Şunun için etiket arşivi: ada

Ses ve müzik doğumla beraber, hatta bazı araştırmaların kanıtladığı gibi henüz anne karnında iken çocuğun yaşamına girmekte ve etkilemektedir. Bu etkileme annenin söylediği ninni ile başlar ve gitgide çevreden, radyodan, televizyondan duyduğu; evde, okulda, sokakta duyup öğrendiği ve söylediği müzikle beslenir.

 Her çocuk müziğe aynı ölçüde yetenekli değildir. Fakat bütün çocuklar müziği severler. Bu konuda araştırma yapan bilim adamlarına göre, çok üstün yetenekli çocuklar ve çok yeteneksiz çocuklar istisna kabul edilmektedir. Bu istisnalar dışında kalan bütün çocuklar, az ya da çok müziğe yetenekli sayılmaktadırlar. Ancak bu yeteneğin gelişimi büyük ölçüde içinde bulundukları ortama bağlıdır. Yetişmeye elverişli ortam ve koşullar bulunamazsa, çocuk üstün yetenekli de olsa, müzik sanatçısı olamaz.

piyanooooood *Okul öncesi kurumlarında müzik yeteneklerinin derecesi henüz bilinmeyen çocuklara, müzik eğitimi verilirken bu olgu göz önünde bulundurulmalıdır.

*Çocuklar küçük yaşlardan itibaren iyi müzikle beslenirse, büyünce müzik sanatçısı olmasalar bile; iyi müziği seçen, seven ve ondan yararlanmasını bilen yetişkinler olacaklardır.

*Okul öncesi eğitim döneminde müzik ve müzikle bağlantılı hareket, ses, söz ve tartım çocuğun gelişimlerini etkilemektedir.

Müziğin, çocuğa çok yönlü yararlarını şöyle sıralayabiliriz:

-Çocuğun duyularını geliştirir. Çocuk dinlediğini duymak, duyduğunu anlamak gibi okuma yazmaya hazırlıkta önemli beceriler kazanır.

-Şarkı söylerken yeni sözcükler ve cümle kalıpları öğrenir bunları tekrar ederken düzgün konuşmayı benimser ve dili gelişir.

-Sözcükleri doğru ve anlaşılır bir şekilde söylemeyi öğrenir, yani diksiyonu gelişir.

-Tekerleme ve saymacalar söylerken dil çevikliği kazanır, akıcı konuşma becerisi ve alışkanlığı gelişir.

-Duygusal yönden rahatlar; güvensizlik, çekingenlik, saldırganlık, korku gibi olumsuz duygu ve davranışlar, müziğin etkisiyle olumlu duygu ve davranışlara dönüştürülebilir.

-Grup çalışmalarında içine kapanık bir çocuk, grup içinde rahatlamayı, dikkati üzerine çekmeden başkalarıyla beraber olmayı, hata yapmaktan korkmadan denemeyi, etkin iletişim kurmayı öğrenir. Aynı zamanda özel yetenekleri olan bir çocuk, solo çalışmalarında grup içinde sivrilme olanağı bulur.

-Grup içinde şarkı söylerken veya müzik eşliğinde hareket ederken, arkadaşlarıyla uyum içinde olmayı öğrenir (Birlikte başlama ve bitirme, seslerin yüksekliğine ritme uyma, etrafını dinleme, müzik işaretlerini uygulama vb.). Böylece birlikte iş yapmanın toplumla uyum içinde olmayı gerektirdiğini kavrar ve disiplin alışkanlığı kazanır.

-Çocuk kendi kültür ve geleneklerimizi müzik ve danslarımızla tanır; vatan, ulus, bayrak duyguları gelişir.

-Estetiğe yönelir ve çevresine karşı duyarlı olur.

-Yaratıcılığı güdülenir, esnekliği artar ve yeni deneyimlere yönelir.

-Sesini, kulağını ve zevkini geliştirir. Doğru duymayı, denetlemeyi ve kullanmayı, güzel müziği ayırt etmeyi öğrenir.

-Şarkı söylerken “soluk alıp vermeyi denetleme” becerisi kazanır ve akciğerleri gelişir.

-Çalgı ve çalgı olarak kullanılabilecek oyuncakları kullanırken, müzik eşliğinde hareket ederken, koordinasyonu, küçük ve büyük kasları gelişir, bu da fiziksel ve psiko-motor gelişimini olumlu yönde etkiler.

Kaynak: Ayten ÖZTÜRK, Okul Öncesi Eğitimde Müzik, Morpa Yayınları, 2007

Geçtiğimiz yıl Avrupa’nın en büyük ikinci kukla festivali seçilen İzmir Kukla Günleri Festivali, bu yıl en iyi olmak için perdelerini açtı

RÖPORTAJ: MÜJGAN KULLE

Uluslararası arenada ses getiren kukla sanatçılarını, İzmirli kukla severlerle bir araya getiren ve bu yıl altıncısı düzenlenen İzmir Kukla Günleri, 3 gündür izleyicilerin yoğun ilgisiyle karşılaşıyor.
Sözü fazla uzatmadan festivalin yaratıcısı Selçuk Dinçer ile festivalin tüm detaylarını konuştuğumuz söyleşimize geçmek istiyorum.
* İzmirli sanatseverlerin sabırsızlıkla beklediği İzmir Kukla Günleri Festivali nihayet başladı. Eminim geçen seneye göre çok daha büyük bir ilgi söz konusu..
– Kesinlikle… Hatta geçen seneyle kıyaslarsak iki katına çıkan bir ilgiden söz etmek mümkün. Tartışmasız her gün artan bir ilgiyle karşı karşıya festivalimiz. Örneğin bu seneki birçok oyunumuzun biletleri çok erken bitti, bir kısmının da biletleri önemli oranda tükenmek üzere…
Öyle görünüyor ki festivali kaçırmak istemeyenlerin sayısında bir hayli artış var. Biletler erkenden sanatseverlerle buluştu…
Tabi bunun ötesinde sadece biletlerle değerlendirmemek lazım bu ilgiyi. Soranların, ilgilenenlerin, festival içinde bir şeyleri merak edenlerin, kısacası festivalle ilgili her detayı öğrenmek isteyenlerin sayılarında da ciddi bir artış söz konusu. Bu tabii ki çok sevindirici.
Çünkü bu durum İzmir’in tam anlamıyla festivalimize sahip çıktığı anlamına geliyor. Zaten bir festival ancak kent ona sahip çıkarsa, yaşar, büyür ve gelişir. İzmir, bu festivali benimsedi ve sonuna kadar sahip çıkacağının sinyallerini veriyor.

İLGİ KATLANARAK ARTIYOR
* Festivalin uluslararası tanınırlığı da artmış olmalı…

– Hem de çok… Uluslararası arenadaki festivalin tanınırlığı, bilinirliği, her yıl çok süratle artıyor. Hatta katlanarak artıyor demek daha doğru… Uluslararası alandan da çok ciddi geri dönüşler alıyoruz. Bu da İzmir’in adını markalaştırmak adına büyük bir artı.
* Geçen yıl bu zamanlar yaptığımız söyleşimizde festival için ‘henüz bebek’ yakıştırması yapmıştınız… Görünen o ki bebeğiniz hızla büyümüş, hatta ilkokula başlamış…
– Gerçekten de öyle oldu… O kadar hızla öğreniyor ve büyüyor ki, bu yıl ilkokula başladı diyebiliriz… (gülüyor) Çünkü özenle büyütüyoruz ve eğitiyoruz… Bakın festivallerde eğitim kısmı çok önemlidir. 6 yıllık genç bir festival olmamıza rağmen hızlı ama emin adımlarla ilerliyoruz. Her festivalde farklı şeyler öğreniyoruz, öğrenmeye de devam edeceğiz.
* İzmir Kukla Günleri, geçen yıl Avrupa’nın en büyük ikinci kukla festivali seçilmişti. Bu sene birinciliği alır mıyız?
– Evet, geçen sene Avrupa’daki en büyük ikinci kukla festivali seçildik. Belki bu yıl Avrupa’nın en büyük kukla festivali olacağız. Çünkü dünyanın en büyük kukla festivali Fransa’nın Sarnafil kasabasında düzenleniyor ve iki yılda bir yapılıyor. Geçtiğimiz yıl 50. yaşını kutladı. Bu sene festival kapsamında yer almıyor. Bundan dolayı da bu sene büyük ihtimal İzmir Kukla Günleri Festivali, Avrupa’nın belki de dünyanın en büyük kukla festivali olacak. Bu da ayrı bir heyecan bizim için…

ÖNEMLİ FARKLILIK
* Geçen seneye göre ne gibi farklılıklar var?

– Festivalimizin en büyük farkı workshop’lar bu sene… Sadece profesyonel sahne sanatçılarına yönelik workshop’lar bunlar. Geçen sene 1 olan atölye çalışmalarını 3’e çıkardık. Çünkü büyük oranda kalıcı yarar sağladığımızı gördük. Şöyle ki; İzmir’i kültür başkenti, marka kent yapmak adına, kentin içindeki sanatsal üretimlerin fazlalaşmasına ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Bu anlamda kentin içindeki kültürel, sanatsal üretim de ancak o üretimi yapacak insanları beslemekle mümkün. İşte bu anlamda çok ciddi ve kalıcı yararlar söz konusu. Festivale oyun oynamaya gelen aynı zamanda eğitimci niteliği taşıyan sanatçılardan da yararlanabiliriz diye düşündük ve dünyanın en önemli kukla sanatçılarına bu teklifte bulunduk. Örneğin sanatçılarından biri Neville Tranter…
Tranter’in Türkiye’ye ilk gelişi. 5-7 Mart’ta kukla oynatma teknikleri üzerine bir atölye çalışması olacak. Bir diğer sanatçımız Amerika’dan Larry Hunt& Adelka Polak… O da 6-8-9 Mart tarihlerinde mask atölyesi üzerine bir workshop düzenleyecek. Son workshop sanatçımız ise
Japon Noni Sawa… Sawa’nın 13-15 Mart’ta gölge oyunu konusunda bir workshop çalışması söz konusu. Hepsi master class niteliğinde atölye çalışmaları olacak. Festivalin büyük oranda artan ve en önemli farklılığı bu.
* İki önemli konferans ve sergi de var festival kapsamında… 
– Evet… Özellikle çok önemli iki konferansımız var. Biri 10 Mart’ta ‘Eğitimde Kuklanın Yeri’ adlı konferans, bir diğeri ise 14 Mart’ta ise ‘Çağdaş Kuklacılıkta Yeni Bir İtici Güç’… Özellikle ‘Eğitimde Kuklanın Yeri’ adlı konferansa yoğun katılım olacağını düşünüyorum. Çünkü eğitim alanına hitap ediyor. Amerika’dan Jennifer Hunt, kendi alanında uzman bir isim.. Önemli bir konferans olacak… Bu konferansı eğitimcilerin kaçırmaması gerekiyor. Sergilere gelince… Festival boyunca sürecek sergilerimizden biri Uğur Mumcu Kültür Merkezi’nde sergilenen Kukla Afişleri, diğeri ise Fransız Kültür Merkezi’nde meraklılarıyla buluşan Fotoğrafçı Gözüyle Kukla…
* Festivalin süresi 11 günden 25 güne çıkarıldı… Eminim kukla severler bu duruma çok sevinmiştir
– Gelen tepkiler o yönde gerçekten de… Geçen sene oyun sayımız 120’ydi, bu sene 132 oldu. Gösteri mekanı 25’ti, bu sene 35 oldu. Ama aşağı yukarı festivalin hacmi aynı. Festivali yayma gereği duyduk çünkü, böylece seyirciler daha fazla etkinliği izleyebilecekler. Bu da kukla severlerin bu sene dolu dolu bir festival geçirmesi anlamına geliyor. Sindire sindire, yetişme telaşı olmadan geçecek 25 gün… Biletler de geçen seneyle aynı… 15-20 TL… Bilet satışları AKM’deki gişelerden ve Biletix’ten sağlanıyor.

SAKIN KAÇIRMAYIN!
* Peki okurlarımıza özellikle de yetişkinlere ‘mutlaka kaçırmayın’ diye önerebileceğiniz oyunlar var mı?

– Olmaz mı… Toplamda 36 oyun, 132 gösteri sahnelenecek bu sene. Biri hariç hepsi ilk kez sahnelenecek oyunlar. Hepsi kaçırılmaması gereken oyunlar bana göre. Ama ‘mutlaka kaçırmayın’ diyebileceğimi birkaç oyun var elbette.
Örneğin Hollanda’dan Neville Tranter’ın ‘Punch&Judy Afganistan’da’ isimli politik güldürü (5-7 Mart), Fransa’dan La Compagnie Azhar’ın ‘Büyülü Toz’ (8-9 Mart), Japon sanatçı Nori Sawa’nın ‘Vişne Bahçesinin Gölgeleri’ (14-17 Mart), İspanya’dan El Retrete de Dorian Gray’in ‘Hava Boşluğu’ (15-16 Mart), yine İspanya’dan Angelico Musgo’dan ‘Ros’un Minyatür Yolcuyuğu’ (12-13-14-15-17 Mart), İtalya’dan Laura Kibel’in ‘Ayakların İzinde'(8-9-10-11-12 Mart)oyunu mutlaka izlenmeli. Arjantin’den Valeria Guglietti’nin ‘Ellerime Dokunma'(20-21-23-24 Mart) ve Bulgaristan’dan Varna Devlet Kukla Tiyatrosu’nun 16 kişilik dev ekibinin sahneleyeceği ‘Kukla Tiyatrosu Hakkında Bazı Sırlar’ (bugün-5 Mart) da kaçmaması gereken oyunlardan…

MİNİKLERE ÖZEL
* Ya çocuklar için…

– Değişik yaş gruplarına hitap eden oyunlar var bu yıl. Örneğin 2-5 yaş grubu çocuklar için Almanya’dan Angelika Müler’in sahneye taşıdığı ‘Aç Tırtıl'(5-6-7-8 Mart); 5-12 yaş çocuklar için ise Avusturya’dan Karin Schafer’in ‘Ejder Gemiler Geldiğinde’ (23-24 Mart); 13 yaş ve üzeri için ise Danimarka’dan Astrid Kjaer Jensen’in ‘Lilith Lilith’ (16-17 Mart)ve İspanya’dan Descamada Senorita’nın ‘Poşet Hanım’ (8-9-10-12 Mart) oyunu miniklerin severek izleyeceği oyunlardan sadece birkaçı.

Gönüllü desteğine ihtiyacımız var!
* Hep görünen kısımlardan bahsettik. Biraz da işin mutfağına girelim… Uluslararası başarı gösteren bu festival, kaç kişilik bir ekibin eseri…

– Küçücük bir ekibiz aslında biz. Sabit ve gönüllüler dahil toplam 12 kişiyiz. Festivalin ilerleyen zamanlarında bu sayının artmasını bekliyoruz. Aslında bu sayının normal şartlarda 20 ve üzeri olması gerekiyor. Sizin aracılığınızla İzmirlilere bir çağrıda bulunmak istiyorum. Bakın tüm dünya festivallerinde bu ölçekte belki de daha küçük festivallerde bile, düzenlendiği kente bağlı olarak çok sayıda gönüllü desteği söz konusu. Bu gönüllüler bir anlamda festivalin yükünü ortadan kaldırırlar. Aslında her biri birer gönüllü değil birer kültür elçisi, turizm elçisi konumunda… Maalesef İzmir’de gönüllü bulmakta çok zorlanıyoruz. Halbuki değişik yaş gruplarından gönüllülere çok ihtiyacımız var.
Sonuçta kentin sahip olduğu bir değerdir festivaller. Kentle bütünleşmek noktasında da bu kentin içinde yaşayan insanların desteklerine çok ihtiyaç oluyor. Eğer bu çağrımızdan sonra gönüllü olmak isteyenler olursa lütfen festival ofisimizden bizlerle bağlantıya geçsinler… Unutmasınlar ki bu hepimizin festivali…

Türkiye’de bir ilk
* Ülkemizde hala bir kukla eğitimi veren okul yok öyle değil mi?

– Bu anlamda güzel bir gelişme var aslında… Ama öncelikle şunu söylemek istiyorum. Bakın Türkiye’de modern kukla sanatının gelişmediğini hepimiz biliyoruz. Ama şöyle bir saptama yapmakta yarar var. Türkiye’de modern kukla sanatı eğitimsizlik yüzünden gelişmiyor. Ama çok yakında Dokuz Eylül Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü içersinde bir Kukla Bölümü’nün hayata geçirilmesi söz konusu. Hatta çok yakında eğitim hayatına başlayacak. Aslında Dokuz Eylül Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nün kuruluş tüzüğünde bir kukla bölümü var. Bölüm açılmayacak, sadece bölüm hayata geçirilecek. Bu da işleyişi hızlandırıyor tabi. Ders programları çıkarılıyor şuan okulda. Kuklacı yetiştiren ilk, kukla okul olacak. Bu çok güzel bir gelişme… Eğer bu olursa İzmir’den Türkiye’ye kukla sanatını yayacağız…

Kaynak : http://www.yeniasir.com.tr

Aşağıda Fotoğrafın kısaca gelişimini okuyacaksınız ve okuduktan sonra Fotoğraf sanatı ile buluşmak ve anlarınızı ölümsüzleştirmek isterseniz veya Fotoğraf Sanatını bir hobi haline getirmek isterseniz Nar Sanat hizmetinizde.

Sizlere sadece fotoğraf makinesinin deklanşörüne basmayı öğretmiyoruz. Kursumuza katıldığınızda Fotoğraf ile sanatın içersinde olmayı,  ölümsüleştireceğiniz her anınıza sanat katmayı öğreneceksiniz.

Bildiğiniz gibi; Florya, Ataköy, Yeşilköy, Yeşilyurt, Bahçelievler, Şirinevler, Zeytinburnu, Küçükçekmece’den  Bakırköy’e tek araçla ulaşabileceğiniz ve Meydana 3 dakika yürüme mesafesinde bulunan M.E.B.  onaylı Sertifika vermeye yetkili olan Kurumumuzda, nitelikli eğitmenler ve huzurlu bir ortamda ders yapmanız ve dönem sonunda M.E.B. Onaylı sertifikanıza da sahip olmanız mümkün.

Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olmadan Yasadışı ve Kaçak Sanat eğitimi veren yerlerde alacağınız eğitim sizlere bir şey sağlamayacağı gibi resmi bir belgede almanız mümkün değildir. Eğitim alacağınız yerin M.E.B ‘na bağlı bir kurum olup olmadığını hem zamanınız, hem de paranız ve daha da önemlisi alacağınız eğitimin kalitesi açısından lütfen sorgulayınız.

Tüm Branşlarda Sanat Eğitimi Nar Sanat’da.

Ücretsiz Tanıtım Dersi :  Pazar Günü (Yarın) 20 Kasım 2011, Saat : 13:00 – 15:00  Bekliyoruz.

FOTOĞRAF

Fotoğraf, doğada mevcut gözle görülebilen maddi varlık ve şekilleri, ışık ve bazı kimyasal maddeler yardımıyla ışığa karşı duyarlı hale getirilmiş film, kağıt veya her hangi bir madde üzerine saptayan fiziksel ve kimyasal bir işlemdir. Kelime Yunanca ışık anlamına gelen “photos” ve yazı anlamına gelen “graphes” kelimelerinden oluşmaktadır. Yani ışıkla yazmak anlamına gelmektedir. Fotoğrafçılık uluslararası bir dildir ve modern hayatta üçüncü bir göz vazifesi görür. Fotoğrafçılık bakmakla görmenin ayrı ayrı şeyler olduğunu kanıtlar. Fotoğraf bugünkü gelişme devrinde bir bilim ve diğer bilim kollarının da hiç şüphesiz ki en büyük yardımcısıdır.

TARİHÇESİ

Fotoğrafçılığın başlangıç tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fotoğraf tarihi karanlık kutu içinde görüntü elde etmenin tarihi olduğu kadar, bu görüntüleri fotokimyasal yollarla saptamanın da tarihidir.

Sekizinci yüzyılda Cabir İbni Hayyam adlı bir Arap’ın Gümüş Nitrat’ın güneş ışığı etkisiyle karardığını bulması ve 15. asırda büyük sanatçı Leonardo da Vinci’nin karanlık odada mevcut ufak bir deliğin dış dünyadaki görünümlerini aksettirmesi fotoğrafçılık tarihindeki önemli başlangıçlardır. Sanatçılar Rönesans devrinde karanlık kutuyu buldular. Böylece, ışığın girdiği ufak bir delik aracılığıyla karanlık kutunun öbür ucunda konunun ters çevrilmiş bir görüntü görebiliyordu. 18. yüzyılda karanlık kutunun bir ucuna mercek ve diğer ucuna da buzlu cam konularak görüntü kutunun dışında görülebilir hale getirildi.

Işığın kimyevi maddeler üzerindeki etkisi ve gümüş tuzlarının görüntü sapma duyarlılığı 200 yıl önceden biliniyordu. 1725 yılında, kireç ve gümüş nitrat sürülmüş bir kağıt üzerine bir şekil konulup güneşe tutulduğunda kağıt üzerinde bu şeklin bir görüntüsünün meydana geldiği görülmüştür. 19. yüzyılın başında kağıt, gümüş nitrat çözeltisine batırılarak negatiflerin elde edilmesi başarıldı. Fotoğrafçılığın ilk ve esaslı gelişmesi, vernikle saydam hale getirilmiş olan kağıt üzerindeki bir görüntünün kalay levha üzerine getirilmesidir. Daha sonra, Yuda Bitümü ile kaplanmış kalay levha üzerine düşürülen bir görüntüde güneş ışığı düşen yerlerin beyazlaştığı görülmüştür.

Niepce ile başlayan fotoğraf çalışmaları 1829 da Jacques Mande, Daugerre ile birleşip 1837 de Daugerreotype’ı ortaya koymalarıyla birden gelişim göstermeye başladı. Bu işlem gümüşle karıştırılmış bakır bir levhanın sünger tozu ve zeytinyağı ile silindikten sonra 1/16 oranında su ve nitrik asit birleşiminde yıkanıp hafif bir ateşte ısıtılmasını ve ikinci defa nitrik aside batırılmasını gerektiriyordu. Böylece hazırlanan levha iyoda batırılıp makineye yerleştiriliyor, ışık durumuna göre 5 ile 40 dakika poz veriliyordu. Elde edilen görüntü 47.5ºC ısıdaki cıvayı kapsayan bir tepsinin içine konulana kadar ortaya çıkmıyordu.

1840 yılında ışığı 16 kere fazla geçiren bir mercek kullanılarak poz süresi düşürüldü. Daugerre tipi ile elde edilen görüntü çok net olmakta ise de gümüş bakır karışımı levhanın kolayca kırılması ve bu yönden çok pahalı olması fazla gelişmesini önledi.

Aynı süreler içinde Henry Fox Talbot bir takım kimyasal maddelere batırılmış kağıtlar üzerinde görüntü elde etmeyi başardıysa da yavaş yavaş kararması ve görüntünün net olmaması nedeniyle kolayca unutuldu. Ancak Talbot’un bu buluşu için ilk defa “FOTOĞRAF” kelimesi kullanılmıştır. Bir süre sonra da negatiflerin pozitife çevrilmesi başarılmıştır. Böylece modern fotoğrafçılığın temeli atılmıştır.

Daha sonra fotoğraf kağıtları, yumurta akına batırılarak pürüzsüz bir yüzey elde edilmiştir. Ancak bu yöntem ayrıntıları ortaya çıkarmakta başarısız olmuştur. Yumurta akının iyotlaşması ise başarılı sonuç vermiştir. Bundan sonra ıslak levha yöntemi daha donra da kuru levha yöntemi bulunmuştur.

Bu tarihlerde bir fotoğraf çekebilmek için ulaşılabilmiş en büyük poz süresi 1/25 saniye idi.

1852 yılında George Eastman, Kodak makinelerinde 10 poz çekebilen bromür kaplı Jelatin rulolar bulunan Kodak fotoğraf makinelerini piyasaya sürerek çok büyük aletler taşıması gereken fotoğrafçıya kolay hareket imkanı sağladı. Fotoğraf çekildikten sonra makine fabrikaya gönderiliyor ve jelatin film kağıttan ayrıldıktan sonra bir cam üzerine yerleştiriliyor ve sonra yeniden makineye film doldurularak sahibine iade ediliyordu.

1870 de Hermann Vogel emülsiyonları muhtelif banyolara batırılarak duyarlılıklarını arttırma yolunu buldu. 1880 yılında kırmızıya karşı duyarlılığı çok sınırlı olan ortokomatik filmin yanında, pankromatik filmler ortaya çıktı. Fotoğraf 19. ve 20. asırda değişik astigmat merceklerin, selüloz asıllı filmlerin kullanılması, fotoğraf makinesi ve film sanayinde gelişmelerle günümüzdeki durumuna geldi.  Tacettin Teymur (Kaynak : http://www.fotograf.s5.com/fottar.htm)

”Kemanı ağlatan adam” unvanıyla dünya çapında tanınan İranlı keman sanatçısı Farid Farjad, ”Silahtan nefret ediyorum, çatışmaları da sevmiyorum” dedi.

 

Farjad, Diyarbakır’da vereceği konser öncesi Ninova Park Alışveriş Merkezi’de düzenlediği basın toplantısında, Diyarbakır’a ikinci kez geldiğini ve burada olmaktan gurur duyduğunu söyledi.

Toplantının yapıldığı alışveriş merkezini yeni gördüğünü ve ABD’deki alışveriş merkezleri ile rekabet edebilecek bir alışveriş merkezi olduğunu anlatan Farjad, bu modernleşmenin bundan sonraki gelişlerinde de devam ettiğini ve kentin her yerine yayılmasını istediğini söyledi.

Gelişme ve modernleşmenin önemine dikkati çeken Farjad, ”Aynı zamanda tarihimizi, geçmişimizi ve bizi buraya kadar getiren atalarımızı da unutmamalıyız. Her zaman onları korumamız gerekir, gençlerimize aktarmamız gerekir” diye konuştu.

İnsanların bir araya gelip konuşarak bütün sorunları çözebilmesi gerektiğini kaydeden Farjad, ”Silahsız, insanca bunu yapabilmeleri gerekir. Çocuklarımız, gençlerimiz için daha güzel bir gelecek bırakmamız gerekir, savaşarak değil, konuşarak anlaşarak” dedi.

Farjad, hükümetin bölgede yaşanan sorunların çözümü için çaba harcadığını ve bunun başarıya ulaşmasını temenni ettiğini ifade ederek, ülkesine gidemediğini anlattı.
”Memleketimde kadınlar ve birçok insan konuştuğu zaman kamçılanıyor, siyasi olarak içeri atılıyor. Anneler çocuklarına ninni söylemeye bile korkuyor. Avukatlar birilerini savunmaya kalkarsa onu bile hapishaneye atıyorlar” diyen Farjad, Türkiye’de insanların konuşabildiğini, insanların konuşma hakkının olduğunu söyledi.

Farjad, Diyarbakır’ı, Mersin’i, İstanbul’u çok sevdiğini kaydederek, ”Türkiye’nin kentlerini çok seviyorum. Çünkü insanlarını çok seviyorum. İnsanlar burada bana değer veriyor. Ben burada oturup konuşabiliyorum” dedi.

Gazetecilerin çeşitli sorularını da yanıtlayan Farjad, İran halkını sevindiremediğini, onları etkileyemediğini belirtti.

Türkiye’de yaşamak istediğini ve bölgede yaşanan olayları bildiğini, bunun kendisini kaygılandırmadığını ve kaygılandırmayacağını kaydeden Farjad, ”Buraya seve seve geliyorum. Benim sesim büyüklere gidiyorsa lütfen oturun bir yerde uygarca konuşun ve sorununuzu halledin. Silahtan nefret ediyorum, çatışmaları da sevmiyorum. İnşallah bütün bunlara silahsız bir çözüm bulunacak” diye konuştu.

Ninova Park Alışveriş Merkezi yatırımcı ortaklarından Orhan Erten de dünya çapında bir sanatçıyı Diyarbakır’da ağırlamaktan büyük memnuniyet duyduklarını ifade ederek, bunun Diyarbakır’ın tanıtımında büyük rol oynayacağını söyledi.

 

Niyazi Toptoprak ve Sanatı Hakkında…

” Niyazi Toptoprak, 1950 yılında İstanbul’da doğdu. İlki 1969 yılında olmak üzere şimdiye değin 150 civarında kişisel resim sergisi açtı. Sayısız karma sergiye eser verdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji bölümünü bitiren sanatçı bazı ödüller ve mansiyonlar kazandı. Niyazi Toptoprak’ın özel, resmi ve yurtdışı koleksiyonlarda birçok eseri bulunmaktadır.

Ressam Niyazi, kendi üslubunu oluşturmuş sanatçılardandır. Öyle ki O’nun resmini imzasına bakmadan da tanıyabilirsiniz. Yağlı boya ve pastel malzemelerini büyük bir ustalıkla kullanır. Doğayı kendi üslubuna uydurur. Hayvan resimleri de yapar ama bunların arasında kediye özel bir yer vermiştir. Bir serginin davetiyesinde şöyle demektedir.

“Kedi resmi yapmamış ressam yoktur denebilir. Çünkü kedi, biçimi, devinimi, yetenekleri ve yetkinlikleri ile resim yapan birinin ilgisinden ve hayranlığından uzak kalamaz. Günlük yaşamını güzelliğin coşkusu ile zenginleştirebilen iyi insanlar için de bu böyledir.

Kedi kraldır. Kedi her zaman güzeldir; kristal bir kadehteki kırmızı şarabı bembeyaz masa örtüsüne devirirken de, ipek bir halıya işerken de, yalnız bir bilge gibi soyluca ölürken de. Görkem ve incelik bir arada olmayı en çok bir kedinin yanındayken sever. Kedi, güzelliğini tartışmaya kalkan sevimsizlerle alay bile etmez.

Kedi resimlerine ayırdığım bu sergimi, bir kedi aşığı olmanın ayrıcalığında gizli keyif ve kendini beğenmişlikle hazırladım. Biliyorum ki o da kendisini artistik ve majestik bir keyifle beğenmektedir. Ve majesteleri bunda çok haklıdır.”

Niyazi Toptoprak’ın hayvan figürlü resimlerinin dışında, stilize ağaçlar, iki boyutlu evler, yayvan ve hemen hemen simetrik tepelere sıkça rastlarsınız. Minyatüral bir istifleme göze çarpar. Kompozisyonlarında kullandığı tarımsal parselasyonlarda renk coşkusu doruğa çıkar. Toptoprak, geçişli yada kontrast renk ayrımlarıyla adeta gökyüzünü de parsellemektedir. Bu özelliği onun resminde, içinde ışık yanıyormuş gibi bir şeffaflık oluşturur.

Ressam Niyazi, kendi resminin gelişimi ve değişimi içinde hep kendi resmini yapar. Kendi olarak kalmayı istediği için de kimseye benzemez. Bu geleceğe yönelik bir tavırdır. Bu nedenle sanatçı, resmin libido enerjisi ile yapıldığı savındadır. Ona göre gelecekte de var olabilmenin enerjisi bu enerjiden başka bir şey değildir. Libido ortadan kalkarsa sanat eylemi de son bulur.

Gerçekte bu görkemli bir sav olmak yerine yalnızca mütevazı bir yaşam tutkusudur. Belki de ölüm korkusu(?). Rengi görmek, rengi görmeye devam ediyor olmanın heyecanını yaşamak, ama ille de yaşamak. Sanatçının yaşamı bitince de bu heyecanı başkalarına yaşatmayı sürdürmek. Yani kalmak. ”

Kaynak : Niyazi TOPTOPRAK  Facebook grubu

Şunun için etiket arşivi: ada

Sonuç Bulunamadı

Üzgünüz, hiç bir gönderi kriterinizle eşleşmedi