinema dersi verecek.

Festivalin bu yılki en son onur ödülü ise, 32. İstanbul Film Festivali Altın Lale Uluslararası Yarışma Jüri Başkanı Peter Weir’e takdim edilecek. Gallipoli / Gelibolu, Dead Poets Society / Ölü Ozanlar Derneği, Green Card / Yeşil Kart ve The Truman Show / Truman Show gibi filmlerinin usta yönetmeni Peter Weir’e Sinema Onur Ödülü, festivalin 14 Nisan Pazar akşamı yapılacak kapanış ve ödül töreninde verilecek. Yönetmen, festival kapsamında sinema dersi de verecek. Peter Weir’in sinema dersi 12 Nisan Cuma günü 16.00’da Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nde gerçekleştirilecek.

FESTİVALDE ALTIN LALE HEYECANI

İstanbul Film Festivali’nin merakla beklenen Altın Lale Uluslararası ve Ulusal Yarışmaları kapsamında bu yıl da Türkiye ve dünya sinemasının seçkin örnekleri ödül için yarışacak. Festivalin ikinci haftasında jüri ve izleyici karşısına çıkacak filmlere ödülleri, 14 Nisan Pazar akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenecek kapanış töreninde takdim edilecek.

Yarışma heyecanı Mart ayında başlıyor. Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Üyesi, sinema eleştirmeni Ceyda Aşar’ın, yarışma filmlerinin yönetmenleriyle yapacağı röportajlar, Mart ayı ve festival boyunca film.iksv.org adresinden ve sosyal medyadan takip edilebilecek.

  • Altın Lale Uluslararası Yarışma

32. İstanbul Film Festivali’nin “Uluslararası Yarışma” bölümünde festivalin büyük ödülü Altın Lale için, sanat ve sanatçı temasını işleyen ya da bir edebiyat eserinden uyarlanan 12 film yarışacak. Şakir Eczacıbaşı anısına verilen Altın Lale Uluslararası Yarışma Ödülü, bu yıl da Eczacıbaşı Topluluğu tarafından 25.000 avroluk para ödülüyle desteklenecek. Bu ödülün 10.000 avrosu Altın Lale’nin sahibi olacak filmin yönetmenine, 10.000 avrosu filmin Türkiyedeki dağıtımını üstlenecek firmaya, 5.000 avrosu ise Jüri Özel Ödülünü kazanan filme verilecek.

32. İstanbul Film Festivali Altın Lale Uluslararası Yarışma Jürisi’nin başkanlığını Peter Weir üstleniyor. Weir’ın yanı sıra jüride Berlin Film Festivali’nde Teddy Ödülü’nü kazanan, festivalin “Dünya Festivallerinden” bölümünde gösterilecek In The Name Of / …Adına filminin yönetmeni Malgoska Szumowska, İranlı oyuncu Fatemeh Simin MotamedArya ve Screen International dergisi sinema yazarlarından Marc Adams yer alacak.

Yılmaz Erdoğan’ın iki şairi konu aldığı filmi Kelebeğin Rüyası, “Uluslararası Yarışma”da Altın Lale için yarışacak filmlerden. İkinci Dünya Savaşı döneminden iki genç şairin, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip’in hayat hikâyelerinden yola çıkan filmin başrollerinde Kıvanç Tatlıtuğ ve Mert Fırat’ın yanı sıra Belçim Bilgin, Farah Zeynep Abdullah ve Yılmaz Erdoğan yer alıyor.

İlk filmi Köprüdekiler, 28. İstanbul Film Festivali’nde “Ulusal Yarışma”da Altın Lale Ödülü’nü alan Aslı Özge’nin ikinci filmi Hayatboyu da “Uluslararası Yarışma”da Altın Lale için yarışacak. Hayatboyu, birbirinden kopamayan ama duygusal bakımdan tıkanan, biri sanatçı biri mimar, evli bir çiftin hikâyesini anlatıyor. Şubat ayında Berlin Film Festivali’nin “Panorama” bölümünde ilk gösterimi gerçekleştirilen filmin başrollerini Defne Halman ve Hakan Çimenser paylaşıyor.

Uluslararası Yarışma”nın bir diğer filmi, ödüllü yönetmen Bruno Dumont’un, Fransız kadın heykeltıraş Camille Claudel’in akıl hastanesindeki günlerini konu edindiği filmi Camille Claudel, 1915. Filmde sanatçıyı, Avrupa sinemasının yıldızlarından Juliette Binoche canlandırıyor. Film Şubat ayında Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışmıştı.

Yönetmenliğini Tony Krawitz’in üstlendiği Avustralya yapımı Dead Europe / Ölü Avrupa, tarih, suçluluk ve sırlar üzerine bir film. Yönetmenin Yunan tragedyası formundan esinlendiği filmi, Avrupa’nın geneline yayılmış suçluluk hissini, ailesinin günahlarıyla yüzleşmek zorunda kalan Isaac karakteri üzerinden işliyor.

Yaron Zilbermanın yönettiği A Late Quartet / Son Konser, Beethoven’in Yaylılar Dörtlüsü Opus 131 adlı olağanüstü eserinden esinleniyor. Son konserlerinden önce duygusal çalkantılar yaşayan bir klasik müzik dörtlüsünün ekseninde ilerleyen filmin kahramanlarını, Hollywood’un parlak oyuncularından Philip Seymour Hoffman, Catherine Keener, Christopher Walken ve Mark Ivanir canlandırıyor.

The Class / Sınıf filmi ile Altın Palmiye Ödülü kazanan Laurent Cantet’in ikinci İngilizce filmi Foxfire / Can Ateşi, Amerikan yazar Joyce Carol Oates’in Türkçeye de Can Ateşi adıyla kazandırılan Foxfire: Confessions of a Girl Gang romanının uyarlaması. 1950’lerde erkek egemen, şiddet ve gerilim dolu bir ortama dönüşen New York’ta, beş cesur genç kızın oluşturdukları çete, kadın isyanını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Laurent Cantet, festivalin konuğu olarak İstanbula gelecek ve filminin gösterimine katılacak.

Yönetmenliğini Lenny Abrahamson’un üstlendiği, Kevin Power’in Bad Day In Blackrock adlı romanından uyarlanan What Richard Did / Ne Yaptın Richard?, Dublin’in kaymak tabakasından, altın çocuk tabir edildiği halde kendine güveni olmayan bir lise öğrencisinin bir anlık öfkesi sonucu trajediyle sonlanan hikâyesini anlatıyor.

Kenya’nın bugüne kadarki ilk Oscar adayı olan Nairobi Half Life / Yarım Kalan Hayat, ülkesinde yerli bir film için görülmemiş bir gişe başarısı yakaladı. Soluk soluğa izleyeceğiniz film, Kenya’da küçük bir köyden oyuncu olma hayalleriyle başkent Nairobi’ye gelen Mwas’ın hikâyesini anlatıyor. Yönetmen David Tosh Gitonga, içinde mücadele, hırs, suç, fahişelik ve yozlaşma geçen gerçek bir Nairobi hikâyesi anlatıyor.

Its All So Quiet / Her Şey O Kadar Sessiz Ki yalnızlık, cinsel baskı ve yaşlanmak hakkında dokunaklı bir aile dramı. Gerbrand Bakker’in aynı adlı, çoksatan ödüllü romanını uyarlayıp yöneten, Hollanda’nın başarılı isimlerinden Nanouk Leopold. Film, Berlin Film Festivali’nde, Aralık ayında hayatını kaybeden başrol oyuncusu Jeroen Willems anısına gösterildi.

İran’ın yasaklı sinemacılarından Cafer Panahi’nin, yine gizlice ve yetkililerden izin almadan çektiği son filmi Closed Curtain / Perde, Berlin Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’ne layık görüldü. Film çekmesi 20 yıl boyunca yasaklanan Panahi’nin, ortak yönetmen Kamboziya Partovi ile birlikte çektiği Perde, hayat, gerçeklik ve film çekmek hakkında fikirler yürütürken, hem film türleri hem de öykü içinde öyküler arasında geziniyor.

Yasmina Khadra’nın Türkçe dahil 40 dile çevrilen ve dünya çapında çok satan kitabından aynı adla uyarlanan The Attack / Saldırı, İsrailli Arap doktor Emin’in, karısı hakkındaki asıl gerçeği keşfetmesini anlatıyor. Filmin yönetmeni Ziad Doueiri hikâyeyi olabildiğince sade ve gerçekçi bir şekilde aktarabilmeyi hedeflediğini söylüyor.

Tarkovski’nin Solaris’inin senaryosunu kaleme almış Ukraynalı Yahudi yazar Friedrich Gorenstein’in bir öyküsüne dayanan House With A Turret / Kuleli Ev’in yönetmen ve senaristi Eva Neymann. Film, sekiz yaşında bir çocuğun gözünden savaşla mahvolmuş bir ülkenin perişan durumunu anlatıyor. Karlovy Vary, Batum ve Tallinn’de ödüller kazanan filmin yönetmeni Eva Neymann, festivalin konuğu olarak İstanbula gelecek.

Kazakistan’ın en başarılı yönetmenlerinden Darezhan Omirbayev, senaryosunu da üstlendiği Student / Öğrenci filmiyle Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sını yepyeni bir bakış açısıyla beyazperdeye uyarlıyor. Bresson havası taşıyan Öğrenci, neredeyse elle tutulabilir yoğunluktaki umutsuzluk duygusuyla, komünizm sonrası korsan-kapitalist Kazakistan toplumunun acımasız bir politik incelemesi.

  • Ulusal Yarışma ve Türkiye Sineması

İstanbul Film Festivali’nde “Ulusal Yarışma ve Türkiye Sineması sponsorluğunu, festivale 26 yıldır destek veren Efes üstlenecek. Festivalde Türkiye’den, yapımı 2012–2013 sezonunda tamamlanmış filmlerin bir araya geldiği “Türkiye Sineması” bölümünde “Ulusal Yarışma”nın yanı sıra “Yarışma Dışı”, Belgeseller ve “Yeni Türkiye Sineması” başlıkları altında 31 film gösterilecek.

  • Altın Lale Ulusal Yarışma

Altın Lale Ulusal Yarışma Ödülü için yapımı 2012–2013 sezonunda tamamlanan Türkiye’den filmler yarışacak. “Ulusal Yarışma” jüri başkanlığını, Türkiye sinemasının usta yönetmenlerinden Tayfun Pirselimoğlu üstlenecek. Altın Lale Ulusal Yarışma Jürisi’nin diğer üyeleri ressam Komet, oyuncu Nihal Yalçın, Montpellier Uluslararası Akdeniz Filmleri Festivali Direktörü JeanFrançois Bourgeot ve Cine+Club, Classic&Star ve Famiz kanallarının direktörü Bruno Deloye. Jüri festivalde, En İyi Film, En İyi Yönetmen, Jüri Özel Ödülü, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Kurgu ve En İyi Özgün Müzik olmak üzere, toplam 9 dalda ödül verecek

Ulusal Yarışma” kategorisinde yer alacak filmler arasından jürinin seçeceği En İyi Film’e 150.000 TL, En İyi Yönetmen’e ise 50.000 TL ödül verilecek. İlk kez 2011 yılında para ödülüyle desteklenen Jüri Özel Ödülü bu yıl da en iyi ikinci filme verilecek. Onat Kutlar anısına verilecek bu ödülü kazanan filmin yapımcısına Efes tarafından 30.000 Amerikan doları takdim edilecek. Festivalde En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu seçilecek isimler 10.000er TL alacak. 32. İstanbul Film Festivali Altın Lale Ulusal Yarışma’da jüri ayrıca, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Kurgu ve En İyi Özgün Müzik dallarında da ödüller verecek.

Altın Lale Ulusal Yarışma’da ödül için bu yıl 10 film jüri karşısına çıkacak. Yarışmadaki 6 film dünya, 2 film ise Türkiye prömiyeri yapacak. Ulusal Yarışma” bölümünün filmleri şöyle:

–     Özür Dilerim / Cemil Ağacıkoğlu

–     Yozgat Blues / Mahmut Fazıl Coşkun

–     Saroyan Ülkesi / Lusin Dink

–     Kelebeğin Rüyası / Yılmaz Erdoğan

–     Köksüz / Deniz Akçay Katıksız

–     Karnaval / Can Kılcıoğlu

–     Hayatboyu / Aslı Özge

–     Sen Aydınlatırsın Geceyi / Onur Ünlü

–     Soğuk / Uğur Yücel

–     Devir / Derviş Zaim

  • Yarışma Dışı

Selim Evci’nin Rüzgarlar ve Osman Sınav’ın Uzun Hikâye filmleri festivalin “Yarışma Dışı” bölümünde izleyicilerle buluşacak.

  • Yeni Türkiye Sineması

İlk ya da ikinci filmini çeken yönetmenlerin yapıtlarının bulunduğu “Yeni Türkiye Sineması başlığında bu yıl Ömer Can’ın Toprağa Uzanan Eller, Deniz Çınar’ın İçimdeki Çember, Serhat Furtuna’nın Oyuncu, Dilek Keser ve Ulaş Güneş Kacargil’in Evdeki Yabancılar, Alpgiray M. Uğurlu’nun Uvertür ve Ömer Leventoğlu’nun Mavi Ring adlı filmleri izleyiciyle buluşacak.

  • Belgeseller

Festivalin Belgesel Danışma Kurulu’nun 40ın üzerinde başvuru arasından yaptığı seçki, “Türkiye Sineması”nın “Belgeseller” kuşağında gösterilecek.

Piran Baydemir’in Fecira, Caner Canerik’in Ot, Münir Alper Doğan’ın Böyle Söyledi Habip, Kemal Emir’in Zemo, Dilek Göçkin’in Bûka Baranê, Onur Günay ve Burcu Yıldız’ın Hasret-Garod, Hatice Kamer’in Annemin Pusulası, Cenk Örtülü ve Zeynep Koç’un İşkenceyi Gördük, Sami Solmaz’ın Savaşın Tanıkları, Somnur Vardar’ın Yolun Başında, Andrea Luka Zimmerman’ın Taşkafa, Bir Sokak Hikâyesi, Dieter Sauter’in Adieu İstanbul ve Ayşe Funda Aras’ın Gurbet Pastası belgeselleri, izleyiciyle ilk kez festival kapsamında buluşacak.

FIPRESCI ÖDÜLÜ

Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Birliği (FIPRESCI) bu yıl da İstanbul Film Festivali kapsamında ödül verecek. Festivalde Ulusal ve Uluslararası Yarışma’da yer alan birer filme FIPRESCI Ödülü takdim edilecek. Başkanlığını Hollanda’dan Dana Linssen’in yapacağı FIPRESCI Jürisi’nde Avustralya’dan Lesley Chow, İsveç’ten Jon Asp, Kanada’dan Guilhem Caillard ve Türkiye’den Berke Göl ile Burcu Aykar yer alacak.

RADİKAL GAZETESİ HALK ÖDÜLÜ

İKSV’nin medya sponsorlarından Radikal Gazetesi, İstanbul Film Festivali’nde her yıl olduğu gibi Ulusal ve Uluslararası Yarışma’da yer alan birer filme Radikal Halk Ödülü verecek. Radikal Halk Ödülü’nü alacak iki filmi, festival izleyicileri, festival sinemalarında yer alan Radikal kutularına oy atarak belirleyecekler. Oy kullananlar arasında çekilecek kura sonucunda çeşitli ödüller sahiplerinin olacak. Büyük ödülü kazanacak şanslı izleyici, Radikal Gazetesi’nin davetlisi olarak uluslararası bir film festivalini izlemek üzere yurtdışına gidecek,

SİNEMADA İNSAN HAKLARI:

AVRUPA KONSEYİ SİNEMA ÖDÜLÜ FACE

Avrupa Konseyi’nin katkılarıyla 7 yıl önce, yalnızca İstanbul Film Festivali kapsamında verilmeye başlayan Avrupa Konseyi Sinema Ödülü FACE (Film Award of the Council of Europe) bu yıl da, “Sinemada İnsan Hakları bölümündeki bir filme verilecek. İnsan hakları konusunda kamuoyunda duyarlılık ve bilinç yaratan, konunun öneminin daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunan 11 filmin gösterileceği “Sinemada İnsan Hakları Bölümü”nden seçilecek filmin yönetmenine kapanış ve ödül töreninde Avrupa Konseyi’nden bir yetkili tarafından 10.000 avroluk para ödülü takdim edilecek. FACE Ödülü’ne Avrupa Konseyi’nin Avrupa sinema yapıtlarını destekleyen Eurimages Fonu da ortak.

FACE Jürisi’nin başkanlığını, geçen yıl CrulicThe Path Beyond / CrulicÖteki Tarafa Yolculuk adlı filmi ile İnsan Hakları Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü alan Anca Damian üstlenecek. Jüride ayrıca, ödüllü belgesel yönetmeni Dan Setton, Eurimages Genel Sekreteri Roberto Olla ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuki İşler Yönetmenliği Direktörü Philippe Boillat yer alıyor.

Sadece müzikleriyle değil politik duruşlarıyla da önemli bir yer edinmiş Grup Yorum’un yapımcılığını üstlendiği F Tipi Film, “Sinemada İnsan Hakları” bölümünde FACE Ödülü için yarışacak filmlerden. F tipi bir hapishanede geçen filmde Ezel Akay, Barış Pirhasan, S. Süreyya Önder, Aydın Bulut, Hüseyin Karabey, Reis Çelik, İnan Altın, Vedat Özdemir ve M. İlker Altınay, hapishanenin ayrı ayrı hücrelerinden birer hikâye anlatıyor.

FACE Ödülü için yarışacak bir diğer film, Ali Aydın’ın ilk filmi Küf. Karanlık ve ağır atmosferli Küf’te Ali Aydın, gözaltında kaybolan bir gencin ardından geride kalanların hikâyesini konu alıyor.

Anaïs BarbeauLavalette’nin senaryosunu yazıp yönettiği Inchallah / İnşallah, son Berlin Film Festivali’nde Panorama Özel Mansiyon Ödülü ve FIPRESCI Ödülü’ne layık görüldü. İnşallah, Batı Şeria’daki bir Filistin mülteci kampında, geçici bir klinikte kadın doğum uzmanı olarak çalışan Chloe’nin farklı kesimlerden tanıdıklarıyla birlikte savaşın etkisini hissedişini anlatıyor.

A World Not Ours / Dünya Bizim Değil, Lübnan’ın güneyindeki Aynül Hilva Filistin mülteci kampında birkaç nesil boyu orada kalan bir ailenin 20 yılını izliyor. Yönetmenliğini Mahdi Fleifel’in yaptığı ve Abu Dabi Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü kazanan filmde yönetmen, kendi ailesinin hem yakın hem mizah dolu portresini çiziyor,

Sovyet istilasının ardından Afganistan’dan Fransa’ya göçen yazar ve yönetmen Atiq Rahimi’nin Yeryüzü ve Küller’den sekiz yıl sonra çektiği The Patience Stone / Sabır Taşı’nda, otuzlarında güzel bir kadının, izbe bir odada baktığı felçli kocasına tek yönlü bir itirafta bulunuşunu anlatıyor.

“Sinemada İnsan Hakları” bölümünde gösterilecek ve FACE Ödülü için yarışacak filmlerden One Night / Bir Gece’nin yönetmeni Lucy Mulloy, festivalin konuğu olarak İstanbula gelecek. Film, üç Kübalı gencin Havana’dan Miami’ye kaçma maceralarını anlatıyor. Tribeca, Brasilia, Atina ve Stockholm’da ödüller kazanan filmin başrol oyuncuları Anailín De La Rúa De La Torre ile Javier Núñez Florián, filmde anlatıldığı gibi Amerika’ya iltica etmişler.

Srdan Golubovic’in, Sundance’de gösterilen Circles / Kesişen Hayatlar filmi, Bosna Savaşı’nda, Müslüman bir sivilin hayatını kurtarırken kendi hayatını tehlikeye atan Sırp askeri Aleksic’in gerçek hikâyesinden esinleniyor.

Kim Mordaunt’un Berlin Film Festivali’nde En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanan filmi The Rocket / Roket de FACE Ödülü için yarışacak filmlerden. Laos’ta çekilen ilk uluslararası yapım olan Roket’te, lanetli olmadığını kanıtlamak için bir roket şenliğine katılarak dev bir füze yapan Ahlo’yu izliyoruz.

Berlin’de Gümüş Ayı’yı kazanan, Danis Tanovic’in An Episode in the Life of an Iron Picker / Bir Hurdacının Hayatı, hurda demir toplayarak hayatını zorlukla kazanan Nazif’in öyküsünü anlatıyor. 2001 yılında No Mans Land / Tarafsız Bölge filmiyle Oscar’ın sahibi olan Danis Tanovic’in filminde kendilerini oynayan amatör oyuncularından Nazif Mujic, Berlin’de En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazandı. Filmin yönetmeni ve aynı zamanda yapımcılarından Danis Tanovic ile yapımcıları Cedomir Kolar ve Amra Baksic Camo, Köprüde Buluşmalar kapsamında düzenlenecek bir panelde konuşmacı olarak yer alacaklar. 9 Nisan Salı günü 11.00’da Salon İKSV’de düzenlenecek “Bütçesiz Film Yapmak Mümkün mü?” panelinde, bu düşük bütçeli filmin yapım sürecini anlatacaklar

FESTİVALDEN SEYFİ TEOMAN ANISINA:

SEYFİ TEOMAN EN İYİ İLK FİLM ÖDÜLÜ

CMYLMZ FİKİRSANAT DESTEKLİYOR

İstanbul Film Festivali’nde bu yıldan itibaren, erken yaşta kaybettiğimiz yönetmen ve yapımcı Seyfi Teoman anısına bir ödül verilecek. Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’ne, festivalin Altın Lale Uluslararası ve Ulusal Yarışmaları’nın yanı sıra, “Türkiye Sineması” bölümünde yer alan “Yarışma Dışı” ve “Yeni Türkiye Sineması” kuşakları ile “Sinemada İnsan Hakları” bölümünde gösterilen Türkiye yapımı tüm ilk filmler aday olabilecek.

Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanan filmin yönetmenine Cem Yılmaz, CMYLMZ Fikirsanat aracılığı ile 30.000 TL takdim edecek. Ödülü beş yıl boyunca destekleyecek Cem Yılmaz, “sinemamızın değerli ismi Seyfi Teomanın adını yıllar boyunca anacak olmanın sevincini” yaşadığını belirtirken, “ilk filmlere ilham olacak nice genç, güzel fikirlere sahip her zaman genç sinemacılara destek, filmcinin öncelikli görevidir” diyor.

Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nün ilk yılki jürisinde yönetmen Emin Alper, oyuncu Saadet Aksoy ve Almanya’dan, sinema eleştirmeni Rudiger Suchsland yer alıyor.

Çok genç yaşta kaybettiğimiz Seyfi Teoman, gerek yönettiği, gerekse yapımcılığını üstlendiği filmlerle hem İstanbul Film Festivali’nde, hem de dünyanın belli başlı festivallerinde pek çok ödül kazanmıştı. Teoman, ilk filmi Tatil Kitabı’yla İstanbul Film Festivali Altın Lale Ulusal Yarışma’da En İyi Film Ödülü’nü almıştı. İkinci filmi Bizim Büyük Çaresizliğimiz de 61. Berlin Film Festivali’nde yarıştıktan hemen sonra İstanbul’da hem Ulusal, hem Uluslararası Yarışma’da yer almış ve Altın Lale Uluslararası Yarışma’da Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı. Teoman’ın yapımcıları arasında bulunduğu, Emin Alper’in yönettiği Tepenin Ardı filmi de geçen yıl Altın Lale Ulusal Yarışma’da En İyi Film Ödülü’nü kazanmıştı. Seyfi Teoman, 14 Nisan 2012 akşamı Lütfi Kırdar’da Tepenin Ardı filminin yapımcısı olarak ödülü almak üzere sahneye çıktıktan iki gün sonra, 16 Nisan’da geçirdiği trafik kazasını atlatamayarak, üç haftalık yoğun bakım sürecinin ardından 8 Mayıs 2012’de aramızdan ayrıldı. İstanbul Film Festivali, Seyfi Teoman’ı En İyi İlk Film Ödülü ile her yıl anmaya devam edecek.

SEZONUN MERAKLA BEKLENENLERİ “AKBANK GALALARI”NDA

İstanbul Film Festivali’nin popüler bölümlerinden “Akbank Galaları”nda, geniş kitleye seslenen, yıldızları usta yönetmenlerle buluşturan, merakla beklenen filmlerin Türkiyedeki ilk gösterimleri yapılacak. Gösterimler Pazar hariç her gece 21.30 seansında Nişantaşı CityLife (Citys) sinemasında yapılacak.

Festivalin açılışında gösterilecek İspanyol yönetmen Pedro Almodovar’ın son yapıtı Im So Excited / Aklımı Oynatacağım, neredeyse tamamı uçakta geçen bir komedi filmi. Meksika’ya giden bir uçaktaki yolcular uçuş sırasında sorun yaşanınca son saatlerini geçirdiklerini düşünerek en gizli sırlarını birbirlerine anlatmaya başlarlar. Almodovar’ın “hafif, çok hafif bir komedi” olarak tanımladığı filmin başrollerini Carlos Areces, Raul Arevalo ve Javier Camara paylaşırken, Penelope Cruz ve Antonio Banderas da filme konuk oluyorlar.

“İntikam Üçlemesi”yle tanınan Koreli yönetmen Park ChanWook’un ilk Hollywood filmi Stoker / Lanetli Kan, genç bir kız, annesi ve amca olduğunu iddia eden gizemli bir adam arasındaki aşk üçgenini anlatıyor. Filmde Nicole Kidman, Albert Nobbs, Restless ve Jane Eyre gibi birçok filmde yıldızı parlayan Avustralyalı oyuncu Mia Wasikowska ve A Single Man / Tek Başına Bir Adam’daki performansıyla dikkat çeken Matthew Goode var. Prömiyerini Sundance’de yapan Lanetli Kan’ın senaryosu Prison Break dizisiyle ünlenen oyuncu Wentworth Miller’a ait. Park ChanWook, 2007 yılında 26. İstanbul Film Festivali’nin konuğu olarak İstanbul’a gelmişti.

Blue Valentine / Aşk ve Küller ile tanınan yönetmen Derek Cianfrance’nin son filmi The Place Beyond the Pines / Babadan Oğula, “Akbank Galaları”nın merakla beklenen filmlerinden. Drive / Sürücü filmindeki gibi yine direksiyonun arkasında karşımıza çıkacak Ryan Gosling’e filmde, Hangover / Felekten Bir Gece ve Silver Linings Playbook / Umut Işığım ile büyük hayran kitlesi edinen Bradley Cooper, Eva Mendes ve Ray Liotta eşlik ediyor.

Matt Damon ve John Krasinski’nin senaryosunu birlikte yazdığı, Berlin Film Festivali Özel Mansiyon Ödülü’nün sahibi Promised Land / Kayıp Umutlar”da Matt Damon yönetmen koltuğunu vakitsizlikten dostu Gus Van Sant’a devretti. Film, ABD’de yaşanan ekonomik krizin kasaba sakinlerini nasıl etkilediğini bir doğal gaz şirketinin tezgâhları üzerinden anlatıyor. Başrollerini yine Matt Damon, John Krasinski ve Frances McDormand’ın paylaştığı film başta Amerika olmak üzere, enerji politikalarının bütün dünyada yarattığı olumsuz etkilerin tartışılmasına yol açtı.

Tekerlekli sandalye ragbisini konu aldığı Murderball / Ölüm Oyunu belgeseliyle tanıdığımız yönetmen Henry Alex Rubin ilk kurmaca filmi Disconnect ile internetin günlük hayatımıza etkisini anlatıyor. Başrolünü Alexander Skarsgård’ın oynadığı, ilk gösterimi Venedik Film Festivali’nde yapılan film, hayatı internet yüzünden olumlu ya da olumsuz etkilenen karakterlerin kesişen öykülerini ele alıyor.

Sundance ve Berlin’de en çok konuşulan filmlerinden, Anne Fontaine’nin Two Mothers / Yasak Aşk’ı merakla beklenen gala filmlerinden. Başrollerini Robin Wright ile Naomi Watts’ın paylaştığı film, birbirlerinin oğulları ile aşk yaşayan iki kadın arkadaşın hikâyesini anlatıyor. Büyük tartışmalar yaratan film, aile ve ahlak kavramlarının çelişkilerini sergiliyor.

Ethan Hawke ile Julie Delpy’nin canlandırdıkları Jesse ve Celine çiftinin 24 saatlik ilk birlikteliklerini anlatan Before Sunrise / Gün Doğmadan ve çiftin aşkının Fransa’ya taşındığı Before Sunset / Gün Batmadan’ın ardından, serinin üçüncü filmi Before Midnight / Gece Yarısından Önce festivalde. 9 yıldır birlikte yaşayan Jesse ve Celine’nin Yunanistan tatilleri sırasında geçen filmin yönetmenliğini yine Richard Linklater üstleniyor. Başrol oyuncularından Ethan Hawke, filmi “acımasızca dürüst” olarak nitelendiriyor.

Yönetmenliğini ve senaristliğini François Ozon’un yaptığı In The House / Başka Bir Hayat, 16 yaşındaki Claude’nin, yazma yeteneğiyle birlikte keşfettiği gözlemciliğinin nasıl röntgencilik boyutuna geçtiğini anlatıyor. Başka Bir Hayat, 2012 San Sebastian En İyi Film, En İyi Senaryo ve 2012 Toronto FIPRESCI Ödülleri’nin sahibi. Oyuncu kadrosunda Fabrice Luchini, Kristin Scott Thomas ve Emmanuelle Seigner gibi yıldız isimler yer alıyor.

Yönetmenliğini Susanne Bier’in yaptığı Love Is All You Need / Sadece Aşk, aşk ve mizah dolu bir film. Kanser olduğunu öğreninceye kadar sıradan bir hayat süren bir kadın ile karısının ölümü yüzünden tüm dünyayı suçlayan dul bir adamın, çocuklarının düğünü için gittikleri İtalya’da tanışmasıyla başlayan film, aile, aşk ve mutluluğun gerçek değerini sorguluyor. Başrolleri Pierce Brosnan, Kim Bodnia ve Trine Dyrholm paylaşıyorlar.

The Perks Of Being A Wallflower / Saksı Olmanın Faydaları, yönetmen Stephen Chobsky’nin kendi çoksatan romanından sinemaya uyarladığı bir hikâye. Hayat boyu yanımızdan ayrılmayan dostları ele alan filmin başrollerinde Harry Potter”le tanıdığımız Logan Leman ve We Need to Talk About Kevin / Kevin Hakkında Konuşmalıyız filminin oyuncusu Ezra Miller yer alıyor. Saksı Olmanın Faydaları, komik ve dokunaklı bir ergen hikâyesi olmanın ötesinde, büyüme sürecinin gelgitli hallerini, kimlik sorunlarını, arkadaşlık, aile, ilişkiler ve cinsellik konularını da masaya yatırıyor.

Sinema klasikleri arasına giren Interview with the Vampire / Vampirle Görüşme’den 17 yıl sonra Neil Jordan Byzantium / Bir Vampir Hikâyesi ile karşımızda. Bu kez anne-kız vampirlerin hikâyesini anlatan Jordan’ın filmi iki yüz yıllık bir süreyi kapsıyor. Huzurlu bir balıkçı kasabasında geçen Bir Vampir Hikâyesi, bol kanlı ve melankolik atmosferiyle etkileyici, Gotik bir dönem filmi ve aynı zamanda şık ve çağdaş bir gerilim.

Yönetmen ve senarist David Gordon Green’in son filmi Prince Avalanche / Yolların Prensi, İzlanda filmi Either Way’ın Amerikan uyarlaması. Prömiyeri Sundance Film Festivali’nde yapılan, David Gordon Green’e Berlin’de En İyi Yönetmen Gümüş Ayı Ödülü’nü kazandıran Yolların Prensi erkek dostluğunu tamamen yenilikçi ve samimi bir biçimde irdeliyor.

Stéphane Osmont’un kitabından uyarlanan Capital / Kapital’de kapitalist sistemin içyüzü dünyanın en tanınmış politik film yönetmenlerinden CostaGavras tarafından gözler önüne seriliyor. Kapital, Avrupa’nın en büyük bankasının yeni yönetim kurulu başkanı olunca, kurul üyelerine “Yeni Robin Hood benim! Yoksullardan çalıp zenginlere vermeye devam!” açıklamasını yapan, para dünyasının efendisi haline gelen Marc Tourneuil’in önlenemez yükselişini konu alıyor. 7 Nisan Pazar günü Atlas sinemasında saat 13.30’da gerçekleştirilecek Kapital’in gösteriminden önce, CostaGavras’a festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü sunulacak. Yönetmen aynı gün 16.00’da Akbank Sanat’ta, Alin Taşçıyan moderatörlüğünde bir sinema dersi de verecek.

ÖZEL GÖSTERİM: TÜRK KLASİKLERİ YENİDEN

İstanbul Film Festivali, Groupama sponsorluğunda altı yıl önce başlattığı Özel Gösterim: Türk Klasikleri Yeniden” bölümüyle Türkiye sinemasının önemli yapıtlarının yıllar sonra yenilenip sinema perdesinde tekrar gösterilmelerini sağlıyor.

Festival kapsamında gerçekleştirilecek özel gösterimde bu yıl Lütfi Ö. Akad’ın 1968 tarihli benzersiz melodramı Vesikalı Yarim, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Prof. Sami Şekeroğlu SinemaTV Merkezi tarafından restore edilerek izleyicilere sunulacak. Sait Faik Abasıyanık’ın Menekşeli Vadi adlı öyküsünden Safa Önal’ın senaryolaştırdığı filmin başrollerinde Türkan Şoray ve İzzet Günay yer alıyor

Sinemaseverler Groupama işbirliğiyle, daha önceki yıllarda Erden Kıral’ın 1979 yapımı Bereketli Topraklar Üzerinde, Lütfi Ö. Akad’ın 1949 tarihli Vurun Kahpeye, Atıf Yılmaz’ın 1978 tarihli Selvi Boylum Al Yazmalım, Memduh Ün’ün 1958 tarihli filmi Üç Arkadaş ve Halit Refiğ’in 1964 tarihli Gurbet Kuşları filmlerini restore edilmiş kopyalarından izleme şansı bulmuştu.

FESTİVALDE BU YILA ÖZEL BÖLÜMLER

  • Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas

Ünlü yönetmen Carlos Reygadas 32. İstanbul Film Festivali’nde! Festivalde yönetmenin tüm uzun metraj filmleriyle birlikte iki kısa filmi de gösterilecek. Festivalin konuğu olarak İstanbul’a gelecek Carlos Reygadas, festival kapsamında bir de sinema dersi vererek izleyicilerle buluşacak. 9 Nisan Salı günü 16.00’da Salon İKSV’de düzenlenecek sinema dersi, Sinema Dergisi moderasyonunda gerçekleştirilecek.

2012’de Cannes Film Festivali’nde Post Tenebras Lux / Karanlıktan Aydınlığa filmiyle En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan Reygadas, çağdaş Meksika sinemasının önde gelen yönetmenlerinden. Anlatım tarzı, mesafeli duruşu ve kendine özgü görsel yaklaşımıyla tanınan Carlos Reygadas, bu ülke sinemasının alışıldık kalıplarını kırmasıyla Meksikalı sinemacılar arasında usta olarak anılıyor.

Festivalde yönetmenin 2002 yapımı filmi Japan / Japonya, 2005 yapımı filmi Battle in Heaven / Cennette Savaş, 2007’de Cannes Film Festivali’nde Jüri Ödülü alan filmi Silent Light / Sessiz Işık ve yönetmene 2012’de yine Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandıran son filmi Post Tenebras Lux / Karanlıktan Aydınlığa’nın yanı sıra kısa filmlerinden Max ve Prisonniers / Tutsaklar gösterilecek.

  • İstanbul Film Festivali ve İstanbul Bienali işbirliğiyle:

Ben Kentli-Vatandaş Değil miyim? Barbarlık, sivil uyanış ve şehir

32. İstanbul Film Festivali, Eylül’de başlayacak 13. İstanbul Bienali’yle özel bir işbirliği yapıyor. 13. İstanbul Bienali’nin ön etkinlikleri kapsamında hazırlanan, “Ben KentliVatandaş Değil miyim? Barbarlık, sivil uyanış ve şehir” başlıklı film programı, festival kapsamında izleyicilerle buluşacak. Küratörlüğünü Fulya Erdemci’nin yaptığı “Anne Ben Barbar mıyım?” başlıklı bienalin film programı, Fulya Erdemci’ye ek olarak Yeal Messer ve Gilad Reich’in küratörlüğü ile Ece Üçoluk’un asistan küratörlüğünde gerçekleştirilecek.

14 Eylül10 Kasım 2013 tarihleri arasında düzenlenecek bienalin kapsayıcı temasını, siyasi ve kamusal bir forum olarak kamusal alan fikrini sorgulamayı hedefleyen film programı, vatandaşlık/kentlilik, kamusal alan, demokrasi ve sanat gibi temalara odaklanan belgeseller, filmler ve video yapıtlarından oluşuyor. Neoliberal sistemin istikrarsızlaştırıcı gücüne ve barbarlık, aktivizm ve sivil katılım gibi kavramları yeniden tanımlayan bu sisteme verilen farklı tepkilere odaklanan film programında gösterilecek filmler farklı ekonomik modeller için öneriler, bir ütopya inşa etmek için taslaklar ve sivil hayalgücü araştırmaları konularına bakıyor.

Ben KentliVatandaş Değil miyim?” bölümünde gösterilecek filmler arasında The Exterminating Angel / Yokedici Melek (Luis Buñuel) ve Dont Touch the White Woman / Beyaz Kadına Dokunma (Marco Ferreri) gibi klasiklerin yanı sıra Tomorrow / Yarın (Andrey Gryazev) ve California Dreaming / Kaliforniya Rüyası (Bregtje van der Haak) gibi son dönemde çekilmiş çarpıcı belgeseller ile siyasetin şiirine odaklanan The Tower / Kule (Chto Delat) ve Dammi I Colori / Bana Renk Ver (Anri Sala) gibi video yapıtları yer alıyor.

Festival işbirliğiyle düzenlenecek 13. İstanbul Bienali Film Programı’nda, film gösterimlerinin yanı sıra “Ben KentliVatandaş değil miyim? Barbarlık, sivil uyanış ve şehir” başlıklı bir söyleşi de yer alıyor. 8 Nisan Pazartesi günü 16.00’da Pera Müzesi’nde, Fulya Erdemci ve Yael Masser moderatörlüğünde düzenlenecek söyleşiye konuşmacı olarak, programda gösterilen Foreigners out! / Yabancılar Dışarı! filminin yönetmeni Paul Poet ve belgesel yönetmeni Berke Baş katılacak

  • Kadın Hikâyeleri

Festivalin yeni bölümü “Kadın Hikâyeleri”nde güçlü kadın karakterlerin yer aldığı filmler yer alıyor.

Ernest Hemingway’ın, Variety dergisinin Umut Vaat Eden Oyuncu ilan ettiği torunu Dree Hemingway’ın rol aldığı Starlet / Genç Yıldız, 2012’nin en iyi bağımsız filmlerinden biri sayılıyor. Genç Yıldız, 21 ve 85 yaşındaki iki kadının kesişen yollarını anlatıyor. Prince of Broadway ve Take Out filmlerinin yönetmeni Sean Baker, “gerilla vérité” tarzını benimsediği filminde arkadaşlığın gerçek anlamını sorguluyor. Genç Yıldız Austin’de Jüri Özel Mansiyonu, Locarno Film Festivali’nde Genç Jüri Ödülü kazandı. İzleyiciler, Sean Baker ile gösterim sonrasında tanışma fırsatı bulacaklar

Parque vía’nın Meksikalı yönetmeni Enrique Rivero’nun ikinci filmi Mai Morire / Ölme yalnızlık, aile ve zamanın akışına dair ince ve gerçekçi bir film. Geçen yıl Roma’da En İyi Teknik ve Huelva’da Jüri Özel Ödülleri’ni kazanan film, babasının ölümünün ardından annesiyle birlikte olmak için doğduğu kasabaya dönen Chayo’nun, sevdikleri uğruna özgürlüğünü kaybetmesinin hikâyesini anlatıyor. Ölme özellikle muhteşem görüntüleri ve doğa ile iç içe geçen gelenekleri yansıtmasıyla büyük övgü topladı. Filmin yönetmeni Enrique Rivero, filminin gösterimine katılarak izleyicilerin sorularını yanıtlayacak.

Festival takipçilerinin Orlando, Yes / Evet ve Rage ile yakından tanıdıkları Sally Potter’in yazıp yönettiği Ginger and Rosa / Ginger ve Rosa, 1960’ların İngiltere’sinde iki genç kızın birbirine bağlılığını anlatıyor. Filmde Elle Fanning ve Alice Englert’e Alessandro Nivola, Annette Bening ve Timothy Spall’dan oluşan sağlam bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor. Kişiliklerini arayan, ayrılmaz iki genç kızın yaşadıklarını ve Soğuk Savaş’ın onları nasıl etkilediğini konu edinen filmin özellikle müzikleri dikkat çekici.

Gerçek bir olaydan esinlenerek çekilen Our Children / Çocuklarım’ın yönetmeni Joachim Lafosse. Sağlıksız aile bağları üzerine çok katmanlı bir inceleme ve aşırı sevginin sonuçlarına dair bir analiz sunan filmin oyuncu kadrosunda Niels Arestrupe, Tahar Rahim, Stéphane Bissot gibi isimler yer alıyor. Emilie Dequenne de filmdeki performansıyla 2012’de Cannes Film Festivali’ndeki “Belli Bir Bakış” bölümünde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldı.

  • Edebiyattan Beyazperdeye

Hikâyeleri ve kahramanlarıyla ilgi çeken kitaplardan uyarlanan filmlerin yer aldığı, festivalin en kıdemli bölümlerinden “Edebiyattan Beyazperdeye” bu yıl yeniden canlanıyor.

Yönetmenliğini ve senaristliğini Sergei Loznitsa’nın yaptığı In The Fog / Sislerin İçinde, barbarlık, insanlık onuru ve savaşı konu alıyor. 1942’de SSCB’nin batı sınırı Nazi işgali altındadır ve hainlik yaptığı iddiasıyla demiryolu işçilerinden biri direnişçiler tarafından cezalandırılmak üzere ormana götürülür; ormanda pusuya düşürüldüklerinde işçi ahlaki bir karar vermek zorunda kalır. Sislerin İçinde, 2012’de Cannes Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü, Minsk’de Büyük Ödül, Odessa ve Erivan’da En İyi Film ve Cottbus’ta En İyi Erkek Oyuncu Ödülleri’ni aldı.

Nisan 2012’de hayatını kaybeden Fransız Yeni Dalga’sının büyük yönetmeni Claude Miller’in son başyapıtı Thérèse Desqueyroux, François Mauriac’ın 1927’de yayımlanan romanının uyarlaması; çağına göre ileri fikirleri taşra ahlakıyla çelişen Thérèse Desqueyroux’nun hem evliliğini kurtarma, hem de hayatı doya doya yaşama çabasının hikâyesi. Cannes Film Festivali’nin kapanış filmi olarak gösterilen son filminde yönetmen Miller, geleneksel aile değerlerine sıkışıp kalmış bir insanı kadın hakları mücadelesi, özgürleşme ve cinsel serbestlik kavramları üzerinden anlatıyor.

Henry James’in 1897’de yayımlanan aynı adlı romanından günümüze uyarlanan What Maisie Knew / Arada Kalan, altı yaşındaki bir çocuğun, ebeveynlerinin boşanması sırasında annesiyle babası arasında kalarak yaşadığı sarsıntıyı konu alıyor. Filmin oyuncu kadrosu Julianne Moore, Steve Coogan, Onata Aprile, Alexander Skarsgard ve Joanna Vanderham gibi isimlerden oluşuyor.

Usta yönetmen Lasse Hallström’ün Salmon Fishing in the Yemen’in hemen ardından çektiği The Hypnotist / Hipnozcu, Lars Kepler’in aynı adlı romanından uyarlama bir gerilim-polisiye. Acımasız bir katilin bütün bir aileyi yok ettiği katliamdan kurtulan evin küçük oğlunun, kayıp kız kardeşini arayışını anlatan bu nefes kesen filmin oyuncu kadrosunda Lena Olin, Mikael Persbrandt ve Tobias Zilliacus yer alıyor.

Victor Hugo’nun aynı adlı romanından uyarlanan LHomme qui rit / Gülen Adam, “Edebiyattan Beyazperdeye” bölümünün ilgi çekecek filmlerinden. JeanPierre Améris’in uyarlayıp yönettiği bu şiirsel ve siyasal dramın başrollerini Gérard Depardieu ve C.R.A.Z.Y filminden hatırlanacak MarcAndré Grondin üstleniyor. Prömiyeri Venedik Film Festivali’nde yapılan filmin yönetmeni Améris, festival kapsamında İstanbul’da olacak.

Anthony Bruno’nun gerçek olaylardan esinlenerek yazdığı, aynı adlı kitaptan uyarlanan The Iceman / Katil’in yönetmeni Ariel Vromen. Film, acımasız bir tetikçi ve aynı zamanda mazbut aile babası Richard Kuklinski’yi, çocukluğundan çete günlerine ve tutuklanışına dek izliyor. Katilin güçlü kadrosunda Take Shelter / Sığınak filmindeki oyunculuğu çok beğenilen Michael Shannon’un yanı sıra Winona Ryder, Chris Evans, James Franco, Stephen Dorff ve David Schwimmer gibi yıldız isimler yer alıyor.

Bölümün merakla izlenecek filmlerinden biri de, The House of the Spirits / Ruhlar Evi’nin ünlü yönetmeni Bille August’un son filmi Night Train to Lisbon / Lizbona Gece Treni. Kadrosunda, başroldeki Jeremy Irons’un yanı sıra, Christopher Lee gibi sürpriz bir ismin de yer aldığı film, 1970’lerin faşist Salazar Lizbon’unda geçen bir arkadaşlık, ihanet, baskı ve devrim hikâyesi. Yönetmen Bille August, filmin festivaldeki gösteriminde izleyicilerle buluşmak ve soruları yanıtlamak için İstanbulda olacak.

FESTİVALİN VAZGEÇİLMEZLERİ

  • Dünya Festivallerinden

Sabah Gazetesi sponsorluğundakiDünya Festivallerinden” bölümü, festival izleyicilerine 20’ye yakın tanınmış yönetmenin saygın festivallerde gösterilen, çoğu ödüllü son yapıtlarından örnekler sunacak.

Metot oyuncusu olarak ün yapmış, Oscar Ödüllü efsane aktör Dustin Hoffman, Quartet / Dörtlü filmiyle ilk kez yönetmen olarak karşımıza çıkacak. Oyuncu kadrosunda Maggie Smith, Tom Courtenay ve Billy Connolly gibi isimlerin yer aldığı Dörtlü, yakın arkadaş olan dört eski opera sanatçısının bir araya gelerek yeni bir konsere hazırlanmalarını anlatıyor. Altın Küre adayı olan, ilk gösterimi Toronto’da yapılan filmin senaryosunda ünlü oyun yazarı Ronald Harwoodun imzası var.

Hindistan’da olay yaratan Gangs of Wasseypur / Wasseypur Çeteleri, hem Bollywood, hem gangster filmi meraklılarını memnun edecek. Maden kasabası Wasseypur’un kontrolünü ele geçiren Khan Ailesi’nin 70 yılı aşan güç, suç ve intikam öyküsü, ailenin Bollywood sinemasına olan ilgisi sayesinde bambaşka bir görünüm alıyor. Yönetmenliğini Anurag Kashyap’ın üstlendiği, toplam 320 dakika uzunluğunda, iki bölüm halinde gösterilecek film ilk kez Cannes Film Festivali’nde “Yönetmenlerin On Beş Günü” bölümünde izleyici karşısına çıktı.

At Any Price / Ailem İçin, bir baba-oğul ilişkisini anlatırken şehirleşme, rekabet ve sanayileşme gibi olgulara değiniyor. Yönetmenliğini, Roger Ebert tarafından “son on yılın en iyi yönetmeni” sözleriyle övülen İran asıllı Ramin Bahrani’nin yaptığı Ailem İçin’in ilk gösterimleri Venedik ve Toronto Film Festivalleri’nde yapıldı. Heather Graham’ın da kadroda yer aldığı filmde baba ve oğlu Dennis Quaid ile Zac Effron canlandırıyorlar.

Andrzej Jakimowski’nin, 2007 yapımı bol ödüllü popüler filmi Tricks’i izleyen üçüncü yapıtı Imagine / Hayallerin Ötesinde sinemaseverleri, dünyayı algılama yollarının keşfine çıkarıyor. Geçen yıl Varşova Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve İzleyici Ödülleri’ni kazanan film, Lizbon’da görme engellilere hizmet veren bir klinikte eğitmen olarak işe başlayan ve hastalara alışılmadık yöntemlerle oryantasyon eğitimi veren Ian’ın hikâyesini anlatıyor. Andrzej Jakimowski, filminin festivaldeki gösteriminde bulunacak.

Yönetmen Fernando Trueba ve efsanevi Fransız senarist JeanClaude Carrière, The Artist And The Model / Sanatçı ve Modeli filmiyle hayata yeni adım atan genç bir kadın ile son günlerini yaşadığını hisseden yaşlı heykeltıraş arasındaki hoş bir ilişkiyi, yaşam ve ölümü, gençlik ve yaşlılığı anlatıyor. 2012’de San Sebastian’da En Iyi Yönetmen Ödülü alan film 1943’te, işgal altındaki Fransa’daki küçük bir kasabada geçiyor.

2012 Cannes Film Festivali’nin kapanış filmi Renoir, ressam Pierre-Auguste Renoir ile müstakbel film yönetmeni oğlu Jean Renoir’in öyküsü. Gilles Bourdos’un yönettiği filmde savaşta yaralanınca iyileşmek için babası Auguste Renoir’in yanına giden ve babasının göz ağrısı Andrée’nin büyüsüne kapılan Jean’ın nasıl sinemacıya dönüştüğü anlatılıyor. Filmin yönetmeni Gilles Bourdos, festivalin konuğu olarak İstanbula gelecek isimlerden.

Daniel Algrant imzalı Greetings From Tim Buckley / Tim Buckleyye Sevgilerle, kendi kuşaklarının efsanevi müzisyenlerinden baba-oğul Tim ve Jeff Buckley’in hiç kesişmeyen yollarının hikâyesini anlatıyor. Gerçek olaylardan ilham alan filmde, Tim Buckley anısına düzenlenecek konserde sahne alması istenen Jeff Buckley, konser hazırlığı sırasında New York sokaklarında geçmişe doğru bir yolculuğa çıkar ve hiçbir zaman barışamadığı geçmişi, kökleri ve babasının müziğiyle tanışır. Tıpkı babası gibi trajik bir ölümle aramızdan ayrıldığında ondan sadece iki yaş büyük olan Jeff Buckley’i Gossip Girl dizisinde oynadığı Dan Humphrey karakteriyle ünlenen Penn Badgley canlandırıyor.

Yönetmen Chang JungChi’nin ilk uzun metraj filmi Touch of the Light / Kalbimdeki Işık, görme engelli Tayvanlı piyano dehası Huang YuSiang’ın gerçek yaşam öyküsüne dayanan bir aşk hikâyesi. Filmde kendini canlandıran Siang’ın, üniversite çağına geldiğinde gerçek dünyaya adım atarak gören öğrencilerle birlikte kendi yolunu çizmeye çalışması anlatılıyor. Busan’da İzleyici Ödülü kazanan bu umut dolu, dokunaklı dram Tayvan’ın Oscar adayıydı.

İskandinavya’nın en iddialı prodüksiyonlarından Kontiki, Amerika’daki insanların 1500 yıl önce deniz yoluyla Polinezya’ya gelerek koloniler kurdukları teorisini ispatlamaya çalışan Norveçli kaşif Thor Heyerdahl’ın, 1947’de birbirini hiç tanımayan deneyimsiz beş adamla bir sal üzerinde çıktığı 8000 kilometrelik deniz yolculuğunu anlatıyor. Çekimleri Maldivler, Malta, Norveç, İsveç, Tayland, Bulgaristan ve New York’ta yapılan, Joachim Rønning ve Espen Sandberg’in yönetmenliğini üstlendiği Kontiki, 16,6 milyon dolarlık bütçesiyle Norveç sinema tarihinin en pahalı yapımı. Ülkesinde gişe rekorları kıran bu nefes kesici azim öyküsü, bu yıl Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar adayı olmuştu.

Yönetmenliğini Malgoska Szumowska’nın yaptığı ve Berlin’de Teddy Ödülü kazanan In The Name Of / …Adına, memleketi Polonya’da özellikle din ve cinsellik konularında büyük tartışmalara yol açtı. Film, küçük bir kasabaya atanan genç bir rahibin eşcinsel ilgileri yüzünden suçlanışının hikâyesi. Altın Lale Uluslararası Yarışma’nın bu yılki jüri üyelerinden yönetmen Malgoska Szumowska ve filmin oyunculardan Mateusz Kosciukiewicz, filmin festivaldeki gösterimine katılacaklar.

Prömiyeri, Şubat ayında düzenlenen Berlin Film Festivali’nde yapılan ve festivalden Altın Ayı ile FIPRESCI Ödülleri’yle dönen Child’s Pose / Çocuk Pozu, “Dünya Festivallerinden” bölümünde gösterilecek merakla beklenen filmlerden. Calin Peter Netzer’in, Maria ve 29. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Medal of Honor / Şeref Madalyası filmlerinin ardından çektiği bu son filmi, bir anne ve oğlun hikâyesini heyecan verici, ve mizahî bir dille anlatıyor.

  • NTV Belgesel Kuşağı

İstanbul Film Festivali’nin belgeseller bölümünün sponsorluğunu bu yıl da NTV üstlenecek.

En İyi Belgesel dalında Oscar’ın yanı sıra, Sundance’de İzleyici Ödülü ve Jüri Özel Ödülü, Tribeca, Moskova, Atina, Durban ve Los Angeles’te En İyi Belgesel ve İzleyici Ödülleri’ni kazanan Searching for Sugarman / Bir Şarkının Peşinde, festivalin en ilginç filmlerinden. Müzik aşkını, sözleri ruha işleyen şarkıların uyandırdığı tutkuyu ele alan, Malik Bendjelloul’un yönettiği bu film, 60’lar sonunda Detroit’te bir barda keşfedilişinin ardından kendisinden yıllar boyu haber alınamayan müzisyen Rodriguez’in izini sürüyor.

Leviathan, insanoğlunun en eski mücadelesi olan balıkçılığı hem balıkçı hem de avın gözünden, şimdiye dek izlediğimizden çok farklı şekilde anlatıyor. İplere bağlı düzinelerce kamera kullanılan filmin senaryo yazarı, yönetmeni, kurgucu ve yapımcıları, antropolog, bilim insanı, sanatçı ve sinemacı Véréna Paravel ile Harvard Üniversitesi’ndeki Duyusal Etnografya Laboratuvarı Yöneticisi Lucien CastaingTaylor.

Bölümün öne çıkanlarından bir diğeri ünlü performans sanatçısı Marina Abramovic ile yenilikçi tiyatro yönetmeni Robert Wilson’un 2011’deki birlikteliğinden doğan Bob Wilsons Life and Death of Marina Abramovic / Marina Abromovicin Yaşamı ve Ölümü. Giada Colagrande’nin yönetmenliğini üstlendiği belgeselde, Abramovic’in deneysel opera türünde yeniden kurgulanan yaşam öyküsünün anlatılışında Robert Wilson’a Abramovic’in yanı sıra şarkıcı ve besteci Antony Hegarty ve oyuncu Willem Dafoe eşlik ediyor. Abramovic’in 2010 yılında MoMa’da yaptığı performansı anlatan belgesel Marina Abramovic: The Artist Is Present / Marina Abramoviç: Sanatçı Aramızda geçen yıl yine festival kapsamında gösterilmişti.

Oscar Ödüllü sinemacı Alex Gibney, 200’den fazla işitme engelli çocuğu taciz eden rahip Lawrence Murphy’nin hikâyesinden yola çıkarak günümüzün dehşet verici skandallarından birini Mea Maxima Culpa: Silence In The House of God / Madonna Ağlıyor filminde belgeliyor. ABD’de rahiplerin cinsel tacizine yönelik, bilinen ilk halk protestosunu araştıran Gibney, Katolik Kilisesi’nin gücünü nasıl kötüye kullandığını, Milwaukee’den başlayarak İrlanda ve İtalya’daki kilise korolarına, Vatikan’da Papalık makamından henüz istifa eden Kardinal Ratzinger’e uzanan örtbas ve milyon dolarlık tazminatlar zincirini ortaya koyuyor.

Dünyanın en gizli kapaklı ve belki de en çok tartışılan örgütlerinden birinin kendi yöneticileri tarafından ifşa edildiği The Gatekeepers / Bekçiler, hem İsrail hem de Ortadoğu siyasetinin içyüzünü aydınlatıyor. İsrail gizli servisi Şin Bet’in altı eski müdürünün icraatlarını, kararlarını ve başlıca olayların arka planını kendi ağızlarından anlattıkları belgesel, geçen yıl Los Angeles ve New York Film Eleştirmenleri Birlikleri’nin En İyi Belgesel Film Ödülleri’ni kazandı. Yönetmenliğini Dror Moreh’in üstlendiği, Errol Morris’in The Fog of War’ından esinlenen film En İyi Belgesel dalında Oscar’a da aday gösterildi. Film İsrail’de büyük tartışmalara yol açtı.

Arıların peşine düşen yönetmen Markus Imhoof, More Than Honey / Baldan Acı filmiyle izleyenleri arıların dünyasına götürerek insanoğlunun geleceğine dair karanlık bir öngörüyle karşımıza çıkıyor. Albert Einstein’in “Arılar yok olup giderse insanlık sadece dört yıl ayakta kalır” sözünden yola çıkarak artık endişelenme vakti geldiğini düşünen Imhoof, filminin festivaldeki gösterimine katılarak izleyicilerin sorularını yanıtlayacak.

Tom Donahue’nin yönettiği, yaptıkları seçimlerle Hollywood’u yeniden tanımlayan sinemanın vazgeçilmezleri, kast direktörlerini anlatan Casting By / Oyuncu Seçimi tabuları yıkan Marion Dougherty ve Lynn Stalmasyer gibi mesleğin öncüleriyle, Al Pacino, Jeff Bridges, Robert Redford, Woody Allen, Diane Lane, Morgan Freeman, Warren Beatty, Glenn Close, Channing Tatum, Gabourey Sidibe, George Lucas ve Bette Midler gibi bugün efsane olmuş isimlerle yapılan röportajları bir araya getiriyor.

Becoming Traviata / Traviata ve Biz izleyenleri çok özel bir kadınla, hem sanat yapıtı hem de bir efsane olan, Verdi’nin trajik kahramanı La Traviata’yla tanıştırıyor. Philippe Béziat’ın yönetmenliğini yaptığı film dünyaca ünlü Fransız soprano Natalie Dessay’ı 2011 ilkbaharında, iki ay boyunca Jean-François Sivadier yönetiminde ilk provalardan galada sahne alışına kadar izliyor.

Müzik tutkunlarının kaçırmaması gereken filmlerden Sound City, müzik tarihine Nirvana ve Foo Fighters gruplarıyla ismini yazdırmış ünlü müzisyen Dave Grohl’un ilk yönetmenlik denemesi. Dave Grohl, Sound City’de Amerika’nın efsanevi fakat pek tanınmayan kayıt stüdyosu Sound City’ye vefa borcunu ödüyor. Film, 70’ler, 80’ler ve 90’larda Fleetwood Mac, Neil Young, Stevie Nicks, Tom Petty, Metallica, Nirvana gibi isimlerin albümlerine ev sahipliği yapan Sound City’nin hikâyesini, stüdyoyu yakından tanıyan müzisyenlerin ağzından aktarıyor.

Bölüm kapsamında gösterilecek bir diğer film, Free Radicals: A History of Experimental Film / Bir Deneysel Sinema Tarihi. Festival kapsamında, avangart ve deneysel sinemanın tarihini gözler önüne seren bu filmin yönetmeni Pip Chodorov ile yazar, editör, festivalci ve sinemacı HeinzPeter Schwerfel bir söyleşide bir araya gelecekler. 5 Nisan Cuma günü 16.00’da Akbank Sanat’ta gerçekleştirilecek “Serbest Radikaller Deneysel Sinema Üzerine Bir Söyleşi”nin moderatörlüğünü Lara Kamhi üstlenecek.

  • Antidepresan

İlk kez 2010 yılında 29. İstanbul Film Festivali’nde özel bölüm olarak yer alan ve kısa sürede festivalin vazgeçilmezlerinden olan “Antidepresan”, SinemaTV sponsorluğunda izleyicilerle buluşuyor.

Goodbye Lenin’in yardımcı yönetmenliğini yapan, reklam ve müzik filmleri yönetmeni Jan Ole Gerster’in ilk uzun metraj filmi Oh Boy / Eyvah melankoliyle mizah arasında gidip gelen bir kent hikâyesi. Hayatı akışına bırakarak yaşamaya çalışsa da sürekli tökezleyen Berlinli Niko’nun komik ve hüzünlü yaşamını anlatan film, geçen yıl, Oldenburg Alman Bağımsızlık Ödülleri’nde En İyi Alman Filmi, Üstün Oyunculuk ve İzleyici Ödülleri’nin yanı sıra Münih Genç Alman Sineması Ödülü’nün de sahibi oldu.

Festivalde geçen yıl “Geceyarısı Çılgınlığı” bölümünde gösterilen Kill List’in yönetmeni Ben Wheatley, bu yıl Sightseers / Garip Turistler adlı kara komedisiyle yeniden festival seyircisiyle buluşuyor. İngiltere’nin Göller Bölgesi’ni karavanlarıyla boydan boya dolaşan katil çiftin komik, şiddet ve kan dolu tatilini anlatan filmin başrollerini Alice Lowe ve Steve Oram paylaşıyor.

Moonrise Kingdom’un senaristi Roman Coppola’nın yazıp yönettiği ve yapımcılığını üstlendiği A Glimpse Inside The Mind Of Charles Swan III / Erkek Aklı, aybedilmiş aşklar, dostluk ve intikam hayalleriyle işlenmiş eğlenceli bir komedi. İnsan birini hem sevip hem de ondan nefret edebilir mi? Bu çılgın komedide Charlie Sheen, başarılı grafiker Charles olarak karşımıza çıkıyor.

Mika Kaurismäki’nin son filmi Road North / Kuzeye Giden Yol, birbirinden uzak düşen baba ile oğlun izini süren, hem dokunaklı hem de komedi unsurları barındıran bir yol filmi. St. Petersburg’da İzleyici Ödülü alan Kuzeye Giden Yol filminde Finlandiya’nın önde gelen film ve müzik ikonlarından VesaMatti Loiri ve Samuli Edelmann rol alıyor.

I Give It A Year / Bu Aşk Fazla Sürmez, Sacha Baron Cohen’in Borat ve Bruno’nun senaryolarını birlikte yazdığı Dan Mazer’in son filmi. Romantik komedilerin bittiği noktada başlayan bu hareketli film olabilecek en uyumsuz çiftin, Josh ve Nat’ın evliliklerinin ilk yılını komik bir dille anlatıyor.

  • Mayınlı Bölge

İstanbul Film Festivali’nin ilgiyle beklenen bölümlerinden, Malezya Havayolları’nın sponsorluğundakiMayınlı Bölge”de farklı tür ve anlatım teknikleriyle sınırları zorlayan, yaklaşımları ve teknik özellikleriyle tekinsiz yerlerde dolaşan 10 film gösterilecek.

Dog Days / Zor Günler, ImportExport gibi ödüllü filmlerin ve State of the Nation / Ulusun Hali gibi belgesellerin tartışmalı yönetmeni Ulrich Seidl’in, aynı aileden üç kadının çıktığı üç farklı tatilde kendi cennetlerini aramalarını anlatan “Cennet Üçlemesi”nin tümü festivalde gösterilecek. İlk film, cennetin dünyevi aşkta olduğuna inanan ve genç bir sevgili bulmak için Kenya’ya giden Teresa’yı anlatan Paradise: Love / Cennet: Aşk. İkinci film Paradise: Faith / Cennet: İnanç, Teresa’nın, Venedik’te kapı kapı gezerek misyonerlik yapan, dindar kız kardeşi Anna Maria’yı anlatıyor. Son film Paradise: Hope / Cennet: Umut ise, Teresa’nın, tatilini zayıflama kampında geçiren kızının hikâyesine odaklanıyor. Bu üç film sırasıyla Cannes, Venedik ve Berlin Film Festivalleri’nde yarışmalı bölümde gösterilmişti.

Khadak ve Altiplano’nun yaratıcıları Peter Brosens ve Jessica Woodworth’un son filmi The Fifth Season / Beşinci Mevsim tüyler ürpertici bir kıyamet hikâyesi. Küçük bir Fransız köyüne bahar gelmeyince köyün yaşadığı panik ve kaos hali, büyük bir umutsuzluk fonunda ve olağanüstü görüntüler eşliğinde anlatılıyor. İlk gösterimleri Venedik ve Toronto’da yapılan Beşinci Mevsim, Venedik’te Genç Sinema, Yeşil Damla Ekoloji, Valladolid’de Jüri Özel, Gençlik Jürisi ve FIPRESCI Ödülleri’ni kazandı. Yönetmenlerden Peter Brosens, festivalin konuğu olarak İstanbul’a geliyor.

2010 yılında Uncle Boonmee filmiyle Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanarak büyük ses getiren Taylandlı yönetmen, video sanatçısı Apichatpong Weeresethakul’un son filmi Mekong Hotel, gerçek ile kurmaca arasında gidip gelen, bu dünyadan öbür dünyaya geçiş yapan bir duygu ve düşünce egzersizi. Sinema dünyasının son zamanlardaki en kendine has seslerinden Weeresethakul, filmde vampiri andıran anne ile kızı ve genç âşık ile Mekong Nehri arasındaki bağı özgün tarzıyla anlatıyor. Mekong Hotel aynı zamanda, Weeresethakul’un 2002’de hazırladığı, ancak yüksek bütçesi yüzünden çekemediği Ecstasy Garden projesi için ekibiyle yaptığı provayı da ekrana aktarıyor. Weeresethakul, 2001’de İstanbul Bienali’ne de sanatçı olarak katılmıştı.

2012’de Tallinn’de En İyi Yönetmen ve Venedik’te Eşcinsel Aslan Ödülleri’ni kazanan Weight / Yük’te morgda çalışan, hayattan umudu kesmiş, doğuştan kambur levazımatçı Jung’un öyküsü anlatılıyor. Sert sahneleriyle Venedik Film Festivali’ndeki ilk gösteriminde sansasyona yol açan Yük, yönetmen Jeon KyuHwan’un sözleriyle “insanların bir yük gibi taşıdıkları yaşamın ağırlığı üzerine grotesk bir fantezi.”

Romantik, yoğun, canlı ve büyüleyici Upstream Color / Gizli Kimya, 2013 yılının merakla beklenen filmlerinden. Sundance’nin ardından, uluslararası prömiyeri Şubat ayında Berlin’de yapılan filmin yönetmeni Shane Carruth, 2004 yılında çektiği bir önceki filmi Primer / Kapsül ile Sundance’de Jüri Büyük Ödülü’nü kazanmıştı. Yönetmenin bu yeni filminde, insanoğlunun kökenlerini ve aşkın entrikalarını irdeleyen karmaşık bir aşk hikâyesi anlatılıyor.

  • Yeni Bir Bakış

Nescafe Gold’un sponsor olduğu Yeni Bir Bakış” bölümünde, ilk ya da ikinci filmleriyle dünya sinema endüstrisinin dikkatini üzerlerine çeken genç yönetmenlerin filmleri izleyicilerle buluşacak.

Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış Ödülü’nü alan After Lucia / Luciadan Sonra, ilk filmi Daniel ve Ana ile yakaladığı başarıyı sürdüren 1979 doğumlu Meksikalı yönetmen Michel Franco’nun ikinci yönetmenlik denemesi. Meksika’nın Oscar adayı Luciadan Sonra, bir trafik kazası sonucu eşini kaybeden Roberto ile kızının, yeni bir başlangıç yapmak üzere taşındıkları Meksiko’da yasla başa çıkma ve büyük şehre ayak uydurma çabalarını anlatıyor.

İlk gösterimlerini Venedik ve Toronto Film Festivalleri’nde yapan A Hijacking / Fidye, Hint Okyanusu’ndaki yük gemisi MV Rozen’in Somalili korsanlar tarafından kaçırılışını ve mürettebatın rehin alınışını anlatıyor. Submarino ve The Hunt / Onur Savaşı filmlerinin başarılı senaristi Tobias Lindholm’un ikinci filmi Fidye’nin oyuncu kadrosunda Amalie Ihle Alstrup, Johan Philip Asbæk ve Ole Dupont yer alıyor. Filmin çekildiği MV Rozen, daha önce gerçekten açık denizde korsanlar tarafından kaçırılan bir gemi. Kadroda arabulucuyu oynayan Gary Skjoldmose Porter gerçek hayatta da kaçırılan bir gemide rehin düşmüş ve arabuluculuk yapmış.

Çağdaş Habil-Kabil hikâyesi A Respectable Family / Saygın Bir Aile, belgeselci yanıyla tanınan Massoud Bakhshi’nin son kurmaca filmi. Yönetmen Bakhshi, 1979 İslam Devrimi sonrasındaki çocukluğundan, savaş yıllarındaki gençliğinden ve günümüz Tahran’ındaki deneyimlerinden yola çıkarak hazırladığı filmini Batı’da yaşayan İranlı bir akademisyen üzerinden anlatıyor.

Peddlers / Hamallar, Bollywood’a alternatif yeni bir Hindistan sinemasının en iyi örneklerinden. Filmin yönetmeni ve senaristi Vasan Bala filminin eksik kalan bütçesini Facebook’tan tamamlamasıyla Hindistan bağımsız sineması için umut ışığı yaktı. Hamallar, başıboş yetim Mac, cinsel sorunları olan polis memuru Ranjit ve kanser tedavisi için uyuşturucu işine giren eski öğretmen Bilkis’in kesişen hayatlarını konu alıyor. Bombay sokaklarında geçen bu karanlık suç filmi 2012 Cannes’da Eleştirmenler Hafta’sında gösterildi.

Filistinli yönetmen Annemarie Jacir’in filmi When I Saw You / Seni Gördüğümde, Şubat ayında düzenlenen Berlin Film Festivali’nde NETPAC Ödülü’ne layık görüldü. Jacir’in Salt of This Sea / Bu Denizin Tuzu’nun ardından çektiği bu ikinci filmi 1967 yılında, Filistinli mültecilerin yerleştiği bir kampta geçiyor ve 11 yaşında, başına buyruk bir çocuğun özgürlük peşinde babasını arayışını konu alıyor. Huffington Post Seni Gördüğümde’yi “son derece dokunaklı sinemasal bir şiir” sözleriyle övdü.

Geçen yıl Selanik Film Festivali’nde En İyi Senaryo, İzleyici ve Jüri Özel Ödülleri’ni alan Epilogue / Son, festivalin “Yeni Bir Bakış” bölümünün merak uyandıracak filmlerinden. Amir Manor’un ilk uzun metraj filmi, yaşlı bir çiftin mahrem portresini çizerken tüketim ve bürokrasi çarkları içinde yabancılaşmış ve körelmiş İsrail toplumunu da eleştiriyor. Haneke’nin büyük ses getiren Amour / Aşk filmine benzetilen Son’un senarist ve yönetmeni Amir Manor, festivalin konuğu olacak.

Müzik tutkunlarının kaçırmaması gereken filmlerden Gimme the Loot / Malları Ver, soul müzik, hip hop ve grafiti dünyasının nefes kesici bir bileşimiyle yola çıkan yönetmen Adam Leon’un ilk uzun metrajı. Austin SXSW festivalinde En İyi Kurmaca Film Ödülü’nü alan Malları Ver, grafiti sanatçısı bir çiftin hikâyesini anlatıyor.

  • Geceyarısı Çılgınlığı

Uyarıcı filmleri uykuya tercih edenlerin dört gözle beklediği geleneksel “Geceyarısı Çılgınlığı” bölümünün sponsoru tv2. Festival boyunca cuma ve cumartesi geceleri 24.00 seansında gösterilecek filmler izleyicilerin uykusuna mal olacak.

Bölümün kaçırılmayacak filmlerinden biri hiç kuşkusuz 26 farklı yönetmenin çektiği 26 farklı ölüm hikâyesinden oluşan The ABCs of Death / Ölümün Alfabesi. İlk gösterimi Toronto’da yapılan bu çılgın film, on beş ülkeyi kapsayan prodüksiyonu, Ben Wheatley, Jorge Michel Grau ve Xavier Gens gibi dünyaca ünlü sinemacıların yönettiği bölümleriyle çok iddialı. Alfabenin her bir harfi için farklı bir yönetmen tarafından çekilen 26 film, kışkırtıcı, şok edici, komik ve sinir bozucu.

Bölümde ayrıca Midnight Meat Train ile tanınan Ryûhei Kitamura’nın No one lives / Herkes Ölecek ve El Orfanato / Yetimhanenin yaratıcılarının yapımcılığını üstlendiği, Oriol Paulo’nun The Body / Ceset filmleri de yer alıyor.

  • Ustalar

Ustalar” bölümünde bütün sinemaseverler, dünya sinemasına yön vermeyi sürdüren usta yönetmenlerin son filmlerini izleme fırsatı bulacak.

Ken Loach’ın, prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan ve büyük beğeni toplayan belgeseli Spirit of 45 / 45 Ruhu, festivalin kaçırılmayacaklarından. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından İngiltere’de esen umut rüzgârlarının vahşi kapitalizmle yok oluşunu anlatan 45 Ruhu, dönemin tanıklarının anlatılarıyla arşiv görüntülerinden oluşuyor. Bir önceki filmi The Angels Share / Meleklerin Payı Filmekimi’nde gösterilen Ken Loach, son filminde İngiltere’nin bir birlik ruhu içinde savaşın yıkıntıları arasından çıkışının izini sürüyor.

En yaşlı sinemacı, 103 yaşındaki Manoel de Oliveira’nın, Portekizli modernist Raul Brandão’nun 1923 tarihli oyunundan uyarladığı filmi Gebo And The Shadow / Gebo ve Gölge’nin başrollerinde Claudia Cardinale, Jeanne Moreau, Leonor Silveira, Oliveira’nın torunu Ricardo Trepa ve Michael Lonsdale yer alıyor. İlk gösterimi Venedik Film Festivali’nde gerçekleştirilen, Abu Dabi Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan film, 19. yüzyıl sonlarında oğlunu korumak için kendini feda eden bir adamın hikâyesini anlatıyor.

Fransız Yeni Dalga akımının önemli isimlerinden Alain Resnais’in son filmi You Aint Seen Nothin Yet / Henüz Bir Şey Görmediniz, “Ustalar” bölümünün iddialı yapımlarından. Alain Resnais, son filminde kurgu ile gerçeği, film ile tiyatroyu harmanlarken aşk, yaşam, ölüm gibi temaları irdeliyor.

Efsanevi belgeselci ve fotoğrafçı Raymond Depardon, altı yılını doğduğu ülkeyi geniş format kamerayla fotoğraflayarak geçirdi ve uzun yıllar birlikte çalıştığı Claudine Nougaret ile alışılmışın dışında bir seyahat güncesi hazırladı. Journal De France / Fransa Günlüğü benzersiz bir Fransa portresi çizerken sıradışı bir kariyerin ve sanat fotoğrafçılığının etkileyici özetini de sunuyor. Yolculuk, Depardon’un muhabirlik yaptığı zamanlardan Çad, Venedik, Cannes, Bokassa gibi mekânlara ve Jean-Luc Godard gibi isimlere uzanıyor.

Tabuları yıkan sinemacı Peter Greenaway, Goltzius And The Pelican Company / Goltzius ve Pelikan Kumpanyası ile bu kez seks, din ve sanatın iç içe geçtiği üç katmanlı bir film sunuyor. Yönetmenin Rembrandt’ın etrafındaki komployu anlattığı Nightwatching / Gece Bekçisi ile başladığı “Hollandalı Ustalar” üçlemesinin ikinci filmi olan Goltzius ve Pelikan Kumpanyası, 16. yüzyılda yaşamış baskı ve gravür ustası Hendrik Goltzius’u izliyor. Film, Goltzius’un zina, ensest, aldatma, pedofili, fahişelik ve ölüsevicilikten oluşan altı cinsel tabuyu sahnelemesini konu alıyor.

20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden Hannah Arendt’in yaşamının bir bölümünü konu alan Hannah Arendt, Berlin’den sonra 32. İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek. Önceki çalışmalarında Rosa Luxemburg ve Hildegard von Bingen’in hayatlarını da beyazperdeye taşıyan yönetmen Margarethe von Trotta’nın son filmi, kahramanını Nazi savaş suçlusu Adolf Eichmann’ın 1960 yılında Kudüs’te yargılanışını izlerken resmediyor. Arendt, The New Yorker dergisine Eichmann hakkında hazırladığı yazı dizisinin ardından, 1961–1964 yıllarında tüm dünyadan gelen sert tepkilere direniyor. Filmde Arendt’i ünlü Alman oyuncu Barbara Sukowa canlandırıyor. “Düşünen bir kadının filmi”ni yaptığını belirten Margarethe Von Trotta, “kötülüğün sıradanlığı”nı keşfiyle dünyayı sarsan Arendt’in hikâyesini etkileyici bir biçimde anlatıyor.

Fist in the Pocket / Cepteki Yumruklar, Good Morning Night / Günaydın Gece ve Vincere / Yenmek’in usta yönetmeni İtalyan Marco Bellocchio, son filmi Dormant Beauty / Uyuyan Güzel ile izleyiciyi ötanazi konusunda çok yönlü bir keşfe çıkarıyor. Uyuyan Güzel, 2012 Sao Paulo Eleştirmen Ödülü’nü ve filmin oyuncusu Fabrio Falco 2012 Venedik En İyi Yeni Genç Erkek Oyuncu Ödülü’nü aldı.

Usta yönetmen Mike Figgis’in son filmi Suspension of Disbelief / Gördüğüne İnan, festivalin merakla beklenenlerinden. Gerçeklikle hayal arasında geçişlerle örülü, senaryoyla gerçek hayatın birbirine karıştığı bu psikolojik gerilim, Mulholland Dr. / Mulholland Çıkmazı ve Black Swan / Siyah Kuğu gibi modern klasiklerle kıyaslanan postmodern bir cinayet filmi.

  • Çocuk Mönüsü

Festivalin ailece izlenebilecek, uluslararası çocuk filmi festivallerinde beğeni toplayan yapıtların gösterildiği “Çocuk Mönüsü” bölümünde en iyi çocuk filmlerinden bir seçki sunulacak. Festival süresince hafta sonları Citys ve Rexx sinemalarında, 11.00 ve 13.30 seanslarında gösterilecek filmlere simültane Türkçe seslendirme yapılacak.

Bölüm kapsamında, Stéphane Aubier, Vincent Patar ve Benjamin Renner’in Ernest & Celestine / İki Arkadaş, Michel Ocelot’un Kirikou and The Men and the Women / Kirikou ve Erkekler ve Kadınlar ve Stephan Schesch’in Moon Man / Aydaki Adam filmleri festivalin küçük takipçileriyle buluşacak.

  • Anılarına

Festivalin “Anılarına” bölümde yakın zamanda kaybettiğimiz sinema üstatlarının filmleri izleyicilerle buluşacak.

Anılarına” bölümünde sadece sinemada değil, sözünü söylediği her alanda zamanın ötesinde işler yapmış usta yönetmen Metin Erksan anısına, yönetmenin 1974’te TRT için çağdaş Türk öykülerinden uyarladığı beş orta metraj filmi gösterilecek. Sabahattin Ali’nin Hanende Melek, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Geçmiş Zaman Elbiseleri, Samet Ağaoğlu’nun Bir İntihar, Sait Faik Abasıyanık’ın Müthiş Bir Tren ve Kenan Hulusi Koray’ın Sazlık öykülerinden senaryolaştırılan bu az görülmüş beş filmi kaçırmamak gerek.

Geçen Mayıs ayında yitirdiğimiz sinema yazarı, tarihçisi ve SİYAD’ın onursal üyesi Rekin Teksoy, SİYAD’ın seçtiği bir filmle anılacak. SİYAD, Rekin Teksoy’un anısına, onun edebiyata ve İtalyan sinemasına duyduğu sevgiyi bir araya getiren Pier Paolo Pasolini’nin Decameron / Dekameron filmini seçti.

Oyuncu Harold Lloyd’un anısına Fred C. Newmeyer ve Sam Taylor’un Safety Last! / Güvenlik Sonra Gelir filmi gösterilecek. Ocak ayında kaybettiğimiz yönetmen Nagisa Oshima’nın anısına Merry Christmas Mr. Lawrence / Mutlu Noeller Bay Lawrence, Tony Scott’ın anısına ise The Hunger / Açlık filmi festivalde olacak.

Başrol oyuncusu River Phoenix’in 1993 yılındaki trajik ölümü nedeniyle yarıda kalan ve Eylül 2012’de Hollanda Film Festivali’ndeki gösterimine kadar izleyiciyle buluşamayan Dark Blood / Kirli Kan da, “Anılarına” bölümünde gösterilecek filmlerden. George Sluizer’in yönettiği film, Hollanda ve Berlin Film Festivallerindeki gösterimlerinin ardından, River Phoenix’in ölümünün 20. yıldönümü anısına 32. İstanbul Film Festivali’nde gösterilecek. Yönetmen George Sluizer de festivale konuk olarak katılacak.

FESTİVALİN AKREDİTASYON VE KONUK AĞIRLAMA MERKEZİ

İstanbul Film Festivali’nin akreditasyon ve konuk ağırlama merkezi Akbank Sanat, akreditasyon sağlanan tüm sinema profesyonellerine ve medya mensuplarına festival boyunca açık olacak.

FESTİVAL SİNEMALARI VE SEANSLARI

Festivalin gösterimleri Beyoğlu’nda Atlas, Beyoğlu, Pera Müzesi, Nişantaşı’nda Citys, Ortaköy’de Feriye ve Kadıköy’de Rexx olmak üzere 6 sinemada yapılacak.

Filmlerin gösterim seansları 11.00, 13.30, 16.00, 19.00 ve 21.30. Festivalin büyük ilgi gören “Geceyarısı Çılgınlığı bölümünde bu yıl her cuma ve cumartesi gecesi 24.00’da yüksek gerilimli bir film gösterilecek.

FESTİVAL BİLETLERİ 16 MART CUMARTESİ GÜNÜ SATIŞA ÇIKIYOR

32. İstanbul Film Festivali biletleri 16 Mart Cumartesi günü 10.00’dan itibaren:

–     Biletix satış noktaları,

–     Biletix çağrı merkezi (0216 556 98 00),

–     Biletix web sitesi (www.biletix.com) ve

–     Atlas, Beyoğlu ve Rexx sinemalarında açılacak ana gişelerden alınabilecek.

Festivalde bilet fiyatları tam 15 TL, öğrenci ile 65 yaş ve üstü sinemaseverler için ise 10 TL olacak. Hafta içi gündüz seanslarındaki indirimli bilet uygulaması bu yıl da devam edecek. Festival boyunca, hafta içi gündüz seansları (11.00, 13.30 ve 16.00) yalnızca 5 TL olacak.

  • Festivalde filmleri en ucuza izleme şansı yine Lale üyelerinin

Festival boyunca filmleri en ucuza izleme şansı Lale üyelerinin olacak. Lale üyeleri biletlerinde %25e varan özel indirimlerden yararlanabilecekler. Lale Kart sahipleri için indirimli ön satış dönemi 12 Mart’ta başlayacak. 12 Mart’ta Siyah Lale üyeleri, 13, 14 ve 15 Mart’ta Beyaz, Kırmızı ve Sarı Lale üyeleri biletlerini özel indirimlerle temin edebilecekler. Lale üyeleri öncelikli biletlerini Atlas, Beyoğlu ve Rexx sinemalarından alabilecekler.

  • Axess kart sahipleri festivalde de avantajlı

Festival Sponsoru Akbank’ın Axess Kart sahiplerine sunduğu çok önemli bir avantajı hatırlatmakta fayda var. Axess Kart sahipleri festival boyunca hafta içi gündüz seansları hariç satın alacakları biletlerde %20 özel indirimden yararlanacaklar.

  • “BitamBiöğrenci” projesiyle öğrencilere destek olmak ister misiniz?

İKSV, 2007 yılında başlattığı “BitamBiöğrenci” projesiyle, işbirliği içinde bulunduğu çeşitli sivil toplum kuruluşları ve sanata duyarlı izleyiciler sayesinde, kültürel etkinliklere katılma şansı bulamayan öğrencileri sanatla buluşturmaya devam ediyor. Sinemaseverler, alacakları biletlere ek olarak yapacakları 15 TLlik katkıyla 10 öğrencinin film gösterimlerine katılmasını sağlayarak “BitamBiöğrenci” projesine destek verebilirler.

Sinemaseverler 15 gün boyunca ellerinden düşürmeyecekleri 32. İstanbul Film Festivali kitapçığını 9 Mart Cumartesi gününden itibaren festival sinemalarından (Atlas, Beyoğlu, Citys, Feriye, Rexx) ve İKSV’den 4 TL karşılığında temin edebilirler.

İstanbul Film Festivali hakkında ayrıntılı bilgi için:

film.iksv.org

İstanbul Film Festivali’ni sosyal medyada takip etmek için:

facebook.com/istanbulfilmfestivali

twitter.com/istfilmfest

İstanbul Film Festivali ile ilgili yüksek çözünürlüklü görselleri www.iksvphoto.com adresinden indirebilirsiniz.

Festivalin, İKSV Stüdyo tarafından hazırlanan tanıtım videosunu ve basın toplantısından görüntüleri https://files.secureserver.net/0fMi4kzyy15j5W adresinden indirebilir, festivalde yer alacak filmlerin tanıtım görüntüleri için [email protected] adresi üzerinden İKSV Medya İlişkileri ile temasa geçebilirsiniz.

Basın mensuplarının festivalle ilgili tüm soruları için: (212) 334 07 12 ve (212) 334 07 14

32. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ ETKİNLİKLERİ

İKSV tarafından Akbank sponsorluğunda düzenlenecek İstanbul Film Festivali sinemaseverlere 32. yılında da filmleriyle olduğu kadar etkinlikleriyle de yoğun bir program sunacak. Festival kapsamında film gösterimlerinin yanı sıra ücretsiz gerçekleştirilecek sinema dersleri ve söyleşiler de düzenlenecek. Yurtdışından konukların konuşmacı olarak yer alacağı etkinliklerin tümünde konsekütif ya da simültane Türkçe çeviri yapılacak. 32. İstanbul Film Festivali etkinlikleriyle ilgili ayrıntılı ve güncel haberler, film.iksv.org, twitter.com/istfilmfest ve facebook.com/istanbulfilmfestivali adreslerinden takip edilebilecek.

FESTİVALDE SİNEMA DERSLERİ

  • 7 Nisan Pazar, Akbank Sanat, 16.00

Costa-Gavras Sinema Dersi

Politik sinemanın saygın ustalarından CostaGavras, festival kapsamında 7 Nisan Pazar günü 16.00’da Akbank Sanat’ta bir söyleşi gerçekleştirecek. Festivalin bu yılki Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün sahibi olacak yönetmen CostaGavras, festival kapsamında vereceği bu sinema dersinde sinema anlayışı ve filmleri üzerine bir sohbet gerçekleştirecek. Yapıtları her zaman tartışma yaratan, Missing / Kayıp, Z ve Eden is West / Cennet Batıda gibi filmleriyle eşitsizliğe, insan hakları ihlallerine, faşizme karşı sözü olan CostaGavras, sinemadaki ilk yıllarından festival programında “Akbank Galaları”nda yer alan son filmi Capital / Kapital’e, değişen dünyayla birlikte sinemasının da nasıl evrildiğini anlatacak. Moderatörlüğünü sinema yazarı Alin Taşçıyan’ın yapacağı söyleşiye katılmak isteyenler yer kuponlarını, etkinlik sabahı 10.00dan itibaren Akbank Sanat’tan alabilecekler.

  • 9 Nisan Salı, Salon İKSV, 16.00

Carlos Reygadas Sinema Dersi

2000’li yılların, filmleri en çok tartışılan önemli yönetmenlerinden Meksikalı Carlos Reygadas, festival kapsamında 9 Nisan Salı günü 16.00’da Salon İKSV’de vereceği sinema dersiyle, kendi sinema dünyasını yaratma macerasını seyircilerle paylaşacak. Geçen yıl Post Tenebras Lux / Karanlıktan Aydınlığa ile Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan Carlos Reygadas, sinema dersinde filmlerinin kendine özgü ritmini anlatacak. Festival programında “Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas” başlıklı bölümde tüm uzun metraj filmleri ve iki kısa filmi gösterilecek yönetmenin sinema dersi, Sinema dergisi moderatörlüğünde yapılacak. Yer kapasitesi sınırlı olacak bu etkinliğe katılmak isteyenler, [email protected] adresine e-posta göndererek kayıt yaptırabilecekler.

  • 12 Nisan Cuma, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi, 16.00

Peter Weir Sinema Dersi

Bu yılki Altın Lale Uluslararası Yarışma’nın jüri başkanlığını üstlenen ünlü yönetmen Peter Weir festival kapsamında 12 Nisan Cuma günü 16.00’da Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi’nde bir sinema dersi verecek. Avustralya Yeni Dalgası’nın önde gelen yönetmenlerinden Peter Weir, Picnic at Hanging Rock / Hanging Rockta Piknik, Gallipoli / Gelibolu gibi ilk dönem filmlerinden Dead Poets Society / Ölü Ozanlar Derneği, The Truman Show, Master and Commander / Dünyanın Uzak Ucu gibi geniş kitlelere ulaşan Amerikan yapımı filmlerine dramatik derinliğiyle övgü toplayan kariyerinden söz edecek. Peter Weir’in, yer kapasitesi sınırlı olacak sinema dersine katılım için [email protected] adresine e-posta göndererek kayıt yaptırmak yeterli.

FESTİVALİN SÖYLEŞİLERİ

  • 5 Nisan Cuma, Akbank Sanat, 16.00

Serbest Radikaller – Deneysel Sinema Üzerine Bir Söyleşi

Serbest Radikaller Deneysel Sinema Üzerine Bir Söyleşi”de, festivalde “NTV Belgesel Kuşağı”nda gösterilecek Free Radicals: A History of Experimental Film / Bir Deneysel Sinema Tarihi filminin yönetmeni Pip Chodorov ile yazar, editör, festivalci ve sinemacı HeinzPeter Schwerfel, deneysel sinema çerçevesinde sinema ile sanatın kesişme noktalarını ortaya koyacaklar. Pip Chodorov ve HeinzPeter Schwerfel söyleşide, avangart ve deneysel sinemanın çağdaşlarını nasıl yeni alanlara yönlendirdiğini konuşacaklar. 5 Nisan Cuma günü 16.00’da Akbank Sanat’ta gerçekleştirilecek söyleşinin moderatörlüğünü Lara Kamhi üstlenecek. Etkinliği takip etmek için gereken yer kuponu, etkinlik sabahı 10.00dan itibaren Akbank Sanat’tan temin edilebilecek. Almanca orijinalinden Türkçeye, Dirimart tarafından çıkarılan RES Yayınları bünyesinde kazandırılan, HeinzPeter Schwerfel’in son kitabı Kino und Kunst: eine Liebesgeschichte / Sinema ve Sanat: Bir Aşk Hikâyesi’nin tanıtımı da 7 Nisan Pazar günü 11.00’da Cezayir Restaurant’ta düzenlenecek.

  • 8 Nisan Pazartesi, Pera Müzesi, 16.00

13. İstanbul Bienali İşbirliğiyle:

Ben Kentli-Vatandaş Değil miyim? Barbarlık, sivil uyanış ve şehir

14 Eylül10 Kasım 2013 tarihleri arasında Fulya Erdemci’nin küratörlüğünde düzenlenecek 13. İstanbul Bienali’nin, festival kapsamındaki “Ben KentliVatandaş Değil miyim? Barbarlık, sivil uyanış ve şehir başlıklı film programı çerçevesinde, çağımızda uygarlığın sınırlarını sorgulayan kurmaca film, belgesel ve video çalışmaları gösterilecek. Program, neoliberal sistemin istikrarsızlaştırıcı gücüne ve barbarlık, aktivizm ve sivil katılım gibi kavramların yeniden tanımlandığı bu sisteme gösterilen farklı tepkilere odaklanacak. Festivalde, bölüm kapsamında izleyicilerle buluşacak Foreigners out! Schlingensiefs Container / Yabancılar Dışarı! filminin yönetmeni Paul Poet ile İstanbul Film Festivali Belgesel Danışma Kurulu Üyesi, yönetmen Berke Baş “bu karmaşık kavramları sinema nasıl ifade edebilir?” ve “mevcut gerçekliğe alternatifler önermede sinemacıların rolü nedir?” sorularının konuşulacağı bir söyleşi gerçekleştirecekler. Film programının küratörlerinden Yael Messer ve Fulya Erdemci’nin sunacağı söyleşi, 8 Nisan Pazartesi günü 16.00’da Pera Müzesi’nde yapılacak.

  • 6 Nisan Cumartesi, Akbank Sanat, 16.00

Belgeseller ve Kitle Fonlaması

Festivalde, son dönemde belgesel filmler için de alternatif bir kaynak yaratma yöntemi olarak kullanılmaya başlayan, internet üzerinden gerçekleştirilen kitle fonlaması üzerine bir söyleşi gerçekleştirilecek. docİstanbul işbirliğiyle ve Berke Baş’ın moderatörlüğünde, 9 Nisan Salı günü 14.00’da Salon İKSV’de düzenlenecek söyleşiye, bütçelerini kısmen de olsa kitle fonlaması yöntemi ile oluşturmuş Ekümenopolis filminin yapımcısı Gaye Günay, Diyar filminin yönetmeni Devrim Akkaya ve Benim Çocuğum filminin yönetmeni Can Candan ile yapımcısı Ayşe Çetinbaş katılacak. Yer kapasitesi sınırlı olacak bu etkinliğe katılmak isteyenler yer kuponlarını, etkinlik sabahı 10.00dan itibaren Akbank Sanat’tan alabilecekler.

FESTİVALE PARALEL GÖSTERİMLER

  • 13 Nisan Cumartesi ve 14 Nisan Pazar, Akbank Sanat, 15.00

Akbank 9. Kısa Film Festivali: Ödüllü Filmler

1828 Mart 2013 tarihlerinde yapılacak Akbank 9. Kısa Film Festivali’nde ödül alacak filmler, 32. İstanbul Film Festivali kapsamında, 13 Nisan Cumartesi ve 14 Nisan Pazar günleri 15.00’da Akbank Sanat’ta ücretsiz olarak sinemaseverlerle buluşacak. Yarışmanın ön eleme jürisinde bu yıl, oyuncu ve oyuncu koçu Bahar Kerimoğlu, Maltepe Üniversitesi öğretim görevlisi Serkan Öztürk ve yönetmen Selim Evci yer alacak. Festivalde jüriler filmleri, En İyi Kurmaca Film, En İyi Belgesel Film ve bu yıl ilk kez En İyi Canlandırma kategorilerinde değerlendirilecek. Etkinliğe katılmak isteyenler yer kuponlarını, gösterim günlerinde 10.00dan itibaren Akbank Sanat’tan alabilecekler.

  • 13 Nisan Cumartesi, Pera Müzesi, 11.00

Vicdan Filmleri

Hrant Dink Vakfı’nın, “Gelin, Vicdanımızla Bakalım” çağrısıyla dünyanın her yerinden eli kamera tutan, amatör, profesyonel herkesi film çekmeye davet ettiği “Vicdan Filmleri” projesinin üçüncüsüne katılan filmlerden 21i, 32. İstanbul Film Festivali kapsamında izleyicilerle buluşacak. 31 Mart1 Kasım 2012 tarihleri arasında www.vicdanfilmleri.org adresine yüklenen, en fazla 5 dakika uzunluğundaki 57 kısa filmden, Alin Taşçıyan, Arzu Başaran, Eric Bogosian, Hülya Uçansu, Marco Bechis, Rakel Dink, Reha Erdem ve Robin Kirk’ten oluşan uluslararası jüri tarafından seçilen 21 film, 13 Nisan Cumartesi günü 11.00’da Pera Müzesi’nde izlenebilecek. Seçkide Yabancı (Aylin Ohri), The Joy Of Quiet (Arthur Sukiasyan), Belleksiz (Şükriye Arslan), Yeniden Merhaba Diyeceğim Güneşe (Can Deniz Erün), O Ses (Sezer Belli), Zelâl (Muhammet Emrah Demirel), Yalnız Bir Zombi (Simin Soyer), Çocuk Ölmek (Burcu Gerçeker), Dönüşüm (Ufuk Engin Can), Gurur ve Şeref (Dilber Shatursun), Para/Pere/Money (Bedirhan Sakci), Erk (Cemal Çelik), Kırmızı (Muhammed Sami Bayram), Muhteşem Üçlü (Ali Bozan), Disturbdance (Guli Silberstein), Küçük (Caner Çetiner), Ayakkabı (Buluş Oygur), Uykusuz (Sinan Salaz), Kent Sürgünleri (Emrah Çam), About The Ephemeral (Silvina Der-Meguerditchian), O An (Suat Şenocak) filmleri yer alacak. “Vicdan Filmleri” seçkisinin, 5 TL üzerinden temin edilebilecek biletleri, gösterim günlerinde 10.00dan itibaren Pera Müzesi’nden alınabilecek.

KÖPRÜDE BULUŞMALAR 8 YAŞINDA!

32. İstanbul Film Festivali kapsamında düzenlenen Köprüde Buluşmaların sekizincisi, bu yıl Efes sponsorluğunda gerçekleştirilecek.

Bu yıl Köprüde Buluşmalar’ın sekizincisi, Efes sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Sinemaya desteğini 26 yıldır sürdüren Efes, İstanbul Film Festivali’nde Türkiye Sineması bölümü sponsoru olmasının yanı sıra, Altın Lale Ulusal Yarışma’da 30.000 Amerikan doları değerinde Jüri Özel Ödülü’nü de veriyor. Bu yıldan itibaren sinemaya verdiği desteği artıran Efes, Köprüde Buluşmalar’ın sponsorluğunu da üstlenerek Türkiye’de filmlere sadece bittikten sonra değil, daha proje ve yapım aşamasından itibaren destek vermeye başlıyor.

Köprüde Buluşmalar kapsamında 10 Nisan Çarşamba ve 11 Nisan Perşembe günlerinde, Türkiye’den yönetmen ve yapımcıların katılacağı Film Geliştirme ve Yapım Aşaması Atölyeleri gerçekleştirilecek. Film projelerinin ve yapımı devam eden filmlerin ilk uluslararası sunumlarının yapılacağı atölyeler, 11 Nisan Perşembe akşamı düzenlenecek ödül töreniyle sona erecek.

Katılımcıları 8 Mart Cuma günü açıklanacak Film Geliştirme Atölyesi sonunda seçilecek projelere 10.000 Amerikan doları değerinde TC Kültür ve Turizm Bakanlığı Destek Ödülü, 10.000 avro değerinde CNC Ödülü, 2500 avro değerinde Binger Senaryo Danışmanlık Ödülü ve Melodika Ses Post-prodüksiyon Ödülü verilecek

Katılımcıları 22 Mart Cuma günü açıklanacak Yapım Aşaması Atölyesi’nde yer alacak bir filmin yapımcısına, filmin tanıtımında kullanılması amacıyla, bu yıl ilk defa 10.000 Amerikan doları değerindeki Efes Ödülü verilecek. Geçen yıl ilk defa verilen 1000VOLT Post Prodüksiyon Ödülü de bu yıl yine devam ediyor.

Köprüde Buluşmalar, Medienboard BerlinBrandenburg ve Hamburg SchleswigHolstein Film Fonları’nın işbirliğiyle oluşturulan TürkiyeAlmanya Ortak Yapım Film Geliştirme Fonu bu yıl da, çekimine başlanmamış Türkiye-Almanya ortak yapımlarına destek olmaya devam edecek. Bu üç kurum tarafından iki ülke arasındaki kültürel işbirliğini artırmak ve ortak yapımları desteklemek amacıyla oluşturulan bu fonun seçici kurul toplantısı Köprüde Buluşmalar sırasında yapılacak. Desteklenecek projeler ve Köprüde Buluşmalar atölyelerinin kazananları 32. İstanbul Film Festivali kapsamında, 11 Nisan Perşembe gecesi düzenlenecek Köprüde Buluşmalar Ödül Töreni’nde açıklanacak.

KÖPRÜDE BULUŞMALAR PANELLERİ

Yılın çeşitli dönemlerinde olduğu gibi festival sırasında da devam edecek Köprüde Buluşmalar panelleri, sinemacıların ilgisini çekecek konulara odaklanacak. 512 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek paneller, tüm film profesyonellerine ve sinemaseverlere açık olacak.

5 Nisan Cuma günü 13.30’da Akbank Sanat’ta düzenlenecek “Proje geliştirme aşaması hakkında ne biliyoruz?” başlıklı panelde, Tobias Pausinger ve Gabriele Brunnenmeyer, film yapımında çekim öncesi hazırlık ve proje geliştirme aşaması üzerine bilinmesi gerekenler konusundaki deneyimlerini sinema öğrencileriyle paylaşacaklar.

8 Nisan Pazartesi günü 13.00’da Akbank Sanat’ta gerçekleştirilecek “VoD ve Yeni Dağıtım İle Tanıtım Yöntemleri” panelinde, yeni medya sektörünün önde gelen kurumlarından Under Milky Way’in kurucularından PierreAlexander Labelle, VoD ve yeni dağıtım yöntemlerinden bahsederken aynı zamanda bu konuda yapılan araştırmaların sonuçlarını da paylaşacak.

Önümüzdeki yıl Türkiye ile diplomatik ilişkilerinin 600. yılını kutlayacak Polonya ile ileride gerçekleştirilecek ortak yapımların ilk adımı olacak Polonya Film Sektörü ile Tanışma” paneli, 8 Nisan Pazartesi günü 15.00’da Akbank Sanat’ta yapılacak. Panelde, Polonya Film Merkezi işbirliğiyle Lodz Sinema Okulu ve Wajda Okulu temsilcileri de yer alacaklar.

9 Nisan Salı günü 11.00’da Salon İKSV’de düzenlenecek “Bütçesiz Film Yapmak Mümkün mü?” panelinde, Berlin Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü alan ve festivalde “Sinemada İnsan Hakları Yarışması”nda gösterilecek, yapımı oldukça küçük bir bütçe ile gerçekleştirilen An Episode in the Life of an Iron Picker / Bir Hurdacının Hayatı filminin yönetmeni ve aynı zamanda yapımcılarından Danis Tanovic ile yapımcıları Cedomir Kolar (A.S.A.P) ve Amra Baksic Camo (Scca/pro. ba) filmin merak edilen yapım süreci hakkında konuşacaklar.

Torino Film Lab atölyesi kapsamında geçen yıl başlayan Uyarlama Atölyesi’nin kurucularından Isabelle Fauvel, 9 Nisan Salı günü 14.00’da Akbank Sanat’ta, Türkiye sinemasında örneklerini son yıllarda görmeye başladığımız edebiyat uyarlamaları üzerine bir sinema dersi verecek.

Birçok yapımcının aşina olduğu ortak yapımlarda postprodüksiyon aşamasında yaşanan sorunlara çözüm önerileri, bu konuda atölyeler düzenleyen ep2c’nin kurucularından, yapımcı Diana Elbaum ve İsrail Film Fonu yöneticisi, yapımcı Katriel Schory tarafından sinemacılarla 11 Nisan Perşembe günü 14.30’da Akbank Sanat’ta paylaşılacak.

2007 yılından bu yana Türkiye ve Ermenistan’dan sinemacıları bir araya getiren, 2009 yılından itibaren de iki ülkeli ortak yapımlara maddi destek veren, Türkiye’den Anadolu Kültür, Ermenistan’dan Altın Kayısı Film Festivali girişimiyle kurulan ErmenistanTürkiye Sinema Platformu, altı yıllık deneyimini festival takipçileri ve sektör profesyonelleriyle 11 Nisan Perşembe günü 16.00’da Fransız Kültür Merkezi’nde paylaşacak. Platformun 2010 yılında desteklediği, Türkiye’de ve dünyada pek çok festivalde gösterilen Komşular filminin yönetmeni Gor Baghdasaryan, platformun 2011 yılında desteklediği, bu yıl ise Altın Lale Ulusal Yarışma’da yer alan Saroyan Ülkesi’nin yönetmeni Lusin Dink, Ermenistanlı sinema eleştirmeni Artsvi Bakhchinyan, platform danışmanı Melek Ulagay ve platform direktörleri Çiğdem Mater ile Susanna Harutyunyan yer alacak.

Panellere katılmak için, festival öncesinde İKSV’deki Köprüde Buluşmalar ofisinde, festival sırasında ise Akbank Sanat’ta ön kayıt yaptırılabilir. Panellerin tümüne katılım ücreti toplam 75 TL olarak belirlendi

KÖPRÜDE BULUŞMALAR DANIŞMA KURULU

Köprüde Buluşmalar’ın danışma kurulu, Gezici Film Festivali yöneticisi, yönetmen ve yapımcı Ahmet Boyacıoğlu, Mithat Alam Film Merkezi yöneticisi, SE-YAP Yönetim Kurulu Üyesi, yapımcı Yamaç Okur, Yeni Sinemacılar ve SE-YAP’ın yönetim kurullarının üyesi, yapımcı Sevil Demirci ile CineMart Art:Film kurucusu ve danışmanı Tobias Pausinger’den oluşuyor.

Köprüde Buluşmalar ile ilgili ayrıntılı bilgi için:

film.iksv.org/tr/koprudebulusmalar

onthebridge@iksv.org

Köprüde Buluşmalar’ı sosyal medyada takip etmek için:

facebook.com/koprudebulusmalar

32. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ FİLM LİSTESİ

ULUSLARARASI YARIŞMA – 13 FİLM

–     Ne Yaptın Richard? / What Richard Did / Lenny Abrahamson / İrlanda

–     Can Ateşi / Foxfire / Laurent Cantet / Fransa-Kanada

–     Saldırı / The Attack / Ziad Doueiri / Lübnan-Fransa-Katar-Belçika

–     Camille Claudel, 1915 / Bruno Dumont / Fransa

–     Kelebeğin Rüyası / The Butterfly’s Dream / Yılmaz Erdoğan / Türkiye

–     Yarım Kalan Hayat / Nairobi Half Life / David Tosh Gitonga / Kenya-Almanya

–     Ölü Avrupa / Dead Europe / Tony Krawitz / Avustralya

–     Her Şey O Kadar Sessiz Ki / Boven is het stil / It’s all so quiet / Nanouk Leopold / Holland-Almanya

–     Kuleli Ev / Dom s bashenkoy / House With A Turret /  Eva Neymann / Ukrayna

–     Öğrenci / Student /  Darezhan Omirbayev / Kazakistan

–     Hayatboyu / Lifelong / Aslı Özge / Türkiye

–     Perde / Pardé / Closed Curtain / Jafar Panahi & Kamboziya Partovi / İran

–     Son Konser / A Late Quartet / Yaron Zilberman / ABD

YARIŞMA DIŞI – 2 FİLM

–     Bayanlar ve Baylar / Final Cut – Hölgyeim és uraim / Final Cut – Ladies and Gentlemen / György Pálfi / Macaristan

–     Mekong Hotel / Apichatpong Weerasethakul / Tayland-İngiltere

SİNEMADA İNSAN HAKLARI YARIŞMASI – 10 FİLM

–     F Tipi Film / F Type Film / Ezel Akay, Barış Pirhasan, S. Süreyya Önder, Aydın Bulut, Hüseyin Karabey, Reis Çelik, İnan Altın, Vedat Özdemir, M. İlker Altınay / Türkiye

–     Küf / Mold / Ali Aydın / Türkiye

–     İnşallah / Inch’Allah / Anaïs Barbeau-Lavalette / Kanada-Fransa

–     Dünya Bizim Değil / A World Not Ours / Mahdi Fleifel / İngiltere-Lübnan-Danimarka

–     Kesişen Hayatlar / Krugovi / Circles / Srdan Golubovic / Sırbistan-Almanya-Fransa-Slovenya-Hırvatistan

–     Roket / The Rocket / Kim Mordaunt / Avustralya-Laos

–     Bir Gece / Una Noche / One Night / Lucy Mulloy / ABD-İngiltere-Küba

–     Jiseul / Muel O / Güney Kore

–     Sabır Taşı / Syngué Sabour / The Patience Stone / Atiq Rahimi / Afganistan-Fransa-Almanya

–     Bir Hurdacının Hayatı / Epizoda u zivotu beraca zeljeza / An Episode in the Life of an Iron Picker / Danis Tanovic / Bosna Hersek-Fransa-Slovenya

TÜRKİYE SİNEMASI – 31 FİLM

ULUSAL YARIŞMA – 10 FİLM

–     Özür Dilerim / Forgive Me / Cemil Ağacıkoğlu

–     Köksüz / Nobody’s Home / Deniz Akçay Katıksız

–     Yozgat Blues / Mahmut Fazıl Coşkun / Türkiye-Almanya

–     Saroyan Ülkesi / Saroyanland / Lusin Dink

–     Kelebeğin Rüyası / The Butterfly’s Dream / Yılmaz Erdoğan

–     Karnaval / Can Kılcıoğlu

–     Hayatboyu / Lifelong / Aslı Özge

–     Sen Aydınlatırsın Geceyi / Thou Gild’st The Even / Onur Ünlü

–     Soğuk / Cold / Uğur Yücel

–     Devir / The Cycle / Derviş Zaim

YARIŞMA DIŞI – 2 FİLM

–     Rüzgarlar / Winds / Selim Evci

–     Uzun Hikaye / A Long Story / Osman Sınav

YENİ TÜRKİYE SİNEMASI – 6 FİLM

–     Toprağa Uzanan Eller / King of the Cotton / Ömer Can

–     İçimdeki Çember / The Circle Within / Deniz Çınar

–     Oyuncu / The Actor / Serhat Furtuna

–     Evdeki Yabancılar / Strangers in the House / Dilek Keser-Ulaş Güneş Kacargil

–     Mavi Ring / The Blue Van / Ömer Leventoğlu

–     Uvertür / Overture / Alpgiray M. Uğurlu

BELGESELLER – 13 FİLM

–     Gurbet Pastası / Journey of the Cake / Ayşe Funda Aras

–     Fecîra / Piran Baydemir

–     Ot / Was / Grass / Caner Canerik

–     Böyle Söyledi Habip / Thus Spoke Habip / Münir Alper Doğan

–     Zemo / Kemal Emir

–     Bûka Baranê / Dilek Gökçin

–     Hasret / Garod / Longing / Onur Günay & Burcu Yıldız

–     Annemin Pusulası / Qiblenameya deya min / My Mother’s Compass / Hatice Kamer

–     İşkenceyi Gördük / We Have Seen Torture / Cenk Örtülü & Zeynel Koç

–     Elveda İstanbul / Adieu Istanbul / Dieter Sauter / Türkiye-Almanya

–     Savaşın Tanıkları / The Witnesses of the War / Sami Solmaz

–     Yolun Başında / Beginnings / Somnur Vardar

–     Taşkafa, Bir Sokak Hikayesi / Taşkafa, Stories from the Street / Andrea Luka Zimmerman

SİNEMA ONUR ÖDÜLLERİ – 3 FİLM

–     Kalbimin Efendisi / Master of My Heart / Ertem Eğilmez

–     Bir Türke Gönül Verdim / I Loved A Turk / Halit Refiğ

–     Ah Güzel İstanbul / Oh, Beautiful Istanbul / Atıf Yılmaz

ÖZEL GÖSTERİM: TÜRK KLASİKLERİ YENİDEN – 1 FİLM

–     Vesikalı Yarim / My Prostitute Love / Lütfi Ö. Akad

AKBANK GALALARI – 13 FİLM

–     Aklımı Oynatacağım / Los Amantes Pasajeros / I’m So Excited / Pedro Almodovar / İspanya

–     Sadece Aşk / Den skaldede frisør / Love is all you need / Susanne Bier / Danimarka

–     Lanetli Kan / Stoker / Park Chan-wook / ABD-İngiltere

–     Saksı Olmanın Faydaları / The Perks of Being A Wallflower / Stephen Chbosky / ABD

–     Babadan Oğula / The Place Beyond the Pines / Derek Cianfrance / ABD

–     Yasak Aşk / Two Mothers / Anne Fontaine / Fransa-Avustralya

–     Kapital / Le Capital / Capital / Costa-Gavras / Fransa

–     Yolların Prensi / Prince Avalanche / David Gordon Green / ABD

–     Bir Vampir Hikayesi / Byzantium / Neil Jordan/ İrlanda-İngiltere

–     Geceyarısından Önce / Before Midnight / Richard Linklater / ABD

–     Başka Bir Hayat / Dans la maison / In the House / François Ozon / Fransa

–     Disconnect / Henry Alex Rubin / ABD

–     Kayıp Umutlar / Promised Land / Gus Van Sant / ABD

USTALAR  – 14 FİLM

–     Aşk Kokusu / Après Mai / Something in the Air / Olivier Assayas / Fransa

–     Uyuyan Güzel / Bella Addormentata / Dormant Beauty / Marco Bellocchio / İtalya-Fransa

–     Gebo ve Gölge / O gebo e a sombra / Gebo and the Shadow / Manoel De Oliveira / Portekiz-Fransa

–     Fransa Günlüğü / Journal De France / Raymond Depardon & Claudine Nougaret / Fransa

–     Güreş ve Aşk / Mes séances de lutte / Love Battles / Jacques Doillon / Fransa

–     Gördüğüne İnan / Suspension of Disbelief / Mike Figgis / İngiltere

–     Goltzius ve Pelikan Kumpanyası / Goltzius and the Pelican Company / Peter Greenaway / İngiltere-Hollanda-Fransa-Hırvatistan

–     İftira Ağı / Sou Suo / Caught in the Web / Chen Kaige / Çin

–     45’ Ruhu / The Spirit of 45’ / Ken Loach / İngiltere

–     Gün Doğarken / Kad svane dan / When Day Breaks / Goran Paskaljevic / Sırbistan-Fransa-Hırvatistan

–     Henüz Bir Şey Görmediniz / Vous N’avez Encore Rien Vu / You Ain’t Seen Nothin’ Yet / Alain Resnais / Fransa-Almanya

–     Balığa Gidiyorum / Días de pesca / Gone Fishing / Carlos Sorin / Arjantin

–     İhanet Oyunları / Steekspel / Tricked / Paul Verhoeven / Hollanda

–     Hannah Arendt / Margarethe Von Trotta / Almanya-Lüksemburg-Fransa

DÜNYA FESTİVALLERİNDEN22 FİLM

–     Tim Buckley’den Sevgilerle / Greetings from Tim Buckley / Daniel Algrant / ABD

–     Ailem İçin / At Any Price / Ramin Bahrani / ABD

–     Renoir / Gilles Bourdos / Fransa

–     Bir Yudum Bahar / Quelques heures de printemps / A Few Hours of Spring / Stéphane Brizé / Fransa

–     Tarihi Şehir Merkezi / Centro Histórico / Historic Centre / Manoel de Oliveria & Aki Kaurismaki & Victor Erice & Pedro Costa / Portekiz

–     Dörtlü / Quartet / Dustin Hoffman / İngiltere

–     Hayallerin Ötesinde / Imagine / Andrzej Jakimowski / Polonya-Portekiz-Fransa-İngiltere

–     Kalbimdeki Işık / Ni Guang Fei Xiang / Touch of the Light / Chang Jung-Chi / Tayvan-Hong Kong

–     Wasseypur Çeteleri / Gangs of Wasseypur / Anurag Kashyap / Hindistan

–     Derin Sular / Djúpið / The Deep / Baltasar Kormákur / İzlanda

–     7 Kasa / 7 Cajas / 7 Boxes / Juan Carlos Maneglia & Tana Schembori / Paraguay

–     Çatışmadan Sonra / Baad el Mawkeaa / Apres la Bataille / After the Battle / Yousry Nasrallah / Mısır-Fransa

–     Çocuk Pozu / Pozitia Copilului / Child’s Pose / Calin Peter Netzer / Romanya

–     Ölü ve Mutlu / El muerto y ser feliz / The Dead Man and Being Happy / Javier Rebollo / İspanya-Fransa-Arjantin

–     Zeytin / Zaytoun / Eran Riklis / İngiltere-İsrail

–     Bwakaw / Jun Robles Lana / Filipinler

–     Kon-Tiki / Joachim Rønning & Espen Sandberg / Norveç-Danimarka-İngiltere

–     … Adına / W imie… / In the Name of / Malgorzata Szumowska / Polonya

–     Beyaz Fil / Elefante Blanco / White Elephant / Pablo Trapero / İspanya-Arjantin-Fransa

–     Sanatçı ve Modeli / El artista y la modelo / The artist and the model / Fernando Trueba / İspanya

–     Yarım Kalan Şarkı / Song For Marion / Paul Andrew Williams / İngiltere

–     Gizem / Mystery / Lou Ye / Çin-Fransa

YENİ BİR BAKIŞ16 FİLM

–     Saygın Bir Aile / Yek Khanévadéh-e Mohtaram / A Respectable Family / Massoud Bakhshi / Fransa-İran

–     Hamallar / Peddlers / Vasan Bala / Hindistan

–     Karakuş / Blackbird / Jason Buxton / Kanada

–     Belalı Mahalle / Ill Manors / Ben Drew / İngiltere

–     Lucia’dan Sonra / Después de Lucía / After Lucia / Michel Franco / Meksika-Fransa

–     Nur / Noor /  Guillaume Giovanetti & Çağla Zencirci / Fransa-Pakistan

–     Ayakçı / Chalán / Gofer / Jorge Michel Grau / Meksika

–     Seni Gördüğümde / When I Saw You / Annemarie Jacir / Filistin-Ürdün-Yunanistan-Birleşik Arap Emirlikleri-ABD

–     Neredesin Süpermen? / Bekas / Karzan Kader / İsveç-Finlandiya-Irak

–     Malları Ver / Gimme the Loot / Adam Leon / ABD

–     Fidye / Kapringen / A Hijacking / Tobias Lindholm / Danimarka

–     Son / Hayuta ve Berl / Epilogue / Amir Manor / İsrail

–     Ayıcık / Teddy Bear / Mads Matthiesen / Danimarka

–     Kurt Çocuk / Neuk-dae-so-nyeon / A Werewolf Boy / Jo Sung-Hee / Güney Kore

–     Villegas / Gonzalo Tobal / Arjantin-Hollanda-Fransa

–     Göç / Alyah / Elie Wajeman / Fransa

NTV BELGESEL KUŞAĞI20 FİLM

–     Liderin Gülüşü / Il Sorriso del Capo / The Smile of the Leader / Marco Bechis / İtalya

–     Bir Şarkının Peşinde / Searching for Sugar Man / Malik Bendjelloul / İsveç-İngiltere

–     Traviata ve Biz / Traviata et Nous / Becoming Traviata / Philippe Béziat / Fransa

–      İp / The Tightrope / Simon Brook / Fransa-İtalya

–     Leviathan / Lucien Castaing-Taylor & Véréna Paravel / Fransa-İngiltere-ABD

–     Bir Deneysel Sinema Tarihi / Free Radicals: A History of Experimental Film / Pip Chodorov / Fransa

–     Marina Abramovic’in Yaşamı ve Ölümü / Bob Wilson’s Life and Death of Marina Abramovic / Giada Colagrande / İtalya

–     İnanmaktan Vazgeçme / Don’t Stop Believin’: Everyman’s Journey / Ramona S. Diaz / ABD

–     Oyuncu Seçimi / Casting by / Tom Donahue / ABD

–     Sapığın İdeoloji Rehberi / The Pervert’s Guide To Ideology / Sophie Fiennes / İngiltere-İrlanda

–     Madonna Ağlıyor / Mea Maxima Culpa: Silence in the House of God / Alex Gibney / ABD

–     Sound City / Dave Grohl / ABD

–     Baldan Acı / More than honey / Markus Imhoof / Almanya-Avusturya-İsviçre

–     Görevimiz Lars / Mission to Lars /  James Moore & William Spicer / İngiltere-ABD

–     Bekçiler / The Gatekeepers / Dror Moreh / İsrail-Fransa-Almanya-Belçika

–     Ölümcül Yardım / Assistance mortelle / Fatal Assistance / Raoul Peck / Fransa-Haiti-ABD-Belçika

–     Radyo Evi / La Maison de la Radio / Nicolas Philibert / Fransa

–     State 194 / Dan Setton / İsrail-Filistin-ABD

–     Balkan Ruhu / Balkan Spirit / Hermann Vaske / Almanya

–     Roman Polanski: İstenmeyen Adam / Roman Polanski: Odd Man Out / Marina Zenovich / ABD

MAYINLI BÖLGE12 FİLM

–     Beşinci Mevsim / La cinquième saison / The Fifth Season / Peter Brosens & Jessica Woodworth / Belçika-Hollanda-Fransa

–     Gizli Kimya / Upstream Color / Shane Carruth / ABD

–     Silikon Gelin / The Mechanical Bride / Allison De Fren / ABD-Almanya-Japonya-İngiltere

–     Tanrı Amerika’yı Korusun / God Bless America / Bobcat Goldthwait / ABD

–     Beyaz Nöbet / White Epilepsy / Philippe Grandrieux / Fransa

–     Yük / The Weight /  Jeon Kyu-hwan / Güney Kore

–     Kuş Yemi Yiyen Oğlan / To agori troei to fagito tou pouliou / Boy Eating the Bird’s Food / Ektoras Lygizos / Yunanistan

–     Makao’yu Son Gördüğümde / A Última Vez Que Vi Macau / The Last Time I Saw Macao / João Pedro Rodrigues & João Rui Guerra da Mata / Portekiz-Fransa

–     Cennet: Aşk / Paradies: Liebe / Paradise: Love / Ulrich Seidl / Avusturya-Almanya-Fransa

–     Cennet: İnanç / Paradies: Glaube / Paradise: Faith / Ulrich Seidl / Avusturya-Almanya-Fransa

–     Cennet: Umut / Paradies: Hoffnung / Paradise: Hope / Ulrich Seidl / Avusturya-Almanya-Fransa

–     Halat / La Sirga / William Vega / Kolombiya

EDEBİYATTAN BEYAZPERDEYE11 FİLM

–     Gülen Adam / L’Homme Qui Rit / The Man Who Laughs / Jean-Pierre Améris / Fransa-Çek Cumhuriyeti

–     Lizbon’a Gece Treni / Night Train to Lisbon / Bille August / Almanya-İsviçre-Portekiz

–     Hipnozcu / Hypnotisören / The Hypnotist / Lasse Hallström / İsveç

–     Bukalemunun Rengi / Tsvetat Na Hameleona / The Color of the Chameleon / Emil Hristow / Bulgaristan

–     Kollarımda Kal / À coeur ouvert / A Monkey On My Shoulder / Marion Laine / Fransa-Arjantin

–     Sislerin İçinde / V tumane / In the Fog / Sergei Loznitsa / Almanya-Rusya-Hollanda-Belarus-Letonya

–     Arada Kalan / What Maisie Knew / Scott McGehee & David Siegel / ABD

–     Bir Kadının Gözyaşı / Thérèse Desqueyroux / Claude Miller / Fransa

–     Büyük Umutlar / Great Expectations / Mike Newell / İngiltere-ABD

–     Katil / The Iceman / Ariel Vromen / ABD

–     Kuru Gürültü / Much Ado About Nothing / Joss Whedon / ABD

ANTIDEPRESAN10 FİLM

–     Montreuil Kraliçesi / Queen of Montreuil / Sólveig Anspach / Fransa

–     The Sapphires / Wayne Blair / Avustralya

–     Erkek Aklı / A Glimpse Inside the Mind of Charles Swan III / Roman Coppola / ABD

–     Zıt Kardeşler / Le Grand Soir / Gustave de Kervern & Benoît Delépine / France-Belgium

–     Eyvah / Oh Boy / Jan Ole Gerster / Almanya

–     Salyangozlar ve İnsanlar / Despre oameni si melci / Of Snails and Men / Tudor Giurgiu / Romanya-Fransa

–     Kutsal Dörtlü / Svatá Ctverice / The Holy Quaternity / Jan Hrebejk / Çek Cumhuriyeti

–     Kuzeye Giden Yol / Tie pohjoiseen / Road North / Mika Kaurismäki / Finlandiya

–     Bu Aşk Fazla Sürmez / I Give It A Year / Dan Mazer / İngiltere

–     Garip Turistler / Sightseers /  Ben Wheatley / İngiltere

KADIN HİKAYELERİ9 FİLM

–     Vecide / Wadjda / Haifaa Al-Mansour / Suudi Arabistan

–     Starlet / Sean Baker / ABD

–     Boşluğu Doldurmak / Lemale et Ha’Halal / Fill the Void / Rama Burshtein / İsrail

–     Çocuklarım / À perdre la raison / Our Children / Joachim Lafosse / Belçika-Lüksemburg-Fransa-İsviçre

–     Telekız / Call Girl / Mikael Marcimain / İsveç-Norveç-Finlandiya-İrlanda

–     Ye Uyu Öl / Äta sova dö / Eat Sleep Die / Gabriela Pichler / İsveç

–     Bir Hayalimiz Vardı / Ginger & Rosa / Sally Potter / İngiltere

–     Ölme / Mai Morire / Enrique Rivero / Meksika

–     Küçük Şeyler / Halbschatten / Everyday Objects / Nicolas Wackerbarth / Almanya-Fransa

GERÇEK MUCİZEDİR: CARLOS REYGADAS – 6 FİLM

–     Karanlıktan Aydınlığa / Post Tenebras Lux / Meksika-Fransa-Hollanda-Almanya

–     Sessiz Işık / Stellet licht / Silent Light / Meksika-Fransa-Hollanda-Almanya

–     Cennette Savaş / Batalla en el cielo / Battle in Heaven / Meksika-Belçika-Fransa-Almanya-Hollanda

–     Japonya / Japón / Japan / Meksika-Almanya-Hollanda-İspanya

–     Tutsaklar / Prisoners / Prisonniers / Belçika

–     Max / Maxhumain / Belçika

ÇOCUK MÖNÜSÜ – 3 FİLM

–     İki Arkadaş / Ernest et Célestine / Ernest & Celestine / Stéphane Aubier & Vincent Patar & Benjamin Renner / Fransa

–     Kirikou ve Erkekler ve Kadınlar / Kirikou et les Hommes et les Femmes / Kirikou and The Men and the Women / Michel Ocelot / Fransa

–     Aydaki Adam / Der Mondmann / Moon Man / Stephan Schesch / Almanya-Fransa-İrlanda

GECEYARISI ÇILGINLIĞI3 FİLM

–     Ölümün Alfabesi / The ABCs of Death / 26 yönetmen / ABD

–     Herkes Ölecek / No one lives / Ryûhei Kitamura / ABD

–     Ceset / El cuerpo / The Body / Oriol Paulo / İspanya

ANILARINA11 FİLM

–     Geçmiş Zaman Elbiseleri / Dresses of Times Past / Metin Erksan / Türkiye

–     Hanende Melek / Melek The Singer / Metin Erksan / Türkiye

–     Bir İntihar / A Suicide / Metin Erksan / Türkiye

–     Müthiş Bir Tren / A Terrific Train / Metin Erksan / Türkiye

–     Sazlık / Reeds / Metin Erksan / Türkiye

–     Dekameron / Il Decameron / The Decameron / Pier Paolo Pasolini / İtalya-Fransa-Almanya

–     Güvenlik Sonra Gelir / Safety Last! / Fred C. Newmeyer & Sam Taylor / ABD

–     Mutlu Noeller Bay Lawrence / Merry Christmas Mr. Lawrence / Nagisa Ôshima / İngiltere-Japonya

–     Açlık / The Hunger / Tony Scott / İngiltere

–     Karşımdaki Gece / La noche de enfrente / Night Across the Street / Raoul Ruiz / Fransa-Şili

–     Kirli Kan / Dark Blood / George Sluizer / ABD-İngiltere-Hollanda

BEN KENTLİ-VATANDAŞ DEĞİL MİYİM? BARBARLIK, SİVİL UYANIŞ VE ŞEHİR – 17 FİLM

–     1960 Yazı / Chronique d’un été / Chronicle of a Summer / Edgar Morin & Jean Rouch / Fransa

–     Yabancılar Dışarı! / Ausländer Raus! Schlingensiefs Container / Foreigners out! Schlingensief’s Container / Paul Poet / Avusturya

–     Kule / The Tower: A Songspiel / Chto Delat / Rusya

–     Bana Renk Ver / Dammi I Colori / Anri Sala / Arnavutluk

–     İnşaat Var / En Construcción / Work in Progress / Jose Luis Guerin / İspanya

–     Gravity Hill Haber Filmi No. 5 / Gravity Hill Newsreel No. 5 / Jem Cohen / ABD

–     Yarın / Zavtra / Tomorrow / Andrey Gryazev / Rusya

–     Artıklar / Spoils: Extraordinary Harvest / Alex Mallis / ABD

–     Kaliforniya Rüyası / California Dreaming / Bregtje van der Haak / Hollanda

–     Sıkıştırma / Squeeze / Mika Rottenberg / ABD

–     İşgal / The Take / Avi Lewis / Kanada

–     Ah Güzel İstanbul / Oh, Beautiful Istanbul / Atıf Yılmaz / Türkiye

–     Gizli Topluluk / Secta / Egle Budvytyte / Hollanda

–     Saç / Hair / Agniezska Polska / Polonya

–     Bu Bir Kapı / C’est une Hek / Joost Conijn / Hollanda-Fas

–     Beyaz Kadına Dokunma / Touche pas à la femme blanche / Don’t touch the white woman / Marco Ferreri

–     Yok Edici Melek / El ángel exterminador / The Exterminating Angel / Luis Buñuel / Meksika

” Kadına Yönelik Şiddet ve Ayrımcılık ” konusu ile 2. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali devam ediyor

İstanbul Üniversitesi ile Başakşehir Belediyesi işbirliğiyle düzenlenen ve bu yılki teması “Kadına Yönelik Şiddet ve Ayrımcılık” olan 2. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin açılışı, İÜ Rektörlük binası önünde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’i de katılımıyla yapıldı.

Oyuncu Türkan Şoray, ödüllü yönetmen Zeki Demirkubuz’un da katıldığı açılışta, Avukat ve STK temsilcisi Hülya Gülbahar’a Bakan Şahin ödül verdi.

Festivalde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şahin, beyaz perdenin, toplumda değişim ve dönüşümde, toplumdaki bilincin yükselmesinde çok önemli olduğunu belirterek, “Bilinç yükselmesi ve toplumsal değişim bu tür festivallerden geçiyor. Festivalin bu yılki konusu kadına yönelik şiddet. Bu çalışmalar çok önemli. Bizim sürekli şiddetle ilgili söylediğimiz bir şey var. Sorunun temeline indiğiniz zaman, değişkeni çok boyutlu olan bir sorunu direkt bir kanunla veya bir talimatla akşamdan sabaha çözebilmek mümkün değil. Bilim ve teknoloji dünyasında yaşıyoruz. Artık görselliğin gençlerimizin ve toplumumuzun nazarında yükselen bir değer olduğunu biliyoruz. O zaman bizim sinema dünyasını ve beyaz perdeyi çok iyi kullanmamız gerekiyor.”

Değişimi olumlu yönde yönetebilmek, yasal okur yazarlığı artırmak ve uygulamalarda yaşanan sorunları daha hızlı çözebilmek için bu festivallerin çok önemli olduğuna dikkati çeken Şahin, doğru mesaj vereni ödüllendirmek, doğru mesaj verilmesini sağlamak ve iyi rol modelleri artırmanın önemine işaret etti.

Kadına yönelik şiddetin, yalnızca meclis boyutunda, parlamentoda değil, 74 milyonun seferberliğiyle çözülecek bir sorun olduğunu görmek gerektiğini vurgulayan Şahin, “Yakın zamanda bir operasyon geçirmeme rağmen bugün İstanbul’a gelerek bu festivale katıldım. İnşallah bu çalışmalar devam edecek. Ülkemiz şiddetin değil, sevginin, merhametin ve şefkatin çok daha yükselen bir değer olduğu bir ülkeye dönüşecek” dedi.

YAKLAŞIK 150 FİLM GÖSTERİLECEK

Festival açılışına sanatçı Türkan Şoray da katıldı. Şoray ile Bakan Şahin yan yana gelerek bir süre sohbet etti. Türkan Şoray, Şahin’e rahatsızlığından dolayı “geçmiş olsun” dileğinde bulundu.

Festivalde 4 Ekim’e kadar 50’ye yakın ülkeden 90’ın üzerinde yabancı film olmak üzere yaklaşık 150 film gösterilecek.

Bu filmlerden 60’ı uzun metraj, 25’i belgesel ve 60’a yakını da kısa film olacak.

Gösterimler, üç sinema salonu ve İÜ’nün iki tarihi salonunda gerçekleştirilecek.

Festival kapsamında 14 panel, bir sempozyum ve iki konferans düzenlenecek.

SALT Beyoğlu’nda Ücretsiz ” Yaz Geçer “

SALT Beyoğlu Açık Sinema’da “Yaz Geçer” programıyla birbirinden değerli filmlerin ücretsiz gösterimleri yapılacak

Salt Afiş

SALT Beyoğlu Açık Sinema Temmuz ayı boyunca sinemaseverleri farklı filmlerle buluşturacak.

PROGRAM

10 Temmuz Salı
14.00 Stalin by Picasso or Portrait of Woman with Moustache
15.00 Stalin by Picasso or Portrait of Woman with Moustache
16.00 The Man in the Background
18.00 Berlinmuren
18.30 Berlinmuren

11 Temmuz Çarşamba
14.00 Berlinmuren
16.00 Stalin by Picasso or Portrait of Woman with Moustache
18.00 The Man in the Background
(20.00’ye kadar tekrarlı gösterim)

12 Temmuz Perşembe
14.00 The Man in the Background
16.00 Berlinmuren
18.00 Stalin by Picasso or Portrait of Woman with Moustache

13 Temmuz Cuma
14.00 Berlinmuren
16.00 Stalin by Picasso or Portrait of Woman with Moustache
18.00 The Man in the Background

14 Temmuz Cumartesi
12.00 Magical World
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

15 Temmuz Pazar
12.00 The Man in the Background
14.00 Berlinmuren
16.00 Stalin by Picasso or Portrait of Woman with Moustache

19 Temmuz Perşembe
Restricted Sensation
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

21 Temmuz Cumartesi
Dammi i colori
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

22 Temmuz Pazar
Magical World
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

25 Temmuz Çarşamba
Restricted Sensation
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

26 Temmuz Perşembe
Dammi i colori
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

27 Temmuz Cuma
Magical World
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

31 Temmuz Salı
Dammi i colori
(Tüm gün tekrarlı gösterim)

Restricted Sensation
Deimantas Narkevičius
2011, 45’26”
Litvanyaca, Rusça ve Lehçe; İngilizce altyazılı

Orta Avrupa’da cinsel ve etnik azınlıklar hâlen yaygın şekilde halkın tepkisiyle karşı karşıya. Süregelen siyasi reformlar, kuşaktan kuşağa aktarılan homofobi ve genel anlamda ötekiliğe yönelik hoşgörüsüzlük sorununa çözüm getirmiyor. Sovyet dönemini yaşamış eşcinsellerin tanıklığına dayalı kurgusal bir hikâye olan film, çıkış noktasını bu gerçeklikten alıyor.

Eşcinselliğin suç sayıldığı 1970’lerin Sovyet Litvanya’sı… Filmin ana karakteri Laimonas, eşcinsel olduğundan kuşkulanıldığı için sahne direktörlüğü yaptığı tiyatrodan kovulur. Sovyet Ceza Kanunu’nun 122. Maddesi’ne göre, “iki erkek arasındaki cinsel ilişki” üç yıl hapisle cezalandırılmaktadır. Laimonas tutuklanır ve karakola götürülür. KGB memuru bir müfettiş, sorgulamasını yaparak dava dosyasını hazırlayacağı gözaltındaki bu gence aşık olur.

The Man in the Background
Lene Berg
2006, 20’
Norveççe, İngilizce; İngilizce altyazılı

“Kültürel Özgürlük Kongresi (Congress for Cultural Freedom/CCF), CIA’in Soğuk Savaş dönemindeki gizli operasyonlarının en cesur ve etkili olanlarından biri sayılmaktadır. CCF, Encounter gibi edebi ve politik dergiler yayımlamış, dönemin önde gelen kimi Batılı düşünürlerini bir araya getiren onlarca konferans düzenlemiştir… Egoist, özgür düşünceli ve hatta Amerikan karşıtı görüşlere sahip akademisyen ve sanatçılardan oluşan bu organizasyon bir şekilde, Komünizm’in -tüm iltifatlarına rağmen- sanat ve düşüncenin ölümcül bir düşmanı olduğunu duyurmak üzere Paris’teki merkezinden kitlelere ulaşmayı başarmıştır.”
-CIA’in web sitesi, “On Intelligence”tan alıntı

The Man in the Background, CCF Direktörü Michael Josselson ve eşi Diana’nın 1958’de 8 mm filmle çektiği bir dizi görüntü üzerine kuruludur. Çift, Batı Avrupa seyahatindedir; son durakları, dünyanın her yerinden arkadaşları ve meslektaşlarıyla bir seminere katıldıkları Rodos’tur. Görüntüler her ne kadar birer tatil anısı gibi dursa da, ifşa etmedikleri unsurlar onları sıradan olmaktan çıkarır: Josselson, kültür ve sanat alanında çalışan bir CIA ajanıdır ve çiftin katıldığı seminer CIA tarafından finanse edilmektedir; tıpkı CCF’in 1950 ve 1960’lardaki pek çok etkinliği gibi.

Peki, izleyici bir aşk hikâyesine mi tanıklık etmektedir; yoksa bir gerilim, tarihi bir dram, absürt bir komedi ya da felsefi ve/veya politik bir ikileme mi? Josselson bir kahraman olarak mı addedilir; ya da bir hain, bir kurban, bir dolandırıcı veya gözüpek bir maceraperest mi?

Stalin by Picasso or Portrait of Woman with Moustache
Lene Berg
2008, 31’
İngilizce; altyazısız

Pablo Picasso, arkadaşı Louis Aragon’un isteği üzerine Mart 1953’te Josef Stalin’in bir portresini çizer. Çizim, Les lettres françaises adlı haftalık Fransız komünist dergisinde, aynı tarihe yaşamını yitiren Sovyet liderini öven çeşitli metinler eşliğinde yayımlanır. Bu video, çok sade yöntemler ile çoğunlukla kolaj ve seslendirmeler aracılığıyla az çok hatırlanan bu çizimi ve sebep olduklarını anlatır.

Bir açıdan bakıldığında bu film, 20. yüzyılın görünürde iki karşıt ikonunun, Pablo Picasso ve Josef Stalin’in ortak olan ya da olmayan yönleri çerçevesinde gelişen bir hikâyedir. Başka bir açıdansa, sanat ve sanatsal özgürlük ya da özgür olmayış ile imgelerin, özellikle de tarihi isimlerin görüntülerinin okunma ve kullanılma yöntemlerini ele almaktadır. Soğuk Savaş’ın ilk yıllarından kalma bu anekdotun belki de en ilginç yanı, böyle basit bir karakalem çizimin nasıl bu kadar çok duygu, tartışma ve gizeme yol açmış olduğudur.

Berlinmuren
Lars Laumann
2008, 23’56”
İngilizce; altyazısız

Bu video, oldukça olağandışı bir ilişkinin, İsveçli Eija-Riita Berliner-Mauer’in Berlin Duvarı’na duyduğu aşkın hikâyesidir. 9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışını hayatının en acı günü sayan kadın, İsveç’in kuzeyindeki Liden’de yaşamakta; giyotin ve Berlin Duvarı modelleri sergileyen bir müzenin yöneticiliğini yapmakta; Berlin Duvarı ile insanların nesnelere duydukları aşkı konu alan çeşitli internet sitelerinin moderatörlüğünü yürütmektedir.

Magical World
Johanna Billing
2005, DVD, 06.12’ (Tekrarlı gösterim)
Diyalogsuz

Bu video, 2005 yılında bir Yaz günü, Zagreb’in banliyölerinden Dubrava’da, ücretsiz bir okul sonrası eğitim merkezinde çekilmiştir. Rotary Connection’ın “Magical World” (1968) adlı, sözleri Sidney Barnes tarafından yazılmış şarkısının provasını yapan çocukların tekrarlı, adeta sonu gelmez görüntüleri belirsiz bir gelecek için bir tür marş, dönüşüm sürecindeki bir ülkeden bir kesit niteliğindedir.

Tamamı 1990’ların başındaki Yugoslav savaşlarından sonra doğmuş olan çocuklar, sadelik ve gururla etkileyici ve umut dolu bir performans sergiler. Hırvat çocuklardan biri, yeni öğrendiği ve zar zor konuştuğu İngilizcesiyle gizemli ve meydan okuyan ilk dizeleri söyler: “Beni böyle güzel bir rüyadan neden uyandırmak istiyorsunuz? Uyuduğumu görmüyor musunuz? Büyülü bir dünyada yaşıyoruz…” Kamera, müzik odasının dışına çıkar; eski Yugoslavya’nın yıkılmasından bu yana hâlen toparlanmaya çalışan toplumu yansıtır şekilde görüntülerde, inşasına 1980’lerde başlanan ama tamamlanmadan bırakılan kültür merkezinin yıkık dökük çevresi vardır.

Dammi i colori
Anri Sala
2003, 15’25”
Arnavutça; İngilizce altyazılı
(Edi Rama ile)

“Kent görüntülerini Poughkeepsie’de ilk kez gösterdiğimde, Liam Gillick, ‘Anri, bana gerçeği söyle. Bana bu şehrin var olmadığını söyle. Lütfen bana sanatçı-belediye başkanı bir arkadaşının olmadığını söyle’ demişti.

Kent ölüydü. Sadece bir şeyleri bekleyen birilerinin görülebileceği bir geçiş istasyonuna benziyordu. Sessizce yaşlanan bir bedeni anımsatıyordu; sanki tüm ayaklanmalar, yaşanan her şey yabancı bir ortamda meydana gelmişti. Etrafındakilerden etkilenmeden her şeyi yutan bir yere benziyordu.

Bu çalışma, böyle bir kentin nasıl yaşanabilir bir yer olabileceği ve yaşamaya mahkum olduğun bir yerden yaşamayı seçtiğin bir yere nasıl dönüşebileceğine ilişkin bir sorudur.”
-Anri Sala

Marian Goodman Gallery (New York), Galerie Chantal Crousel (Paris), Hauser & Wirth (Zürih, Londra), Johnen/Schöttle (Berlin, Köln, Münih) izniyle

Salt sitesi için TIKLAYINIZ 

 

Kaynak : [-]  


Türkiye’nin Avrupa sinema pazarında en çok bilet satılan 6. ülke olduğu açıklandı…

Türkiye en çok bilet satan ülkeler arasında…

Film Yapımcıları Meslek Birliği (FİYAB) tarafından düzenlenen, İstanbul Kalkınma Ajansı tarafında finanse edilen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları Genel Müdürlüğü tarafından desteklenen ”Telif Hakkı Kimde? Görsel-İşitsel Sektörde Telif Haklarının Hayata Geçirilmesi Destek Projesi”nin sonuç çalıştayı, İstanbul Modern’de yapıldı.

Fiyab Logo

Çalıştayın açılışında konuşan Telif Hakları Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Bilge Kılıç, sinema sektöründe kişilerin haklarını toplu bir şekilde aramamasının yanlış olduğunu belirterek, ”Bu alanda kurulmuş meslek birliklerimiz iyi niyetlerine rağmen, bu kadar çalışmalarına rağmen sinema sektörünün mensupları bunlara üye olmuyorlar” dedi.

Telif Hakları yasasında yapılacak yeni düzenlemeler arasında yer alacak ”Yeniden iletim hakkı” kapsamında genişletilmiş lisanslarla bazı alanları meslek birliklerine bağlamak niyetinde olduklarını anlatan Kılıç, ”Sinema sadece sanat anlamında değil, kültürel ürün olarak da çok değerli. Ülkemiz dizi ihracatında sayılı ülke haline gelmeye başladı. Bu işin artık bir mali değeri de var” diye konuştu.

AÇIK VE ADELETLİ TELİF DAĞITIMI
FİYAB Yönetim Kurulu Başkanı Galip Gültekin de sinema alanında faaliyet gösteren meslek birlikleri olarak bu alanda teliflerin alınabilmesi için uzun yıllardır mücadele verdiklerini hatırlatarak, bu projeyle yasal süreci etkileyecek bir başarıya ulaştıklarını kaydetti.

Telif Hakkı Kimde?

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle ilgili yasa tasarısının yürürlüğe girmesiyle birlikte Özel Kopyalama Harçları’nın dağıtımı ve Yeniden İletim’den doğan telifin toplanmasının mümkün olacağını belirten Gültekin, ”Meslek birlikleri olarak projemiz kapsamında incelediğimiz örneklerdeki gibi açık ve adaletli sistemlerle telif gelirlerinin dağıtılmasını sağlayacağız” dedi.

Gültekin, oluşturacakları yeni sistemlerle sadece Türkiye içindeki değil, yurt dışındaki teliflerin de hak sahiplerine ulaştırılabileceğini bildirdi.

TÜRKİYE AVRUPA SİNEMA PAZARINDA EN ÇOK BİLET SATILA 6.ÜLKE
Sinema Oyuncuları Meslek Birliği (BİROY) Dış İlişkiler Sorumlusu Derya Durmaz da Avrupa Konseyi Görsel ve İşitsel Yayınlar Gözlemevi’nin Avrupa’daki sinema gişe hasılatları ile ilgili son raporlarına ilişkin bilgi verdi.

Durmaz, bu rapora göre Türkiye’nin Avrupa sinema pazarında en çok bilet satılan 6. ülke olduğunu belirterek, şunları söyledi:”Türkiye’de sinema bileti satışlarından elde edilen gelir, 380 milyon liralara ulaşıyor. Türkiye aynı zamanda, yüzde 52,9’luk bir oranla ‘sinema piyasasında ulusal filmlerin en fazla paya sahip olduğu Avrupa ülkesi’ unvanını da korumaktadır.”

Sinemanın yanı sıra, Türkiye’de üretilen dizilerin uluslararası başarı kazandığına ve yurt dışı satışlarından büyük gelir elde edildiğine işaret eden Durmaz, ”Böylesine büyük atılımlar kaydeden söz konusu sektörün kurumsallaşması, sektörel üretim ve pazarlama alanında sağlam modeller gelişmesi ve dolayısıyla sektörün sürdürülebilirliğinin sağlanması açısından ‘Fikri mülkiyet hakları’ hayati önem taşıyor” şeklinde konuştu.

Kaynak : [-]

 

Sinema kuramı ve bir dahi; Sergey Eisenstein ‘ın Biyografisi

Sergei M. Eisenstein bir film yönetmeni ve kuramcısı olarak her iki alanda da bir dahi olduğunu kanıtlamış bir sanatçıdır.

Eisenstein, diğer insanların göremediği, etrafındaki ışığı görme yetisine sahiptir. Bunu kendisi şöyle tanımlamaktadır:

 

“Bir şey okuduğum ya da düşündüğüm zamanlarda zihnimde, diğer insanlardan farklı olarak bazı canlı resimler belirmektedir. Bunlar genel olarak görsel görüntülerin geniş bir bileşimi olarak karşımıza çıkar. Keskin görsel bir bellek ve uzun, şiddetli bir gündüz rüyası pratiği, sizi düşüncelerinizi ve belleğinizi resimsel görüntüler içinde izlemeye zorlayacaktır. Şimdi bile, yazı yazarken, bundan farklı bir şey yapmıyorum. Görüşlerimin önünde görsel görüntü ve olayların aralıksız geçişi canlanıyor. İlk ve önde gelen bu izlenimler aracı, çektirici bir yoğunluk ile yeniden üretilirler. Yeniden üretim gibi bir konu ve nesne hakkında yazarken bunları düşünüyorum. Şimdi yaklaşık üç yüz tane insan birimi bana bu şekilde yardım etmektedir. Yeniden üretim konusunda çok ender olarak duygularımla yetinirim. Benim mizansenlerim ya da çerçeve kompozisyonumun ayırt edici görsel yoğunluğunun büyük ölçüde bu pratiğe bağlı olduğuna kuşku yoktur.”

Eisenstein, henüz küçük bir çocukken bile keskin zekasıyla –ve bilinçsizce yaptığı mizah- ile ilgi çekmeye başlamıştı. Henüz sekiz yaşında bir çocukken sözcüklere dayanan mizah öğelerini yerli yerinde kullanmaya başlamıştı. Onun sözcüklerle erken başlayan diyalogu, daha sonraki yıllarda özellikle kurgu çalışmalarında kendini belli edecektir.

Yine işitsel-müzikal kurgu buluşu daha sonra onun tarafından gerçekleştirilecektir.

 

Anne ve babasından sonra, Eisenstein’ın üzerinde en fazla etkide bulunan kişi bakıcısıdır. Onu perili masalların ve efsanelerin büyülü dünyasını tanıtıyor ve onu Riya’daki sinemalar götürüyordu.

Birinci Dünya savaşı sırasında 16 yaşında iken, yerel hastaneleri ziyaret ederek yaralı askerlerin çizimlerini yapmaya başladı. Çizimleri, onun çocukluğundan beri en büyük eğlencesi olmuştu.

Çocukluk yıllarında, çizime ek olarak sisli havalarda alan derinliği üzerine çalışmalarda bulunmuştur. Yakın çekim, alan yerleştirmesi, gibi bir film öğelerinin temel olgularını bu dönemde yaptığı çalışmaları esas olarak gerçekleştirmiştir.

O, çocukken yaşadığı bir çok deneyimini, daha sonra filmlerine de yansıtacaktır.

Eisenstein filmlerinin diğer bir karakteristik özelliğinin çıkış noktası “Bu onun tarafından (zalimlik okyanusu) olarak adlandırılır.” Çok küçükken gördüğü ilk filmlerinden birinden kaynaklanmaktadır. Barbarca öldürmeler onun kendi filmlerinin ortak noktasıdır. Grev Filmi’ndeki işçiler bir mezbahadaki öküzler gibi öldürülmekte ve çocuklar çatıdan fırlatılmaktadır. Potemkin Zırhlısı’nda kalabalık bir bütün olarak katledilmektir. Alexander Nevsky filminde adamlar ve çocuklar ateşin içine atılmaktadır. Korkunç İvan’da ise zehirlenmekte ve hançerlenmektedir. Bezhin Çayırı’nda da bir çocuk öz babası tarafından öldürülür.

 

Eisenstein sadece yaşadıklarının değil aynı zamanda okuduğu kitaplarının da etkisinde kalmıştır. Onu etkileyen kitapların başında genel olarak Fransız Devrimi’ni konu alan Dumas’ın romanları gelmektedir. Miğret’in iki ciltlik “history of frenc revolution” kitabı onun Devrim ile olan ilk doğrudan ilişkisidir. Daha sonra Victor Hugo’nun Les Miserable (sefiller) gelecektir. Eisenstein Riga’da düzenli olarak tiyatro ve operalara gitmiş, bu sayede Hansel ve Gratel, Götz van Berlichinson ve Wallenstein’den Madame Sans-Geneye kadar tüm oyun ve operaları bilgi dağarcığına eklemiştir. 1913 yılında, turnedeki Nezlobin Tiyatrosu’nun yapımı olan Turandot oyununu görmesi onun için dönüm noktası olmuştur. “Ondan sonra, tiyatro benim için karşı konulmaz heyecan veren bir tutkuya dönüştü.” Ancak babasının kendisi için seçmiş olduğu mühendislik okuluna kaydoldu. Bu eğitim 1915 sonbaharına kadar devam etmiştir. Devrim eğitimini yarıda bırakmasına neden olmuştur.

 

DEVRİM

Eisenstein’ın Devrim’e kadar lan öğrencilik dönemi olaysız geçmiştir. Mühendisliği bırakmasına karşın “disiplinli bir düşünme yöntemi” ve “matematiksel kesinlik” olgusunu her zaman taşımıştır.

İÇ SAVAŞ

İç savaş sırasında aldığı ilk görev Pedrograd’ın dış bölgelerindeki hemen hemen kullanım dışı kalmış telefon ağlarını yeniden oluşturmaktı. Onun kamptaki görevlerinden biri Neva üzerinde bir köprü inşa etmekti. Eisenstein’ın erken dönem estetik düşüncesi yavaş yavaş belirmeye başlayacaktır.

TİYATRODAN FİLME GEÇİŞ

Eisenstein 22 yaşında idi ve kendisini tiyatroya admış durumdaydı. The Mexican’ın provaları sırasında işinden başka hiçbir şeyle ilgilenmezdi. Bu dönemlerde çok çalışıyordu, gördüğü her şeye ilgi duyuyor, izlenimler ediniyordu, kendisini her alanda yetiştiriyordu. Dolayısıyla da başka sanat dallarında eğilim içine girmişti. Ve çalışmalarını gittikçe artırıyordu. Bir sonraki yapı, Pletynov’un Precipice’ydi. Eisenstein görevi bir önceki oyunda olduğu gibi oyunun dekor ve kostüm tasarımını yapmaktı. Kendisini ifade edebilmek için yeni yollar arıyordu. Bu sayede sinemaya doğru birkaç adım daha atmış olacaktı. Son keşfi ile sahne mucidi olarak sivrilecekti.

1921 yılında sahne yönetimi ile ilgili bir devlet okulu açılır. Eisenstein sınavlarda başarı kazanarak Meyerhold’un öğrencisi olur. Meyerhold Eisenstein üzerinde büyük bir etkide bulunacak ve onun yaratıcı çalışmalar yapmasına ön ayak olacaktır. Onun hazırlıksız konuşması ve bilimsel olarak hesaplı planlaması daha sonra Potemkin Zırhlısı filminin fenomenini oluşturacaktır.

1923 yılında “çarpıcı kurgu” kuramının evrimi sanatın etkin gücünün ölçüm birimini oluşturmaya yöneliktir.

GREV

Eisenstein film yapımına başladığında, sinema tarihinin henüz 30 yıllık bir geçmişi vardır. Bu dönemde filmin, yalnızca teknik açıdan bir saygınlığı vardı ve diğer sanatlar arsında yeni yeni sivrilmeye başlıyordu. Fransa’da George Meles kendi filmlerini yaratmıştır. Max Linder ülkesinde ve yurt dışında onun izinden ilerliyordu. Feuillade’nin filmleri ortaya çıkmış ve Abel Gance, film dünyasında adını duyurmaya başlamıştır. Almanya göz alıcı bir ilerleme içindeydi. Dışavurumculuk akım doğmuştu ve varlığını kabul ettirmeye çalışıyordu. ABD’de ise yılda ortalama 467 film yapılmaktaydı.

 

Eisenstein yaratıcı bir sanatçı olarak gelişimi üzerinde önemli rol oynayan üç öğe mevcuttur. Bunlar:

 

Amerikan yönetmen David Wark Griffith “Sovyet sinemasında kurgu gelişimi konusunda büyük bir rol “oynamıştır. O yakın çekim ve paralel kurguyu kullanmıştır. Eisenstein ise yakın çekimi daha ileri götürerek sembolik anlamlar yüklemiştir. İkincisi ise Alman dışavurumcu filmler ve son olarak Sovyet sinemasının kendisidir.

O DÖNEMDEKİ SOVYET SİNEMASI:

Birinci Dünya savaşında bile Rus sineması uluslar arası bir süre sahipti. Savaş sona erdiğinde Rusya’da iki binin üzerinde sinema salonu vardı. Evlere dağıtılan yaklaşık on iki milyon metre filmin yalnızca %30’u dışarıdan gelmekte idi.

Devrimden sonra film endüstrisinin ulusallaşması için bir girişim başlatıldı. Böylece yurtdışına karşı sistematik bir direnç sağlanmış oldu. Yabancı filmlerin gösterimleri yasaklandı. Komünist kurallar işlerlik kazanmaya başladı. Filmlerde devrimsel bir içerik görülmeye başlandı. Kuleşov, 1920’de ünlü atölyesini oluşturmuştur. Dziga Vertov, Kino-Pravda (sinema-gerçek) haber-gerçek dizisine başlamıştır. Lef dergisinde Vertov’un Kino glaz (sinema-göz) manifestosu ile birlikte Eisenstein’ın çarpıcı kurgu üzerine yazıları yayınladı.

Grev filmi “diktatörlüğe doğru” dizisindeki filmlerin birisidir. Dizi, sekiz filmden oluşmaktadır. Filmler, sürgünler ve kaçışlarla sonuçlanan, yasaklanmış politik yayınları kendisine malzeme olarak almıştır. Grev üzerine yapılacak olan film, dizi içinde beşincisidir. Başlangıçtan itibaren filmin üç temel özelliğinin sınırları çizilmiştir. Gerçek bir tarihi olay olarak değil, grevin genel bir resminin sunulması; bireysel kahramanlar yerine, işçilerin kapitalistlerle çatışma içinde olarak topluca kahramanlaştırılması; filmin oluşum yönteminin çarpıcı kurgu temeline göre yapılması.

Grev, Eisenstein’ın kurgu yöntemi gelişimindeki ilk basamaktır. O, birleşen görüntülerin yeni bir fikri oluşturması temeline dayanır. Jean Mitry bunu şöyle tanımlamaktadır:

“Ona göre kurgu, iki görüntü arasındaki ilişkinin kullanılarak bir şok etkisi yaratmaktır. Böylece tek bir düşünceye sahip olan izleyiciye karmaşık bir fikir aktarılabilir. Bu yapılırken izleyici duyumsal ve diyalektik olarak en üst noktaya çıkarılır.

POTEMKİN ZIRHLISI

 

Potemkin Zırhlısı filmi Eisenstein’ın yaratıcı bir sanatçı olarak yazdığı evrimde çok önemli bir yet tutmaktadır. Onun çalışmaları yine iki görünüme aktarmak gerekir. Filmin kendisi yaratımı ve onun hemen sonrasında ayrıntılı bir şekilde çözümlenmesi Eisenstein matematik ve fizik kurallarını uygulayarak film çözümlemesini son derece bilimsel olara yapmaktadır. Eisenstein’a göre Potemkin Zırhlısı filminin etrafındaki doğrulardan biri onun sanatsal ve entelektüel yeterliliğidir.

Eisenstein Potemkin Zırhlısı filmini yaparken tutku derecesinde film sanatını oluşumunun yeni sanatsal teknikler arayışı içindedir. O devrimsel düşüncelerini sinematografik araçlarla ifade edebilmek için sabırsızlanmaktadır. Picaso ile ortak bir düşüncesi vardır.”Ben bakmıyorum, buluyorum” Daha sonra Picaso’ya ekleme yapacaktır. “Bulduktan sonra bakıyorum”

OLAYLARIN BELİRLENMESİ

1905 devriminin yıldönümü için yapımı planlanan dizideki başlıca filmlerin ikisi “Ocak’ın Dokuzu ve 1905 Yılı” isimlerini taşıyordu. Onlar Haziran 1924’te gerçekleşecekti. Ancak 1925 yılının bahar aylarına yaklaşılmış olmasına rağmen filmlerin yönetimi için henüz kimse atanmamıştı. Grev filminin bitmesinden sonra komite üyeleri bu görevi Eisenstein’a vermek istediler. Eisenstein filmi istedikten sonra hemen çalışmalara başlar. O, 1905’teki olayların devrimsel kayıtlarını çok iyi biliyordu.

1905’in özgün senaryosunda Potemkin İsyanı küçük bir bölüm olarak yerini almıştı. Yarım sayfalık bu bölüm tüm film için gerçekleştirilecek sekiz yüz çekimin yalnızca 44 çekimini oluşturuyordu.

Çekim 31 Mart 1925’te Leninstad Nevsky görünümü sahnesiyle başlıyordu. 1905’teki Grev’de olduğu gibi buradaki elektrik jeneratör ünitesi yakılmıştı. Film kötü bir havada çekiliyordu. Değerli zamanı boşa harcamamak için gün batımıyla güneye yönelmişti. Eisenstein ekibini Odesa ve Sivastopol’a kaydırdı. Burada yerleşim çekimi yapılacaktı. Tüm devrimi özetleyen Potemkin isyanı burada çekilecekti.

UZAMIN PARADİGMASI VE ZAMANIN PENÇESİ

Film için gerekli ilk şey Potemkin’i temsil edecek olan bir zırhlının bulunmasıydı. Gerçek gemi sökülüp parçalara ayrılmıştı. Karadeniz be Batlık Donanması içinde böyle bir zırhlıyı bulabilmek olanaklı değildi. Ancak Eisenstein’ın yönetmen yardımcısı Lİyasha Kriyukov On iki Havari adlı bir kardeş gemi buldu. Bu Sivastopol açıklarında demirlenmiş olan silahsız bir zırhlı idi. Eksikleri vardı tamir edildi. Tüm bölümler On iki havarinin güvertesinde çekilecekti. Buna şiddetli isyan tasviri bölümü de dahildir. Film zor şartlar altında gerçekleştiriliyordu, film güverte açısıyla çekilirken çerçevede, arkadaki kayalar görülüyordu. Sorunu çözen yine Kriyukov oldu. Gemiyi 90 derece döndürerek mutlak bir şekilde durağan olması gerekiyordu., “film kadrosu hem uzam hem de zamanın prangası ve zamanın penceresi bizim serbestçe hareket etmemizi engelliyordu” diyecekti.

Bütün olumsuzluklara rağmen, film rekor kabul edilebilecek bir hızla ilerliyordu. Örneğin 75 çekimden oluşan Odesa’daki basamak sekansı tek bir günde çekildi. Filmin tamamı 5200m. idi ve kurgu dahil, film üç ay içinde bitirildi. “Bir hayal gibi görülüyor fakat doğru” diyecekti Eisenstein.

Oyunculuk sorununu, Eisenstein’ın tiyatrocu arkadaşı Strach’a verdi. Strach, her yeri dolaştı. Onun getirdiklerini Eisenstein beğenmemişti, ancak gemide film çalışmalarına devam ederken otelde ateşçi olan daha sonra film kadrosuna elektrikçi olarak alındı. Ve bu adamı doktor rolüne aldı. Bahçivan’da aynı şekilde bulundu.

Eisenstein’ın daha sonra söylediğine göre film, başlangıçtaki çıkış noktasından tamamen farklı bir yapıda ilerliyordu. Her bir basamağı kendi yaratıcı yeteneğine bağlı olarak oluşturmaya başlamıştı.

Strach’un yayınlamış anılarında Eisenstein’ın kurguyu film çekimi bitmeden yaptığı ifadesi yer almaktadır.

Kurtlu-çürümüş et bölümü, senaryoda olduğu gibidir. Dr. Smirnov’un otantik konuşmaları gerçeğe uygun bir şekilde oluşturulmuştur. Benzer olarak papazın düşerek ölmesi de gerçeğe uygundur.

Daha sonra taştan yapılmış aslanların ünlü kurgu sekansı gelir. Buradaki değişik görünümdeki üç heykel aslanın peş peşe gösterilmesi, katliamı protesto etmek için kitlelerin uyanışı şeklinde tek bir düşünceyi temsil etmektedir.

Filmdeki diğer üç önemli sekans, Eisenstein’ın yaratıcı yöntemlerini anlamada değerli bir yardımcı olacaktır; bunlar katran, basamaklar ve deniz sekanslarıdır.

Odesa Basamakları’ndaki katliam sahnesi, bu yine olayın gerçek bir temsilidir.- Diğer katliam sahnelerinde olduğu gibi Eisenstein kendisine göre temellendirmiştir. Sekans, birkaç kademe tüm senaryodan farklı olarak gerçekleştirilmiştir. Bunun nedeni daha önce görmüş olduğumuz, onun çocukluk ve gençlik yıllarından gelen bir düşünce yapısı olarak, bu sahnenin duyumsal temelinin oluşturulmasıdır.

-Merdivenlerin görünümü bende bir sahne görünümü fikri yarattı. Yönetmenlik hayal gücüm ile yeni bir görünüm oluşturacaktır. Kalabalığın panik halinde basamaklardan inmesi merdivenin kendisi hakkında edindiğim ilk izlenimlerin bir şekilde işlenmesinde başka bir şey değildi.

Üçüncü evre –kurgu evresi- filmdeki yoğunluk ve duyum yüklü atmosferin yeniden yaratımı ile ilgili idi. Strauch’un belirttiğine göre, Eisenstein basamaklarda ilgili sahneyi üç gün boyunca yazmış ve yalnızca bir günde çekimini tamamlamıştır.

Odesa basamakları sekansında heyecanlı ve öngörülemeyen bir koşul bulunmaktadır. –Her şeyin daha önceden kesin bir şekilde hesaplandığını ve acelesi olmayan bir soğukkanlılıkla optimum koşullara ulaşıldığı izlenimi vermektedir. Bu, filmin en göz alıcı özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun kompozisyonun ve duyumsal kalitesinin organik birliği. Eisenstein, çözümlemesinde insanların ve kitlelerin çılgın koşulların duyumsal etkisinin nasıl olduğunu göstermektedir.

Estetik alanında “altın orta” olarak bilinen ilke üzerinde meydana gelen ara vermeler ile başarıya başarıya ulaşır. Ayrıntıların bu kesinliği ve tam oluşumu kendiliğinden meydana gelen şaşırtıcı bir oluşumdur.

Son olarak deniz sisi sekansı, Vakulinçuk’un vücudunun etrafındaki ağlaşmaların bir sahnesinin özgün algılaması beklenmedik birisinin limana çöreklenmesi ve çekimin durmasına yol açması ile tamamen şans eseri genişletilmiştir. Odesa’daki diğer film birimleri hava şartlarının çekim yapmaya olanak tanımadığını düşünerek otellerine kapanıp domino oyunu oynamaya koyulmuşken, Eisenstein ve Tusebir kayık kiralamışlar ve tüm karşı çıkmalara karşın, sisle kaplı limanda çekime başlamışlardı. Sonu. Aşırı derecede şaşırtıcı olmuştur. Ve kurguya gelindiği zaman Eisenstein onu muhteşem bir etki için kullanmıştır- sis, sembolik cenaze töreninde tüm ağıt sekansının duygusal yoğunluğunu artırmak için kullanılacaktır.

Filmin ilk kesim gösterimi yazarlar, gazeteciler, donanma liderleri ve Lunachorsky’nında bulunduğu seçkin bir izleyici topluluğu için bir stüdyoda geçekleştirilmiştir.

Gösterimin sonunda Lunachorsky’ın konuşması: “Bizler tarihi kültürel bir olaya tanıklık ediyoruz. Yeni bir sanat doğmuştur. Bugünden sonra geleceğin büyük sanatı olan film sanatından söz edilecektir…”

Film, Eisenstein’ın sonsuz ayrıntılı çözümlemesini içermektedir. Eisenstein kendisi romantik geleneğin içinde görülür, ancak yapı olarak “Gerçekçi” yapıya sahiptir.

Potemkin zırhlısı, Eisenstein’ın daha önceki çalışmalarının bir sonucu olarak görülmektedir. Tiyatro çalışmalarında duyumun yükseltilmesi yöntemini özümsemiştir.

Kurgu tekniğinden bir dil oluşumuna geçilirken, Eisenstein selülid üzerindeki tek bir fikrin genel düşünceden, tür içerikten soyutlanamayacağını keşfetmiştir.

O, kurguyu “bağımsız çekimlerin çarpışmasından oluşan bir fikir” olarak tanımlamaktadır. Bu çekimler birbirlerine karşıt yapıdadır. Onun çalışmalarını anlayabilmek için çarpışan-kurgu fikrini özümsemek gerekir. Eisenstein, kurgu parçalarının ardıllığını öne doğru hareket eden makinenin motorunun içsel yanmasının patlama dizisine benzetmektedir. Kesişen iki çekim arasındaki çarpışma, aynı zamanda kompozisyon içinde bir çatışmaya yol açacaktır. İli çarpışan çekimin bu kesişmesi, dünyada “Rus Kesimi” olarak bilinen “çarpıcı” kurgu oluşumudur.

Potemkin zırhlısı filmi aynı zamanda karşı süremli (kontrapuantal) bir temele dayana diğer bir yeni kurgu biçimini de içermektedir. Eisenstein bunu “tonal” (titremsel) kurgu terimi ile ifade eder.

Potemkin Zırhlısı filminin diğer bir özelliği yakın çekimlerin ve ayrıntılı çekimlerin etkin bir şekilde kullanılmasıdır. Eisenstein, Griffith’sen farklı olarak “yakın çekim yöntemi” kesinlik temeline oturtmaktadır.Onun yakın çekim düşüncesinin çocukluğunda odasındaki lale ve iç savaş sırasındaki Kholm yakınındaki köyde geçirdiği gecelerde belirginlik kazandığını daha önce belirtmiştir.

Son olarak, Potemkin Zırhlısı filmindeki önemli sanatsal buluşları arasında Eisenstein’ın zamanı dramatik bir şekilde ele almasının belirtilmesi gerekmektedir. Bu, bağlı olduğu sekanslara dinamizm katmaktadır.

EKİM

Ekim filminin çekim senaryosunun hazırlanma aşamaları, Potemkin Zırhlısı filminden daha ayrıntılı olarak yapılmıtşır.Ekim filmi, çıkış noktası açısından Diktatörlüğe Doğru dizisinin bir yapımı olan Grev filmi ile bağlantılıdır. Herkes başka bir Potemkin beklentisi içindeyken, Eisenstein’ın niyeti tamamen farklı olmuştur. Her ne kadar Ekim filminde, Potemkin gibi tarihi olayların sıralanması temeline dayanıyorsa da, Eisenstein, olayları abartmadan özgürce bir film denetimine girişmek istemiştir. Kendi buluş ve sistemini bu filme uygulama amacı taşıyordu. Böylece “arı sinema anahtarını” kullanabileceğini düşünmektedir.

Ekim filminde, Potemkin’den farklı olarak yeni sinematografik öğeler tanıtılmıştı. Ekim filmi, soyut fikirlerin ifade edilmesi için bir dizi formüller bütünü içermektedir.

Petrograd’da Kornilov’un marşı sekansı, en açıklayıcı örneklerden birisidir. Eisenstein, burada Kornilov2un temel askerlik düşüncesini yansıtmak istemiştir. Bunu “tanrı adına” bolşevizme karşı olarak General’in “kutsal savaşı” mitinin açıklama şeklinde görülür.’ Dinsel görüntülerin kurgu sekansı’.

Ekim filmi “entelektüel kurgu”nun örneklerinin tam bir farklılığını içermektedir, bu metafizik formüllerin bir bütün alanıdır. Örnek olarak Kevensky’nın gücünün artması. Kış Sarayı’nın basamaklarını, tamamen aynı adım atma biçemiyle hicvetmektedir.

Eisenstein, duyumsal etki oluşturma amacı ile belgesel olayları “dinamikleştirme” girişiminde bulunmaktadır. Böylece Sovyetler Kongresi ile Motosiklet Bataryasının birliği, bisiklet tekerlerinin soyut bir şekilde dönmesinin çekimleriyle dinamikleştirilmiştir.

Ekim filminin diğer bir özelliği, Eisenstein’ın ses etkisini görsel olarak kullanma girişiminde bulunduğu bir yapım olmuştur. Aurora zırhlısından ateş edilmesi, ritmik bir açılış ve diyaframın kapanması ile filmleştirilmiştir.

Ekim sayısız oranlamanın bulunduğu bir deneysel film olarak kalmaktadır. Ancak Eisenstein, her zaman için yaşamdan daha büyük terimlerle düşündüğü için bu göz alıcı bir yapım olara karşımıza çıkar.

1928

Eisenstein, Ekim filminde kurguya değinmiş olmasına rağmen, onun gizil güçlerini ortaya koymamıştı henüz. Madem ki “entelektüel film “olanaklıydı, öyleyse neden Marx’ın kapital kitabının ekran gösterimi yapılmasın. Ekim 1927, mart 1928 aralığında bu olanakları araştırdı. Ekim filmindeki sinematografik dili “felsefe alanına” kaydırmayı amaçlıyordu.

Bu dönemde Eisenstein’ın Sovyet sinemasındaki konumu çok sağlam değildi, lef dergisi işle çatışma içindeydi.

GENEL ÇİZGİ (GENERALNAYA LINYA)

1928 Haziran’ında, Eisenstein, Genel Çizgi filminin yapımına kaldığı yerden devam etmeye başlayacaktır.

Yeniden bir deney filmi yapmaya niyetlidir. Fakat bu kez kitlesel izleyicilerin kolayca anlayabilecekleri bir yapım gerçekleştirilecektir. Film ilk biçimde, köylerdeki koşullar hakkında bir matem niteliği taşımaktadır. Tarımsal yapımın değişim dönemi.

Eisenstein, filmin olaylarının odak noktası olarak ilk kez bir kahramana –Marfa Lapkina- yer verecektir.

Boğanın inekle çiftleştiği sahne –öncelsiz ve fantastik bir sahne olarak ilkel barbarlığı içinde görkemli bir şekilde barındırmaktadır.

 

Filmin üç merkezi simgesi, bilgisizlik ve yoksulluk simgesine karşıt bir inanç zeminine oturtulmaktadır. Filmin kavramları üzerinde başka bir etki, Eisenstein’ın kendinden geçme biçimlerine ilgisidir. Bu ara, Potemkin Zırhlısı yapımından miras kalmıştır.

Eisenstein’ın kurgu fikirleri üzerindeki önemli bir etki Japonların Kabuki tiyatrosundan gelmektedir.

YURT DIŞINDA

Acıyı bilen yolculuğu çekendir,

Bugün, dünya monoton ve küçük
Dün, bugün, her zaman, bize hayalimizi gördürür
Sıkıntı çölünün ortasında bir vaha korkusu!

BAUDELAIRE

Sovyetler Birliği’nden ayrılan Eisenstein’ın elinde yalnızca Genel Çizgi filminin kopyası ve nakit olarak yirmi beş dolar bulunuyordu. Önce Almanya’ya ardından İsviçre’ye ve daha sonra Hollwood’a gitmeyi planlıyordu.

Berlin!de görkemli bir şekilde karşılandı. Buradan İsviçre’ye geçerek Sinema üzerine uluslar arası bir kongreye katıldı. Kası ayının başında Paris’e gitti. Eisenstein’ın Paris’te tanıştığı kişiler içinde en önemli buluşması James Joyce ile olmuştur. Geleneksel edebiyat kalıplarını kıran bir yazar olarak ona hayranlık duymaktadır.

Eisenstein Paris’te kaldığı sıralarda en etkin film şirketlerinden biri için film yapmanın olanaklarını araştırdı. Fransa’ya onların daveti üzerine gelmişti. Ancak yapımcılarla anlaşmaya varamadı. Ticari sinemaya karşıydı.

AMERİKA YOLUNDA

Eisenstein, ABD’ye vardığında, daha önceden umduğu gibi en iyi oteller, “doğru” insanlarla toplantılar, halkla ilişkiler fotoğrafları gibi şeylerin hiçbiri ile karşılanmadı. Ancak onu en çok şaşırtan şey çok geniş bir izleyici kitlesinden varlığı idi.

Kaldığı otelden çıktıktan sonra yaptığı ilk iş Broadway’in kalabalık caddelerinde yürümekti; şehrin atmosferini özümsemeye buradan başlayacaktı. Her zamanki gibi, yalnızca zihni ile değil, tüm duyumlarıyla etrafında olup bitenleri algılıyordu.

Eisenstein kendisini hayal kırıklığına uğratan deneyimler nedeniyle kırgındır. Ancak yine de kendinde yeni bir maceraya atılacak gücü bulmaktadır.

Meksika onun Flaherty ile karşılaşmadan önce de çok ilgisini çeken bir ülke olagelmiştir. John Reed’in röportajlarından, Amerikalı yazar Albert Rhys Williams öykülerine kadar konuyla ilgili sayısız kitap okumuştur. Diego Rivera’nın fresk yeniden yapımları ve öyküler onu Meksika’da Yaşam konulu bir film yapmaya itmektedir. Eisenstein, Charlie Chaplin’den sponsor bulma konusunda yardım ister. Chaplin ona Upton Sinclair’i önerecektir.

5 Aralık 1930’da Tisse ve Alexzandrov ile birlikte Meksika sınırını geçerler.

YAŞASIN MEKSİKA!

Eisenstein, Meksika’da Ölüm Günü Karnavalına tanık olacaktı. Ülkenin tanıtımı üzerine bir film yapmayı planlıyordu.

Yolculuğu boyunca yaşadığı güçlüklere karşı yaşamın ve tarihin gizemlerini ortaya çıkarıyordu: Horoz dövüşleri, pagan Kızılderili dansları, Katolik papazlara adaklar, keşişlerin koyu sofulukları, tarihi piramitler ve daha sayısız ilgi çekici özellikleri tanıyordu.

Onu hayran bırakan Meksika’nın diğer bir görünümü ise geçmiş ile geleceğin birbirine karışmasıydı. Meksika’nın olağanüstü lineer bir yapısı vardır. Çevrenizdeki her şeyde grafiksel bir şiddet ve saflık bulabilirsiniz: askerlerin beyaz gömleklerinin kare kesimi ve şapkalarının eğriliği simgeler olarak gözükür. Her şeyde grafiksel bir tamlık bulunur.

Eisenstein yaşantısının bu döneminde ölümle her zaman olduğun dan daha fazla ilgilenmektedir. Meksika’daki her şey onu birincil öğeler götürmektedir.

Ölüm düşüncesi Meksika var olduğundan beri mevcuttur. Başlangıçta Eisenstein’nı çeken Ölüm Günü olmuştur. Ancak her yerde ölümün üzerinde zafer kazanan yaşamdan izler görülmektedir. Eisenstein, destansı filmlerde duyumların yorumlamasını yaparken burada edindiği deneyimleri kullanacaktır.

Eisenstein’ın düşüncesine göre, Que Viva Mexico! (yaşasın Meksika) dikey düzlemde kronolojik sıraya göre değil, yatay düzlemde ardıl uygarlıkların tarihini simgelemektedir. Onun genel düşüncesine göre, film eski Aztek ve Maya kültürlerinde kullanılan ölüm inancı simgeleriyle yüklü olmalıdır. Filmin sonunda ise Ölüm Günü karnavalının alaycı şenlikleri vurgulanmalıdır.

MEKSİKA ÇARMIHI

Yaşasın Meksika! Filminin senaryosu yapı ve karakter açısından Eisenstein’ın daha önceki çalışmalarından farklıdır: Senaryo şiirsellik, romantizm ve yaşamın duyumsal sevgisi ile doludur.

Yaşasın Meksika’ filmi, Eisesntein’ın çerçeve içinde kompozisyon oluşturma alanında doruğa çıktığı yapım olmuştur. Bir heykel ya da yavaşça hareket eden bir nesnenin çekimi yapılırken, Eisenstein en vurgulayıcı açılardan ve kompozisyon düzenlemelerinin gerçekleşebilmesi için yoğun bir çaba sarf etmektedir.

Ancak film istenildiği zamanda bitmediği için Amerikan yapımcıları onu ABD’ye geri çağırırlar. orada kendisine karşıt bir kampanya ile karşılaşacaktır. Daha önce kendisine bu konuda söz verilmiş olmasına rağmen filmin kurgusunun SSCB’de yapılmasına izin vermezler. Eisenstein mayıs 1932’de Moskova’ya geri dönmüştür. Amerikalı yapımcılar onun ününü karalamak için Sovyet yetkilileriyle görüşmelerde bulunmuşlardır. Bir süre sonra bundan da kötüsünü yaparak filmin kurgu işini Sol Ester’e –Tarzan filmlerinin yapımcısı- vereceklerdir. Böylece Yaşasın Meksika! Filmi Thunder Över Mexico (Meksika üzerinde fırtına) ismi ile kurgulanmış oluyordu. Eisenstein bu filmin negatiflerini geri almak için yaptığı tüm çabalarının haya kırıklığı ile sonuçlanması üzerine bir sanatoryuma yatırılacaktır.

Eisenstein arkadaşı Augustin Aragon Leiva’dan bir mektup alır:

Eisenstein nerede?… Tetlepayac onu bekliyor… köşedeki oda onun fikirleri ve görkemli şeytanca rüyalarıyla dolu… odanın perdeli pencerelerinden garip bir ışık sızıyor. Onun zihninin ışığı… fakat nerede o?… Telepayac onu bekliyor ve insanlar dua okur gibi ona şarkılar mırıldanıyorlar… Eisenstein, sen neredesin…?

ALEXANDER NEVSKY

Görüntü ile ses arasındaki, görünen dünya ile duyulan dünya arasındaki engelleri ortadan kaldırmak! Bu iki karşıt küre arasındaki bir birlik ve bir uyum sağlamak. Ne zor bir görev!

EİSENSTEİN

1937 yılında Eisenstein’a Nazi Almanyası’nın yükselen tehditleri kapsamında politik bir görünüme sahip, tarihsel bir film yapması teklifinde bulunuldu: Rus birliklerinin Prens Alexander Nevsky komutasındaki vatanseverlik ve ulusal birlik duyguları içinde işgalci Töton ordusuna saldırmasını konu alan bir on üçüncü yüzyıl öyküsüydü bu.

NEVSKY İÇİN BİR ELMA

Senaryonun baş karakteri olan Alexander Nevsky’ye kutsal bir kişilik bulunması gerekiyordu. Akla gelen ilk şey onun insanüstü niteliklere büründürülmesiydi.

Başlıca sorunlardan birisi Nevsky’nin savaş taktiği dehasının nasıl yoğrumsal bir ifade ile vurgulanacağı idi. Acaba Nevsky Tötonların gücünü ikiye bölerek mi başarılı olmalıydı? Bunun çözümü için Newton’un yer çekimi kanununu bulmasının önceliği olan ağaçtan elma düşmesine benzer bir olayın meydana gelmesi gerekiyordu. Sorun bir elmayı bulmakla çözüme kavuşacaktı. Günler boyunca Eisenstein ve senaryo yardımcısı Pavlenko bu sorunun üzerine kafa yordular. Sonunda mücadelenin bir kedinin ağırlığı ile bile kırılabilen buzun üzerinde gerçekleştirilmesi sonucuna vardılar. Uykusuz geçen birkaç geceden sonra Eisenstein çözümü folklordan esinlenerek bulmuştu; bu, tilki ile yaban tavşanının öyküsüdür. Yaban tavşanı zekasını kullanarak kendisinden büyük olan tilkiyi dar bir yarıktan geçerek iki ağaç arasına sıkıştırmıştır.

Eisenstein kurgu aşamasında Töton Şövalyelerinin saldırılarının yarattığı kompozisyonel etkiyi şöyle açıklayacaktır:

Bu bölümde dehşet gitgide artıyordu ve yaklaşan tehlike kalp atışlarının ve nefes alıp vermelerinin düzensizleşmesine neden oluyordu. Böyle bir deneyim içsel oluşum olarak Alexander Nevsky örnek olarak veriliyordu. Sekansın ritimleri, eylemin hızlanmasına ve yavaşlamamasına uygun olarak değişim gösteriyordu. Heyecan dolu kalbin atışları buna göre belirleniyordu. Dört nala giden şövalyelerin sıçrayışları heyecanlı kalbin küt küt atması ile paralellik taşıyordu.

PROKOFIEV İLE KARŞILAŞMA

Eisenstein ve Prokofiev arasındaki işbirliği sanat tarihi konusunda yoğunlaşmaktadır. İki sanatçı yeteneklerini mükemmel bir şekilde birleştirirler.

Tanıştıktan sonra birbirlerini anlayabilmek için yalnızca birkaç sözcük yeterli olmuştur. Prokofiev daha önce Eisenstein tarafından gönderilmiş olan ortaçağ müzikleri üzerinde çalışmalar yapmıştır. Zihninde konuya uygun temel malzemeleri taşımaktadır. Eisenstein da fikirlerini aktarmak için çok sayıda taslak ve çizim hazırlamıştır.

Çalışmaların ilerlemesinden sonra Prokofiev, Ruslar ve Tötonlar için ayrı ayrı müzikler kullanılmasının gerektiğini söyler. Filmin müziğinin Rus dinleyicinin kulak alışkanlıklarına uygun olarak yapılması gerekmektedir. Onlar arsında özel ses efektleri kullanılacaktır. Daha sonra Rusları zaferi vurgulanacaktır.

KOMPOZİSYON KATILIKLARI

Tamamlanan Alexander Nvsky güçlü bir yapımdı. Eisenstein, “filmimdeki her şey tek bir fikir üzerine kurulu… düşman ve onun yenilmesinin gerekliliği “diyerek filmi özetleyecek-tir. Bir başka yayınlanmamış yazısında ise “vatanseverlik konusu üzerine bir füg” tanımlaması yapacaktı.

Eisenstein’ın biçimci kesinliği, yoğrumsal kompozisyonun mükemmelleştirilmesi alanında yeni bir seviyeye ulaşmıştı. Yaşasın Meksika! Ve Bezhin Çayırı filmlerindeki tekniklerini geliştirmişti.

Töton şövalyeleri her zaman için keskin geometrik formasyon içinde görünmektedir. Bunun tersine Rus birliklerinde bir düzensizlik hakimdir. Mitry, “beyaz” Tötonlar ve “siyah” Rusların eylemleriyle Eisenstein’ın “eylemin tek senfonisini ortaya koyan çizgiler, biçimler ve renkler senfonisi içinde yoğrumsal uyaklar” yarattığını ifade etmektedir. Buz teması Tötonlaral ilgili bir simgedir.

KORKUNÇ IVAN

Eisenstein, Korkunç Ivan filmi üzerine çalışırken, “benim sahip olduğum en önemli şey önsezimdir” diye yazmıştı. O, görkemli yaratıcılığını bu önseziye borçluydu.

Eisenstein film üzerinde çalışırken öncelikle Çar’ı ele alır. Onun zalimliklerine ve barbarlıklarına kendisini alıştırmaya çalışır. Büyük ve birleşik Rusya’nın yaratılması için bu zorunluluktur. Eisenstein, temel çıkış noktasının ayrıntılı ve karmaşık bir şekilde işlenmesiyle en umulmadık yönlendirmelerde bulunur.

O’nun hayal gücünde şekillenen ilk sahne –filmin sonuna doğru yer almasına karşın- itiraf sahnesidir. Ve bu sahne filmin bir bütün olarak biçimsel ve duyu

msal bir ton içinde olmasını sağlayacaktır. Bu sahnede Çar Uspensky Katedralinde, zehirlenen Çariçe’nin tabu-tunun önündedir.

Birbirini çağrıştıran fikirlerin dışında, filmin geleceği yavaş yavaş şekil almaktadır. Senaryonun ana yönü belirgin öğelere göre şekillenecektir. Bu öğeler çok çeşitlidir.

Bunların başında Eisenstein’ın kuramsal çalışmaları gelmektedir. 1941’in yaz sonlarında El Greco resimleri onu derinden etkiler. Bir diğer öğe onun o döneme kadarki birikimidir. Daha önceki yaratıcı çalışmalarının ışığında yeni oluşumlar meydana getirecektir.

Korkunç Ivan filmi üzerine çalıştığı dönemde anıları gözünün önünde canlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, Korkunç Ivan bir otobiyografik çalışmadır. Eisenstein kendini özgürleştirmeye çalıştırmaktadır. Bu film, Eisenstein’ın daha önceki yaratıcılık deneyiminin damıtılmış sonucudur. Çalışma sırasında, daha önceki filmlerinden sayısız teknikler kullanılarak üstün bir biçime ulaşılmaktadır.

Eisenstein zor koşullar altında filmin gerçekleştirilmesi ile uğraşırken bir yandan da kuramsal çalışmalarını sürdürmektedir. Ağustos 1942’de ilk kitabı olan The Film Sense (film duyumu) ABD’de yayınlanmıştır.[1]

1944 Aralık ayında, Eisenstein Korkunç Ivan filminin birinci bölümünü bitirir. İlk gösterim 1945’in başında olacaktır. Daha sonra başarılı bulunur ve Stalin ödülüne layık görülür. Kutlama telefonlarının ardı arkası kesilmez. Vishnevsky, Pravda gazetesine övücü bir yazı yazar. Eisenstein son derece memnundur. Yurtdışından da benzer tebrikler gelmektedir. Chaplin 1946 tarihli telgrafında filmi “o zamana dek yapılan en büyük tarihsel yapım” olarak niteler.

Ancak Eisenstein’ın mutluluğu kısa ömürlü olacaktır. Korkunç Ivan filminin ikinci bölümünü bambaşka bir yazgı beklemektedir.

 

RÜYANIN SONA ERMESİ

Eisenstein, 1945 yılı boyunca ikinci bölüm üzerinde çalıştı. İkinci Dünya Savaşı koşulları ister istemez film üzerine etkili oluyordu. Jay Leyda’nın gözlemlerine göre filmin ilk iki bölümü beraber görüldüğü zaman “1. bölümün haşmetli, törensel niteliğinin artan bir tutku ile sonuca yaklaşması be ikinci bölümde acı veren ve fiziksel bir şiddete dönüşmesinin” nasıl olduğunu ortaya koymaktadır.

Eisenstein’ın temel ilkesi renklerin belirli nesnelerden ayrılması ve onların genelleştirilmiş ruh yapısı ya da duyum ile bir nesneye yeniden birleştirilmesidir. O, filmlerinde renk tasarımını işlemektedir. Şamdanları yakarak Oprinçik’in kostümünün kırmızı rengini vurgular;tören giysisi altın rengindedir; Çar’ın ve Oprinçek renklerin kullanılması niyetini ortaya koyar. İkinci aşamada renkler genelleştirilmiş bir fikir olarak bulunmaktadır. Kırmızı, entrika ve intikam temasını simgeler. Altın rengi gösterişli yaşam, siyah ise ölümü temsil eder. Üçüncü aşamada, Eisenstein’ın “rengin dramaturgisi” olarak adlandırdığı karşı süremli bir oluşum söz konusudur. Renk bir kez daha nesne ile birleştirilmiştir. Renkler Korkunç Van’da bu şekilde kullanılarak, Ivan’ın iç dünyasına girmenin bir aracı olurlar. Ve böylece psikolojik araştırmanın dinamik bir aracı olurlar. Ivan’ın içindeki fırtınalar renk yankılanmasının dinamiği ile kesin olarak ortaya konmaktadır.

AĞIT

Eisenstein filmlerinde her zaman, her şeyin özüne inmeyi amaçlamıştır. Her zaman varolan üç temel öğe bulunmaktadır: Su (Potemkin Zırhlısında deniz; Genel Çizgi Filminde yağmur; Alexander Nevsky Filminde kar ve Tötonlar ın düştükleri göl; Şairin Aşkı filminde kar; Korkunç Ivan’da deniz teması.

Günümüz çağdaş filmleriyle karşılaştırma yapıldığında Eisenstein’ın sinema kuram ve pratiğinin niteliksel olarak aşılabileceği düşünülebilir. Ancak bu noktada birkaç doğruyu incelemekte fayda vardır. Orson Welles, Eisnstein’ın temel ilkeleri konusunda uzun ve ciddi bir uygunluk dönemi yaşamıştır ve Eisenstein’dan her zaman saygıyla bahsetmiştir; Elia Kazan, Eisenstein’dan her zaman saygıyla bahsetmiştir. Jean-Luc Godard Les Carabniers filmi de dahil olmak üzere tüm çekimlerinde Potemkin Zırhlısı filmindeki öğeleri kullanmıştır. İtalya’da onun çalışmaları Umberto Barbaro ve onun film konusundaki öğrencilerini etkilemiştir. Henri Colpi, Une Aussi Longue Absance ve Codine filmlerindeki temel sanatsal tekniklerin birkaçında Eisenstein’dan etkilenmiştir. Alain Resnais, Eisenstein’a olan hayranlığını söylemekle yetinmeyip, onun” a la Nevsky” ya da “a la Ivan” gibi bir sinematografik tarz yarattığını vurgular. Antonioni, farklı bir seviyede olarak film oluşumunda Eisenstein’ın katı kurallarını uygulamaktadır. Bu nedenle L’Avventure filminde çarpıcı kurgu yankısını bulmak şaşırtıcı olmamalıdır. Ayrıca II Desreto Rosso (Kızıl Çöl) filminde de Eisenstein’ın renk konusundaki fikirlerini kullanmıştır.

Eisenstein!a olan bu bağlılık örneklerini çoğaltmak olasıdır. Sessiz filmler de dahil olmak üzere bugün pek çok yapım onun izlerini taşımaktadır. Baş yapıtların ölmez başarısı Eisensteinm’ı ulaşılması çok zor bir seviyeye taşımıştır.

SİNEMA KURAMI

Sergei Eisenstein’ın kuramına geçmeden önce belirtmeliyiz ki onun geliştirmiş olduğu görüşler diğer biçimci geleneği temsil eden hem Arnheim’den, hem de Muntesterberg’in sinema görüşlerinden daha zengin ve daha karmaşıktır. Eisenstein, ölçülemez yeteneğe sahip hem bir film yapımcısı hem de bir film kuramcısıdır.Eisenstein felsefe ile yakından ilgilidir öyle ki be felsefeyi onun kuramında görmek son derece kolaydır. Entelektüel olduğu kadar diğer dünya görüşlerini de yakinen takip etmiş ve bunların ışığında edindiği bilgileri yaşam deneyimi ile birleştirerek kendi kuramını hazırlamıştır.

Marx ve Lenin’e olan hayranlığını sürdürerek, teorilerini onların ortaya koydukları görüşler etrafında düzenlemiştir. O çok yönlü bir düşünürdür. Araştırma dönemi boyunca birçok kaynaktan yararlanır, her türlü varsayımları dikkate alır, sonucunda ortaya atmış olduğu tezi ispatıyla ortaya koyardı. Tüm bu çalışmalar ve geçen süre sonucunda kendi özel tutkusunun film olduğuna karar vermiştir. Daha sonra bu üstün çabaları ona yüksek dereceli bir kuram oluşturma yeteneği kazandıracaktır.

Onun Film Duyumu kitabında yer alan “Renk ve Anlam” makalesi oldukça ilginçtir. Renk kuramı hakkında çok geniş ve ünlü tanımlamaların yaygın olduğu bir liste ile karşılaşırız. Bu konudaki yazılar, renk estetiği kuramı konusunda çok önemli bir kaynaktır. Onun renk ve sineme ile ilgili sezgileri topladığı kaynaklarla birleşmiş ve kuramını oluşturmasına yardımcı olmuştur. Bu ona özgü bir kuramdır. Kuramı, tarih ekonomi, sanat tarihi, psikoloji, antropoloji ve sayısız diğer alanlarda yapılan çalışmaları kapsamakla, sezgi gücünün yanında bu bilim dalları da yer almaktadır. Onun “umulmayan” adlı makalesinde (Film Biçimi kitabında) “Kabuki tiyatrosu tarafından ziyaret edildik” diye başlar ve tiyatroyu seyrederken onu etkileyen görünümlerle film kuramını oluşturmayı sürdürür.

Film yapımı sırasında onu etkileyen şokların kalitesi, onun film kuramı yazma taktiğinin bütünsel bir parçasını oluşturmaktadır. (film biçimi kitabında) “Film Biçimine Diyalektik Bir Yaklaşım” makalesine şöyle bir göz atıldığında Eiesnstein’ın düz mantığını oluşturabilmek için grafiklerle çalışmalar yaptığını da görürüz.

Öncelikle onu, aracın temel maddesini algılamasını görmemiz gerekir. Basit bir düşünceden yola çıkarak oluşturulan tek çekim, binanın temel taşlarından birisi konumundadır. Buradan daha karmaşık bir algılamaya geçilir. Bu “atraksiyon”dur. Bu algı, çekimden daha az mekaniktir. İzleyicilerin zihninde belli bir faaliyet oluşturur.

Daha sonra, yaratıcı oluşum seviyesinde, kurguya karşı tutumunun ne olduğunu görürüz. Genel olarak, boyun eğmez ve dogmatik bir görüşe sahiptir. Başlangıç noktasındaki yönünü değiştirerek, daha dramatik bir yola yönelir. Eisenstein’ın tereddütlü kurgu görüşleri arasındaki mücadele en iyi şekilde, bu kapsamın belli psikoloji türleriyle olan değişim ilgisinde görülmektedir. Eisenstein, KURGUYU Pavlov’un psikolojik modelleri içinde algıladığı düşünülürken, onun konuyla ilgili daha sonraki yazılarından Jean Piaget’in gelişimsel psikolojisine daha yakın olduğu görülmektedir.

Basit, öngörülebilen, mekanik film yapımı oluşumu arasındaki gerilim ve filmin gelişimsel deneyimi, Eisenstein’ın çift görüşünü açık bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Bunların birincisi, filmin biçimi, diğeri ise filmin amacı ile ilgilidir. Birleştirilmiş filmin bazen bir makine, bazen de bir organizma olduğunu düşünür. Filmi bazen ikna etmenin retorik, güçlü bir araç bazen de daha yüksek seviyeye çıkarak evreni anlamanın mistik bir aracı olarak görür. Ondan otonom (yerel) bir sanat olarak bahseder. Bu iki çift diyalektik aykırılıkları ayrı ayrı görülecektir. Eisenstein ‘n birbirine karşıt görüşleri bir arada bulundurma denemsi, onun otuz yıldan fazla bir süre üretken bir kuramcı olarak kalmasını sağlayacaktır. Onun makaleleri, her zaman için göz alıcı olarak görünmektedir çünkü her biri, karşıt eğilimlerin birleşim noktasından elde edilen enerji ile oluşturulmuştur.

FİLMİN HAMMADDESİ

Eisenstein, Moskova sanat çevresine girmeden önceki yıllarda mekanik mühendisliği alanında çalışmalar yapıyordu. Eisenstein, başlangıçtan itibaren, sanatsal faaliyetin bir “yapma” veya daha belirgin olarak inşa etme eylemi olduğunu düşünüyordu. Bu nedenle “hammadde” sorusu onun zihninde her zaman için çok önemli bir yer işgal etmiştir.

Eisenstein’ın filmler hakkında sıkıntı duymasına neden olan şey, onların etkinlikten yoksun olmalarını görmekti. Film yapımcısı gerçekliği yeniden oluşturabilmelidir ona göre. Eisenstein, birincil film parçacıkları olarak bireysel çekimin, bir ton veya sesten farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu, izleyicilerin duygularına olduğu kadar aniden onların zihinlerine de ulaşan bir yapıdır. Bir besteci veya ressamın sahip olduğu gücü film yapımcısına da verebilmek için, Eisenstein çekimlerin nötrleştirilmesi gerektiğini düşünmektedir. Böylece yönetmenin istediği biçimsel prensiplere göre, temel biçimsel unsurlar oluşturulmuş olur.

Eisenstein filmin en küçük biriminin çekim olduğuna ve her bir çekimin bir sirk atraksiyonu gibi hareket ettiğine inanıyordu. Bütün filmin oluşumu için komşu çekimlerin birleşerek, belirgin psikolojik bir dürtü oluşturması gerektiğini düşünmüştür. O, daha sonra, çekimin kendi içindeki unsurlarının olanaklarıyla daha fazla ilgilenmeye başladı. Bununla sempatik gelen veya çatışma yaratan atraksiyonlar sağlanabiliyordu. Her durumda, Eisenstein filmin, ancak kendisini atraksiyonlar yığınına indirgediği zaman bir sanat olarak var olabildiğini düşünmektedir. Bu, müzikal notaların ritmik ve temasal olarak tüm deneyimin zengin metinler şeklinde biçimlendirilmesi gibidir.

O hiçbir zaman hayatı sinematik olarak kaydetmekle yetinmemiştir. Kariyerinin başlarında uzun çekimleri kullanan filmcileri eleştirmiştir. Hiçbir uzun çekimin, olaya şöyle bir göz atmaktan daha etkileyici olmayacağını düşünürdü. Ona göre filmin hammaddesi, izleyiciler arasında çarpıcı bir tepkiye yol açan unsurların içindedir.

Unsurları bu şekilde nötrleştirilmesinin esas değeri, hislerin psikolojik olarak bir başkasına yönelmesidir. Basit bir efektin yönelimi çok sayıda farklı unsurlarla oluşturulabilir. Bir filmde, ekranda aynı anda çok sayıda unsur bulunur. Onların her biri diğerini kuvvetlendirir, birbirlerinin etkisini yükseltirler; unsurlar birbirleri arasında çatışma içinde olabilir ve yeni bir etki yaratabilir. Bu, geçişin yüksekliğini göstermektedir. Potemkin Zırhlısı (1925) filminden örnek vermek gerekirse, bir burjuva bayan, Odesa basamaklarında “onlara yalvaralım” der. O, söylediğine herhangi bir konuşma, yazı veya hareket ile karşılı bulamayacaktır. Bunun yerine sessizce, sürekli olarak ve uğursuzca merdivenlerden aşağı inmeye devam eden askerlerin gölgesi görülür. Burada konuşma unsuru diyalogun içinde bulunmaktadır ve etki geçişi sağlanmış olur.

Eisenstein, film yapımcısının ressam, besteci ve heykeltıraş ile aynı düzeye getirebilmek için Pudovkin’in düşüncelerini ileri noktalar taşır. Pudovkin film üretisini çekimin ortasına yerleştirir ve uygun seçimlerle yaratıcı bir filmin ortaya çıkışını ister. Bu gerçeklik parçasının düzenlenmesinin belli bir güce sahip olduğunu düşünmektedir. Film yapımcısından tarih ve psikolojiyi birleştirerek konulu bir olaya doğru yol alan yumuşak bir görüntü treni oluşturmasını ister.Pudovkin, izleyici gizemliliğini, bir olayın, bir öykünün veya bir temanın kabullenişine yönlendirmek için çekimleri birbirine bağlamak istemektedir. Eisenstein ise bir bağlantı değil, bir çatışma talebinde bulunur. Edilgen bir izleyici yerine, olaylarla işbirliği içinde bulunan bir izleyici topluluğu arzulamaktadır.

Bu iki çağdaş düşünce adamı, hammaddenin kapsamı konusunda derin görüş ayrılıklarına sahiptir. Eisenstein, hiçbir zaman çekimi, film yapımcısının topladığı gerçekliğin bir parçası olarak görmemektedir. Çekimin, ışık, hat eylem ve ses gibi biçimsel unsurların mevkisinde bulunan bir unsur olarak kabul etmektedir. Çekimin doğal duyumu deneyimlerimizi kontrol altına tutma gereksinimi hissetmemeli ve bunu yapmamalıdır. Eğer film yapımcısı gerçekten yaratıcı ise, bu hammadde üzerine kendi duygulanımlarını yansıtabilecektir; çekimin anlamında açıkça bulunmayan ilişkiler oluşturulacaktır.

Eisenstein, yeni bir dünya oluşumu için bir hayal gücü ortaya koymaktadır. Onun hammadde kuramı, kesin olarak, Pudovkin’in teorisinden daha karmaşıktır. O, maddesi bir yön içinde ve zihinsel bir yön ve hatta ruhsal bir yön içinde bulunmaktadır. Çekim, film üretiminde yalnızca teknik bir basamaktır. Diğer taraftan bir şok veya atraksiyon, zihin ile madde arsındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır; bu bir izleyici deneyimini daha zengin bir kapsama ulaştırma sorunu olarak karşımıza çıkar.

SİNEMATİK ARAÇLAR:
KURGU (MONTAJ) İLE YARATIM

Filmin hammaddesi çekimlerin içindeki farklı dürtülere göre belirginlik kazanmaktadır. Ancak Eisenstein’ın yaptığı gibi bu dürtülerin sinemanın kendisine denk olduğu sonucuna varılmamalıdır. Bu, daha çok binanın yapı taşları gibidir. Buna “hücre” diyebiliriz. Sinema bu bağımsız hücreleri, bir prensip içinde bir arada bulunmasından oluşmuştur. Bu dürtülere hayat veren şey nedir? Burada kurgunun ünlü ve temel içeriğine ulaşırız.

Eisenstein Kabuki tiyatrosunu örnek vererek hammaddeyi açıklarken, kurguyu da Japon Haiku şiirini örnek vererek açıklama yoluna gitmiştir. O daha yolun başındayken bile Japon dilinin alfabesinde sinema dinamiklerinin temelini görmüştür. İki fikrin çatışması olmadan bir işaret dili yaratılması nasıl olmaktadır diye sorar. Bir kuş ve bir ağız resmi”şarkı söylemek” anlamına gelmektedir. Bir çocuk ve bir ağız ise “bağırmak” anlamındadır.burada yalnız bir unsur değiştirilerek tamamen yeni bir gösterge oluşturulmuştur.filmdeki duygular atraksiyonu algılamaktadır.

Haiku şiiri, ideogramlardan (işaret dili) yapılmıştır ve benzer bir şekilde işlerliliğini sürdürmektedir.

Bu şiirin her bir ifadesi bir atraksiyon olarak görülebilir. İfadelerin birleşimi kurgu ile olacaktır. Dize dize atraksiyon karşıtlığı, birleşik psikolojik bir etki oluşturacaktır. Haiku ile kurgunun değerini gösteren şey budur.

Haiku durumuna işaret eder ki Eisenstein film yapımcısının karşılaşabildiği atraksiyonlar arasındaki çatışma türlerinin listesini yapmaya çalışır: Grafik yönü, dereceleme hacim, kütle, derinlik, parlaklık, odaksal derinlik, vb. çatışması. Tamamen matematiksel metrik kurgudan, burada çatışma çekim süresi uzunlukları ile yaratılmaktadır, entelektüel kurguya kadar beş “kurgu yöntemi” olduğunu bulur. Entelektüel kurguda görsel metafor veya figürün iki terimi arasında izleyici tarafından oluşturulan bilincin sonucu olan anlam vardır. Eisenstein’ın yöntemlerinin çoğu bu iki uç kurgu kurgu yöntemi ile ilgilidir.

O, kurgu ile ilk çalışmalarının büyük bir bölümünü sinema kariyerinin ilk yıllarında yapmış olmasına karşın, bu konuya olan ilgisini tüm yaşantısı boyunca sürdürmüştür.

Pudovkin ve Grigori Alexandrov’un düşüncelerini birleştirerek yazdığı ünlü “Ses üzerindeki ifade” makalesi onon kurgu kuramının uyumluluğunun mükemmel bir örneğini oluşturur. Eisenstein’ın filmin hammaddesi ve kurgu oluşumu hakkındaki fikirleri, sesin henüz filme eklenmediği dönemde yazılmıştır.

Ses durumu, Eisenstein‘ın ortaya koyduğu gerçekçi teknolojinin “kurgu” kullanımındaki çok sayıdaki örnekten yalnızca birisidir.

Eisenstein’ın kurgu düşüncesinin çok sayıda kaynağı vardır. Ondaki yasalcılık estetiği anlayışı, filmin teorisinin diğer hiçbir bölümünde bu kadar belirgin olarak görülmez. Hegel, Marx ve Eisenstein’ın sosyo-kültürel çevresindeki hemen hemen herkes ortaya konan diyalektik düşünme kuramlarına çok şey borçludur.

Eisenstein’ın kurgu kuramı onu, yirmili yılların Gestalt psikolojisini benimseyen Arnheim’den ayıran önemli bir göstergedir. Eisenstein’ın, Pavlov ile olan bağı, onu Arnheim’den uzaklaştırmak için yeterlidir Gestalt psikolojisi “alan” ve “bütün” üzerinde yoğunlaşırken, Pavlov bireysel dürtü ile ilgilenmektedir. Eisenstein’ın kurgu düşüncesi, Pavlov’un kapsamının ötesine geçmektedir.

Ancak, Eisenstein’ın kuramına paralel bir psikolojik kurama sahip kişi ünlü çocuk psikologu Jean Piaget olmuştur. Eisenstein o dönemin Piaget’e yakın olan Rus psikologu Lev Vygotsky’den daha fazla olarak bu İsviçreli düşünürle yakın fikirlere sahip olmuştur. Eisenstein ile Piaget ekolü arsındaki yakın ilişkiyi ortaya koyan çok sayıda ortak düşünceden söz etmeğe değer bazılarını şöyle sıralayabiliriz.

1. Benmerkezcilik

Piaget’in 2-7 yaş arası çocuklar şeması ön işlemsel düşüncesinin kendilerinden farklılaştırılamadığını ortaya koymaktadır. Eisenstein, pek çok şekilde, görmede deneyimini benmerkeziyetçi bir faaliyet olarak ele almıştır. İzleyiciler, ekrandaki görüntüleri, onların kendi kavrama öncesi deneyiymiş gibi kabullenirler.

2. Öncel hissetme sembolü

2-7 yaş döneminde, Piaget hissetme sembolünün, düzenli bir işlem olarak ön baskınlığının bulunduğunu söylemektedir. Bu tür semboller doğada kutsalmış gibi bulunmaktadırlar; bu semboller, fiziksel karakterlerine mümkün olduğu kadar yaklaşmıştır ve onların önüne geçmeye çalışmaktadırlar.[2]

3. Kurgu düşünüşü

Piaget, genç çocukları iki uç durum arasındaki farkı inceleyerek anlam ölçümünde bulunduklarını ortaya koymuştur. Birbiriyle bağlantılı etkileşim dikkat etmeden oluşumun uç durumları incelemektedir. Eisenstein’ın kurgulama kuramlarının çoğunda uç durumlara olan bu tür dikkatler göz önünde bulundurulmaktadır. Olayların gözler önüne serilmesi için gerekli olan film tarzının çok güçlü olması gerekir. O, olayların statik fragmanını ele almayı tercih etmektedir. Dinamik bir kurgulama prensibi ile enerji yüklenmektedir. Piaget’in temasındaki bir çocuk ve Eisenstein’ın kuramındaki bir izleyici için, çabuk bir çekimle her biri statik olan, her biri değişik bir konumda bulunan fakat beraber düşünüldüğünde bir şiddetin yükselişini tanımlayan üç aslanı göstermek, kavgaya hazır gerçek bir aslanı göstermekten daha anlamlıdır.

4. İçsel konuşma

Eisenstein, Film Biçimi kitabında yer alna “yeni sorunlar” adlı makalesinde, içsel konuşmanın söz dizimine karşılık olan sinema yeterliliğinden bahsetmektedir. Görüntü söz dizimi, parçalanır ve daha sonra ağızdan çıkan konuşmanın mantığına dönüştürülür. Piaget tahmin edileceği gibi, çocukların içsel konuşmalarının, dışsal durumla uyum içinde olmadığı zamanlarda, kişisel dünyalarını tanımlamayı öğreneceklerdir. İçsel konuşmalar, genel olarak yedi yaş dolayında işlemsel halk sözdizimi ile yer değiştirir. Bu, Eisenstein’ın film kuramıyla ilintili olan birkaç görünüm ile karakterize edilir.ilk olarak görüntü diziminden görüntü dizimine “bilinçsiz bir eylem” içinde meydana gelir. İkinci olarak, çocuk birleşim noktasında, görülen birleşik unsurların nedenselliği konusunda “geçişken”dir. Son olarak, çok sayıda unsur tek bir olaya dönüştürülerek temel bir özellik sağlanır.

Eisenstein, Piaget’in sözcüklerinin hiçbirini kullanmaz. Ancak onun sinemada içsel konuşmayı yeniden canlandırmak istediğini söyleyebiliriz. İçsel konuşma akışını kurgu ile harekete geçirmek ister.

Grev, Eisenstein’ın kurgu yöntemi gelişimindeki ilk basamaktır. O, birleşen görüntülerin yeni bir fikir oluşturması temeline dayanır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, kurgu, iki görüntü arasındaki ilişkinin kullanılarak bir şok etkisi (bu doğal olarak, eylemin dramatik duyumu ile uyum içinde olmalıdır) yaratmaktır. Böylece tek bir düşünceye sahip olan izleyiciye karmaşık bir fikir aktarılabilir. Bu yapılırken izleyici duyumsal ve diyalektik olarak en üst noktaya çıkarılır.

Eisenstein, gerçekten de, genel duyumların tüm bir bilimini keşfetmiştir. Grev ile başladığı yaratıcı çalışmalarının etkin çözümlemesine ömrü boyunca devam etmiş ve genel olarak sanat çalışmaları üzerine temel kanunlar keşfetmiştir.

Bilinen kurgu sınıfları şunlardır:

Ölçümlü (METRİC) Kurgu

Bu kuruluşun temel ölçütü (criterion), parçaların salt uzunluğudur. Bu parçalar birbirine bir müzik ölçüsüne uygun kalıp içinde, uzunluklarına göre eklenir. Gerçekleştirme, bu “ölçüler” in yinelenmesiyle ortaya çıkar.

Gerilim, bir yandan formülün asıl orantıları korunurken, öte yandan parçaların kısaltılması sonunda ortaya çıkan mekanik ivmenin etkisiyle sağlanır.Yöntemin ilkel biçimi: Kuleşov’un kullandığı çeyrek ölçü, marş ölçüsü, vals ölçüsü (3/4, 2/4, ¼ vb.) yöntemin yozlaşması: Çapraşık düzensizlikteki bir ölçüyü (16/17, 22/57, vb.) kullanan ölçümlü kurgu.

Böyle bir ölçü basit sayılar bağıntı yasasına aykırı olduğundan, fizyolojik bir etkide bulunma durumu ortadan kalkar. Bundan dolayı, en geniş ölçüdeki etkililiği sağlamak için, bir izlenim seçikliği veren basit bağıntı zorunludur. Yine bundan dolayı bu çeşit ilişkilere her alandaki sağlam klasiklerde rastlanır: mimarlık ; bir resimdeki renk; Skriyabin’in çapraşık bestesi (bölümleri arasındaki bağıntı hep kırılca (kristal)arılığındadır) geometrik görünçlüklemeler; açık ve seçik devlet planlaması, vb.

Dizemsel (RİTMİK) Kurgu

Burada, parçaların uzunluklarını belirlemede, görüntüdeki içerik, göz önüne alınmakta eşit hakları olan bir etkendir. Parça uzunluklarının soyut belirlenmesi, yerini gerçek uzunlukların esnek bağıntısına bırakır. Burada gerçek uzunluk, ölçümlü bir formüle göre matematik yönden belirlenmiş parça uzunluğuna uygun düşmez.

Burada parçalar ile bu parçaların dizemsel ölçülerinin tam ölçümlü özdeşlik durumlarını bulmak eldedir. Bu dizemsel ölçüler de, parçaların, içeriklerine göre düzenlenmesiyle sağlanır.

Potemkin’deki Odesa Merdivenleri ayrımı bunun açık bir örneğidir. Burada askerlerin ayaklarının merdivenleri inerkenki dizemsel çarpışı, bütün ölçümlü isterleri çiğner.

Titremsel (TONAL) Kurgu

Bu terim ilk kez kullanılmaktadır. Bu terim, dizemsel kurgunun ötesindeki bir aşamayı anlatır.

Dizemsel kurguda, kurgu devinimini görüntüden görüntüye sürükleyen, görüntü içindeki devinimdir. Görüntü içindeki bu devinim, devinimli cisimlerin yer değiştirmesi olabilir ya da izleyicinin, herhangi bir devinimsiz cismin çizgisi boyunca yönelen gözünün devinimi olabilir.

Titremsel kurguda devinim geniş bir anlamda algılanıştır. Devinim kavramı kurgu parçasının bütün duygularını kapsar. Burada kurgu, parçanın özellik taşıyan coşkusal sesi’ne, parçanın egmen öğesine dayanır. Parçanın genel ritmine.

Parçanın coşkusal sesinin izlenimci yoldan ölçülebileceğini söylemek doğru olur. Ancak ölçü birimleri değişiktir ve ölçülecek nicelikler de başkadır.

Örneğin bir parçadaki ışık titreşimi derecesi, ışığa duyarlığı olan selenyum elementiyle ölçülmekle kalmaz, bu titreşimlerin her kertelenmesi çıplak gözle de algılanabilir. Bir parçaya daha loş gibi üstünlük ve coşkusal nitemini (sıfatını) verirsek, aynı zamanda bu parçanın aydınlama derecesi için matematik bir katsayı da bulabiliriz. Bu bir ışık titremselliği olayıdır. Ya da parça tiz sesli diye nitelendirilmişse, bu nitelemenin ardında, görüntü içindeki öbür biçimdeki öğelerle karşılaştırıldığında birçok keskin açılı öğeleri bulmak eldedir.

Üsttitremsel (OVERTONAL) Kurgu

Üsttitremsel kurgu, örgensel yönden titremsel kurgu çizgisindeki yeni bir gelişmedir. Üsttitremsel kurgudan, parçanın bütün çekiciliklerinin topluca hesaplanmasıyla ayırt edilebilir.

Bu nitelik, ezgi yönünden coşkusal bir renklendirmeden alınan izlenimi doğrudan doğruya fizyolojik bir algılamaya yükseltir. Bu da, daha önceki düzeylere göre yeni bir düzey demektir. Bu dört sınıf, kurgu yöntemleridir. Bunlar, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, birbirleriyle çatışma ilişkilerine girdiklerinde doğrudan doğruya kurgu yapılarıdır.

Anlıksal (INTELLECTUAL) Kurgu

Anlıksal kurgu, genellikle fizyolojik yönden üsttitremsel seslerin değil, anlıksal çeşitten seslerin ve üsttitremlerin kurgusudur, yani kendine uygun düşen anlıksal duygulanmaların birbiriyle çatışacak biçimde yan yana getirilmesidir.

Burada kertelemeli nitelik, tümüyle ölçümlü kurgunun etkisi altında sallanan bir insanın devinimi ile bunun içindeki anlıksal süreç arsında ilke olarak herhangi bir başkalık bulunmamasıyla belirlenir; çünkü anlıksal süreç aynı taşkınlıktır, ama daha yüksek sinir özekleri alanında yer alır.

Caz kurgusunun etkisi altında, insanın elleri ve dizleri dizemsel olarak titrerse,ikinci durumda böyle bir titreyiş, daha aykırı bir anlıksal çağrının etkisi altında, düşünce aygıtının sinir dizgesindeki daha yüksek dokuları içinde aynı yolda ortaya çıkar.

FİLM BİÇİMİ

1920’lerde, Eisenstein bireysel atraksiyonların hiçbir zaman sinemada bir anlam olarak kabul edilmeyeceğinin farkına vardı ve kurgunun birleştirici ve dinamik oluşumunu açıkladı. O, basit kurgudan, film biçimi düzeyine geçmenin mücadelesini verdi. Çekim birleşiminin hayat veren enerjisine karşın, yalnızca birleşim noktasının tek başına tüm filmin etkisini belirleyemeyeceğini anlamıştı. Kurgunun bölgesel düzeyde bir anlamı bulunmasına karşın tüm görünüm içinde böyle bir etkinliği yoktu.

Film biçimi sorunu, onun baskın olarak adlandırdığı bir sorun olarak kurgunun kendi içinde bulunmaktaydı. Verilen herhangi bir çekimde, çok sayıda atraksiyon bulunmaktadır; bunların birleşim noktası türü olarak kabul edilmeleri gerekli midir?

Baskın olma düşüncesi yirmili yıllarda Rusya’da çok geniş yankılara neden olmuş ve kuşkusuz Eisenstein!ın 1927 yılında yazdığı “Baskın” makalesi yaygın şekilde okunmuştur.

Eisenstein, yardımcı kodlara ağırlık vererek müzikal karşılaştırımına geri dönmüştür. Burada her bir çekimin baskın olanın yanında ton ve ahenklerden yapılmış olduğunu söylemektedir. Baskın kod, izleyicinin dikkatini en fazla çeken koddur. Ton ve ahenk ise “ikincil dürtü”ye sahiptir ve izleyicinin bilincinde ve görüntüsünde yan etkide bulunur.

Eisenstein, film deneyiminin bütünleyici çizgilerin bir bağı olduğunu düşünmeye başlamıştır. Bunu ayrı dürtülerin bir sistemi olarak düşünmemektedir artık. Müzikal biçim uyarımı ile “tüm deneyim” ve “bütün hissedilmesi” için bir ilgi kurmaya başlamıştır. Film yapımcısı, baskın çizgi boyunca kurgu parçalarını birleştirmekle yetinmemelidir. Duyarlı bir yönetim ile, düşüncesindeki farklı dürtüleri bütünün oluşumu için kullanmamalı, bütünlük hissi içinde bir sonuç izlenimi yaratabilmelidir. Böylesine bağlantılı bir kurgu düşüncesi “çok sesli kurgu”dur ve onun sonucu “sentez birliği”dir.

Eisenstein’ın sürekli olarak tekrarladığı film biçimi ve birlik, “sanat makinesi” ve “sanat organizması” görüntüleri arasında bulunan bir karşılıklı etkileşime indirgenebilir. Sanatın, doğa ve endüstrinin ara noktası olması gerektiğini tekrar tekrar söylemiştir.

Eisenstein’ın karakteristik tarzı, sanat makinesi ile organik dünyanın karşı karşıya olma durumunu ortaya koymaktadır. Bu gençlik iyimserliği çok sayıda kuşku yaratmaktadır ve bu görünümlerin sürekli olarak tekrar gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.

Bu konudaki görüşlerini daha iyi anlayabilmek için, Eisenstein’ın film biçimini kapsayan tamamlanmış görüşlerini bu iki görüntü ayrımı içinde gözden geçirme k doğru olacaktır.

SANAT MAKİNESİ

Sanatın bir makine olarak görünümü, hiç kuşkusuz ilk olarak çok sayıdaki klasik konuşma ustalarının, izleyiciye karşılıklarını kontrol altına almak için sanatı bir araç olarak kullanmaları ile ortaya çıkmıştır.

Sanatın bir makine olarak görünümü, hiç kuşkusuz, ilk olarak çok sayıdaki klasik konuşma ustalarının, izleyici karşılıklarını kontrol altına almak için sanatı bir araç olarak kullanmaları ile ortaya çıkmıştır. Daha yakın bir zaman olan 19. yy gerçekçileri, özellikle Taine ve Zola, bu görünümlerin,inceden inceye işlenmesine katkıda bulun muşlardır. Ancak Eisenstein, sanatın bir makine olarak görünüm fikrini, daha çok beraber çalıştığı yapısalcılar grubuna borçludur. Marx ve Lenin’in hükümlerini göz önünde bulundurarak sanatın, diğer işler gibi bir iş olduğunu belirtir. Bu fikrini dönemin resimlerin ve yazılarını örnek göstererek pekiştirir. Eisesntein, bio-mekanizma olarak adlandırılan oyunculuk alanının yeni bir kuramının da savunucusudur. 20’li yıllarda, Stanislavski yöntemi ile başarılı bir şekilde mücadele etmiştir. Stanislavski, Moskava sanat tiyatrosunun doğalcılığını küçük görmektedir. Bio-mekanizmanın öncü isimleri 20’li yıllarda avan-garde akımının ortaya çıkışı üzerine etkide bulunmuş.

Sanat çalışmasını oluşturan bu makinenin özellikleri nelerdir? Her şeyden önce zihinde belirli bir amaçla tasarlanan bir oluşumdur. Bir amaç veya bir sorunun çözümü hedeflenmektedir. Oluşturulmadan önce tüm tasarımı tamamlanmıştır. Tüm safları amacı uygun mühendislik yöntemiyle ortaya çıkarılır. Makinenin oluşturulması ve işlevleri büyük ölçüde daha önceden tahmin edilen bir yapıdadır. Mühendisler daha önce benzer işlerde denenerek yararlanılan parçaları makine bütünlüğüne benzer amaçlarla kullanılması için oluşturmaktadır. Makinenin kendisi, işlemini etkin ve iyi bir şekilde yerine getirebilmesi için oluşturulmuştur. Yapılan eğer bir makine ise performansı ön görülebilecektir. Makine teklemeye başlarsa, sorun yaratılan parçalar değiştirilerek tamir edilecektir. Zaman geçtikçe etkinliğini kaybetmesi durumunda daha yeni bir modeli tasarlanacak,aynı işlevi daha etkin bir şekilde yerine getirmesi sağlanacaktır. Bilim ve teknoloji bu alanda çalışmalarını sürdürmektedir.

Makinenin bu görünümlerinin pek çoğu, Eisenstein’ın film amaç ve doğası ile ilintilidir. Onun film hammaddesinin ‘atraksiyon’ olduğunu söylemiştik. Film ise psikolojik bir makine türü olarak bunların izleyicide bir şaşkınlık uyandıran dizisidir. Film biçimi, film yapımcısının istek ve deneyimlerine bağlı olarak ortaya çıkmaktadır: gerçeğin içindeki yaratıcı oluşum, sanatçının kendisinin sonun varlığından tamamen haberdar yapması, daha sonra en olanaklı araçlar ile bu sona ulaşmayla gerçekleşir.

ORGANİK KARŞILAŞTIRMA

Eisenstein, hiçbir zaman kendisini yukarıda ana hatlarıyla çizilen mekanik kurama tamamen kaptırmamıştır başlangıçtan itibaren yazılarında karşıt kuramın ip uçları verilmiştir. Bu organik kuramdır. Organik kuramı hakkındaki fikirlerin kaynakları burada sayamayacağımız kadar fazladır. Organik kuram 19. yy başlangıcından itibaren batı uygarlığındaki sanatsal yaratımın en etkin modeli olmuştur.[3] Eisenstein, gençliğinin radikal yapısalcılık fikirleri ile bu geleneğin fikirlerini doğal bir potada eritmek istemektedir.

Bu organizmayı sanat çalışmalarıyla karşılaştırabilir görünüm yapan nedir? Daha merkezi olarak, organizmanın her bir parçası içinde yaşayan hayat prensibi ve ruh vardır. Bu durum, onun uygun bir şekilde almasına neden olur. Bu organizma değişik bir çevreye taşındığı zaman, kimliğini kaybetmeden, uyum sağlayabilmek için kendisini değiştirecektir. Organizmanın kendi yetersizliklerini düzeltebileceği, kendi, kendine onların düşüncesi bulunmaktadır. Organizmanın kendi kendine yaratmanın ötesinde genel bir görünümü vardır. Makine, ön varlığının sonunun ilerlemesiyle var olurken, organizma yalnızca kendi sürekliliği içinde yaşamaktadır. Bu Eisenstein’ın hayranlık duyduğu ve bir hayat prensibi haline getirdiği bir görünümdür.

Eisenstein’ın mekaniklik yönü, oyuncunun başlangıçtan itibaren ne yapmak istediğini ve bunun için zorunlu olan gereksinimlerini bilmesi gerektiğini savunur. İzleyici karşısına en etkin ve güçlü çıkmanın yolu budur. Eisenstein’ın organik yönü ise buna karşı çıkmakta ve temanın, oyuncu için bile görünemez olması gerektiğini düşünmektedir.

Eisenstein’ın kendi çalışmasından belirgin bir örnek bize yardımcı olacaktır. 1905’te, Potemkin zırhlısında ir isyan olmaktadır. Bu o yılın vaktinden önce doğan devrimsel hareketin bir parçasıdır. Bir süre için, isyan, Odesa’daki insanları ve yakında bulunan gemilerdeki diğer denizcileri harekete geçirir. Eisenstein bu olayın sayısız şekilde filme alınabileceğini düşünmektedir. Ancak yalnızca bir şekilde olayın doğru biçimi ortaya konabilecektir. Sadece bir film organik olarak tarih gerçekliğine bağlıdır.

Özet olarak, organik karşılaştırma film yapımcısından, film biçiminin çıkış noktası genişletmesini ister.

Eisenstein “organik-makine”si ile yetiniyor görünmektedir. O, filmin izleyici üzerindeki etkisini araştırdığı zaman, makinenin görüntüsüne doğru sıçramıştır.

Özetlemek gerekirse, Eisenstein basit olarak filmin bir makine gibi nesneleri algılamasını istemiştir. Ancak bu makinenin eski parçalardan yapılmış olmasını istemez. Bazıları plan üzerinde mühendislik çalışmalarını yürütürken, diğerleri başka alanlara el atacaktır.

 

FİLMİN SONUÇ AMACI

Eisenstein’ın film biçimi hakkındaki görüşlerinden bahsederken, filmin amacı konusunda düşündüklerini de ele almak gerekir. Eisenstein’ın kuramı retorik ile otonom sanat arsındaki ilişkileri ve sorunları da kapsamaktadır. Bu terimler pek çok kuramda birbirine zıt kutuplar olarak değerlendirilir. Eisenstein kuramlarını oluştururken bunların birer sanat kuramı olduğunu düşünmektedir. Bunu bir retorik araç olarak kullandığına dair en ufak bir ipucu dahi bulunmaz. Her ne kadar geçmişte birkaç yazar onu bir retorik kuramcısı olmakla suçlamış olsa bile, diğerleri onun filmlerinin çözümlemesini birer propaganda metini olarak yapmışlar ve Eisenstein’ı bu konuda desteklemişlerdir.

RETORİK

Henüz estetik bilimi veya sanat fikirleri doğmamış iken yunanlılar retorik kuramlarını özenle oluşturmuşlardır. Geniş anlamda düşünüldüğünde, retorik büyük dil ve iletişim bilimidir. Daha dar kapsamda, karşılıklı konuşmanın sonuçları, yöntemleri ve etkileri olarak değerlendirilebilir.

Sanatın bir makine olduğu inancı, klasik retorik durumu ortaya koymaktadır. Filmin sanat çalışması gerçek bir araç olmaktadır. Üzerinde ayarlama ve değişiklikler yapılabilmektedir. Retoriği ortaya koyan kişi veya film yapımcısı fikirlerini güçlü ve açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Böyle bir durumun amacı entelektüel veya duygusal olarak izleyici etkisini sağlayabilmektir.

Film durumunu doğal yapısı gereği olarak izleticiler üzerinde bir baskın olma durumu bulunur. İzleyicilerin, diyalogun normal durumuna yanıt verme olanakları bulunur. Film makinesinin oluşturduğu etkilere açık bir konumdadır.

Eisenstein’ın kuramı ko0laylıkla bir propaganda kuramı olarak kabul edilebilir. Propaganda filmleri ve TV ticari yapımlarının amacı, seyircilerin zihninde ve duygularında akıllıca görüntü ayarlamaları yaparak onlar üzerinde en yücel duygusal etki oluşturmaktır. Bu etki sanat çalışmasının varlık nedeni (raison d’etre) olacaktır.

Filmlerin bir tipolojisi gönderilen mesajların önem ve karmaşıklığı üzerine yapılabilir. Filmlerin bu mesajlara uygunluğu önem taşımaktadır. Film amacının böyle bir kuramı, sinemasal me-tinlerin büyük bölümü için geçerlidir.

Eisenstein’ın bu sinema görüşünü kabul etmesinin boyutlarını kestirmek kolay değildir. sanatın bu tür etki ve mesajlardan korunması gerektiğini düşünüp düşünmediğini anlamak zordur.

 

SANAT

Eisenstein, hiçbir zaman için retorik ve sanat terimleriyle sorunları çözme yoluna gitmemiştir. Söylem veya iç söylem terimleriyle sorunları kavramak ve çözüm yolları aramak onun daha yatkın olduğu yoldur. Tüm ifadeler izleyiciyi etkiler ancak bazıları bunu izleyicilerin özel zihinsel dünyalarına diğerlerinden daha fazla saldırarak etkide bulunmaktadır. Tüm filmlerin bir ereği olmasına rağmen, yalnızca büyük filmler konuşma tarzında ileri gider, ön plana çıkan basit bir retorikten kaçınmaktadır. Burada kurgu basit bir söz dizimi kuramıdır. Bu aynı kurgu kuramları içsel söylemin gizemli bir oluşumunu tanımlamaktadır. Fenomenin bu ön dilsel örneklemesi çarpıcı kurgunun ortaya çıkmasının birleşim noktasında olmaktadır. Büyük filmler, konvansiyonel dili es geçerek, tümdengelimi dilbilgisel görünümün zincirlerine, öncel bir gösterim zorlamasında bulunmaktadır. Eisenstein, “film duyumu” kitabının başlangıç kısımlarında bu konu ile ilgili olarak şöyle yazmıştır:

Her bir kurgu parçası artık ilgisiz bir şey olarak var olur. Ancak genel temanın verilen belirli bir gösterimi (rep-resention) olarak vardır. Bu tema tüm çekim parçalarının içine eşit olarak nüfuz etmiştir. Verilen bir kurgu yapımındaki bu parçalı ayrıntıların birleşim noktaları yaşama çağırmasıdır. Her bir ayrıntı genel kali- te içinde katılımda bulunmaktadır. Tüm detaylar bir araya gelerek bütünü oluştururlar. Bu yaratıcılığın genelleştirdiği görüntüdür.

Eisenstein, sanatın Romantik kuramcıları gibi, öncel ve doğal olarak kendisine bağlı olan bir şeyin doğruya bağlı olduğunu düşünmektedir. Ona göre, bir filmdeki hem yöntem (gösterimler arasına temasal olarak nüfuz etmiş bulunan diyalektik birleşim noktası), hem de yöntemi yaratan sonuç görünümü,yaratıcıları sanatçı ve izleyicileri) doğru bir oluşum ve yaşantının teması için birleştirmektir. Eisenstein, yaşam halinin, Marksist bin yıl düşüncesine doğru diyalektik bir eylem olarak, tarih ve doğanın gerçek oluşumları ile iç içe olduğunu savunmaktadır. Öyleyse sanat retorikten daha farklı bir görev üstlenmiştir. O, temel insan algılamasıyla tarih ve doğanın temek oluşumları arasında uygunluğu protesto etmek için vardır. Bu dikkatli bir mantık sistemiyle açıklanamaz. Sanat çalışması kendisini neredeyse gizemli bir şekilde göstermektedir. Bunu kendisini mükemmelleştirerek, insan oğlu ile doğa arasında aracılık ederek yapmaktadır.

Marksist durumda, Eisenstein, sanatın kültürü kuvvetlendirdiğini hissetmektedir. Çünkü bu kültür, uygun diyalektik ilkeler üzerine temellenmiştir. Zihin ve doğa oluşumlarıyla uyum halindedir. Devrim öncesi toplumlarda, gerçek sanat, protesto amaçlı başkaldıran bir güç olmalıdır. Sanat, algılamaları değiştirerek, davranış değişikliklerini sağlayabilir. Bunu kendi içindeki yapısıyla dolaylı olarak yapabilmektedir. Diğer taraftan, retorik bilgi ve tutumda belirle değişimler yapmaktan başka bir amaca sahip değildir.

Eisenstein, ümitsiz bir şekilde, bu değişimi istemektedir. O, film sanatı düşüncesinin bunu derece derece yerine getirmesini ister. Doğrunun dağıtımını (retorik) değil, doğrunun genel görünümünü (sanat) arzulamaktadır.

Eisenstein’ın film kuramının gerçek bir duyumundan, makineyle organizmanın bu diyalektik şekillenmesi vardır. Onun makalelerinin çoğu, Rusya’daki estetik savaşın bir parçası olarak yazılmıştır. Film yapımının belli türleri yüceltilirken, diğerlerine karşın bir savaşım verilmektedir. Onlar, kelimenin tam anlamıyla retoriktir. Kuram, bir bütün olarak organik bir yaşantıya sahip görünmektedir.

Bunun en çarpıcı örneği, Eisenstein’ın kuramının günümüz Fransız film kültürünün gücüne dayanmasıdır. 1960’ın ortalarına kadar daha çok tanınan ve kabul gören Andre Bazin bu yıllardan sonra geçerliliğini büyük ölçüde Eisenstein’a bırakmıştır.

Yazan :Kasım TOPDEMİR

 

Kaynakça:

  • Film Biçimi “Sergey M. Eisenstein” Çeviren: Nijat Özön
  • Eisenstein, Yaşam Öyküsü ve Yapıtları “Yon Barna” – İzdüşüm,
  • Sinema Kuramları “J. Dudley Andrew” İzdüşüm Yayınları

 

Dipnotlar:

  1. Film Duyumu, Çev: Nijat Özön, Payel Yayınevi
  2. (Film Biçimi – Film Form, s.135)
  3. Film Duyumu kitabı


Kaynak :  http://www.7sanat.com

Van Gogh hakkında 3 bin ‘ şey ‘ ! Van Gogh, ilgi çekici bir sergileme biçimiyle ilk kez Türkiye ‘de

Ünlü ve pahalı tabloların ressamı Van Gogh, ilgi çekici bir sergileme biçimiyle ilk kez Türkiye’de. İlaç firması Abdi İbrahim’in 100. yıl kutlaması vesilesiyle İstanbul’a getirdiği sergide, 40 projektör 3 bin görüntüyü duvarlara yansıtıyor.

Van Gogh, resimlerine çarpıcı hayat hikayesinden daha fazla aşina olduğumuz bir ressam. Dünyanın en pahalı resimleri arasındaki eskizlerinin ve tablolarının imajları çeşitli yerlerde sıkça karşımıza çıkıyor ne de olsa… Sanat tarihinin büyük isimleri arasında kendisine yer bulmayı, ‘kararsızlığın’ hakim olduğu 37 yıllık kısa bir ömürde başarmış. Üstelik yağlıboya, suluboya ve karakalem çalışmalarından oluşan yaklaşık 2 bin eserini, yani ressamlığını bu kısa ömrün son 10 yılına sığdırmış. En popüler ve pahalı resimleriniyse sadece son iki yılına…
Van Gogh’un sözünü ettiğimiz on yılı, bu sırada yaşadığı yerler, yaptığı resimler önceki gün açılan ilgi çekici bir serginin konusu. İlaç firmalarından Abdi İbrahim’in 100. yılı vesilesiyle Karaköy’deki ‘Antrepo No;3’ galerisinde açtığı sergi ‘Van Gogh Alive’ başlığını taşıyor. İşin ilgi çekici yanı ressamın tabloları ve son   10 yılının önemli anlarıyla ilgili üç bin görselin 40 projektör tarafından galerinin duvarlarına yansıtılması. Görüntülerin klasik müzik eşliğinde, bir hikaye anlatırcasına akıp gittiği yarım saati bulan bu seyirliğin yeni bir sergileme biçimi olduğu söylenebilir. Van Gogh resimleri, resimlerin büyütülmüş detayları, onun yaşadığı yerler, kardeşine yazdığı mektuplar etrafınızda dolanınca kendinizi ressamın dünyasına girmiş gibi hissedebiliyorsunuz.
Sistem, ‘Sensory 4’ adlı gelişmiş bir teknolojinin ürünü. Avustralya merkezli bir firma tarafından tasarlanan serginin dünya prömiyeri önceki aylarda Singapur’da gerçekleştirilmiş. 15 Mayıs’a kadar İstanbulluları ağırlayacak, ardından ekimde Ankara’daki Cer Modern’e gidecek. Galerinin fuayesinde Van Gogh resimlerinin kullanıldığı defter, tişört, çanta gibi ürünlerin satıldığı bir stand da var. Giriş öğrenciler için 8, diğer kişiler için 15 TL.

Dahi ilan edildiğinde ‘akıl hastanesi’nde yatıyordu
Van Gogh’un (1853-1890) yaşamı zorluklar, bu zor koşullara bağlı karasızlıklar, ruhsal iniş çıkışlar içinde geçmişti. Resimleri de bu hayatın izlerini fazlasıyla taşıyordu. Hikayesinin dikkat çekici bazı yanlarını bazı başlıklar altında kısaca aktaralım.
İş hayatında kararsızdı ve hiçbir yere ait olmadı
Babası bir Protestan rahibiydi. Mektuplarından birinde bahsettiği şekliyle ‘kasvetli, soğuk ve kısır’ bir çocukluk geçirdi. Henüz 15’indeyken amcasının önerisiyle Hollanda Lahey’deki bir sanat galerisinde iş buldu. Galerinin Brüksel, Londra ve Paris ofislerinde çalışıp iyi para kazanırken içine kapandı ve dindarlaştı. İşini bıraktı. Londra’da öğretmenliğe başladı ardından döndüğü Hollanda’da kitapçılığa… 1887’de teoloji okumak için Amsterdam’a gitti ama kısa sürede vazgeçti. 1879’da misyonerlik yapmak için Belçika’da madencilerin bulunduğu Borinage’a yerleşti. Daha iyi ilişki kurmak için onlar gibi kötü koşullarda yaşamaya başlarken kilise, rahipliğin imajını zedelediği için işine son verdi. 1880’de galerici kardeşi Theo’nun önerisiyle resim kariyeri yapmayı düşündü. Güzel sanatlar okumak için Brüksel’e gitti ama bu okuldan da vazgeçti. Daha sonra bu güzel sanatlar okuma işini bir kez daha deneyip vazgeçecekti. Lahey’de başlayan ressamlığı boyunca da, sıkıntılar, zorluklar, sağlık bozuklukları nedeniyle bir yerde düzenli biçimde yaşamadı. Geçimini kardeşinin maddi desteğiyle sağlıyordu. Hollanda’da Nuenen ve Anvers’te kaldıktan sonra 1886’da Paris’teki kardeşi Teo’nun yanına yerleşti.1888’de ideali olan bir sanat çevresi kurmak için Fransa’nın güneyindeki Arles’e, 1889’daysa akıl hastanesinde kalmak için Saint-Remy’e gitti.

Kadınlarla ilişkisi istediği gibi gitmedi 
19 yaşındayken galerideki işi nedeniyle Londra’da geçirdiği günlerde, kaldığı evin sahibinin kızından hoşlanıyordu ama karşılık bulamadı. Resim yapmaya karar verdiği ilk zamanlarda kendisinden yedi yaş büyük dul kuzenine aşık olmuştu. Evlenme teklif etti fakat reddedildi. 1882’de Sien adlı ‘hayat kadınıyla’ tanıştı ve onu çocuğuyla birlikte evine aldı. Sien’in kısa bir süre sonra doğacak çocuğuna da baktı. Van Gogh Sien’in pek çok resmini yaparken ailesinin baskıları nedeniyle 1883’te ondan ayrıldı. 1885’te kendisine modellik yapan kadınlardan biri hamile kalınca kasabanın rahibi Van Gogh’un kadın modellerle çalışmasını engelledi. Ömrünün son zamanlarında, 1888’de kestiği kulağını bıraktığı kişi genelevdeki Rachel’di…

Dahi bir ressamdı 
1880’de yapmaya başladığı resimleri 1985’ten itibaren Paris’te dikkat çekmeye başladı. Bugün ilk önemli eseri olarak kabul edilen ‘Patates Yiyenler’i de o yıl yapmıştı. Resimleri ilk kez yine bu yıl Lahey’deki bir galeride sergilendi. O sıralarda henüz canlı renkler kullanmıyordu ve kasvetli tablolarının yeterince satmadığı konusunda kardeşine dert yanıyordu. Paris’te izlenimcilerin resimlerinin çok sattığını söyleyen kardeşinin önerisi canlı renkleri kullanması yönündeydi. Paris’e taşındığında bu öneriye ikna oldu. 1887’de burada ressam Paul Gauguin’le tanışıp dostluk kurdu. İdeali, bir sanat çevresi oluşturmaktı ve bunun için Fransa’nın güneyindeki Arles kasabasına yerleşti. Bir süre sonra Gauguin’i de buraya davet etti.
Dengesiz bir rusal yapıya sahip bu iki arkadaşın resim hakkındaki tartışmaları bazen epey stres yaratıyordu. Tartışmalarından birinin ardından Gauguin evi terk edince Van Gogh sol kulağının alt kısmını kesti ve bir geneleve bıraktı. Ertesi gün olayı duyan Gauguin bir daha Van Gogh’u görmedi. Van Gogh hastanede tedaviye alındı. Çıktıktan bir süre sonra halüsinasyonlar ve zehirlenme paranoyası nedeniyle tekrar hastane yolunu tuttu. Tekrar çıktığında kasaba halkı onu istemiyordu. Kardeşinin ikna etmesiyle 1889’da buradan ayrılarak Saint Remy’deki akıl hastanesine yattı. ‘Yıldızlı Gece’yi ve bugünün en popüler Van Goh resimlerini o dönemde yaptı. O en zor dönemini yaşarken resimleri Paris’te ünlenmeye başlamıştı ve Van Gogh’a ‘dahi’ sıfatı yakıştırılıyordu. 1890’da Sanit Remy’dsen ayrılarak Paris’e yakın Auvers-sur -Oise’a geldi. Burada 70 günde 70 resme imza attı. Bir yaz günü resim malzemeleriyle tarlada yürürken tabancayla kendisini göğsünden vurdu. Döndüğü otelde ertesi gün kardeşinin kolları arasında hayatını kaybetti. Son iki yılında kendisini fazlasıyla etkileyen ‘akıl hastalığı’ hakkında 30’dan fazla teori öne sürülecekti.

Yazar : Eyüp Tatlıpınar
[email protected]

Kaynak : http://www.aksam.com.tr

İstanbul ’da Moda ve film buluşuyor !

Fashion & Film Vol. 1, İstanbul Fashion Week ile koşut olarak aynı tarihlerde, tam olarak 09 Şubat 2012 günü Roxy’de düzenlenecek.

 

İlk kez düzenlenecek olan etkinlik moda filmlerinden oluşan bir video gösterim programının eşlik edeceği parti şeklinde tasarlandı. İstanbulmoda haftasının bir yan etkinliği olarak ana etkinlikleri de destekleyecek olan bu çok farklı gecede moda, film ve güncel sanat dünyaları bir araya getirilecek. Corona sponsorluğunda Kültür Departmanı tarafından organize edilen Fashion & Film Vol. 1 yenilenen ve genişleyen bir içerikle her moda haftasında tekrar edecek.

9 Şubat 2012 Perşembe günü saat 22:00’de açacak olan Fashion & Film Vol.1 programındaki videoların gösterimi ve parti, kentin en ünlü ve artık efsane statüsüne ulaşmış kulüplerinden olan Roxy’de gerçekleştirilecek. Parti esnasında konsepti oluşturan 12 moda filmi toplam 10 LCD ekranda ve 2 dev projektörde devamlı şekilde gösterilecek. Gecede sanat koleksiyonerleri, sanatçılar, galericiler, moda tasarımcıları, modeller, dergi editörleri ve medyamensupları hem bu özel seçkide yer alan filmleri izleyecek hem de partiyle beraber hoşça vakit geçirecekler.

Corona presents Fashion&Film Vol.1 programında daha önce New York ve Londra moda haftalarında, hatta Paris Pompidou sanat merkezi gibi mekanlarda gösterilmiş ünlü modacıların, yönetmenlerin işlerini sergileyen, moda ve hareketli görüntü ilişkisi üzerinden yeni bir anlatım dili geliştiren 12 film ve video yer alıyor. Küratörlüğünü Tuna Yılmaz’ın yaptığı seçki kapsamında işleri parti esnasında gösterilecek sanatçılar şöyle: Calum MacDiarmid (İngiltere), Bell Soto (Peru), Ayzıt Bostan (Almanya), Georgie Greville (ABD), Piotr Naumowicz (Polonya), Thomas English (İngiltere), Alex Johns (İngiltere), Lucia Curzi (ABD), Zaiba Jabbar (İngiltere), Michaela Kühn (Almanya), Monica Elkelv (Letonya) ve Reto Schmid & Lee Wei Swee (ABD).

Gösterim Programı Hakkında

Geçtiğimiz on yıl içerisinde, “viral” moda filmleri tasarımcıların sunacağı yeni koleksiyonlar için genel geçer anlamda en iyi sunum şekli olarak kabul edilen defileler için gerçek birer tehdit haline geldiler. Bu da sonuç olarak filmleri ve videoları moda tüketimiyle bağlantılı bir hale getirdi.

Sinema sanatının yüz yılı aşkın tarihi, janrların/türlerin çeşitliliği ve “video art” denilen görece genç ama belki de daha geniş ufuklu sanat biçiminin geçmişi üzerinden hareketle ortaya bir seçki sunuyoruz. Daha da çeşitlenecek, uzayacak, bükulecek ve yayılacak bir yapının temeli olsun diyerek… Hareketli görüntülerin modayı bir kavram, bir konsept, bir endüstri ve bir kültürel form olarak nasıl temsil ettiğini ve yorumladığının da İstanbul sınırları içinde cevaplarını arıyoruz.

Sunulan seçki havalı bir fotoğraf makinesinin ya da artık bedava pdf kopyalarının internette cirit attığı bir moda dergisinin sunduğundan daha fazla bir “şey”i ifade ediyor; film ve videonun içindeki modadan da daha “büyük” bir estetiği kutluyor. Gösterim programına alınan işler içeriklerine yönelik bir eleştirel tepkiyi teşvik ediyor ve filmin o uzun tarihine ait bağlam içerisindeki mevcut pratiklere işaret ediyor.

soda galeri

Fotoğraf Sanatçısı DERRICK SANTINI sergisi ” The Magpie “

DERRICK SANTINI: The Magpie

1.12.2011 – 31.12.2011
Açılış: 1 Aralık 2011 Perşembe, 18:30

SODA, dünyaca ünlü İngiliz fotoğraf sanatçısı Derrick Santini’nin ‘’The Magpie’’ adlı sergisine 1-31 Aralık 2011 tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor.

Judi Dench, Zadie Smith, Clive Owen, Lady Gaga gibi günümüzün ikonlaşmış isimleriyle çalışmış, moda, müzik ve reklam dünyasının aranılan isimi Derrick Santini’nin, başarılı fotoğrafçılık geçmişinin bir uzantısı olarak gerçekleştirdiği ‘’Lenticular Artworks’’ çalışmaları 31 Aralık’a kadar SODA’da.

Fotoğraf karesinde dondurulmuş imajların, dilimlenip lens görevini gören damarlı bir plastik tabakaya basılmasıyla oluşan bu özel teknikteki eserler ışıklı panolara yerleştiriliyor. İzleyenlerin önünden geçtikçe hareket eden, Santini’nin canlı modeller kullanarak gerçekleştirdiği çalışmalar filmsel olduğu kadar seksi ve provakatif de.

DERRICK SANTINI

Derrick Santini 1965’te Scarborough, North Yorkshire’da doğdu. Henüz 14 yaşındayken annesinin eski AGFA kamerasıyla çekmeye başladığı resimlerle fotoğrafa olan ilgisini keşfeden sanatçı Harrogate College ve The London College of Communication’da eğitimlerini tamamladı. ‘’Hayattan kesitler’’ olarak tanımladığı fotoğraflarının her biri birey, toplum, kültür ve özellikle de insan hallerinin bir ifadesi olan anlatımlar taşımakta. New York, Paris, Londra ve Pekin gibi dünyanın bir çok büyük kentlerinde sergileri gerçekleşen sanatçının seçilmiş işlerini topladığı ve Dazed Books tarafından 2005’te yayınlanan,’’Persona’’ adlı bir kitabı da bulunuyor.

Röportaj ve bilgi taleplerinizi [email protected]‘a iletebilirsiniz.

Detay bilgi : http://www.sodaistanbul.com