İlkel toplumlar ve sanat

İlkel toplumlarda sanatın yeri oldukça farklıydı. Topluluk üyelerinin mutlaka birkaç sanatı birden öğrenmesi beklenirdi. Eskimo kadınları, hava şartları açısından işlevsel sayılmayacak düzeyde güzel elbiseler diker, Sibirya kadınları küçük yaştan itibaren sepet örmeyi öğrenirdi.

Günümüzdekinin aksine kimse sanata ilgisiz kalmaz veya yeteneksiz sayılmazdı. Herkes yeteneği ölçüsünde bir şeyler yapardı. Yani ilkel toplumlarda herkes ‘sanatçı’ olarak görülürdü.

Elbetteki şu anda olduğu gibi tarihin her döneminde de sanat, toplumdan topluma değişiklik ve çeşitlik gösteriyordu ama şarkı, dans ve sözlü edebiyat gelenekleri evrenseldi.

Toplumda yaşayan sanatların, o toplumdaki en yararlı zanaatlarla ilişkili olduğunu söylersek hata yapmış olmayız. Kuyumculukta, oymacılıkta, çanak çömleğin bezenmesinde veya sepetçilikle yapılan iş toplumun kültürüne sıkı sıkıya bağlıydı.

Sanatın toplumsal işlevine bakıldığında, türlü sanatların farklı amaçlara hizmet edebileceği ve aynı sanatın farklı toplumlarda farklı biçimlerde kullanılabileceğini de altını çizmekte fayda var.

En temelde, sanat yapmak kişinin bilinçaltındaki gerilimlerini, sanatçı kişinin coşku ve heyecanlarını azaltıp gidermesine yaramaktadır. Stresin bu şekilde yok edilmesi, sanatçıya haz verirken, seyircilerin ise mutlu olmasını sağlar.

Toplumun sanatı, öteki kurum ve ilişkiler gibi, toplum yaşamının genel görüntü ve örüntüsü ile bütünleşecek biçimde örgütlenmiştir. Sanat, insan ilişkilerinin kesintisiz, çatışmasız ve mümkün olan hoşgörü ve barış içinde sürdürülmesini sağlayan yollardan biridir.

Sanatsal faaliyetlerin içinde olan çoğu kişi, derin bir haz duygusu içine girer ve yaşama sevinci ile dolar. Bu nedenle özellikle ilkel topluluklardaki sanat, bireyleri birbirine yaklaştıran, empati yeteneklerinin gelişmesini sağlayan bir işleve de sahiptir.