Şunun için etiket arşivi: çanakkale

12 yıldır yürüttüğü ‘Tarihe Saygı Projesi’ ile Gelibolu Yarımadası’na ve bölgenin tarihine sahip çıkan OPET, 6. Çanakkale Bienali’nin ana destekçisi oldu. Troya’dan ilham alan Çanakkale Bienali, 37 uluslararası sanatçının, geçmiş ve geleceğe dair kavram, imge ve ekolojilerden beslenen eserlerini ‘Geçmişten Önce – Gelecekten Sonra’ başlığı altında bir araya getiriyor. OPET’in ‘2018 Troya Yılı’ nedeniyle yenileyerek ‘arkeo-köy’e dönüştürdüğü Tevfikiye köyündeki özgün mekanlar, bienal sergilerinin yanı sıra film gösterimlerine ve atölye çalışmalarına ev sahipliği yapıyor.

‘Tarihe Saygı Projesi’ kapsamında Gelibolu Yarımadası’nın doğal dokusunu koruyarak, çağdaş bir görünüme kavuşması için 2006 yılından bu yana rehabilitasyon ve restorasyon çalışmaları gerçekleştiren OPET, Çanakkale Bienali İnisiyatifi (CABININ) tarafından düzenlenen 6. Çanakkale Bienali’nin ana destekçisi oldu. Troya’dan ilham alan Çanakkale Bienali, Çanakkale kent merkezi ve Troya bölgesindeki farklı mekanlarda 11 Kasım’a kadar gezilebilecek.

37 uluslararası sanatçının, geçmiş ve geleceğe dair kavram, imge ve ekolojilerden beslenen eserlerini ‘Geçmişten Önce – Gelecekten Sonra’ başlığı altında bir araya getiren 6. Çanakkale Bienali’nin kavramsal çerçevesi, zamanı tarihselleştirmede kullanılan birimlerden ilham alıyor. 6. Çanakkale Bienali ana mekanlarından Troya Müzesi’nin Süreli Sergi Salonu’nda mitolojik ve tarihsel yönleriyle Troya’ya odaklanan eserler sergileniyor. Ören yerinin yanında bulunan ve kısa süre önce OPET Tarihe Saygı Projesi kapsamında yenilenerek ‘arkeo-köy’e dönüştürülen Tevfikiye’deki özgün mekanlar ise Bienal sergilerinin yanı sıra film gösterimlerine ve atölye çalışmalarına ev sahipliği yapıyor.

Yaratıcı etkileşim zemini oluşturuyor
Bienalin Çanakkale kent merkezindeki sergi mekanları, CABININ’in 5 yıl önce hizmete açtığı etkinlik mekânı MAHAL ile genç sanatçı ve tasarımcıların son yıllarda Çanakkale kültür hayatına kazandırdığı ve farklı işlevlere sahip bağımsız kültür mekanları Bordo Bina, Sanatsever ve Stüdyo Mavinil oldu. Bienal’in kurumsal ortaklarından olan Troia Vakfı’nın Korfmann Kütüphanesi’nde ise Videoist’in oluşturduğu 11 sanatçılık bir video seçkisi yer alıyor. Çanakkale Bienali’nin tamamlayıcısı olan Bienal Çocuk, Bienal Genç, Bienal Engelsiz ve Bienaldeyiz programları kapsamında, bienalin açık kaldığı 6 hafta süresince hayata geçirilecek film gösterimi, söyleşi ve atölyeler Çanakkale Kent Merkezi ile Troya, Tevfikiye Köyü arasında sürdürülebilir bir yaratıcı etkileşim zemini oluşturmayı amaçlıyor.

ÇOMÜ öğretim görevlileri ve mezunlarından Troya temalı sergi
6. Çanakkale Bienali kapsamında Tevfikiye Galeri mekanında Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) öğretim görevlileri ve mezunlarının hayata geçirdiği Troya temalı karma bir sergi bulunuyor. 11 Kasım’a kadar açık kalacak, “Kökler” başlıklı sergide öğretim görevlileri Evren Karayel Gökkaya, İhsan Doğrusöz, Şeref Doğan ve Vahid Novruzov’un yanı sıra ÇOMÜ mezunu genç kuşak sanatçılardan Erdal Sezer, Oğuzhan Karadal ve İlter Özyıldırım, eserleriyle yer alıyor. Ayrıca Tevfikiye Köyü’nde köy meydanında 6 Ekim ve 27 Ekim’de gerçekleştirilecek ‘Sanat Panayırı’ kapsamında seramik, işlevsel seramik, seramik geri dönüşüm – mozaik, resim, linol baskı, ahşap boyama, taş boyama – dekor, tekstil baskı, takı tasarımı atölye çalışmaları ve sergiler düzenlenecek. Aynı zamanda müzik dinletileri de olacak. 6. Çanakkale Bienal kapsamında Tevfikiye Köyü Çok Amaçlı Salon, iki film gösterimine ev sahipliği yapacak. 6 Ekim Cumartesi Nuri Bilge Ceylan imzalı “Ahlat Ağacı”, 13 Ekim Cumartesi ise Derviş Zaim’in “Rüya” filmi gösterilecek. Bienal kapsamında Tevfikiye Köyü’nde sanat, arkeoloji ve Troya’da yaşam üzerine sohbet ve söyleşiler de düzenlenecek.

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesini anmak için ulusça kutladığımız 30 Ağustos Zafer Bayramı‘nı değerlendirmek, ulusal birliğimizi pekiştirmek istiyorsanız bu özel günde gezebileceğiniz anlamlı yerleri sizler için bölüm bölüm sunacağız.

Başkent Ankara’da saat 12.00’da yirmi bir pare top atışı düzenlenen, ülkemizin dört bir yanında kutlamalar ve törenler düzenlenen 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda akıllara ilk Gelibolu Yarımadası ve Milli Parkı’nın bulunduğu Çanakkale’ye yapılacak bir gezi geliyor.

GELİBOLU YARIMADASI VE TARİHÇESİ
Çanakkale ili sınırları içerisinde yer alan ve 1973 ‘te kurulmuş olan Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, 33.000 hektarlık bir alanla Gelibolu Yarımadası’nın güney ucundadır ve Çanakkale Boğazı’nın Avrupa yakasında bulunmaktadır.

Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’in önderliğinde olağanüstü direniş ile kazanılan bir savunma destanı olan Çanakkale Savaşları Türk Milleti’nin dünyanın en güçlü devletlerine karşı çarpıştığı savaştır. Yaklaşık 8,5 ay süren bu savaşta Boğaz’ın iki tarafı adeta kan gölüne dönüşmüştür. Savaşta yarım milyona yakın can kaybı olmuştur. Bölge 1973 yılında milli park ilan edilmiştir. Savaşta yaşamını yitiren şehitlerin anısını yaşatan anıtlar ve müzeler, o dönemlerin izlerini canlı tutarak gelecek nesillere ulaştırmaktadır.

Gelibolu Yarımadası, Çanakkale Savaş’ında yaşamını yitiren neredeyse 250 bin Türk şehidinin yanı sıra İngiliz, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve Fransız askerlerinin de mezarlarına sahiplik etmektedir. Böylelikle tüm dünyaya kardeşlik ve barışa karşı gösterdiğimiz saygıyı anlatmaktayız. 56 tanesi yerli 36 tanesi yabancı mezar ve anıtın yer aldığı milli parkın asıl önemini 18 Mart tarihinde Çanakkale Zaferi’nin kutlandığı günde ziyaretçi akınına uğradığında anlayabiliyoruz.

ÇANAKKALE’DE GEZİLMESİ GEREKEN YERLER

Çimenlik Kalesi,
Conkbayırı Mehmetçik Parkı Yazıtları,
Değirmen Burnu Tabyası,
Dur Yolcu yazısı,
Son Ok Anıtı,
İlk Şehitler Anıtı,
Çamburnu Kalesi (Milli Park Merkezi),
Conkbayırı Yeni Zellanda Anıtı ve Mezarlığı,
Conkbayırı Atatürk Anıtı,
Gözetleme Tepe Şehitlik Anıtı,
Anzak Koyu ve Tören Alanı,
Mehmetçiğe Saygı Anıtı,
Çanakkale Şehitler Abidesi.
Gelibolu Tarihi Milli Parkı’na Ulaşım

Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı, Çanakkale’nin Gelibolu ilçesine bağlı Pazarlı köyünde bulunmaktadır. Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’na ulaşım rahattır. Buraya İstanbul, Bursa ve Çanakkale üzerinde ulaşabilirsiniz. Çanakkale üzerinden ulaşmanız için merkezden Eceabat ve Kilitbahir feribot seferleri ile, Gelibolu Yarımadası’na geçmeniz gerekiyor. Aracı olmayanlar Kilitbahir feribot seferleri sayesinde milli parka giden minibüslerle ulaşım sağlayabilirler.

Çanakkale Belediyesi tarafından 54. kez düzenlenen Uluslararası Troia Festivali bu yıl ‘Ey Özgürlük2 sloganıyla 08 -13 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilecek.

Çanakkale Belediyesi’nin 1963 yılından beri her yıl düzenlediği Uluslararası Çanakkale Troia Festivali, Barışın Kenti Çanakkale’nin keyifli atmosferini daha da eğlenceli hale getirecek. Misafirlerine bu kez “Ey Özgürlük” sloganıyla merhaba demeye hazırlanan festival kapsamında şehir kültür ve sanatı doyasıya yaşayacak.

Festival, her yıl kimin ödüle layık görüleceği merakla beklenen Homeros Bilim Kültür ve Sanat Ödülleri töreni ile 08 Ağustos Salı günü Troia Antik Kenti’nde başlayacak.

54. Uluslararası Çanakkale Troia Festivali etkinlikleri 08 -13 Ağustos tarihlerinde Çimenlik Kalesi, Özgürlük Parkı, Amfi Tiyatro, Halk Bahçesi, Çağlar Kaynak Basket Sahası, Çanakkale Seramik Müzesi, Prof. Dr. Türkan Saylan Sosyal Tesisleri, Çanakkale Belediyesi Kent Müzesi ve Arşivi ve Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde gerçekleştirilecek.

Yerli yabancı pek çok sanatçının performansını sergileyeceği festivalde; Çimenlik Kalesi ve Özgürlük Parkı’nda bu yıl konserler verecek isimler arasında Yasmin Levy, Yaşar, Burhan Öçal & Trakya All Stars, Gülay, Grup Ezgi, Aydilge ve Niyazi Koyuncu yer alıyor. Festival konuklarından dünyaca ünlü Moskova Devlet Balesi grubu ise Çimenlik Kalesi’nin büyülü atmosferinde Kuğu Gölü Balesi’ni sahneleyecek. İspanyol altı kardeşten oluşan dünyaca ünlü dans grubu Los Vivancos da programda yer alıyor.

Gece – gündüz yoğun programıyla kentin nabzını tutacak festival kapsamında Halk Bahçesi, Yazar Sanatçı Evi ve Seramik Müzesi’nde söyleşi ve sergiler düzenlenirken, tiyatro oyunları da seyircileri ile Amfi Tiyatro’da buluşacak.

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu tarafından bu yıl ilki gerçekleştirilen 1. Çanakkale Kısa Film Festivali Onur Konuğu Filiz Akın’ın katılımıyla gerçekleştirilen ödül töreniyle sona erdi.

ÇANAKKALE KISA FİLM FESTİVALİ ÖDÜL TÖRENİ (9).JPG

Bu yıl ilk kez gerçekleştirilen Çanakkale Kısa Film Festivali ödül töreninde festivalin onur konuğu olan Türk sinemasının yaşayan efsanesi Filiz Akın’a onur ödülü verildi.

Usta oyuncu törendeki konuşmasında Çanakkale’de olmaktan dolayı duyduğu şöyle ifade etti: “Beni burada çok güzel, çok sıcak karşıladınız. Zaten yaklaşık 50 senedir karşınızdayım. Bu uzun sürede bana gösterilen sevgiye, saygıya bütün kalbimle teşekkür ediyorum.”

Yarışmanın kazananları belli oldu!

Çanakkale Zaferi’nin 100’üncü yılı dolayısıyla ana teması ‘’Çanakkale Ruhu’’ olarak belirlenen festivalde, milli birlik – beraberlik, barış ve dostluk, vatan sevgisi gibi milli ve manevi değerleri konu alan pek çok kısa film arasından ön değerlendirmeyi geçen 15 film arasından; alanında uzman sinema sanatçısı ve akademisyenlerden oluşan jürinin değerlendirmesiyle 1.liği Doruk Can AKCA’nın yönettiği “Dumlupınar Son Dalış”, 2.liği Erkan ÖZCAN’ın yönettiği “Sonsuza Kadar Dumlupınar”, 3.lüğü Ali Kerem GÜLERMEN’in yönettiği “Siper İçinde” filmleri üstlenirken, Jüri Özel Ödülü’nü ise Adem AKYOL’un yönetmenliğini yaptığı “1915 Hafızalarda Kalanlar” isimli kısa film aldı. Festivalde birinciye 10.000 TL, ikinciye 5.000 TL, üçüncüye ise 3.000 TL para ödülü ve festival plaketi verildi.

Festival etkinlikleri kapsamında yalnızca film gösterimleri değil, aynı zamanda, alanında uzman akademisyen ve sanatçılarla belgesel kısa film, sinemada kurgu, Türk Sineması üzerine çeşitli söyleşiler ve dereceye giren film yönetmenleriyle söyleşiler de gerçekleşti.

Çanakkale Kısa Film Festivali Belli Periyotlarda Devam Edecek

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel ACER’in yaptığı konuşmada Çanakkale’ye böyle güzel ve anlamlı bir etkinliği kazandırdıkları için “Kısa Film Festivali” projesini başarılı bir şekilde hayata geçiren Çanakkale Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu öğretim elemanlarına teşekkür etti. Ayrıca Çanakkale Kısa Film Festivali’nin bundan sonraki yıllarda da devam edeceği duyurusunu yaptı.

kapitalizm

Hollywood : Ne görmek istiyorsanız o’nu gösterir ! ya da  Sistem pardon “kapitalizm daima kendini korur” !  “Hollywood”

ABD Başkanları sinemayı, halkı politik kararlara hazırlamak ve ABD sempatizanlığı oluşturmak için bir araç olarak kullandı… İşte ABD’nin propagandasında kullanılan o filmler…

kapitalizmYönetmen Barry Levinson’ın Türkiye’de ‘Başkan’ın Adamları’ ismiyle gösterilen Wag the Dog (1997) filminde, Beyaz Saray danışmanlarından Robert De Niro, Başkan’ın adının karıştığı seks skandalını, seçimlere kısa bir süre kala medyanın ve Amerikan halkının gündeminden çıkarmak için ilginç bir yönteme başvurur.Hollywood yapımcısı rolündeki Dustin Hoffman ile bir araya gelerek, dikkatleri hayali bir savaş senaryosuna yönlendiren De Niro, tüm dünyayı ilgilendiren krizi yönetmek için bir beyin takımı kurar ve kitleleri meşgul etmeyi başarır. Levinson’ın Amerikan siyaseti ve medya ahlakı üzerine ince eleştiriler yönelten filmi, Beyaz Saray ile Hollywood arasında uzun bir geçmişe dayanan koalisyonun şifrelerini ilk kez gün yüzüne çıkarıyordu. Beyaz Saray’ın, sıkıntılı günlerde ülke içinde moral yükseltmek için film endüstrisiyle işbirliğine ihtiyaç duyduğu görülüyor.

ABD başkanları için sinema, politik kararlarına halkı hazırlamak ve uluslararası kamuoyunda Amerikan sempatizanlığı oluşturmak için ikna gücü yüksek bir propaganda aracı oldu. Mesajlar, kimi zaman politik kimi zaman da komedi ve aksiyon türünde yapımlarla verildi.

‘BU FİLM, SAVAŞI KAZANMAMIZA YARDIMCI OLACAK MI?’

1930’lu yıllar boyunca tüm dünyayı etkileyen ekonomik buhranda umutları yıkılan kitlelerin trajediden kaçış olarak sinemalara akın etmesi Başkan Franklin D. Roosevelt’in dikkatinden kaçmadı. Roosevelt, beyazperdenin, topluma yön verebilecek etkili bir politik araç olabileceğini o sırada keşfetti.

Roosevelt, 1933’te hükümetin film yapımına doğrudan müdahalesini yasalaştırdı ve bunun karşılığında stüdyo sahiplerine sınırsız yetkiler verdi. Başkan Roosevelt, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1. Dünya Savaşı sonrasında dünyada aktif bir rol oynaması konusunda kararlıydı. Ama kendisi gibi düşünmeyen Amerikan kamuoyunu buna hazırlamak için büyük çaba sarf ediyordu. Çoğu Amerikalı, Avrupa’da devam eden 2. Dünya Savaşı’na tamamen ilgisiz kalmayı tercih ediyordu. Pearl Harbor saldırısı, bölünmüş Amerikalıları birleştirmişti; ancak savaşa karşı olan azımsanmayacak bir kesim vardı.

Hollywood stüdyolarının kapılarını çalan Roosevelt’in imdadına Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman’ı bir araya getiren 1942 yapımı Kazablanka (Casablanca) filmi yetişti. Gişe rekoru kıran filmde, Alman toplama kamplarından kaçarak Kazablanka’ya gelen direnişçilerin Lizbon üzerinden ABD’ye iltica etmeleri, romantik bir aşk hikâyesi ekseninde gösteriliyordu. Konu, tarihi gerçeklerle hiç örtüşmese de Kazablanka, dikkatleri Pasifik’in öte kıyısında yaşananlara dikkat çekmeyi başarmıştı. Filmin ilk gösterimi bu yüzden, 1943 Kasım’ında General Dwight Eisenhower komutasında Kuzey Afrika’daki Alman birliklerini yenerek Kazablanka’ya giren İngiliz ve Amerikan askerlerine yapıldı.

Kazablanka’nın hemen ardından Savaş Bilgilendirme Ofisi (OWI) bünyesinde kurulan Sinema Dairesi’ne, milliyetçilik duygularını yükseltmek ve Amerikan ordusunun güçlü imajını yükseltmeyi amaçlayan propaganda filmleri üretme görevi verildi. Savaş yıllarında Paramount hariç film stüdyoları, OWI’nin tüm senaryoları çekim öncesinde okumasına ve rötuşlar yapmasına izin verdi.

“Amerikan milliyetçiliğini anlatmak için propaganda enjekte etmenin en kolay yolu filmlerin içerisine orta şiddetli propaganda katmaktır.” diyen dönemin OWI Müdürü Elmer Davis, önüne gelen senaryolar için sadece şu soruyu soruyordu: “Bu film, savaşı kazanmamıza yardımcı olacak mı?”

KOVBOY FİLMLERİNDE, ANTİ-KOMÜNİZM PROPAGANDASI

Kazablanka’nın yapımcısı Warner Bross, Franklin D. Roosevelt’in sadık bir destekçisi oldu. Bunun karşılığında sinema, savaş yıllarında Avrupa kıtasında çalışmasına müsaade edilen ve kazancını artıran tek sektör oldu.

II. Dünya Savaşı’nda Frank Capra, John Ford ve William Wyler gibi yönetmenler vatanseverlik duygularını okşayan Nazizm karşıtı filmlerle Amerikan kamuoyuna moral verdi. Capra, Savaşa Giriş (1942), Nazilere Darbe (1942), Britanya Savaşı (1943), Bölmek ve Fethetmek (1943), Düşmanın Japon’u Tanı (1945), Tunus Zaferi (1945) ve Neden Savaşıyoruz? (Why We Fight?) adlı propaganda amaçlı savaş belgeseli serileri yaptı. Kapalı gişe oynayan, Olmak Ya da Olmamak (To Be or Not To Be 1942) isimli komedi filminde Hitler alaya alındı.

Soğuk Savaş’ın etkili olduğu 1950’li yıllarda, ABD’de Senatör McCharty ve arkadaşlarının başını çektiği komünist avında işe Hollywood’dan başlanması anlamlıydı. ‘Komünistler geliyor’ paranoyasının hâkim olduğu bu dönemde, yüzlerce senarist, oyuncu ve yönetmen baskılara maruz kaldı, işten çıkartıldı; hapse atıldı. Kara listede ismi olan senaristlere, kazanmalarına rağmen Oscar’ları verilmedi.

OWI, 1945’te kapatıldı; fakat Beyaz Saray’ın Hollywood’la kurduğu örtülü koalisyon format değiştirerek devam etti. Sovyet rejiminin yayılma politikasına karşı sinema büyüsünü kullanan Beyaz Saray, kovboy filmleriyle ustaca düşünülmüş bir propaganda yolu izledi. Başkan Harry Truman ve Eisenhower dönemlerinde seri üretimle çekilen western filmlerinde, çitlerle çevrili özel mülkünde özgürce yaşayan ve pazar günleri kiliseyi aksatmayan muhafazakâr değerlere sahip aile modeli özendirilerek, komünizmin ‘ortak mülkiyet’ ve din konusundaki söylemlerine karşı bir model geliştirildi. Frank Capra, filmleriyle Amerikan Rüyası’nın ilham kaynağı oldu.

Kovboyların amansız düşmanı ise halka korku salan, gerçekte Kızılordu’yu temsil eden ‘Kızıl’derililerdi… Posta Arabası (Stagecoach 1939) ve Çöl Aslanı (The Searchers 1956) gibi türün önemli filmlerine imza atan John Ford, propaganda içerikli kovboy filmleriyle özdeşleşti. Stalin, kovboy filmleriyle beyazperdede Amerikan ikonu haline gelen ve sıkı bir anti-komünist olan John Wayne için KGB’ye ölüm emri verdi.

Hollywood, Vietnam Savaşı’nın seslerinin duyulduğu 1962 yılında, 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan askerlerinin kahramanlıklarını anlatan savaş filmlerinin seri üretimine başladı. Normandiya çıkarmasını anlatan 2 Oskar ödüllü En Uzun Gün (The Longest Day) filminde Richard Burton, John Wayne, Henry Fonda ve Robert Mitchum gibi dönemin ünlü yıldızları düşük ücretlerle oynadı. Film, Vietnam öncesinde, ‘insanlığın güveni için çarpıştık, gerekirse yine yaparız.’ mesajını veriyordu.

Ne var ki Vietnam Savaşı’nda işler Beyaz Saray’ın planladığı gibi yolunda gitmedi. Warner Bross, bu kez Vietnam’dan gelen kötü haberleri perdelemek için çıkış yolu arayan Başkan Lyndon Johnson’ın tutunacağı bir can simidi oldu. Cepheden ulaşan iç karartıcı haberlere rağmen Vietnam’dan çekilmeyi politik çıkarları için göze alamayan Başkan Johnson, karşı propaganda için düğmeye bastı. Amerikan ordusunun ‘Ezileni kurtarmak’ sloganıyla kurulan özel gücü Yeşil Bereliler’in Vietnam’da ‘kahramanca mücadelesi’ni konu alan The Green Berets (1968) filmi çekildi. Başrolde John Wayne’nin oynadığı filmde ‘Vietnam’da her şey yolunda’ mesajı verildi. Oysa Yeşil Bereliler gösterimde olduğu sırada Pentagon, Vietnam’da tarihinin en büyük kayıplarını verdiğini rapor ediyordu.

REAGAN, KAHRAMAN FİLMLERİYLE SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRDİ

Aktörlükten ABD Başkanlığı’na geçiş yapan Ronald Reagan da politikaları için sinemayı profesyonelce kullandı. Beyaz Saray, 1980’li yıllarda bir yandan Soğuk Savaş’ta galip taraf olmayı, diğer yandan da Vietnam yenilgisinin toplumda oluşturduğu ezikliği telafi etmeyi, gündeminin ilk sırasına aldı.

Reagan’ın, özgürlüğünden taviz vermeyen, ‘güçlü ve muhafazakâr Amerikalı’ hayali kısa sürede yapımcıların elinde ete kemiğe büründü. Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Chuck Norris ve Bruce Willis gibi oyuncular korkusuz kovboyların yerini alarak güçlü kaslarıyla kötülere hadlerini bildirdi.

Stallone, Rambo 2’de (1985) Vietnam’da esir tutulan Amerikalı askerleri tek başına komünistlerin elinden kurtararak Vietnam yenilgisinin intikamını alır. Rambo 3’te (1988) Ruslara karşı özgürlük mücadelesi veren Afganlılara katılır ve onlara beyazperdede zafer kazandırır. Rocky 4’te (1985) ise Amerikan bayraklı şortuyla Rus rakibi Ivan Drago’yu kendi ülkesinde ve Sovyet yöneticilerinin hazır bulunduğu salonda ringe seren Stallone, finalde “herkes değişebilir” tiradıyla komünist dünyaya çağrıda bulunur.

Reagan döneminde, Vietnam Savaşı ve Watergate skandalıyla sarsılan Amerikan halkını birbirine kenetlemek için, ülkenin kuruluş yıllarında yaşanan İç Savaş ve sonrasını konu alan diziler üretildi. Kuzey ve Güney (North and South 1985), Şefler (Chiefs 1983), Mavi ve Gri (The Blue and The Gray 1982) gibi tarihi dizi filmlerde milliyetçilik duyguları kabartıldı. İlk Kan (First Blood-1982) filmiyle toplum dışına itilen Vietnam gazilerine ‘sizi anlıyoruz’ denildi.

Top Gun (1986) filminde donanma pilotu Tom Cruise, Sovyetler’e ait MiG uçaklarıyla havada yaptığı mücadeleyi kazanır.

Rakibi SSCB’nin kıtalar arası balistik füzelerinin uzaydan kontrol edilmesini öngören savunma programına Yıldız Savaşları (Star Wars) adını veren Reagan, medyanın desteğiyle kısa sürede ülkesini süper güç yapan kahraman bir başkomutan figürüne büründü.

Time dergisi Reagan’ı ‘Yılın Adamı’ seçerken, Hollywood ‘Süper Başkan’ figürüne göndermeler yapan kahraman filmlerine ağırlık verdi. Superman (1983/1987), Robocop (1987), Batman (1989), Cehennem Silahı (Lethal Weapon (1987), American Ninja (1985) filmleri gerçekte Reagan döneminin felsefesini parlatan yapımlar olarak dikkat çekti.

Oliver Stone, Müfreze (Platoon 1986) filminde savaşın acımasızlığına vurgu yapsa da alt metinde ‘onlar savaştılar; ama kahramanca öldüler’ mesajını vererek Vietnam’da zedelenen ulusal onuru onarma gayretine girişti. Stone’un, eleştirmenlerce en iyi işi kabul edilen Salvador (1986) filmi, ABD’nin Latin Amerika ülkelerindeki uygulamalarını iğneleyen bir akış izlese de arka fonda, ‘bu coğrafyada yaşananlar Beyaz Saray’ın sistemli politikası değil, kişi ve kurumların kişisel hatası’ düşüncesi aşılanır.

JAMES BOND, ‘GÜÇLÜ BATI’ İMAJININ SEMBOLÜ

Ian Fleming’in romanlarından sinemaya uyarlanan İngiliz ajan 007 James Bond, Soğuk Savaş döneminde kapitalist NATO ülkelerinin üstün teknolojisini de kullanarak dünyayı ‘kötü Ruslar’dan kurtaran politik bir sembol oldu. MI6 ajanı İngiliz olsa da tüm James Bond filmleri Hollywood desteğiyle çekildi.

Küba krizinin dünyayı yeni bir savaşın eşiğine getirdiği 1963’te tamamlanan ‘Rusya’dan Sevgilerle’de (From Russia with Love) James Bond, komünist Ruslar karşısında zekâsı ve yüksek teknoloji sayesinde yüzü gülen taraf olur.

1967 yapımı İnsan İki Kere Yaşar (You Only Live Twice) filminde ise bu kez dünyayı tehdit eden ‘kötü’, komünist Çin’dir.

1983 yapımı ‘Ahtapot’ (Octopussy) filminde kötü adam Sovyet Generali Orlov’un amacı, çaldığı nükleer savaş başlıklarını Batı Almanya sınırları içindeki bir ABD hava üssünde patlatarak, Batı Avrupa ülkelerinin silahsızlanma politikasına yönelmelerini sağlayarak bu ülkelerin Sovyet yayılması için kolay lokma olmasıydı. Filmde Sovyetler, diğer Bond filmlerinin aksine ‘iyi’ yanlarıyla da temsil edilir.

Yaşayan Gün Işıkları (The Living Daylights- 1987) filminde ise Bond ülkesinden kaçan bir Rus generale yardım ederken, NATO ülkelerinin amansız düşmanı Sovyet gizli servisi, ilk kez sakıncasız olarak resmedilir. Serinin 19. filmi ‘Dünya Yetmez’ (1999) filminde Bond, Sovyetlerin dağılmasının ardından bağımsızlıklarını ilan eden Kazakistan ve Azerbaycan’da uluslararası bir teröristin izini sürer. Artık ne ideolojik düşman vardır ne de KGB…

Bond ezeli rakibi Ruslarla giderek yakınlaşırken, SSCB lideri Mihail Gorbaçov, ‘ekim devrimi’nin 70. yıldönümündeki konuşmasında Stalin ve Troçki’yi eleştiriyor, Avrupa ve Asya’da yerleştirilmiş olan orta ve kısa menzilli füzelerin imha edilmesini kabul ederek yeni dönemin sinyalini veriyordu.

Düşman algısının kısmen değişmesinin sebebi, Soğuk Savaş’ta yaşanan yeni süreçle yakından ilgiliydi. Sovyet lideri Gorbaçov, 1985 yılından itibaren ABD Başkanı Reagan ile Cenevre ve Reykjavik’te art arda zirve toplantıları yapmış, silahsızlanma, silahların denetimi, bilim, kültür, eğitim alanlarında bilgi alışverişi konuları ilk kez telaffuz edilmişti. Gorbaçov’un Soğuk Savaş’ı bitiren Perestroika (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık) adını verdiği reform çalışmaları sonunda Reagan, 1987’de orta menzilli füzelerin imhası için antlaşma imzaladı.

Soğuk Savaş’ta esen ılık rüzgârlar çok geçmeden Hollywood’da da etkisini gösterdi. Kaslarıyla ‘güçlü Amerikalı’ projesinin prototipi olan Arnold Schwarzenegger, Kızıl Ateş (Red Heat 1988) filminde bu kez ABD’ye kaçan bir uyuşturucu kaçakçısını kovalayan disiplinli Rus polisini canlandırdı. Schwarzenegger’in, ‘Ivan Danko’ rolünü canlandırdığı Kızıl Ateş, Kızıl Meydan’da çekilen ilk ABD filmi oldu. Böylece kamuoyu, Beyaz Saray ile Kremlin arasında başlayan yakınlaşmaya hazırlatıldı.

SSCB’nin dağılmasından sonra ABD’nin süper güç olduğu tek kutuplu dünyada, Washington imajını parlatırken masal dünyasının büyüsüne ihtiyaç duydu. Bill Clinton’ın başkanlığı döneminde (1993-2001) ise başkanları sempatik ya da kahraman gösteren yapımlara ağırlık verilerek sempatik başkan algısı oluşturulmaya çalışıldı. Michael Douglas (The American President 1995), Kevin Klein (Dave 1993), Harrison Ford (Air Force One 1996), Bill Pullman (Independence Day 1996) Amerikalıların sevgi ve güvenini kazanan başkan figürünü canlandırdı.

‘KOMÜNİST’ TEHDİT YERİNİ ‘ARAP TETÖRİSTLER’E BIRAKTI

Soğuk Savaş’ın ardından Hollywood kahramanlarının yeni düşmanı Arap teröristler oldu. Arnold Schwarzenegger, ‘Gerçek Yalanlar’da (True Lies 1994) ülkesini bir grup Arap teröristten kurtarır. Denzel Washington’ı, ‘Kuşatma’ (The Siege 1998) filminde New York’ta bombalama eylemleri yapan Arap teröristlerin izini süren FBI ajanı rolünde görürüz.

George W. Bush, başkanlığının ilk yılında yaşanan 11 Eylül saldırılarının ardından ABD güvenliğini tehdit eden İran, Irak ve Kuzey Kore gibi ülkeler için önleyici savaş doktrinini açıkladı. Afganistan müdahalesi ve Irak’ın işgalini takip eden Guantanamo ve Ebu Gureyb Hapishanesi gibi uygulamalar dünya kamuoyunda Amerikan karşıtı sivil eylemlerin artmasına sebep olunca, Hollywood tekrar göreve çağrıldı.

Leonardo DiCaprio, ‘Yalanlar Üstüne’ (Body of Lies 2008) filminde Ortadoğulu terörist bir liderin dünyanın çeşitli yerlerinde bombalama eylemi yapmasını engeller. Filmde Arap coğrafyası, güven vermeyen bir yer olarak gösterilir. 6 Oscar kazanan ‘Ölümcül Tuzak’ (The Hurt Locker 2008) filminde Amerikan askerlerinin kahramanlığı anlatılırken alt metinde ‘Irak’ta herkesin potansiyel bir düşman’ olduğu izleyiciye empoze edilir.

Green Zone (2010) filminde CIA, Irak’ın bölünmemesi için uğraş veren ama başaramayan bir örgüt olarak gösterilir. Irak Savaşı’nı konu alan filmlerde, ABD’nin, gerçekte çıkarları için değil, bölge halkının özgürleştirilmesi için orada olduğu mesajı verilir.

George Clooney, birinci Körfez Savaşı’nı konu alan ‘Üç Kral’da (Three Kings 1999) Irak ordusunun zulmüne uğrayan yerel halkı koruyarak, gerçekte ABD ordusunun neden çölde olduğunun cevabını verir.

Ridley Scott’ın propaganda filmi ‘Kara Şahin Düştü’de (Black Hawk Down 2001) 1993’te Birleşmiş Milletler gücüne bağlı olarak kötü adamları yakalamak için Somali’ye gönderilen bir grup Amerikan askerinin hikâyesi etkileyici bir görsellikle anlatılır. Alt metinde, ‘yerel halkın özgürlüğü için buradayız’ mesajı dikkat çeker.

ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003 yılında gösterime giren Güneş’in Gözyaşları (Tears of The Sun) filminde, orduya bağlı özel kuvvetlerde görev yapan Bruce Willis, emrindeki mangayla, bir grup mülteciyi Nijerya’daki diktatörün elinden kurtarmaya çalışır. Film, Irak’taki varlığı tartışılan Amerikan askerleri için iyi bir propaganda olur.

Michael Bay’ın, Transformers (2007) filminde Amerikan ordusu, doğal kaynakları ele geçirmek için başka bir gezegenden gelen kötü robotlardan Dünya’yı kurtarır. Bay, Armageddon (1998) filminde de ‘dünyayı kurtaran Amerikalı’ temasını merkezine alır ve Dünya’ya çarpmak üzere olan bir astreoidi, petrol sondaj uzmanı Bruce Willis hayatını feda ederek yok eder. Bir anlamda ‘biz iyi adamız’ mesajı alttan alta verilir.

Wag the Dog filminin gösterime girdiği 1998 yılında ilginç bir olay yaşandı. ABD Başkanı Bill Clinton ile Beyaz Saray stajyerlerinden Monica Lewinsky arasında Beyaz Saray’da yaşanan seks skandalı Clinton’ı başkanlığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bıraktı. Clinton, Kongre’de bir konuşma yaparak Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in nükleer silah yapımına göz yumduğunu öne sürdü ve Kongre’de Bağdat’a saldırı tehdidinde bulundu. Aralık ayında dört gün süren Çöl Tilkisi Operasyonu’nda Irak’ın farklı yerleri bombalanarak gözdağı verildi.

Kynk: CİHAN

 

 Editör Notu :  “18 Mart Şehitleri Anma Günü” olduğunu unutmuş değiliz tam tersine… Kutlu olsun!