Göz bozuklukları ünlü ressamların çalışmalarını nasıl etkilemiş olabilir?

Sanatçının bilinçli bir tercihi mi yoksa görme bozukluğundan kaynaklı bir biçim mi karar vermek zor olsa da, işte 3 büyük ressamın görme bozukluğu bulunduğuna dayanak olarak sunulan eserleri…

Görme duyusu, resim yaratırken sanatçının güçlü araçlarından birisidir. Bir sahnenin haritasını çıkarmak, sanatçının hareketlerini tuval üzerinde yönlendirmek, işin rengi ve şekli hakkında gözlerden alınan geri bildirim son derece önemlidir. Ancak, bir ressamın görsel algısını değiştiren hastalıklar ya da bozukluklar yaşanması da olasıdır.

Bilim insanları ve klinik hekimleri, uzunca bir süredir, belirli bazı ressamların çalışmalarından işaretler bularak bu ressamların bazı görme bozukluklarından etkilendiklerini ileri sürüyorlar. Örneğin, bazıları, Empresyonizm akımının öncülerinde miyopluk olduğunu ve gözlüğün kullanılmadığı zamanlarda bulanık görüş mesafesi, geniş, aceleci tarzlarını açıklayabileceğini iddia ediyor.

Bu tarz bozukluklara ve bu bozuklukların eserlerdeki etkilerine deliller sunmak; genellikle spekülatiftir ve klinik kayıtların eksikliğinden kaynaklı da tanı koyabilmek zordur. Öte yandan spekülasyonları doğrulamak da son derece zordur, çünkü sanatçı kendi dünyasını yansıtmakta son derece özgür davranmıştır.

Sanatçının bilinçli bir tercihi mi yoksa görme bozukluğundan kaynaklı bir biçim mi karar vermek zor olsa da, işte 3 büyük ressamın görme bozukluğu bulunduğuna dayanak olarak sunulan eserleri.

El Greco
İspanyol rönesansının mimar, ressam ve heykeltraşçısı El Greco (1541-1614), resimlerinde bazı figürleri dikey olarak uzatmasıyla bilinir. 193 yılında, göz doktoru German Beritens, bu uzatmaların astigmatlıktan kaynaklandığını ileri sürmüştü.

Deliller, El Greco’nun uzatılmış şekillerinin bir göz bozukluğunun sonucundan ziyade bilinçli bir sanatsal seçim olduğunu gösteriyor. /Görsel Kaynak: WikimediaCommons
Astigmatlık, korneanın, her yönde aynı eğiklikte (daire şeklinde) olmamasından kaynaklanan bir göz kusurudur. Basitçe gözün bir küre şeklinde değil de yumurta şeklinde olmasıdır. Bu göz kusurunda göze gelen ışınlar bir odakta, yani belli bir noktada kesişemezler.

Kornea, bir küreden ziyade yumurta şeklinde olduğunda astigmatlık ortaya çıkar.

Buna bağlı olarak da bir görüntüde belirli bir oryantasyon içerisinde bulunan çizgiler ve dış hatlar da diğerlerine kıyasla odakta daha az toplanacaktır. Nihayetinde de retinada (görme tabakasında) bulanık bir görüntü oluşur.

Beritens, astigmatizm teorisini, El Greco benzeri dikey uzamalar üreten özel bir lensi kullanarak konuklarına göstermeyi denedi. Fakat, Beritens’in teorisinde bazı problemler bulunuyordu. Ortak bir itiraz, herhangi bir dikey uzamanın, El Greco’nun hem konu edindiği şeye hem de tuvale ilişkin görüşünü de etkilemesi gerektiğidir. Bu da, astigmatlık etkisinin büyük oranda ortadan kalkmış olması gerektiği anlamına gelir. Muhtemelen daha sorunlu olan, düzeltilmemiş astigmatizmin, görüntü boyutunda bir değişiklikten ziyade, esas olarak bulanık görüşe neden olmasıdır.

Dahası, diğer deliller, El Greco’nun kullandığı dikey uzatmaların sanatçının bilinçli seçimi olduğu yönündedir. Örneğin, 1610 yılına ait eseri, St Jerome as Scholar (yukarıda)’da tıpkı dikey doğrultuda uzatmalar gibi azizin elini yatay yönde de şekil olarak uzatttığı görülmektedir. Eğer El Greco’nun uzamış figürleri görsel algısındaki basit bir dikey gerilimden kaynaklı olsaydı, tablodaki elin de nispeten kısa ve kalın kalmasını beklerdik.

Claude Monet
Göz bozukluklarının sanat eserlerindeki etkilerinin daha bariz olduğu örnekler de vardır. Katarakt, göz bebeğinin arkasında bulunan ve görmeyi sağlayan doğal göz merceğinin saydamlığını kaybederek matlaşmasıdır ve gözlükle düzeltilemeyen bir göz kusudur. Başka bir deyişle görüşün, buğulanmış bir camın arkasından bakıyormuşçasına bozulmasıdır. Kataraktı bulunan insanlar genellikle renk ayrımını yapmakta güçlük çekerler ve daha ciddi vakalarda, mavi ışık neredeyse tamamen engellenir.

Claude Monet, 1912 yılında kendisine katarakt tanısı konulmuş ve ameliyat olması önerilmiş ünlü bir ressamdır. Ne var ki; Monet uzunca bir süre boyunca ameliyat olmayı kabul etmemiştir. Takip eden on yıl boyunca, tıbbi kayıtlarında belgelendiği üzere kritik detayları görme yeteneği giderek azalmıştır. Bu durumdan, Monet’in renk algısı da etkilenmiştir. 1914 yılında, kırmızıların, mat ve bulanık göründüğünü söylemiş ve 1918 yılı itibariyle de boya tüplerinin etiketindeki renkleri ayırt etme yetisi son derece azalmıştır.

Monet’e katarakt teşhisi konulmadan 10 yıl önce yapmış olduğu bahçesindeki nilüfer göletinin üzerindeki Japon yaya köprüsü resmi.
Kataraktlarının görsel etkisi, aynı sahnenin iki resminde kendisini göstermektedir: Bahçesindeki nilüfer göletinin üzerindeki Japon yaya köprüsü. İlk resim, Monet’e katarakt teşhisi konulmadan 10 yıl önce yapılmış ve neredeyse ince renk ayrımlarından bütün detaylara kadar kendisini göstermektedir.

Ancak ikinci resim ise, nihayet ameliyat olmaya karar verdiği zamandan bir yıl önce yaptığı aynı sahnenin resimdir. Resimde, renklerin koyu ve bulanık olması, mavinin neredeyse hiç bulunmayışı ve detay seviyesinde dramatik bir azalma olduğu barizdir.

Monet’in ameliyat geçirmeden bir yıl önceki 1922 tarihli Japon Köprüsü tablosu. /Görsel Kaynak: WikimediaCommons
Böylesi bir etkinin, sanatçının bilinçli bir seçimi olmadığı açıktır. Yazar Marc Elder’a yazdığı 1922 tarihli bir mektupta Monet, görme bozukluğunun resimlerinin bozulmasına neden olduğunu ve sağlığının iyi olmasına rağmen körlüğünün kendisini işten vazgeçmeye zorlandığını belirtmiştir.

Monet’in korkularından birisi de, ameliyatın kendisinin renk algısını değiştirebileceği yönündeydi ve ameliyat sonrasında da sıklıkla etrafın fazlasıyla sarı ya da bazen fazlasıyla mavi göründüğü şikâyetinde bulunmuştur. 2 yıl sonra renk algısı tamamen normale dönmüştür.

Deneysel çalışmalar, göz ve beynin, katarakt tarafından daha önce engellenen mavi ışığa uyum sağladığından, renk algısının katarakt ameliyatından aylar sonra ölçülebilir şekilde değiştiğini onaylamıştır.

Clifton Pugh
Göz hastalıklarına ek olarak, renk algısı kalıtsal eksikliklerden kaynaklı da değişebilir. Yaklaşık olarak erkeklerin %8’i ve kadınların %5’i anormal bir renk görüşüyle dünyaya gelmektedir ve bu durum bazen “renk körlüğü” olarak isimlendirilmektedir.

En yaygın görülen formlarının birisinde, insanlar, renkleri; mavi ve sarının çeşitli seviyeleri biçiminde görmektedir. Kırmızı veya yeşil tonlarındaki çeşitliliği ayırt etmede güçlükler yaşanabildiğinden, olgunlaşmamış bir meyveyi olgunlaşmış olandan ayırt etmede sorunlar yaşanır.

Anormal renk görüşüne sahip ünlü bir ressamın bulunmadığı düşünülüyordu ancak incelikli araştırmalar bu iddiaya karşı çıkıyor.

Görünüşe göre, Pugh’un renk görüşü bozukluğu sanat eserlerinde kullanılan renkleri belirgin bir şekilde etkilememiş.

Avustralyalı sanatçı Clifton Pugh’un biyografisinde anormal renk görüşüne sahip olduğu belgelenmiştir. Renk görüşü bozukluklarının kalıtsal doğası nedeniyle, araştırmacılar, Pugh’un neredeyse tamamen kırmızı-yeşil renk körlüğüne sahip olduğu iddiasını desteklemek için hayatta kalan aile üyelerinin renk görüşünü test ettiler.

Fakat Pugh’un resimlerinde kullanılan renklere dair yapılan bir analiz, kendisindeki bir renk görüşü eksikliğine dair işaretler ortaya koymuyor. Bu da geçmişteki çalışmalarla tutarlı olarak, bir sanatçının çalışmasına bakarak kendisinde renk görüşü eksikliği bulunduğu tanısı koymanın güvenilir olmadığını ortaya koyuyor.

Kaynak: Bilimfili

Comments are closed.