Albert Camus’ya ait Aforizmalar

Malum hafta sonu.Hava soğuk, belki bir yerlere gitmeye üşeniyorsunuzdur. Miskin miskin otururken internete bakınmak isterde biraz edebiyatla ilgilenmek istersiniz diye size kısa ama vurucu Albert Camus’ya ait Aforizmalardan örnekler vermek biraz belki sıkılmanızı önler diye düşündük. Buyurun aforizmalara.

Not: Albert Camus kimdir diye merak ediyorsanız aforizmaların sonunda bulabilirsiniz.

Albert Camus

 

*    Adalet olmadan düzen olmaz.
*    Ağın ilmiklerine takılmış bir balık gibi çırpınıyorum.
*    Ahlaka dair ne biliyorsam bunu futbola borçluyum. Çünkü top hiçbir zaman beklediğim köşeden gelmedi.
*    Alçalmak, yükselmekten çok daha kolaydır.
*    Aslında zeki bir insan, bunu siz de pek iyi bilirsiniz, haydut olup topluma sadece şiddetle hükmetmenin hayalini kurar. Bu da birtakım romanlarda okuduğumuz kadar kolay olmadığından, genellikle siyasete girilir, en zalim partiye koşulur. Aklımızı ayak altına alıyormuşuz, ne önemi var, değil mi? Böylece dünyaya hükmedebildikten sonra… İçimde zulümle ilgili tatlı hayaller buluyordum.
*    Aşılmaz bir duvarın önünde yaşamak köpekçe yaşamaktır.
*    Aşk, akıllı aptal demeden tüm insanlara bulaşan bir hastalıktır.
*    Ateşten ve yiyecekten yoksun bir insan için özgürlük, hiç de acelesi olmayan bir lükstür.
*    Basın özgürlüğü belki de özgürlük düşüncesinin giderek aşağılanmasından en çok acı çekmiş özgürlüktür.
*    Başardığımız her iş bizi köleleştirir, çünkü daha iyisini yapmaya zorlar
*    Başarı kolay elde edilir, zor olan başarıyı hak etmektir.
*    Ben dilimin sınırlarında nöbet beklerim.
*    Ben umutsuzluğu ve bu dertli dünyayı kabul etmeyerek, insanların birleşmesini ve kötü yazgılarına karşı savaşmalarını istiyordum
*    Benim uğraşım, kitaplarımı yazmak, insanlarım ve halkım tehdit edildiğinde savaşmaktır. Hepsi bu.
*    Bilirsiniz ki;en zeki insanlar bile yanındakinden bir şişe fazla devirmekten şeref duyarlar.
*    Bir akşam, dalgın dalgın hoş bir kitabı karıştırırken, bir an bile duraksamadan: ‘Tutkulu ruhların çoğunda olduğu gibi, hayattaki inancının tükendiği an gelmişti.’ cümlesini okudum. Bir saniye sonra, cümle içimde bir kez daha yankılanıyordu ve gözyaşlarına boğulmuştum.
*    Bir insan söyledikleri kadar söylemedikleri ile de insanlaşır.
*    Bir insanı sevmek, onunla birlikte yaşlanmaya razı olmaktır.
*    Bir insan söylediklerinden çok söylemedikleriyle insanlaşır.
*    Bir insanın tek başına mutlu olması utanılacak bir şeydir.
*    Bir yapıtın kalbinde, orası karanlık bile olsa sönmeyen bir güneş parlar.
*    Bir kalıp düşünceyi işlemek, bir incelik üzerinde durmaktan çok daha kolaydır. Benim için kalıp düşünceyi seçtiler: Ben de saçma oldum kaldım…
*    Bir yazarım. Ben değil kalemim düşünür, anımsar ya da kuşatır.
*    Bu dünyada en büyük suç, insanların taşıdıklarından kaçmak değilse nedir?
*    Bugün annem öldü, veya dün, tam hatırlamıyorum.(“Yabancı-1942”
*    Bugün karım öldü fakat neyse ki masamın üstü beni oyalayacak bir sürü evrakla dolu.
*    Bugünü anlatan yapıtların yazarları, duygu incelikleri, sevgi gerçekleri üzerinde duracak yerde, yargıçlardan, mahkemelerden, davalardan, suçlama yollarından başka bir şey görmüyorlar. Pencereleri dünyanın güzelliklerine açacak yerde, yalnızların sıkıntılarına açılmış pencereleri kapıyorlar.
*    Bütün büyük olayların, büyük düşüncelerin önemsiz bir başlangıcı vardır.
*    Büyük olmanın yolu da, deha gibi çalışma ve alınterinden geçer.
*    Çağdaş siyasi toplum, insanları mutsuzluğa düşürme makinesidir.
*    Dostlarım, şimdi ben size büyük bir şey söyleyeceğim. Sakın kıyametin kopmasını beklemeyin, o hergün kopmaktadır.
*    Dünya aydınlık olsaydı, sanat olmazdı.
*    Dünyada her kötülük, hemen her zaman cehaletten gelir.
*    Düşüncenin haline ağlamak boşunadır. Onun için çalışalım yeter.
*    Eğer tanrı olmasaydı, bir insan aziz olabilir miydi; bu benim bugün bildiğim tek samimi problemdir.
*    Evren insan için uyumsuzdur ve bilinemez.
*    Evrenimin gizi: İnsandaki ölümsüzlük isteğine kapılmadan Tanrı’yı düşlemek.
*    Felsefe, utanmazlığın çağdaş biçimidir.
*    Geceler sonsuz değildir.
*    Geleceğe yönelik gerçek cömertlik ,şu an mevcut olan herşeyden vazgeçmeyi içerir.
*    Gençlik kolay mutluluklar için parlak bir çağdır.
*    Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ve uçurumdur.
*    Gölgesiz güneş yoktur ve geceyi tanımak gerekir.
*    Günü gününe kadınlar, günü gününe erdem ya da erdemsizlik, günü gününe, köpekler gibi, ama her gün sağlamca yerinde duran kendim. Böylece yaşamın yüzeyinde ilerliyordum, sözcükler içinde, hiçbir zaman gerçek içinde değil. Tam okunmamış o kitaplar, tam sevilmemiş o dostlar, tam gezilmemiş o kentler, tam sarılmamış o kadınar!
*    Haklı olma ihtiyacı, sıradan insanlara özgüdür.
*    Hatırlamak için yavaşlar, unutmak için hızlanırız.
*    Hayat bir şey değildir. İtinayla yaşayınız.
*    Hayat ve ahlak hakkında bildiğim her şeyi futboldan öğrendim.
*    Hepimiz öleceğimize göre, ne zaman ve nasıl olduğunun önemsizliği meydandadır.
*    Her şeye katlanabilirim, yeter ki içimde o yoğun ve coşkun yalımı duyayım.
*    Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluruz.
*    Hiçbir sanatçı gerçekten vazgeçmez.
*    Hiçbir şey, büyüklük kadar sade değildir; çünkü sade olmak, biraz da büyük olmaktır.
*    Hürriyet, tarihin kaybolmayan tek değeridir.
*    İnsan “ne ise o olmayı” reddeden tek yaratıktır.
*   İnsan insan olmadığı sürece insanlar insan gibi yaşayamaz.
*    İnancın yere düşerse silahın da yere düşer.
*    İnsan hiçbir zaman tamamıyla mutsuz olmaz.
*    İnsan kendisi için gerçek ve mutlak olan mutluluğa yaşamı boyunca yalnız bir kez erişir ve geri kalan tüm yaşamını bu mutluluğa tekrar ulaşmaya adar.
*    İnsan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır.
*    İnsan söyledikleriyle değil, söylemedikleriyle insanlaşır.
*    İnsan tümüyle suçlu değildir çünkü tarihi o başlatmadı, ama tümüyle suçsuz da değildir çünkü tarihi sürdürdü.
*    İnsan, kendisine bir mânâ vermeye çalışan tek mahlûktur.
*    İnsan, kendi kendisinden saklamaya çalıştığı yanını sevmez.
*    İnsan da, yaşam da saçmadır; boşunadır, rastgeledir, sağlam hiç bir şey yoktur; ama yine de yaşamak gerekir.
*    İnsanı akıllı yapan tek şey nefrettir.
*    İnsanı savunuyorum, çünkü düştüğünü gördüm.
*    İnsanın eninde sonunda alışamayacağı bir düşünce yoktur.
*    İnsanın her gün yaptığı en iyi şey intihar etmemeye karar vermektir.
*    İnsanın parası varsa çalışmak zorunda kalmaz. Böylece zamanı satın alır. Bu kalan zamanda da kendini mutlu edebilecek şeyleri yapar. Yani para mutluluğu satın alır.
*    İnsanlar için en ideal düzen, onların mutlu olduğu düzendir.
*    İnsanlara boyun eğdirmek isteyenin kulağı sağırdır.
*    İnsanlarla uzun süre yaşayamıyorum. Sonsuzluğun payından bana biraz yalnızlık gerek.
*    Kelimeler torba gibidir, içine konan şeyin şeklini alır.
*    Kendine bir anlam arayan tek varlık insandır.
*    Kısaca, mahkum idamına manen yardım etmek zorundaydı.İşlerin kolayca yürümesi kendi yararınaydı.
*    Kışın en soğuk zamanında, ben nihayet içimde yenemediğim bir yaz olduğunu öğrendim.
*    Korkunç bir bırakılmışlık duygusu. Dünyanın bütün varlıklarını göğsüme sarsam bile, kendimi hiçbir şeyden koruyamazdım.
*    Kötülük cehaletten gelir.
*    Merhamet faydasız olunca, insan ondan bıkar usanır.
*    Mutluluk şansı olmasaydı, adaletin hali ne olurdu.
*    Mutluluk, bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür.
*    Ne Faust, ne Don Kişot birbirini yenmek için yaratılmamışlardır; ve sanat dünyaya kötülük etmek için icat edilmemiştir.
*    Ölüm bir istatistik ve devlet işi oldu mu, dünya işleri artık iyi gitmiyor demektir.
*    Ölüm korkusunu aşmadıkça insan için özgürlük yoktur. Ama intihar ile değil. Bu korkuyu aşmak için kendini bırkmamak gerekir. Hiç burukluk duymadan, korkmadan ölebilmeli.
*    Önümden gitme seni izleyemeyebilirim, arkamdan da gelme yol gösteremeyebilirim; yanımda yürü ve yalnızca dostum kal.
*    Özgürlük gelecek umudu değildir. O, şu ‘an’adır ve insanlarla ve şu andaki dünyayla uyumludur.
*    Polemik yüzünden çoğumuzun gözünü perdeler bürümüş, artık insanlar arasında değil bir gölgeler dünyasında yaşıyoruz.
*    Politika için yaratılmadım. Çünkü hasmın ölümünü istemekten ya da kabul etmekten acizim.
*    Politika ve sanat dünyanın düzensizlikleri karşısında başkaldırmanın iki ayrı yüzüdür.
*    Resmi tarih oldum olası büyük katillerin tarihidir. Kabil, Habil’i bugün öldürmüş değil, ama bugün Kabil, Habil’i akıl uğruna öldürüyor ve onur madalyası istiyor.
*    Sanat bence en büyük sayıda insanı ortak acılar ve sevinçlerle coşturacak görüntüleri, biçimleri bulmaktır.
*    Sanat hem bir coşma, hem de bir yadsıma işidir.
*    Sanat zorbalığa karşıdır.
*    Sanat, sanatçıyı insanlardan ayrılmamaya zorlar.
*    Sanatçı başkalarının katlandığı acıları uyuşturmasın içinde.
*    Sanatçı tanımı gereği, bugün tarihi yapanların buyruğuna girmez.
*    Sanatçı yalanla ve kötülükle uzlaşamaz.
*    Sanatçılar yaşamdan yanadırlar ölümden yana değil.
*    Sevmenin sınırı olamaz.
*    Sözün gelişi ‘dostlarım’ diyorum, dostum yok artık, sadece suç ortaklarım var. Onların da sayısı pek çoğaldı, bütün insanlar suç ortağım benim. En başta da siz geliyorsunuz. Kim yanımdaysa birinci odur.
*    Şerefini bir yana bırakan inkılap, bu duygunun egemen olduğu kaynaklarına ihanet etmiş olur.
*    Tarih insanların, düşlerin en aydınlık olanlarını gerçekleştirmek için giriştikleri umutsuz bir çabadan başka bir şey değildir.
*    Ya tüm çırpınmalarını aşan daha yüksek bir anlamı vardır bu dünyanın, ya da bu çırpınmalardan başka hiçbirşey gerçek değildir.
*    Ya zamanla birlikte yaşar ölürsün, ya daha yüce bir yaşam uğruna zamanın dışına çıkarsın.
*    ‘Yabancı’ saçmanın karşısındaki insanın çıplaklığını gösterir.
*    Yaratıcı olarak ölümün kendisine hayat verdim. Ölmeden önce yaptığım şey bu.
*    Yaşama umutsuzluğu yoksa yaşama aşkı da yoktur.
*    Yaşamak kendi başına bir değer yargısıdır. Nefes almak ise; yargılamaktır.
*    Yaşamanın tadını çıkarmaktan korkana aptal derim.
*    Yazar, sanatını büyük yapan şu iki görevi yüklenmelidir; gerçeği ve özgürlüğü.
*    Yazarlık sanatı korunması güç olan şu iki ödeve bağlı kalacaktır; bile bile yalan söylememek ve insanın insanı ezmesine karşı koymak.
*    Yazılan her şey yaşanamaz, ama insan bunu yapmayı deneyebilir.
*    Yirminci yüzyılımız korku çağıdır. Diyeceksiniz ki korku bir bilim değildir, ama bu korkuda bilimin payı var.
*    Zamanımdan ayrılamayacağımı anlayınca, onunla birleşmeye karar verdim.

Albert Camus Kimdir?

Ortada Köpekle ilgilenen kişi Albert Camus

Ortada Köpekle ilgilenen kişi Albert Camus

(7 Kasım 1913 – 4 Ocak 1960), Fransız bir yazar ve filozoftur. Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir “varoluşçu” ya da “absürdist” olarak tanımlamaz.[kaynak belirtilmeli] 1957’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak, Rudyard Kipling’den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.[kaynak belirtilmeli] Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Çocukluğu ve gençliği

20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913’te Cezayir’in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus’nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol’du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914’te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923’te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi’ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930’da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936’da tamamlayabildi.

1934’te Fransız Komünist Partisi’ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya’da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934’te Simone Hie’yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus’yle evlilikleri, Simone’nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935’te “İşçinin Tiyatrosu”nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939’da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.

1940’ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945’te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz “Sahte Savaş” olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı’nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris’in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941’de, komünist gazeteci Gabriel Péri’nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux’ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan “Yabancı” ve “Sisifos Söylencesi”ni tamamladı. Camus, Bordeaux’yu 1942’de terkedip Cezayir’in Oran şehrine gitti ve ardından Paris’e döndü.

Edebiyat kariyeri

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler’e karşı oluşmuş Fransız Direnişi’ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak “Combat” adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943’te gazetenin editörü oldu; fakat 1947’de “Combat” ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain’deki Café de Flore’u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika’yı turlayarakFransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre’dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949’da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve “Başkaldıran İnsan”ı yayımladı. Bu kitap, Fransa’daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre’la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus’yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950’lerde kendini insan haklarına adadı. 1952’de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya’yı üye olarak kabul edince UNESCO’daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metotlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954’te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan “siyah ayak”tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika’da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği’nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir’in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar’la “siyah ayak”ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız “L’Express” dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan “Düşüş” için değil, idam cezasına karşı yazdığı “Réflexions Sur la Guillotine” makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir’de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Ölümü

Camus, 4 Ocak 1960’ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında “Le Grand Fossard” isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus’yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d’Azur’de gömülmüştür.

Camus’nün ölümünden sonra telif hakları Camus’nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus’ye devredildi. Ölümünden sonra 1970’te “Mutlu Ölüm”, 1995’te de öldüğünde hala bitmemiş olan “İlk Adam” yayımlandı.

Camus’ye göre “saçma”

Camus’nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan “absürt” fikridir. Filozof bu felsefesini “Sisifos Söylencesi”nde açıklayıp “Yabancı” ve “Veba” gibi romanlarında da işlemiştir.

Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan “Absürdizm” (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus “saçma”`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.

Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak “Absürt”`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir[1], yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.

Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri

Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: “Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur. Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; ‘hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.’dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiçbir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus’un felsefesi pesimist veya aşırı melankolik değildir.

Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:

Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metot arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle “tabula rasa” yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım.”

Kaynak :* http://tr.wikipedia.org/wiki/Albert_Camus

              *  http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1010/12254.pdf

             *   http://www.dmy.info/hayat-sacma-mi/

             *   Modern bakış açısıyla Camus

                ve muhtelif kaynaklar