Şunun için etiket arşivi: Doktorlar

Pek çok yazımızda da bahsettiğimiz gibi herhangi bir müzik aleti ile tanışmanın faydaları saymakla bitmez dense yeridir. Bunların içerisinde özellikle vurmalı çalgılar dan dav

Nar Sanat Eğitim Kursu Bateri Eğitmeni Erhan KARACA

Nar Sanat Eğitim Kursu
Bateri Eğitmeni Erhan KARACA

ul (Bateri) elleri ve ayakları birbirinden bağımsız olarak kullanabilmeyi sağlayan bir müzik aletidir. Daha kısa anlatımla beyni dörde bölerek kullanabilmektir.

Vurmalı çalgılardan davulu (Bateriyi) tanıtmanın yanı sıra bateri hakkında merak ettikleriniz konusunda sizlere bigi verelim

Bateri müziğe ritm tutabilmek için kullanılan Fransızca kökenli bir kelime olup, davul seti ya da vurmalı çalgılar takımı olarak ifade edilir. Bateri çalmaya yarayan alete “baget” denilmektedir. Bunların  incelik ve kalınlık bakımından değişik çeşit ve modelleri bulunmaktadır.

Bateri çalmanın temelinde çok hızlı olmanın önemli olduğu düşünülse de asıl önemli olan denge ve akıcılıktır. Hızlı çalma eylemi süreç içerisinde ulaşılacak bir eylemdir ve bu bateristin bateriye olan hakimiyetini göstermektedir. Kısaca ustalık arttıkça ki bu çalışma ile mümkündür.

Bateride sağ el, sol el, sağ ayak, ve sol ayak uyumu çok önemlidir. Ellerin ve ayakların her birinin ayrı bir ritmde çalabilmesini sağlamak için beyni dörde bölmek gerekir. Bu da zor bir işlem olduğu için bateriyi diğer enstrümanlardan birazcık farklı kılar.

Standart bir bateri, 3 – 4 parça arasında değişen zil setinden ve 5 parça davuldan oluşur. Her bir nota bateri setinde farklı bir davulu ya da zilleri temsil eder. Türk müziğinde yaygın olarak 4/4’lük ve 9/8’lik ritmler tercih edilmektedir. Bunların yanı sıra 6/8’lik ve 7/8’lik ritmler de kullanılmaktadır. İlk başlangıçta çok iyi nota bilgisinin olması şart değildir fakat yinede 4’lük, 8’lik ve 16’lık notalar çalınabiliyor olmalıdır.

Davul çalmak sadece bir şeylere vurmak değildir.

Çocuğunuz davul dersi aldığında aynı zamanda el ve göz koordinasyonuna da sahip oluyor, refleksleri gelişiyor. Müziğin temellerini küçük yaşta kazanmaya başlıyor. Büyüdükçe müzik odaklı oluyor ve buna uygun bir çevre ediniyor. Müzikle yetişen çocukların diğerlerine oranla daha aktif ve özgüven sahibi olduğu görülmüştür.

Bir yetenek kazanmak!

Her anne-baba çocuğunun yaptığı güzel ve çevresi için örnek olan şeylerle gurur duyar. Davul çalmak bunlardan en havalı olanı! Genel olarak pek çok çalgı ile ilgilenen genç vardır fakat daha az sayıda iyi bateristin olmaması anlamında daha dikkat çekicidir bateri.

Vücut gelişimi için önemlidir.

Çünkü davul çalmak dik durmak, tutuş, vuruş, oturuş gibi önemli kurallarla başlar. Motor hareketin gelişimi ve tınısal ritm duygusu açısından önemlidir. Ayrıca bateri diğer enstrümanlardan farklı olarak dört uzvun da bir arada kullanıldığı hem fiziksel hem zihinsel aktivitenin bir arada olduğu yani spor gibi de algılanabilen tek müzik aletidir

Kısaca Davul Çalmanın Gelişimine Katkıda Bulunduğu Konular:  

Ruhsal gelişim, vücut gelişimi, zeka, duygusal durum, sosyallik gibi pek çok konu sayılabilir.  Müzik çocukların kendini ifade etme yeteneklerini geliştirir, estetik, yaratıcı ve yapıcı düşünme kapasitelerini artırır. Müzikle birlikte disiplin gibi konular çocuğa yavaş yavaş aşılanabilir. Müzik akademik performansı da olumla etkiler. Okul çağındaki çocukların daha hızlı okumaları; yazma, anlama ve düşünmede öğrenme güçlüğü çeken çocukların eğitimleri; stresin ve sıkıntının azaltılması yine müzikle başarılabilir.

Çocuk dışında yetişkinlerde de stresli atmanın yanı sıra, gençlerin farklı ve hızlı gelişimine katkıda bulunduğu gibi orta ve ileri yaşlarda da yaşlanmaya karşı önemli bir etkisi vardır. Alzheimer ya da demans gibi nörolojik hastalıklarda genellikle önerilen bulmaca çözmek tarzı aktivitelere kıyasla çok daha faydalı olduğu gözlenmiştir. Aynı zamanda konuyu bilen tıp doktorları tarafından kısmi felç geçiren ya da beyin hasarlarından dolayı kontrol problemi yaşayan hastalara da önerilmekte ve bu konuda çok iyi geri dönüşler alınmaktadır.

Kurumumuzu ziyaret ederek kazanacaklarınız.

Not-1- :  Öncelikle sizlerle tanışma imkanına sahip olacağız.

Not-2- :  Bateri ile tanışmak için ücretsiz deneme dersi randevusu alabilirsiniz.

Not-3- : Biliyorsunuz eğer öğrencimiz iseniz derslikler boş olduğu sürece ücret vermeden çalışma imkanınız var. (Sabah 09:00-Gece 21:00)

Not-4- : Bateri dersine kayıt yatıran öğrenciler Solfej dersine ücretsiz devam edebiliyorlar.

Not-5-: Pozitif bir ortamda Otuza yakın sanat dalı ile içiçe olacak ders arasında sanat soluma imkanına sahip olacaksınız  ve elbette daha pek çok şey…

Yazan : Erhan KARACA

(M.E.B. Özel Nar Sanat Eğitim Kursu

Bateri Eğitmeni)

Nar Sanat Eğitmeni Erhan KARACA kimdir?

erhan

Kocaeli Üniversitesi Radyo Sinema TV akademik eğitiminden sonra asıl yaptığı işi (müzik) öğretmek konusunda ne kadar tutkulu olduğunu keşfederek pek çok kursta ve okulda 5 ile 50 yaş arasında başlanıç seviyesinden ileri seviyeye kadar pek çok öğrenciyle çalıştı ve çalışmaya devam ediyor. Öğretmenliğin dışında grubu Heretic Soul ile Almanya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Macaristan, İsviçre ve Türkiye’de pek çok konser verdi. 4 stüdyo albümü kaydetti ve bunlardan ikisi Kanada’lı ve ABD’li şirketler tarafından yayınlandı. Son olarak Amerika’daki “Dünyanın En Hızlı Davulcusu” yarışmasına katıldı.

                                                                                                                               Eğitim

  • London College Of Music – Drumkit Grade 8
  • MEB Davul Eğitmenlik Sertifikası
  • Özel Dersler –Senol Kucukyildirim, Cengiz Baysal (Jazz, latin)

Enstrüman Deneyimi

  • Davul seti (Jazz, Latin, Rock, Funk, Heavy Metal)
  • Perküsyon

Öğretmenlik Deneyimi

  • 2008 yılından beri bazı kollejlerde
  • M.E.B. Bağlı bazı kurslarda ders vermekte olup halen
  • M.E.B. Özel Nar Sanat Eğitim Kursunda Bateri [Davul] eğitmenliği yamaktadır

Davul (Bateri) Eğitmeni Erhan Karaca’nın sponsorları

Nar Sanat, Istanbul Agop Cymbals, Axis Percussion, Pintech USA, dB Drum Shoes, MEElectronics

Stüdyo Albümleri

  • The Nihilistic Attitude – LP – 2013 – PRC Records CANADA
  • Born Into This Plague – LP – 2010 – Rotting Corpse Records USA
  • Life Becomes Our Grave – EP – 2007 – Selftitled

Ünlü ressamlardan Van Gogh  , hakkında yazılar okurken gördüğüm bir haber sunucu ünlü ressamın eserlerinden yola çıkarak yapılmış gif formatlı (Hareketli) resimleri gördüm ve bununla ilgili biraz eğlenceli olması düşüncesi ile sizler için görüntüleri derlemeye çalıştık. Amacımız sanatçıyı hafife almak değil sanatın eğlenceli yüzünü göstermek. Bu arada elbette ünlü ressamın hayatı ve tarzını bir kez daha anlatmak isteriz.

 Sanatçının tam adı ” Vincent Willem Van Gogh”  

( D. 30 Mart 1853 – Ö. 29 Temmuz 1890),

van gogh

Vincent Willem Van Gogh
( D. 30 Mart 1853 – Ö. 29 Temmuz 1890),

 Hollandalı ard izlenimci [1] (Post Empresyonizm) ressam. Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve en pahalı eserleri arasında yer alır. Van Gogh, gençliğini bir sanat simsarlığı firmasında çalışarak geçirmiş, kısa süren bir öğretmenlik deneyiminden sonra da Belçika’da fakir bir madenci kasabasında misyoner olmuştur. Resim kariyerine 1880’den sonra başlamıştır. Başlangıçta koyu ve kasvetli renklerle çalışan Van Gogh, Paris’te tanıştığı izlenimcilik ve yeni izlenimcilik akımlarının etkisiyle canlı renklere geçmiş; Güney Fransa’da geçirdiği süre zarfında da bugün yaygın olarak tanınan kendine özgü resim tarzını geliştirmiştir.

Van Gogh, ömrünün son on yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya/yağlıboya resmi ve 1100 karakalem çalışma üretmiş, en meşhur eserlerini ise ömrünün son iki yılında yapmıştır. 1888’de ressam Paul Gauguin ile arkadaşlığının bozulması üzerine sol kulağının bir kısmını kesmiş, giderek kötüleşen ruhsal hastalığı sonucunda kendini göğsünden vurarak intihar etmiştir. Kimi sanat tarihçileri Gauguin ile yaptıkları hareretli bir tartışma sonucu Gauguin’in isteyerek ya da kendini gard amaçlı olarak Van Gogh’un kulağını kestiğini de iddia ederler. Van Gogh, resim kariyeri boyunca kardeşi Theo’dan aldığı maddi destek sayesinde ayakta durabilmiştir. İki kardeşin arkadaşlığı, 1872’den itibaren birbirlerine yazdıkları mektuplarla belgelenmiştir. Van Gogh’un, Theo’ya yazdığı mektup sayısı 600’den fazla iken; Theo’nun, Van Gogh’a yazdığı sadece 40 mektup bulunabilmiştir. 20. yüzyıl sanatını ciddi şekilde etkilemiş olan Van Gogh, fovistlerin ilham kaynaklarından biridir ve Empresyonizmin öncülerinden kabul edilir.

Mektupları

Vincent_van_Gogh_imzası

31 yaşındaki Theo van Gogh (1888). Theo, kardeşinin ömür boyu hem destekçisi hem de arkadaşı olmuştur. Her ikisinin de mezarları Fransa'nın Auvers-sur-Oise bölgesindedir.

31 yaşındaki Theo van Gogh (1888). Theo, kardeşinin ömür boyu hem destekçisi hem de arkadaşı olmuştur. Her ikisinin de mezarları Fransa’nın Auvers-sur-Oise bölgesindedir.

Van Gogh’un bir sanatçı olarak anlaşılabilmesi için mevcut olan en kapsamlı kaynak, kendisi ile sanat simsarı olan kardeşi Theo van Gogh arasındaki mektup yazışmalarından oluşan koleksiyondur. Sanatçının düşünce yapısı ve inançları hakkında bilinenlerin büyük bir kısmı için temel oluşturan bu mektuplardır. Theo, kardeşine hem finansal hem de duygusal yönden destek sağlamıştır. Onların hayat boyu süren dostlukları ve Van Gogh’un sanat ile ilgili bilinen düşünce ve teorilerinin büyük bir çoğunluğu, iki kardeşin 1872 ila 1890 yılları arasında birbirlerine gönderdikleri yüzlerce mektupta kaydolmuştur: 600’den fazla mektup Vincent’tan Theo’ya, 40 adet mektup Theo’dan Vincent’a.

Birçoğuna tarih atılmamış olmasına rağmen, sanat tarihçileri mektupları genel olarak kronolojik bir sıralamaya koymayı başarmışlardır. Arles’te yaşadığı dönemde arkadaşlarına Flemenkçe, Fransızca ve İngilizce’de 200 mektup yazmış olmasına rağmen, Arles başta olmak üzere, Van Gogh’un yaşamının belirli periyodlarıyla ilgili belirsizlik hala sürmektedir.Vincent’ın Paris’te kardeşi ile birlikte yaşadığı ve bu nedenle mektuplaşma ihtiyacı duymadıkları dönem ise tarihçilerin analiz etmekte en çok zorlandıkları dönemdir. Theo’ya gönderdiği ve Theo’dan gelen mektupların dışında geriye kalan diğer dökümanlar Anthon van Rappard, Émile Bernard, Van Gogh’un kız kardeşi Wil ve Wil’in arkadaşı Line Kruysse ile olan mektuplaşmalarını kapsamaktadır.[8] Mektuplar ilk defa 1913’te Theo’nun dul eşi Johanna van Gogh-Bonger tarafından açıklanmıştır. Bonger, sanatçının yaşamındaki dramın, çalışmalarını gölgelemesini istemediği için mektupları büyük bir korkuyla yayınladığını açıklamıştır.

Van Gogh, diğer sanatçıların biyografilerini okumaya çok düşkündü ve onların yaşamlarının, icra ettikleri sanatın karakteristik özellikleriyle tutarlılık içerisinde olması beklentisindeydi.

Yaşamı

İlk yıllar (1853 – 1869)

van goh gençlikVincent van Gogh, Hollanda’nın güneyindeki Noord-Braband bölgesinde bulunan Zundert kasabasında, Protestan rahibi Theodorus van Gogh ve Anna Cornelia van Gogh’un ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Van Gogh’un doğumundan bir yıl önce, annesi bir ölü doğum yapmıştı. Eğer bu bebek ölmeseydi Vincent ismi ona verilecekti. Bu olayın genç Van Gogh’u derinden etkilediği ve Van Gogh’un sanatındaki kimi öğelerin bu olaydan kaynaklandığı ileri sürülmüştür.Van Gogh dört yaşındayken kardeşi Theodorus (Theo) doğdu. Van Gogh’un Theo dışında bir erkek (Cornelius), üç de kız kardeşi (Elisabeth, Anna, Wil) vardı. Van Gogh, 1864’te Zundert’e 30 km uzaklıktaki Zevenbergen yatılı okuluna yazıldı. 1866’da ise ortaokul için Tinburg’a geçti. 1868’de eğitimini yarıda bırakarak Zundert’e döndü. Sonradan kardeşi Theo’ya yazacağı bir mektupta, çocukluk yıllarını “kasvetli, soğuk ve kısır” olarak betimleyecekti.

Sanat simsarı ve vaiz (1869 – 1889)

1869’da, henüz on beş yaşındayken, amcası Vincent (“Cent”) aracılığıyla Lahey’deki bir sanat simsarlığı firmasında iş buldu, Ocak 1873’te firmanın Brüksel ofisine geçti. Mayıs 1873’te ise firma Van Gogh’u İngiltere’ye yolladı. Londra’nın güneyindeki Brixton bölgesine yerleşen Van Gogh, işindeki başarısı sayesinde kısa sürede babasından çok para kazanmaya başladı. Ev sahibinin kızı Eugénie Loyer’den hoşlandı, fakat ona açıldığında, kız gizlice başka bir kiracıyla nişanlandığını söyleyerek Van Gogh’u reddetti.

İngiltere’de kaldığı süre boyunca giderek içine kapanan ve dindarlaşan Van Gogh, 1875’te firmanın Paris ofisine yollandı. 1876’da ise artık sevmediği simsarlık işini bırakarak İngiltere’ye döndü, ve Londra’nın güneydoğusundaki Ramsgate kasabasında bir yatılı okulda gönüllü öğretmenlik yapmaya başladı. Okul Middlesex’e taşınınca bir süre Isleworth’de başka bir okulda öğretmenlik yapan Van Gogh, Aralık 1876’da Hollanda’ya geri döndü, ve altı ay boyunca Dordrecht’te bir kitapçı dükkânında çalıştıktan sonra, Mayıs 1877’de teoloji okumak amacıyla Amsterdam’a geçti. Temmuz 1878’de bundan da vazgeçerek ailesinin yanına döndü.

Ocak 1879’da ise misyonerlik amacıyla Belçika’da fakir bir madenci bölgesi olan Borinage’a yerleşti. Buradaki madencilerin kötü yaşam koşullarından etkilenen Van Gogh, onlarla daha iyi iletişim kurabilmek için özellikle kötü koşullarda yaşadı, yemek ve kıyafetlerinin çoğunu işçilere verdi, yatak yerine saman üzerinde uyumaya başladı. Temmuz 1879’da, “rahiplik mesleğinin saygınlığını zedelediği” için kilise tarafından işine son verildi, ama Van Gogh bir yıl daha bölgeden ayrılmadı. 1880 sonbaharında, kardeşi Theo’nun tavsiyesine uyarak resimde kariyer yapmaya karar verdi ve sanat eğitimi almak için Brüksel’e gitti. Buradaki Güzel Sanatlar Okulu’na başvurduysa da sonradan fikrini değiştirerek Nisan 1881’de Etten’e, ailesinin yanına döndü.

Etten, Lahey ve Drenthe (1881 – 1883)

Kee Vos-Stricker

Kee Vos-Stricker

Etten’de resim sanatı üzerine kitaplar okuyan ve sık sık resim yapan Van Gogh, bir taraftan da kendisinden yedi yaş büyük olan dul kuzeni Kee Vos-Stricker’den hoşlanmaya başladı. Kee’ye evlenme teklif etti, fakat teklifi “hayır, asla, hiçbir zaman” (niet, nooit, nimmer) sözleriyle reddedildi.[15] Bunun üzerine aşkını saplantıya dönüştüren Van Gogh, Kee kendisini görmeyi reddedince Kee’nin babası (ve kendi eniştesi) Johannes Stricker’le defalarca kez görüşüp Kee’yi istedi, ama eniştesi kızının maddi anlamda bağımsız olmayan bir adamla evlenmesini istemiyordu. Bir keresinde Van Gogh, Kee’yi görebilmek için eniştesine baskı yaparken, elini bir mum alevi üzerinde tutarak “elimi alev üzerinde tutabildiğim müddetçe onu göreyim” dedi, ama eniştesi mumu üfleyerek söndürdü. Kee konusundaki ısrarı ve başka sebepler yüzünden babasıyla kavga eden Van Gogh, Aralık 1881’de bir kez daha aile evinden ayrılıp Lahey’e yerleşti. Van Gogh bir süre Lahey’de yaşayan kuzeni ressam Anton Mauve’un yanında çalıştıysa da Mauve çok geçmeden Van Gogh’la arasına mesafe koydu. Van Gogh’a göre bunun sebebi, kendisinin bir fahişeyle yaşamaya başlamasıydı.

Van Gogh, Sien ismiyle bilinen, fakat asıl adı Clasina Maria Hoornik olan bu hamile kadını Ocak 1882 sonlarında sokakta terk edilmiş bir şekilde bulmuş ve beş yaşındaki Maria isimli kız çocuğuyla beraber kendi evine almıştı. Dedikodular kısa bir sürede tüm kasabaya ulaştı. Vincent, çevresinden sert tepkiler almaya başladı. Bunun üzerine Vincent, kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektubunda, şu sözleri ile olaylara sitem etmiştir:

“ İnsanlar beni bir şeylerle suçluyor… Bir şey saklıyor olmalıymışım… Vincent, arkasında utanılacak bir şey saklıyormuş… Pekala, bayım, sana ne sakladığımı anlatacağım: —sen ki ahlakını ve dürüstlüğünü kanıtlamış adam— soruyorum sana: bir kadını terk etmek mi daha erkekçe, ahlaklıca yoksa terk edileni korumak mı? ”

Clasina Maria Hoornik (Sien)'in "Sorrow" isimli resmi. 1882

Clasina Maria Hoornik (Sien)’in “Sorrow” isimli resmi. 1882

Sien Temmuz 1883’te bir erkek çocuk doğurunca (Willem), Van Gogh ona da bakmaya başladı. Willem, Van Gogh’a neşe getirmişti. (Willem sonradan Van Gogh’un oğlu olduğunu iddia etmişse de, tarihler bu iddiayı desteklememektedir.) Van Gogh’un Sien ile ilişkisine ailesi ve destekçileri karşı çıktı. Ailesi Van Gogh’a Sien’i bırakması yönünde baskı yapmaya başladı.

Van Gogh önceleri bu baskıya direndiyse de, Eylül 1883’te Sien ve çocuklarını bırakarak Lahey’den ayrıldı, ve altı hafta boyunca Hollanda’nın kuzeyindeki Drenthe’de dolaşıp resim çizerek yaşadı. 1883 sonlarında ise, Nuenen’e taşınmış olan ailesinin yanına döndü. Van Gogh, Sien ile beraber yaşadığı on dokuz ay boyunca, kadının ve çocuklarının düzinelerce resmini çizmiştir. Sien, Vincent gittikten sonra asıl mesleği olan terzilik yapmaya devam eder. 1901 yılında bir denizci ile evlenir ve 3 yıl sonra 1904 yılında (van Gogh’un intiharından 14 yıl sonra) 54 yaşında iken Rotterdam limanında intihar ederek yaşamına son verir.

Nuenen ve Anvers (Antwerpen) (1883 – 1886)

Van Gogh, Nuenen’de kendini resme verdi. Komşularını, tarlada çalışan işçileri, kulübelerinde kıyafet dokuyan dokumacıları çiziyordu. 1884’ün sonbaharında, Margot Begemann adlı bir komşu kızıyla ilişki yaşamaya başladı, fakat çiftin evlenmesine iki tarafın da ailesi karşı çıktı. Bunun üzerine striknin içerek intihar etmeye teşebbüs eden Margot’u Van Gogh hastaneye yetiştirdi. 26 Mart 1885’te babası bir inme sonucu hayatını kaybedince Van Gogh derin bir yasa girdi. Aynı sıralarda Paris’te Van Gogh’un resimleri ilgi çekmeye başlıyordu. 1885 baharında Van Gogh, bugün ilk önemli eseri kabul edilen Patates Yiyenler’i (De Aardappeleters) bitirdi. Ağustos’ta ise resimleri Lahey’deki bir galeride ilk kez sergilendi. Eylül’de model olarak kullandığı kızlardan birini hamile bırakmakla suçlanınca, kasabanın Katolik rahibi, kasabalıların Van Gogh’a modellik yapmalarını yasakladı. Van Gogh, Nuenen’de çizdiği resimlerde hep doğal ve karanlık renkler kullandı, daha sonraki eserlerinde ağırlıklı olarak kullanacağı canlı renklerden kaçındı. Kardeşi Theo’ya

Sigara İçen İskelet-kanvasa noktalarla yaılan Van Gogh resmi

Sigara İçen İskelet-Van Gogh resmi-1885

yeteri kadar resim satamadığı için sitem ettiğinde, Theo Paris’te renkli izlenimci resimlerin çok sattığını, Van Gogh’un resimlerinin ise fazla karanlık bulunduğunu yazdı.

Nuenen’de geçirdiği iki sene boyunca Van Gogh, pek çok karakalem ve suluboya çalışmanın yanı sıra, 200 kadar yağlıboya resim üretti. Kasım 1885’te Anvers’e taşınıp bir resim galerisinin üst katında yaşamaya başlayan Van Gogh, kardeşi Theo’dan gelen tüm parayı resim malzemelerine ve modellere harcayıp kendi sağlığını ihmal etmeye başladı. Günlerinin çoğunu ekmek, kahve ve sigarayla geçiriyor, bir taraftan da çok fazla absint içiyordu.Muhtemelen vitamin eksikliğinden dişleri gevşeyip ağrımaya başladı. Ocak 1886’da Antwerpen Güzel Sanatlar Okulu’na yazıldıysa da birkaç hafta sonra, kötüleşen sağlık durumu ve akademik sanat eğitimine duyduğu güvensizlik yüzünden okuldan ayrıldı. Şubat ayının çoğunu hasta geçirdikten sonra, Mart 1886’da Paris’e, kardeşi Theo’nun yanına taşındı. Van Gogh, Anvers’de geçirdiği dönemde pek çok müze gezip Peter Paul Rubens gibi eski ustaların resimlerini incelemiş, bu resimlerden etkilenerek paletini biraz genişletmiştir. Aynı dönemde, ukiyo-e adıyla bilinen Japon gravürlerine ilgi duymaya başlamış ve bu tarzı kendi resimlerinde de kullanmıştır.

Paris (1886 – 1888)774

Paris’te bir süre Theo’nun Montmartre’daki dairesinde beraber yaşayan iki kardeş, Haziran 1886’da Rue Lepic üzerinde daha büyük bir daireye taşındı. Bu dönemde iki kardeş arasında yazışma olmadığı için Van Gogh’un Paris’te geçirdiği zaman hakkında elimizde nispeten az bilgi vardır. Van Gogh Paris’te bir süre ressam Fernand Cormon’un atölyesinde çalıştı, ve atölyenin diğer öğrencileri Émile Bernard ve Henri de Toulouse-Lautrec ile yakın arkadaş oldu. Paris’te hakim sanat akımları, izlenimcilik ve henüz yeni filizlenmekte olan yeni izlenimcilik idi. Theo’nun galerisi, Claude Monet, Alfred Sisley, Edgar Degas ve Camille Pissarro gibi izlenimci ressamların eserleriyle doluydu.

Puantilist (noktacı) stilin ustaları Georges Seurat ve Paul Signac, şehrin en ünlü ressamlarıydı. Signac ile bizzat tanışan Van Gogh, arkadaşı Émile Bernard ile beraber noktacı stili denemeye başladı. Bu stilde resimler, çok sayıda ufak renk noktasının sabırla kanvasa işlenmesiyle oluşturuluyordu. Van Gogh kardeşlerin arası, beraber yaşamanın getirdiği problemler yüzünden bir ara açıldıysa da 1887 baharında tekrar düzeldi. Kasım 1887’de Van Gogh, Danimarka’dan Paris’e yeni gelmiş olan ressam Paul Gauguin ile tanıştı ve iki ressam bazı eserlerini değiş tokuş ettiler. Bu arkadaşlık, bir yıl kadar sonra dramatik bir biçimde sona erecekti. Şubat 1888’de, şehir hayatından ve Paris’in soğuk kışlarından bunalan Van Gogh, güneşli Güney Fransa kıyılarına doğru yola koyuldu. Paris’te geçirdiği iki yıl boyunca, yaklaşık 200 resim çizmişti.

Arles (1888 – 1889)

Vazoda Ayçiçekleri- Vincent Van Gogh

Vazoda Ayçiçekleri- Vincent Van Gogh-1888

Van Gogh, Güney Fransa’daki Arles kasabasına, burada ütopik bir sanat kolonisi kurma hayalleriyle yerleşti. Mart ayı boyunca manzara resimleri çizdi, bu resimlerinden üçü Paris Bağımsız Ressamlar Topluluğu’nun o yılki sergisinde sergilendi. Mayıs 1888’in başında, Şubat’tan beri kalmakta olduğu ve fazla pahalı bulduğu Hôtel Carrel’den çıkarak Café de la Gare adlı başka bir otele yerleşti. Yine Mayıs ayında, bugün “Sarı Ev” olarak bilinen boş evin dört odasını tuttu ve atölye olarak kullanmaya başladı. Ağustos ayı boyunca, bugün Ayçiçekleri ismiyle bilinen bir dizi vazolu ayçiçeği resmi yaptı.

Teras Kafe, 1888 Eylül ayında iki tane yatak satın alarak Sarı Ev’e yerleşen Van Gogh, aynı sıralarda Teras Kafe adlı meşhur eserini bitirdi. Sarı Ev’i, kurmak istediği sanat kolonisinin merkezi olarak düşünüyor, koloniye katılmaları için çevre kasabalarda yaşayan ressamlarla (Eugène Boch, Dodge MacKnight gibi) görüşüyordu. Arkadaşı Paul Gauguin’i de Arles’a davet etti. Uzun süre tereddüt ettikten sonra daveti kabul eden Gauguin, Theo’nun parasal desteğiyle Ekim 1888’de Arles’a geldi ve Sarı Ev’de Van Gogh’un kendisi için özel olarak hazırladığı odaya yerleşti. Gauguin ve Van Gogh, Kasım ayı boyunca beraber resim gezilerine çıktılar, değişik resim teknikleri ve anlayışları üzerine uzun tartışmalar yaptılar. İki ressamın da dengesiz duygusal yapısı sayesinde, resim tartışmaları giderek kızışmaya başladı, bozulan havalar ve dar alanda beraber yaşamak ise durumu daha kötü hale getirdi. Ruhsal sağlığı bozulmaya başlayan Van Gogh, Gauguin’in kendisini terk edeceğinden korkmaya başladı. Bu gergin durum, 23

Teras kafe-Van Ggogh

Teras kafe-Van Ggogh

Aralık 1888 gecesi bir krizle sonuçlandı. Bir kavga sonucu hışımla evden çıkan Gauguin’i bir süre takip eden Van Gogh, daha sonra eve döndü ve kendi sol kulağının alt kısmını kesip kopardı.

Kopardığı parçayı bir bez ya da kâğıt parçasına sarıp yerel bir genelevde çalışan Rachel adlı fahişeye verdi.[25] Geneleve çağrılan polisler, baygın halde buldukları Van Gogh’u hastaneye kaldırdılar. Olayı ertesi sabah öğrenen Gauguin, Theo’ya haber verdikten sonra Arles’dan ayrıldı ve bir daha Van Gogh’la görüşmedi. Van Gogh ise kan kaybı ve ruhsal bunalım sebebiyle birkaç hafta hastanede kaldı. Ocak 1889’da hastaneden çıkıp Sarı Ev’e yerleşen Van Gogh, halüsinasyonlar ve zehirlenme paranoyası sebebiyle, Şubat başında hastaneye geri döndü. On gün sonra hastaneden salıverildiyse de, endişeli kasabalıların baskısı sonucunda, Mart başında polis zoruyla tekrar hastaneye kapatıldı. Nisan ayında ise arkadaşı Paul Signac’ın gözetiminde evine dönmesine izin verildi. Kasabada istenmediğinin farkında olan Van Gogh, Theo’nun tavsiyesi üzerine, Arles’a 30 km uzaklıkta bulunan Saint-Rémy kasabasındaki Saint-Paul-de-Mausole akıl hastanesine geçmeyi kabul etti, ve 8 Mayıs 1889’da Arles’dan ayrıldı.

Saint-Rémy ve Auvers-sur-Oise (1889 – 1890)

Van Gogh, Saint-Rémy’de Dr. Théophile Peyron’un gözetiminde resim yapmaya devam etti. Haziran 1889’da en bilinen eserlerinden biri olan Yıldızlı Gece’yi yaptı. Van Gogh, bu eserinde, Güney Fransa’da yattığı akıl hastanesinin penceresinden gördüğü gökyüzündeki öğeleri abartılı bir şekilde resmetmiştir. Temmuz ortasında tekrar bir nöbet geçirip boyalarını yemeye kalkışınca[26] bir süre resim yapmasına izin verilmediyse de, durumu düzelince resim yapmaya devam etti. Zamanının çoğunu odasında geçiriyor, dışarıya ancak doktor gözetiminde kısa yürüyüşler için çıkabiliyordu. Bu yüzden resim konusu bulmakta zorlanınca, Jean-François Millet gibi başka ressamların veya kendisinin daha önceki eserlerinin yeni yorumlarını çizmeye başladı. 1889 sonu ve 1890 başında bir dizi yeni nöbet geçiren Van Gogh, aynı sıralarda Paris’te ünlenmeye başladı. Ocak 1890’da Mercure de France dergisinde çıkan bir yazıda, Van Gogh’dan “dahi” diye bahsediliyordu.

Mayıs 1890’da Van Gogh Saint-Rémy’den ayrılıp Paris yakınlarındaki Auvers-sur-Oise’a geldi. Burada, daha önce ruhsal problemli ressamlarla ilgilenmiş olan Dr. Paul Gachet’nin gözetiminde kalacak, kardeşi Theo’ya da yakın olacaktı. Van Gogh’un Dr. Gachet hakkındaki ilk yorumu “bence benden daha hasta ya da tam benim kadar hasta diyelim” oldu.[27] Fakat sonradan doktorla iyi geçinmeye başlayan Van Gogh, doktorun üç ayrı portresini çizdi. Auvers-sur-Oise’da kaldığı süre boyunca kendini tamamen resme veren Van Gogh, burada geçirdiği 70 günde yaklaşık 70 yağlıboya resim üretti. Annesi ve kızkardeşine yazdığı son mektupta, kafasının geçen yıla göre çok daha sakin ve huzurlu olduğunu yazdı.[28] 27 Temmuz 1890’da resim malzemelerini alıp bir tarlaya yürüyen Van Gogh, kendisini tabancayla göğsünden vurdu. Sendeleyerek kaldığı otele döndü ve yatağına uzandı. Kanamayı farkeden otel sahibi, kasaba doktoru Mazery’yi ve Van Gogh’un doktoru Gachet’yi çağırdı. Doktorlar, mermiyi çıkarmanın çok riskli olacağına kanaat getirip Theo’ya hemen gelmesi için haber yolladılar. Vincent Van Gogh, 29 Temmuz 1890 sabahı 1:30 sularında, kardeşi Theo’nun kollarında öldü, ve Auvers-sur-Oise’a gömüldü. “Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer  Vincent van Gogh, ölmeden önce yatağında yatarken.” Vincent’tan altı ay sonra Theo da uzun süredir mücadele ettiği frengi hastalığına yenilerek hayata gözlerini yumdu. Theo’nun naaşı önce Utrecht’e gömüldüyse de, karısı Johanna’nın isteği üzerine 1914’te Auvers-sur-Oise’a getirildi ve Vincent’in mezarının yanına gömüldü. Dr. Gachet’nin bahçesinden alınarak mezar taşlarının arasına dikilen sarmaşık filizi, bugün iki kardeşin mezarlarını tamamen kaplamaktadır.

Hastalığı

Van Gogh’u özellikle hayatının son iki yılında ciddi şekilde etkilemiş olan akıl hastalığı için bugüne kadar 30’dan fazla teşhis veya olası sebep ileri sürülmüştür.[30] Bunlardan bazıları, şizofreni, bipolar bozukluk (eski adıyla manik depresyon), frengi, boya zehirlenmesi (soluma veya yutma yoluyla), Ménière hastalığı ve güneş çarpmasıdır. Kötü beslenme, aşırı çalışma, uykusuzluk ve alkol düşkünlüğü, muhtemelen hastalığın etkilerini artırmıştır. Van Gogh’un özellikle son dönem eserlerinde açıkça görülen sarı renk düşkünlüğünün de tıbbi bir bozukluktan kaynaklandığını ileri sürenler olmuştur. Bu konudaki teorilerden birine göre, Van Gogh’un bolca içtiği absintte bulunan tuyon adlı madde, zaman içinde Van Gogh’un görüşünü bozarak nesneleri sarımtrak renkte görmesine sebep olmuş, bu da ressamın eserlerine yansımıştır. Bir başka teoriye göre, Van Gogh’a hastalığının tedavisi için yüksek dozlarda yüksük otu verilmiştir, ve yüksük otunun sarımtrak görüşe veya sarı lekeler görmeye sebep olduğu bilinmektedir.

Satılan eserlerinin bazıları

ResimAdSatış tarihiFiyatAyrıntılar
Dr. Gachet'nin PortesiDr. Gachet’nin Portesi15 Mayıs 1990$ 82,54 milyonAynı isimli iki tablo bulunmaktadır. Tablolardan biri Ryoei Saito adlı Japon işadamı tarafından satın alındı. Resme o kadar bağlanmıştı ki öldüğünde kendisi ile yakılmasını istemişti. Ancak sonra fikrini değiştirdi ve tablo devlete geçti.[32]
sakalsız oto portreSakalsız otoportre20 Kasım 1998$ 71,5 milyonNew York’taki Christie’s mezatevinde anonim satınalıcı tarafından satın alındı.
van-gogh-vincent-İrislerİrisler11 Kasım 1987$ 53,9 milyonNew York’taki Sotheby’s mezatevinde satın alındı. Bir süre sonra J. Paul Getty Müzesi’ne tekrar satıldı.
 l Arlésienne Madame Ginouxl’Arlésienne, Madame Ginoux2 Mayıs 2006$ 40,3 milyonNew York’taki Christie’s mezatevinde satın alındı.

[1] ard izlenimcilik :  Fransa’da, İzlenimciliğin kurallarına tepki olarak 19. yüzyılın sonlarına doğru doğdu. Ard İzlenimcilik’in temsilcileri olan sanatçılar, sanat yaşamlarına izlenimcilikle başlamışlardır. Ancak bu izlenimcilik akımının kimi sınırlamalarını aşmak ve resimlerine kendi kişiselliklerini katmak istiyorlardı. Zamanla kişisel anlatım resimlerine yansıdı. İzlenimciliğin canlı ve parlak renkleri yanında, gelenekselin dışına çıkan konu anlayışı da bu sanatçıları etkilemeyi sürdürdü. Ard izlenimcilik daha sonra yerini fovizm ve kübizm’e bırakarak bu yeni akımlara da öncülük etmiştir. Başlıca Temsilciler: Paul Cezanne (1839-1906) Georges Seurat (1859-1891) Paul Signac (1863-1935) Vincent van Gogh (1853-1890) Paul Gauguin (1848-1903) Henri de Toulouse-Lautrec

Küba’lı ünlü doktor ve bilim adamı Carlos Juan Finlay doodle oldu. Google’dan Carlos Juan Finlay’a 180. doğum günü jesti.

doodle

 Doktor Carlos Juan Finlay  kimdir Carlos Juan Finlay hayatı Carlos Juan Finlay biyografi Carlos Juan Finlay  google logo 3 aralık 2013 Dr Carlos Juan Finlay google doodle
Carlos Finlay’ın 180. Doğum günü

Carlos Juan Finlay’nın doğum günü Amerikan TIP Günü Olarak kutlanmaktadır
1855 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde okudu. Zaten 1868 yılında, bir kolera salgını sırasında bu İspanyol sömürge yetkililerinin hükümetin yönetiminin bir eleştiri olarak o zaman kabul edildi, çünkü çok başarılı değildi bir önermeyi profilaktik ve sağlık önlemlerinin alınmasını önerdi.

Ancak, onun asıl işi sivrisinekler tarafından sarı humma iletim nasıl oluştuğunu aydınlatmak oldu. Hastalığın transfer ajanı sivrisinek olduğu sonucuna Aedes aegypti gerçekten 1900 yılına kadar zamanın bilimsel topluluk tarafından kabul edilmedi teorisini doğruladı sayısız deneysel testleri sonucunda kendini tüm dünyaya tanıttı.

Kübalı büyük Doktor olarak bilinen Carlos Juan Finlay sarı humma virusunu testler sonucu bulan Kübalı bilim adamıdır.
Carlos Juan Finlay 3 Aralık 1833’te Puerto Príncipe’de doğdu ve Carlos J. Finlay  – 20 Ağustos 1915’te Küba’da öldü. Carlos J. Finlay, İskoç bir doktor ve  Fransız bir kadının 7 çocuğundan biriydi.

1853 yılında katıldığı Jefferson Medical College’den 1855’te mezun oldu. Ünlü Kübalı doktor ve bilim adamı Carlos J. Finlay kendisini hep şiddetli tıbbi tartışmaların içinde buldu. karaman.org

1881’de, Kübalı doktor Carlos Finlay aynı zamanda kara kusmuk diye de adlandırılan sarıhummanın belli bir dişi sivrisinek tarafından bulaştırıldığını ortaya çıkardı. Bunun yanı sıra hastalığı önleyecek bir aşıyı da buldu.

Carlos Juan Finlay,  sıtmayla sivrisinek arasındaki ilişkiyi sezip kanıtlayan bilim adamıdır.polis.web.tr

Carlos Juan Finlay Barres ‘de doğdu Küba Fransız ve İskoç asıllı.1853 yılında katıldığı Jefferson Medical College in Philadelphia dan sonra  Paris de ve Havanada eğitimini tamamladı.1855 yılında mezun olan Carlos Juan Finlay  Havana’ya yerleşti ve bir tıbbi uygulama açtı.

1881’de, Kübalı doktor Carlos Finlay aynı zamanda kara kusmuk diye de adlandırılan sarıhummanın belli bir dişi sivrisinek tarafından bulaştırıldığını ortaya çıkardı. Bunun yanı sıra hastalığı önleyecek bir aşıyı da buldu.
    Dünyanın bunun farkına varması yirmi yıl sürdü.
Günümüzde Asya harici tropik bölgelerde görülen ve dişi sivrisinekler aracılığıyla bulaşan sarı humma virüsünün çıkış yerinin Afrika olduğu ve virüsün 16. yüzyıldan itibaren köle ticaretiyle Güney Amerika’ya taşındığı tahmin ediliyor. image
Kesin teşhis edilebilen ilk sarı humma salgını, 1647 yılında Barbados Adası’nda yaşandı. Sadece bir yıl sonra, 1648’de Meksika’da Maya yerlileri arasında, 685’de de Brezilya’nın Recife kentinde salgınlar görüldü.
18. yüzyılda İtalya, Fransa, İspanya ve İngiltere’deki salgınlarda yüz binlerce insanın hayatını kaybetti.
Sarı hummanın tropik bölgelere mahsus olduğu varsayılsa da, Amerika’nın kuzey kesimi de 17. yüzyıldan başlayarak 20. yüzyılın başına dek birkaç kez salgından nasibini aldı.
19. yüzyılda ise Haiti Devrimi sırasında Fransız ordusunun üçte ikisi salgın sebebiyle telef oldu ve kalan askerlerin geri çekilmesi üzerine Haiti, 1804’te bağımsızlığını ilan etti.
Carlos Juan Finlay, 1833-1915
Hastalığın taşıyıcısının doğrudan insan teması değil de sivrisinekler olabileceğini ilk ortaya atan, 1870’lerde gerçekleştirdiği araştırmalarıyla Kübalı doktor ve bilimadamı Carlos Juan Finlay oldu. 19. yüzyıl sonundaki İspanyol-Amerikan savaşında sarı hummaya çok sayıda kurban verilmesi sonucu orduda görevli doktorlar, Finlay’in savını incelediler ve kısa sürede doğruladılar. Sivrisinekler aracılığıyla taşındığı ispatlanan ilk virüs sarı humma oldu. İlerleyen yıllarda grip, sıtma, fil hastalığı, tifüs ve başka alerjik hastalıkların da sivrisineklerle taşındığı kanıtlandı.

 

“Normallik ve Delilik Arasındaki Sanatçılar: Bosh’dan Dali’ye Ham Sanat’tan Basquiat’ya” adı altında Ravenna Sanat Müzesi’nde açılan sergi, yaratıcılığın sınırlarında gezinen “borderline” diye tanımlanan sanatçıların dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor ziyaretçiyi.

Ferrara’daki müzede topluca sunulan 200 yapıt, uçurumların kıyısında süregelen sonu olmayan bir yolculuğa eşlik ediyor. Geceyle gündüzün, gerçekle düşün birbirine karıştığı bu yolculukta, deliliğin sınırlarındaki sanatçılar, ziyaretçiyi kaosa sürüklüyor. Bu serginin küratörlüğünü üstlenen Ravenna Sanat Müzesi’nin (Mar) müdürü Claudio Spadoni, serginin katoloğunu yayımlayan Gabriele Mazotta ve psikiyatr Giorgio Bedoni’nin amacı da borderline sanatçıların fırçasından çıkan yapıtlar aracılığıyla her türden sınırı aşmak.

Çocuksu yaratıcılık
Fransızcada “Art Brut” diye tanımlanan, “Ham Sanat”ın temsilcisi sayılan sanatçıların yapıtlarıyla düzenlenen serginin ana teması, Paul Klee ve Jean Dubuffet’nin ”ilkel bir içgüdü” diye yorumladıkları esinlenme konusuna odaklanıyor. Tek başlarına, sessiz bir ortamda, psikiyatrik sorunları nedeniyle yaşamın kıyısına itilen yaratıcıların yapıtlarıyla karşı karşıya geliyor bu sergide ziyaretçi. “Art Brut” bu sıra dışı yaşamlarda, İsviçre’deki psikiyatri kliniklerinde yıllar süren bir yaşam süren Dubuffet’nin vurguladığı gibi primitif ve çocuksu bir nitelik ve yaratıcılık barındırıyor.

Sıra dışı bir dünyanın kapılarını aralayan Ferrara’daki sergide sanat dünyasında Pontormo diye anılan melankolik Jacopo Carrucci’nin uyguladığı diyet ve sürekli şikayet ettiği bağırsak rahatsızlığıyla ilgili yakınmalarını not düştüğü hüzünlü günlüğe de yer veriliyor. Carrucci bu günlüğü, 1554’de Floransa’daki San Lorenzo kilisesindeki bir iskeleden düşmesinin hemen ardından tutmaya başlıyor.

Müzikle terapi
Art Brut akımının bir başka önemli temsilcisi Hugo van der Goes da melankolik ve acaip davranışlarıyla dikkat çeken bir sanatçıydı. Sanat kariyerinin zirvesindeyken Brüksel’deki Roode Kloster manastırına kapanmaya karar verdi. Gerçek dışı şeyler gördüğünü söylüyor ver bağrıyordu. Yunanlı hekimlerin yolundan giden dönemin doktorları, Goes’u müzikle tedavi ediyordu.

talyan Annibale Carracci ile Carlo Dolci de melankolik karakterleriyle tanınan iki sanatçıydı. Her iki sanatçının özyaşam öykülerini kaleme alan biyografi yazarları, Carracci’nin yaşadığı aşklarla ilgili derin bir depresyona sürüklendiğini, Dolci’nin ise konuşmayı kestiğini, iletişim kurmaktan kaçındığını aktarıyor.

Viyana’da sanat tarihi mezunu olan, ardından Londra’da müzik ve tıp eğitimi alan 1886 doğumlu Hans Prinzhorn, psikanalist olmuştu. Ayrıca Heidelberg üniversitesinde ünlü bir psikiyatrın asistanlığını yapıyordu.

Prinzhorm’un “Akıl Hastalarında Plastik Faaliyet” başlıklı ilk kitabı 1922’de yayımlandı. Prinzhorm Almanya’dan Latin Amerika’ya uzanan geniş bir coğrafyada çeşitli kliniklere yatırılan akıl hastalarının farklı niteliklerdeki yapıtlarını inceliyordu.

Psikopatolojik sanat
1923 tarihli Venedik Bienali ile 1900 Paris Uluslararası Sergisi’nde, Afrikalı sanatçıların işleri olan heykellerden bir retrospektif düzenlemişti. Avrupa dışı kültürlerden gelen sanatçıların yapıtları ilk kez sunuluyordu. Aynı yıllarda primitifler ve çocukların yaptıkları resimleri çağrıştıran “ Art Brut/Ham Sanat” da modaydı.

Blaue Reiter’in Münih’de açılan bir sergisi üzerine “Die Alpen” dergisinde bir yazı yazan Paul Klee, “Çocuklar özgür bırakıldıkları sürece çok sayıda birçok ayrıntı aktaran resim yapıyor” diye not düşmüştü. Klee’nin meslektaşı Gabriele Münter, o yıllarda çocuk resimlerinin koleksiyonunu yapıyordu.

Birinci dünya savaşı sırasında İsviçre’deki kahvelerde bir araya gelen militarizm karşıtı ve anarşist Dada akımının temsilcileri, primitifler ve çocukların resimlerini çağrıştıran Art Brut akımını taklit etmişti. Öte yandan psikanalist Prinzhorm’un koleksiyonu gitgide büyüyerek 5 bin yapıta ulaşmıştı. “Psikopatolojik sanat” diye anılan kavram da bu dönemde ortaya çıkmıştı.

Jean Dubuffet 1945’de “Ham Sanat”ı, toplumdan dışlanmış ya da kendini bilinçli şekilde toplum dışına atmiş kişilerin sanatı olarak tanımlamıştı. “Art Brut”, hem ham hem de şampanya gibi “köpüklü” biir akımdı. Kendisi aynı zamanda şarap tüccarı olan Dubuffet, “Art Brut” sanatçılarını bir çatı altında bir araya getiren bir şirket de kurmuştu.

Ravenna Sanat Müzesi’nde “Borderline, Normallik ve Delilik Arasındaki sanatçılar: Bosch’dan Dali’ye, Ham Sanat”tan Basquiat”ya başlıklı sergi, 16 hazirana kadar sanat dünyasının “çılgınları”nın portreleri ile sıra dışı işlerini bir araya getiriyor.

“Art Brut” akımının takipçileri portreye çok önem veriyordu. Bu obsesif seçimin ilk örneği Van Gogh’da izleniyor. Francis Bacon, “Sevilmek için sanatçı oldum” diyordu. Gerçeküstü resmin ünlü ismi Salvador Dali’yle noktalayalım, “Bir deliyle aramda tek bir fark var; ben deli değilim!”

Kaynak : Aslı Kayabal [-]

Sanat ve sizin için çalışıyoruz!

 

Nar Sanat İstanbul Eğitim ve Kültür Sanat Derneği girişimi ile M.E.B. Özel Nar Sanat Eğitim Kursu öğrenci ve velileri ve Sağlık Ordusu üyeleri ile Tüm Eczane Teknisyenleri ve Teknikerleri Derneği üyelerine, Bakırköy Büyülü Sahne de oynanacak olan “ Ömürsün Doktor ” adlı oyun % 50 İNDİRİMLİ.

Yapmanız gereken tek şey ekteki 4 kuruma ait logonun çıktısını almak veya Nar Sanat Kitap ayraçlarından biri ile gişeye gitmek.

Yer : Bakırköy Büyülü Sahne (Eski 74 Sineması) Tel : 0212 572 0 444

Tarih : 30 Ekim 2011 Pazar

Saat : 18:00

OYUNDAN :     ÖMÜRSÜN DOKTOR

Öyküler: Anton ÇEHOV

Kurgulayan – Yöneten: Kubilay ZERENER

Oynayanlar: Levent Ünsal, Somer Karvan, Rüzgâr Aksoy, Kerim Yağcı, Nejmi Aykar, Gümeç Alpay, Sedanur Özgün

Anton Çehov, yaşadıklarını ve öykülerini büyük bir samimiyetle seyircisiyle paylaşıyor… Değişik öykülerde, Çehov’un hayatın içinden çıkmış renkli karakterleri eşliğinde yapılan keyifli bir tiyatro yolculuğu… Birbirinden güzel müzikler eşliğinde sergilenen, son derece sıcak ve duygusal bir komedi şöleni… Olaylar Rusya’da mı geçiyor, yoksa Türkiye’de mi? İyi bir yazarın elinden çıkmış iyi bir öykü, yer ve zaman tanımaz. Rusya’da da geçebilir, Türkiye’de de! Çehov’un öyküleri hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı nitekim…